201. Kaset


Kaset 201  24/10/1965    78 dk.  (Düzenlenmemiş Metin)


         Vazifeyi de tarif ederken, vazife mukaddesdir deriz. Mukaddes olan şey kudsiyatdan doğar,ahlakiyatdan doğar. Ahlak ise kudsiyatdan doğar. Kudsiyat da Zat ı Bâri’ye iman ile olur. Zat ı Bâri’ye iman ile Zat ı Bâri’yi beyan eden zevâtın bize bildirdiği esasa iman ile olur. Demek ki vazife, bir kelime halinde olmuyor. Bir silsile. Şeceresi var. Bunları da uzun uzadıya hemen hemen iki üç konuşmada tariflerini yapıyoruz. Kısaca bu malumatı verdikden sonra gerek vazife olsun gerek akıl olsun kalb olsun. Kalbi de şöyle tarif etmişdik, insanın.. insan dendiği vakit bir mânayı külliyi ifade eder. Öyle, görünüşü itibariyle bir cirm i sahir fakat yani şöyle elli, altmış, yetmiş, seksen kiloluk kan ve kemik torbasından ibaret gibi gözükürse de kendisinin vicdan ı kibriyası, o vicdan ki âlem i muallayı melekûte mensub bir mânayı vücud bir nur u irfandır ve o ilmen bütün kainatı muhitdir. Kıymeti de insanın ondadır. Yoksa esvablık eden kısmında öyle muazzam bir kıymet yokdur. Onun için ahlakın bahsetdiği kalb, kalb i insanisidir kalb i hayvanisi değil. Kalb i hayvani ki hepimiz biliyoruz, bu vücud u unsurimizde etden, kemikden, kandan yapılmış olan vücudumuzde, sadrımızda  ortada dört odalı, kanı şöyle böyle yapan o kalb değil. O, vücud u hayvanimizin kalbi. Vücud u insanimizin kalbi, ona taalluk etmiş. O kalbden bahsediyor. Bunların hepsi netice itibarı ile mânayı insanın birer vasıflarıdır. O halde mevzuun ana rüknünü insan mefhumu teşkil ediyor. İnsan. İnsan nedir? Beşeri tâkatle layıkıyle tarif edilemez. Hiç tarif edilmeden de geçilemez. Nasıl tarif edilebilir insan? Şu anda her birinizin hatırından neler hutur edebiliyor? Bunu kim tarif edebilir? Kiminiz burda oturuyor, hem konuşuyor hem dinliyor, kiminiz memleketinde geziniyor, o sahneyi temâşa ediyor. Kiminiz bir an için elemde yahut emelde, sururda, şurda, burda. Yalnız kül halinde insan olmamız hasebiyle hepimiz hilkatin bir numunesi, bütün mükevvenatın güzelliğini câmi, Allah’a muhatab olarak yaratılmışız. Bize Hüda, bir hayat vermiş hayat. Ama bunu bazı kimseler bu hayatı bir heyecan diye tarif eder. Yok. Ahlak onu başka türlü tarif eder. O der ki hayat, Kudret tarafından, ilerde hesabı görülmek üzere verilen âriyet bir sermayedir der. İlerde hesabı görülmek üzere kendisine iğreti verilmiş olan bir sermayedir. Bu sermaye, ya verilen nimeti yerli yerine kullanarak bitirilir veyahut sui istimal edilerekden geçirilir. Beşere bunu serbest bırakmışdır. Bak der hangisi işine gelirse “Bizde cebr yok” der Allah. Bize burda lazım olan kısmı, mevcudat içersinde yani bildiğimiz bilmediğimiz havasımızda idrak ettiğimiz etmediğimiz ne kadar varlık varsa Kudret2in halketdiği ne kadar mahluk varsa onların içersinde pek nazik, pek nazdar, pek niyazdar, çok nazenin olarak seçmiş ve kendisine muhatab tutmuş olan insan sınıfıdır. Tabi bu kadar büyük bir mevkiye sahib olan insanın ona göre de hizmetleri vardır. Bu hizmetleri layıkıyle yapabilmesi için de, bunları muhafaza edebilmeklik için de bir müessese vardır o müessesenin adına ahlak deriz. O zabtedebilir. Bunun en büyük ölçüsü, insan tekamül etdi mi etmedi mi? Ölçü de zor, ağır. En büyük ölçü. Ahlak müessesesine intisab eder ve fıtrat ı asliyesindeki necabeti muhafaza ederse bir kimse, kelimesiyle, cümlesiyle yani tavırları ile ahlak onu kabul etmez. Cicili bicili konuşur, süslü püslü gezer, şöyle böyle tavırlar iktisab eder, onların hiç birine bakmaz. Ölçü şudur; nâdan, bed tıynet, anlıyosunuz tabi bu tabirleri, tıyneti fena, huysuz, nâdan, bed tıynet, fena olan kimselerle hüsnü muamelede bulunursa diyor o kimse, ahlaka intisabı olduğunun işareti vardır diyor. Şimdi herkes kendisini burda bi defa, ama bu korkula değil, tesirle değil, mesela minneti altında kalır da gayet fena, bed tıynet, nâdan bir kimsenin mahiyetinde bulunur “ne yapayım” der “ben kendimi buna şöyle uyduracağım” öyle değil. Hür, serbest, onun fevkında ona her şey yapabilmek kudretine mâlik fakat bunların hiç birisini kullanmaksızın hüsnü muamele ile, güzel muamele ile imtizac etmeklik çarelerini arıyor. Öyle sayılı nefeslerini şey ediyor buna, enbiyanın sünneti diyorlar. Enbiya ki en büyük ahlakcılardır. Bişey anlatabiliyo muyum acaba? Bak böyle biraz zordur bu. Öyle konuşması gibi değildir. Bizim ayakkabımızın bağına birisi bassa kaşlarımızı gözlerimizi yerinden oynatırız. Kemal, buradan başlarmış. Bu, dördüncü güzellikde meydana gelirmiş. İnsanda güzellik dört kısımdır. Hissi güzellik olur. Tenasub u âsaya sahib, itîdal ikâmete, behçet i nadârete, eşkalinde letafete mâlik olur buna hissi güzel denir. Aklî güzel var ikinci güzellik. O da idrak i akılla adalet, merhamet, muvafakat, bed tıynet ile hüsnü muamele, muvafakat buraya girer buna da aklî güzel derler. İnsanda aranacak vasıflar. Bir insanda ne aranır? Dört güzellik aranır, üçüncü güzellik ruhanî güzellikdir. Ahlak ı hasene, evsaf ı hâmide bu da üçüncü güzelliği. Dördüncü güzellik nedir? Şer’i güzellik. Umur u diniyyedeki güzelliği. Ebediyete taalluk eden güzelliği. Allah ile olan irtibatındaki güzellik o yakınlık güzelliği anlatabiliyo muyum acaba? İşte bu güzellik oldu mu o insan ahlaken tekamül etmiş güzel insan diye tarif ediyor ahlak. Bunun haricinde bulunana da çirkin diyor. Esas kaideler koyuyorum bugün bundan sonra da bunların tasvirine sağ kalırsam başka haftalarda geçeriz. Bunlar bilindikden sonra Rahman’ın nimetinde küfranda bulunan cemiyetin amellerini ben zayi ederim diyor Hüda. Ne kadar çalışırsan çalış, zekayı mücessem ol, bütün akılların heyet i umumiyesinin merkezi ol zayi olur. Neden? Kalbi alırım diyor. Kalb de alındıkdan sonra, anlattık ya kalbi, vücud u hayvanîdeki kalb değil asıl insanî kalb. O kalbi alırım diyor. Kalbi ıslah eden şeyin adına iman derler. Şimdi dönelim konuşmamızın başına açıldık biraz. Biz iman deriz, mirasyedi şeklinde  olur fayda görmeyiz. Ahlak deriz, kulakdan işitme şekliyle kalır netice almayız. Vazife deriz, işte yine işitme şekliyle hüviyetini hakikatini bilmeyiz neticelendiremeyiz. Bunların her birisinin kökü vardır. Bunlar layıkıyle bilinmezse neticeler alınmaz. Almıyoruz. Evvela insanın iki vechesi olduğunu kendisi bulması lazım gelir.

                                                                       --/-
                                                                       -2-

Ben kimim, nerden geldim, kim çekti beni buraya? Bunları düşünmedi mi adam zalim olur. Zalim olur zalim. Beşeriyetde nitekim de var o. Zalim olur. Düşünecek, bir kocaman bi varlık bu nedir bu? Her şeye güveniyorum fakat bir saniye sonra, bir dakika sonra hâtırımdan ne hutur edeceğini de bilmiyorum. Ben neme güveniyorum? Kim bilir beş dakika sonra senin içinden hutur edeceğini kendin bilir misin? O bi nehir akıyor. Nerden geliyor, nereye gidiyor? .. boyuna akıyor durmadan. Bunları hep Cenab ı Hakk beşere bir ibret olsun ve Kudret’le münasebetini iyi tesis etsin diyerekden vaz etmiştir. İstikbali setretmiş. Yirmi sene sonraki hayatınızı bilmezsiniz ve onu öğrenmeye de çalışmayın. Öğrenemez ya mesela bazı insanlar. Mâna mevzuuna geçersek şöyle bir misal vereyim de daha iyi anlaşılsın. Mâna mevzuunda mesela işitirsiniz evliyaullah derler. Ne demek evliyaullah? Allah’ın sevgilisi. İstifa kanununa tâbi tutmuş, Kudret seçmiş. Doğramacı dükkanından çıkmaz. İnsandan, insan. Böyle bir rütbe verildi mi mâna ilminde o insana ilk önce tattırılacak şey keşifdir. Fakat öyle kalkar ki oranın sâliki, katiyyen istemez. Çünkü o kaza i ilahiyi geri çevirmeklik imkanı yoktur ki istesin. Onu istemez o. Aman der. Yarabbi bana sakın bu kapı bu berat senin bir methindir der bununla beni avutucaksın. Mesela benim içimdekini bilmiş yahut yarın şunun olacağını bilmiş onu kattiyen istemez o. Ne faydası var? Allah’ın en büyük merhameti, seni senden gizlemesi ve ileriyi senden gizlemesidir. Mesela bir insan, eski konuşmalarımda söylemişimdir, canından çok sevdiği evladının yirmi sene sonra şöyle bir felakete uğrayacağını yirmi sene evveli görmüş olsa o yirmi sene huzur içinde yaşayabilir mi? Kazanın tahakkukundan sonra Kudret sabrını verir boynunu büker teslim olur, rıza gösterir. Anlatabiliyo muyum acaba? Sen kendin üzerinde, sana üç gün sonra şöyle bir felaket gelecek bunu bilsen o üç gün içersinde sen nasıl yaşarsın?.. Onun için Allah’ın insanlara en büyük merhameti onu setretmesidir kapar onu. Hiçbir veli dahi onu hiçbir zaman istemez.O son mertebeye mazhar olanlar, onlarda vücud şaibesinden eser kalmaz. Onlar istese de istemese de ona âşina olur olur amma hiçbir vakit o kaza i ilahiye karşı “bu olmasın” demez. Çünkü onun kendine mahsus bir zeyi yokdur. Bişey anlatamadım galiba nazar bi tuhaf duruyor. Mesela bir misal vereyim size, Sâ’d ibn i Vakkas isminde bir zat ı âli var aşere i mübeşşerede. Öyle mübarek bir insan ki , Beşeriyetin Fahri Ebedi’si “fedâki ümmiri ebi ya Sâ’d” demiş. Annem babam sana feda olsun Sâ’d. “Ne dilersen, Hakk reddedmesin” demiş. Ve herkes korkardı aman Sâ’d bir şey demesin diyerek böyle çekinirlerdi. Uhud harbinde İslamın mukadderatının böyle bir acayib anında düşmana her atmış olduğu oku isabet ettiriyor. Hayran olmuş Resulullah. O isabetinde ihlas olacak şu olacak bu olacak onların hepsi tekamül etmiş bir vaziyetde. Zaman geldi sinni ilerledi gözlerine âma tari oldu. Gönül gözüyle hepsini görüyor ama kafa gözü âma görmez oldu. Onu mücerreb olarak bilen dostları dediler ki Ya Sâ’d niçin gözlerinin şifayab olmasını dilemezsin ne istedin de Allah vermedi? Ha dedi güldü “bin gözüm olsa bini de kapansa birinin açılmasını Allah’dan istemem çünkü Allah’ın kazasını kendi gözümden fazla severim.” O , o makamın şeyidir o. O tecelliye mazhar olan onlar hususi insanlar bizim haddimiz değil. Biz, zayıf, matuhan, acz içersinde. O , ona ait o. “Bin tane gözüm olsa bini de kapansa, birinin açılması hususunda kattiyen Hakk’a müracaat ve münacâtda bulunmam” neden dediler. “O’nun kazasını ben gözümden çok fazla severim. Kaza i ilahiye kattiyen müdahale etmem.” O, ayrı bi iş. İnsanın iki vechesi var dedik. Bir vechesi âlem i hilkate açılmış yani bu mevcudata. Bir yüzü bir yüzü de âlem i Kudret’e rabt edilmiş. Âlem i hilkate açılan vechesinde Kudret ona bir nur u rabbanî olarak akıl denilen bir cevher vermiş. Kalbde midir kafada mıdır? Hallolunmuş mevzu değildir uzun boylu izahına geçmeyelim. Akıl, kalbde mi burda mı? Hallolunmamış. Yalnız insanda, insanda. Hulasa bu. Bununla, âlem i hilkatde meçhulden malumu çıkarır, hissin galatlarını tashih eder, medâr ı teklifdir işlerini görür. Fakat insan, yalnız âlem i hilkate ait bir varlık değil ki, hatta âlem i hilkate taalluk eden varlığı gayet cüz’i bir şey. Niye? İşte görüyorsunuz. Dünkü halinle bu günkü haline bir bak ne çabuk geçti diyerekden kendin de hayretde kalırsın. Şunu da yapacaktım, bunu da yapacaktım, şu da olacakdı, bu da olacakdı yahu hiç birini yapamadan geldik gitdik. Hep böyle demişlerdir. Sen de öyle diyeceksin. Senden sonra gelen de ondan sonra gelen de. Bu âlem böyle kurulmuşdur. Hep böyle diyecek. Burası böyle. Herkes benim diye yaşar kendisinin kimin olduğunun farkında değildir. Fen adamları daha iyi bilirler şu et ve kan, kemik torbasını bir tahlile başlasalar o hücreler biri biriyle öyle kavga ederler ki püü gözle gözükmeyen vasıta ile bakılsa ne Hakk sahneyi öyle açmış. O gözle gözükmeyen onlar öyle harb ederler ki ne diye harb ediyor? Benim diye harbediyor. Halbuki o vücud yani bu vücud ne onun ne ötekinin. Benim. O beni görmüyoda orada kendine bir varlık isbat ediyor benim diye biri biriyle harb ediyor. Onun da tedariki harbiyesi var ötekinin de var. Biri daha önceden teçhizatını hazırlıyor, öteki daha kurnaz vaziyetde filan cepheden gideceğim diyor. Anlatamıyo muyum yahu? ..”benim” diyerekden biri biriyle boğuşuyorlar. Halbuki ne onun ne ötekinin. Benim. Ben de, benim diyerekden aynı onun gibi orada kendi kendime bir varlık isbat ediyorum halbuki ben benim değilim ki ben de O’nunum. Bişey anlatamıyo muyum acaba? Aynen böyledir. Orta yerde hiçbir şey yokdur. Ama âlem i kudrete taalluk eden vücudumuza gelecek olursa o saha için hiç kimse bişey .. yok. Her gün de teşyi ederiz bir dostumuzu, annemizi, babamızı, evladımızı ebediyet âlemine tevdi ederken, teşyi ederken hazreti mevt de bizi istikbal eder farkında değilizdir.Hiç gayet dalgın farkında değilizdir istikbal eder o. Geçen konuşmada söylediğim gibi herkes öleceğini bilir bilmeyen yokdur fakat ölümden sonrasını bilmez. Ondan dolayı beşeriyet biri birini yer. Mâna ile alakası kesilmiş. Değer mi? Otuz yaşında bir insan koy kardeşim ortaya bir şey bakalım var mı bir şey desen. Bişey koyamaz. Onu on misli büyüt yine koyamaz. Hayat ı mâna orta yerden kalkınca maddi hayatlarda bişey bulunmaz. Zira hayat ı mâna, insanda muhabbet meydana getirir.

                                                                       --/-
                                                                      -3-

 Maddi hayatda muhabbet yokdur ihtiras vardır. Kim ne derse desin ne kadar şıklasan, süslesen püslesen.. muhabbeti yokdur. Mâna da, ahlak bunlar kattiyen istiskal kabul etmez derhal çekilir gider. O çekildimi sermaye i muhabbet durur mu kalır mı? İflas eder gider. Muhabbet de kayboldu mu zaruretler ihtiyaçlar meydan alır. Zaruretleri, ihtiyaçları önleyen şey muhabbetdir. Sıkıntıları katlandıran şey sevgidir. Sevgi kalktıkdan sonra sıkıntıya kimse dayanmaz. Bişey anlatamıyoruz galiba. Dayanamaz. Muhabbetdir sıkıntıyı çektiren şey. O derhal kalkar. O vakit ne olur? Kuvvet zaafa intizam bozulur zaaf gelir. Vahdet tefrikaya döner. Yalnız nefsani ezvakı düşünenler yalnız hevesat ile meşgul olanlar meydana çıkar. Dersin ki bugün niyet ne kadar güzeldi yahu birden bire bozuldu. Muhabbeti kalktı da ondan bozuldu. Neden muhabbeti kalkdı. Mâna, istiskal kabul etmez. İman, kattiyen şöyle yan bakmaya gelmez. O kadar alıngandır ki haberin olmadan kalbinden çıkar gider. Çıkınca muhabbet sermayesi zayi olur. O muhabbet sıyrıldımı derhal ilmin fennin seyri durur.… Sanat da , ticaret de, ziraat de, fen de hırs ı tama müsabakasıyla işler hırs ı tama müsabakasıyla işleyen şeyden de beşere felaket gelir. Netekim de dünya yanıyor. Bu raporu vermiyorlar. Arıyor toplanıyor insanlar böyle iri iri kafalar şöyle yap.. yok kardeşim. Sen beşeriyete muhabbeti getirmeden olmaz. Olmaz. Koca Ömer öyle demişdir. Zındıkın celabetinden yani mânaya, ahlaka böyle istiskal ile bakan kimsenin çalışmasından mesaisinden netice vermesinden, inanmış insanın da bakahetinden allah’a sığınırım. İkisi de felaketdir diyor. Biri Hak tanımaz, iman kendisinden çekilmiş muhabbet kalkmışdır zarar muhakkakdır. Biri Hakk’ı tanımışdır miskindir, tembeldir, âtıldır, bir belayı mübremdir ikisinden de allah’a sığınırım diyor. Onlar dünyayı iyi gören insanlar. Yalnız dünyayı mı her şeyi. Tabi bugün için o zevki taşıyacak o kalb yok insanlarda ama insan numune olarak, imrenmek için söylenir. Bindörtyüz şehir fethetmiş her bir şehir bir eyalet bir hükümet olmuş. Ömer, muazzam bir adam. Dünya hazineleri, beşbin senelik Bizans hakimiyetini kaldırmış, hazinesi yığılmış. Altıbin senelik Zerdüşt hakimiyeti. Dünyada iki büyük kuvvet var. Daima öyledir zaten. Kaldırmış böyle yığılmış. Bir gün bakmışlar ki kırba sırtında su taşıyor. Demişler efendim siz şimdi reis i hükümetsiniz emir el mümininsiniz bu olmaz ki bu. Makamın kendine mahsus bir şerefi var. Bir çok süfera geliyor. İşte o değil mi demiş beni şimdi demiş mecbur etdi. Bizans sefiri geldi yanımda iğildi büküldü, yerlere kapanır gibi vaziyetde kaldı körolasıca nefsim kabardı.Öyledir. Hemen demiş kırbaya yapışdım ezmek için su taşıyorum demiş. İnsanın cebinde parası varkenki yürüyüşü ile yokkenki yürüyüşü arasında çok fark vardır. Bir masaya otururkenki konuşmasıyla masadan düşdükden sonraki konuşması arasında püüü ne kadar büyük farklar vardır. O farklar kalktı mı ona hazreti insan deniyor işte. Bed tıynet ilen nâdan ile hüsnü muamele yapabilen adam, bu farklardan âzade olan adamdır. Onda oluyor o. Oluyor onda o. Bizans imparatoriçesi göz kamaştırıcı pırlant mücevher işlemeli büyük bir yastık, arka yastığı gönderiyor Hazreti Ömer’in Karısına haremine. Kapıyı açtığın vakitde odaya güneş doğmuş gibi öyle. Hediye. Cenab ı Ömer’in Refikası biliyor Ömer’in huyunu bu bunu bana bırakır mı bırakmaz mı? Bırakmaz diyor ama bakayım ben bunu nasıl önleyebileyim. İçeriye girmiş odanın içine girince bakmış ki bi acayib bişey. Nedir bu demiş? Derhal hanımı lisan ı resmî kullanıyor. O da ayrı bir irfan ayrı bir zeka. Ya Emir el Müminin. Efendim yahut insan zevcine ne şekilde hitab ederse o şekilde hitab değilde lisan ı resmî. Ya Emir el Müminin hediye hakkında Resulullah ne buyurmuşdur? Kabulu caiz midir değil midir? Lisan ı resmî kullanıyor. O da derhal siz evvela bunun şeklini bana anlatın ben size söyleyeyim diyor. Bunu bana Bizans imparatorunun karısı hediye olarak göndermiş ben de kabul etdim. Ha diyor benim sevdiğim, bu hediyeyi böyle tarif etdi. “Huzul hata, mâdamel hata fe iza .. rüşvetün fela yeuzu..” Hediye, hediye olduğu müddedce elbetde alırsınız fakat hediye namı altında faziletinizden, mânanızdan, dininizden, her hangi bir haysiyetinizden fedakarlık edebilecek ümmidiyle verilen şey oldumu onu derhal reddedersiniz. Ver bakayım ben onu derhal parçalayım da dağıtayım diyor. O imparatorun karısı ben bu makama gelmezden evvel Ömer’i de tanırdı seni de tanırdı o vakit göndermedi de bugün niye gönderiyor diyor. Anlatabildim mi acaba? “Huzul hata, mâdamel hata fe iza .. rüşvetün fela yeuzu..” Onlarda ayrı iş onlar. Onun için ahlak, insanı cebri tazyike uğratmaksızın kanun u itaatı öğretir. İtaat kanununu biliyor musun sen? Dinin kanunudur. Kanun u itaatı öğreten şeyin adına ahlak derler. Cebr i tazyika uğratmaksızın kanun u itaatı öğretir. Ahlakın kuvve i nazıması, insanın en salim bir hayat ve mesaiye öyle bir programı tanzim eder ve o programa tevfik i hareketle mükellef tutar. Bu program, maddesiyle beşeriyete vakarlı, temiz, sade bir tarz ı hayat tavsiye eder. Alaik ı hayatın azlığı, hayatı çok yıpranmakdan kurtarır. Ben onu muhafazaya amirim der. Bundan anlaşılmasın ki çalışmak azdır o mâna değil. Ahlakda huzur ve refah, hayatın derecesi âlam ve ihtirabat ı ruhiyenin derecesi ile ölçülür. Bugün türlü türlü çeşitlerle beşere şöyle  müsavat verecez, böyle yapacaz, şu olacak, bu olacak bunlar dırıltı şeyler bunlar. Ahlak, mâna, Allah’ın göstermiş olduğu program. Açık tabir ile. Huzur ve refahın, refah ı hayatın derecesi,  âlam ve ihtirabat ı ruhiyenin derecesi ile ölçülür. Onun için ihtirasat ı nefsaniye .. Az çalışmayı sevmez. İstemez. İhtirasat ı nefsaniyeli de çok çalışmayı da istemez. Ahlak, programında az çalışmaya müsaade etmez. İhtirasat ı nefsaniyeli de çok çalışmaya da müsaade etmez. Hayat yıpranır der. Ben hayatı muhafazaya memuren gelmişimdir der. Bişey anlatamıyorum galiba? Mevzu biraz acayib amma buraya uğradık. Çünkü davalı mesai, kişinin kendi kazancını kendi hayatına kâfi getirmez. Kâfi gelmeyince digerinin kazancına göz atar. İşte digerinin kazancı..Onun mâna programını dizmiş Kudret. Halbuki ahlak, bir tarafı tedavi ederken diğer tarafı yaralamak istemez. Yekdiğerlerine karşı açılan yarayı sarmak ister. Ahlakın şeyi bu. Bu da ne ile olur? İnsanı cebr i tazyika uğratmaksızın kanun u itaat vardır onun menbaı nerdedir? Allah’dadır Allah’da. Bedava, ölçüsüz, yazmaya, külfete, düşünmeye filan hiiç bişeye lüzum yok. Yoruldunuz mu? (hayır, hayır).
                                                                       --/-
                                                                       -4-

Evet bugün üç beş karış toprakda varlıkdan dem vururken yarın toprak kesilmiş varlığından mâtem fışkıracakdır kardeşim. Öyle değil mi? Hepimiz icabında ben onu yaratırım dersin şöyle vurursun, varlığından dem vurursun fakat yarın toprak kesilmiş olan varlığın mâtem fışkıracakdır. Sayılı nefesini bedava tüketme. Sonra Allah Büyük kitabı’nda söyler. Ne kadar güzeldir. İyi okumadık. Buyurur ki “kimden, kime şikayet ediyorsun Allah‘ın kendi sözüdür. “kimden, kime şikayet ediyorsun. Bir kavim bozulmadıkca Ben onu bozmam” “Beni merhametsize mi şikayet ediyorsun” diyor. “Merhametin sahibi olan Beni, sen kendi cinsinden bir merhametsize mi şikayet ediyorsun” “Bir kavim bozulmadıkca Ben onu bozmam.” Ben de bozdum mu onu düzelteni yaratmam. .. Ahlaka ne ihtika kesbetmişseniz onu verir. O halde dedemizden ibret alalım. Tarihin var senin sen tarihsiz millet değilsin dünyaya numune olacak deden var. Tarihine bak deden o kadar hürriyetperver, müctebid tanırsın şöyle tanırsın bunlardan münezzeh adam senin deden. Kılıcının iki tarafı kestiği vakitde, dünyayı istila etdiği vakitde hiçbir kavim yoktur ki girmiş olduğu yerlerde o kuvvetine istinad ederekden oranın mânasında değişiklik yapmak istemesin. Oranın sâlikini kendi dinine sokmak ister. Deden tenezzül etmemişdir. Bütün ümmetlere hürriyetini bağışlamışdır. Bundan daha başka istirdadlı dede olur mu? Tarihi vesika veriyorum sana yahu. Hiç yokdur. Dinde, cinsiyet.. nasıl anlatayım sana bütün âlem dinde cinsiyetde kendine tâbi olsun ister, galib geldiği vakitde bu cebri kullanır. Deden bunu kullanmadı. Bugünkü halini bırak sen. Bu gün medeniyetini taklid etdiğin âlemi, üç dört asır hakimiyeti altında tutuğu vakitde böyle bişey yapmadı. En büyük kuvvete sahibken cebr kullanmadı. Beşeriyetde tam bir hürriyet görmek isterdi. Taasubdan âzade idi. Sen ona nasıl geri kafalı diyebilirsin? Bu hâl ona Allah’ından imanından gelen faziletinden ileri gelmişdir. Ondan soyunmuş olsa idi her şeyi yapabilirdi. Neler yapmazdı o kudret elindeyken ne can yakmazdı acaba? Yapmadı çünkü neden yapmadı? Allah yine kendi konuşur der ki “ Ben sana nusratı vaad etdim, yardım etmeyi vaad etdim ama bana yardım edersen” (47,7) Allah’a yardım edilir mi? Hâşa ondan münezzehdir fakat iyi anlayalım diye, insan düşünsün diye nazarı dikkati celbedecek cümle sarfediyor Kudret. “Ben sana yardım etmeyi vaad etdim ancak sen de bana yardım edersen” Allah yardıma ihtiyacı var mı? Ondan münezzehdir. Derhal ilk önce insan gördüğü vakitde insan bu ne biçim şey diyebilir. Ondan sonra kendi izah eder “Bana yardım demek, Benim yaratdığım mevcudada karşı rahim, şefkatli, bağrına basmaklık zevkini, şefkatini gördü mü sende sana rahmet ederim” der. “Yardım ederim.” Deden böyle idi üç kıtada hükümdar oldu. Sen şimdi nasıl aleyhinde bulunabilirsin? Ya hâla aldığı evde oturuyorsun. Dedemiz, iman kaydına sadık kalmakla münevver olmuşdur. Münevver, deden deden o kayda sadık kalmış münevver olmuşdur. Hakikatda münevver kime denir? Eski konuşmalarda söylemişimdir münevver kime denir? Münevverin tarifi var. Hikmet i basiretle tenevvür eden kimseye münevver denir. Bak bakalım, öyle on tane lisan bilmiş bilmem yirmibin tane kitab okumuş yok kardeşim. Hikmet i basiretle tenevvür etmiş mi? Hilkatin, hilkatindeki gayeyi görmüş, hakikat i eşyayı okuyabilmiş mi? Hah o adam münevverdir. Hikmet i basiretle tenevvür eder. Ne bahtiyardır ki o kimse, hayata mahkum olmamış da hikmet i basirete mahkum olmuş. Hayatına mahkum olan kimse münevver değildir. Biz hepimiz hayatımıza mahkum olmuşuzdur. Hikmet i basirete mahkum olduğumuz dakikada semâ ayağımızın altına iner. Herhangi bir şey olduğu vakitde “ya bana ne olursa? “ deriz. Ne oldun? Hayatının esirisin ne arar bende hikmet, ne arar bende münevverlik. Hiç bişey yok. Münevver, kolay bişey midir o?.. O vakit her zerrenin hukukuna riayet eder. Her zerrenin. Her zerrenin hukukuna riayet esası gelir. Tercihi nefs olmaz. Buna bir canlı misal vereyim de daha iyi anlaşılsın eski konuşmalarda vermişdim. Bir yahudi Hazreti Ali’yi dava ediyor. İslamdaki hürriyete bak kime dava ediyor? Ömer’e. O günkü şevket, o günkü âzamete bak Ali gibi bir adama bak. Yahudi kalkıyor resmen dava ediyor. Adaletin..İkisi de yan yana gelmişler duruşuyolar. Hazreti Ali’ye Cenab ı Ömer hitab ediyor Ya Ebel Hasen simsiyah olmuş. Neyse o uzun boylu oralarını bırakalım. Çıkmış . Hazreti Ömer müteessir olmuş acaba yahudi ile ikimizi bizi yan yana tutdu diyerekden mi Ali gücendi de böyle bir .. gösterdi simsiyah oldu böyle bir.. vaziyetde. Gidiyor buluyor diyor müteessir mi etdim sizi fakat elimizdeki kitab böyle emreder Sizin kalblerinize nâzır olan, muhafazası siz olan o kitab böyle emreder yahudiylen yan yana tutub. Sen çook büyük adaletsizlik yaptın diyor. Meğer künyesi ile hitab tevkiri mucibmiş. İkramı, tevkiri, tebcili mucib. Sen bana orda Ali diye hitab edecekdin beni künyemle hitablandırdın Ebel hasen dedin yakışmaz adalete diyor. Anlatabiliyo muyum acaba? Yakışmaz adalete. Hulasa Büyük Kitab’da Cenab ı Huda öyle buyurur “…le in şekertum le ezîdennekum.. “ (İbrahim,7)  Eğer nimete şükrederseniz Ben o nimeti arttırırım da arttırırım. “…le in şekertum le ezîdennekum.. “  Ahlaka göre en büyük nimet nedir? Şimdi bize nimeti arttırırım deyince herkesin gözünün önüne yemek gelir, içmek gelir, servet gelir işte şu gelir bu gelir, rütbe gelir, cah gelir şu gelir bu gelir. Ahlaka göre. Cenab ı Hak kısa söyler çok mâna çıksın diyerekden.“…le in şekertum le ezîdennekum.. “  Eğer nimete şükrederseniz ben o nimeti .. ederim arttırırım da arttırırım. Ahlaka göre en büyük nimet nedir? İşte Yavuz söylemiş olmaya cihanda en büyük devlet.. neyse getiremedim biliyorsunuz herkesin bildiği. Bir nefes sıhhat gibi. Bedende olan rahatsızlığa, sıhhatsızlık. Ruhda olan rahatsızlığa, âfiyetsizlik denir. Sıhhat ı âfiyetiniz var mı? Yani mâna ile de sıhhatda mısınız, bedenen de sıhhatda mısınız demekdir. İkisinin arasındaki fark bu. Sıhhat ve âfiyet büyük bir nimet herkes bilir. Bundan daha büyük nimet ahlaka göre, emnü amandır. Ondan daha büyük bir nimet yokdur. Vicdanıın, gönlünün, hak ve hakikat namına, murad ı sübhani üzerine, irade etdiği şekilde, emniyet içersinde hatt ı harekatını yapabilmeklik, emnü aman. Emnü aman. Bu nimet bu nimet ve adalet, âtiye i ilahiye olan hürriyetdir kardeşim.

                                                                       --/-
                                                                       -5-

Adaletle tahdid edilmiş olan hürriyet . Yani her türlü insan istibdaddan, mazalimden, ezâlardan, işkencelerden halâs olmak insan, insan olduğunu bu nimetle belli eder. Bişey anlatabiliyo muyum acaba? İstemediğini yapmaya mecbur olursa bir kimse, ona insan denir mi? Sen diyor verdiğim nimetleri yerli yerine kullanırsan, şükrünü yaparsan. Şükür demek “Yarabbi şükür” demek değildir. Ben size bir çok nimet vermişimdir. Anlatmışımdır ben size o nimetleri anlatmayalım uzun boylu vakit yok. Bunları yerli yerine kullandığın dakikadan itibaren Ben seni hür kılarım. Hür olabilirsin. “..ve le in kefertum inne azâbî le şedîd”(İbrahim,7) Verdiğim nimete nankör olduğun müddedce vesilelerle intikam alırım da alırım. Hür yaşatmam seni. Görüyorsunuz ya ahlakda iş dönüyor dolaşıyor mânaya ulaşıyor. Bugün de o mânayı açık şeyettim. Böyle görmemezliğin imkanı yok çünkü mâna artık çok açıkdır. Bu asırda Cenab ı Hakk öyle bir tecelli ile tecelli etmişdir ki Kudret mânayı hakikiyi açtı. Her gelmek isteyen için yollarını kolaylaştırdı. Yıkmak dileyenlere karşı, erkânını, rükunlerini yıkılmaz hâle getirdi. O mânayı hakikata, kendisini sarılanlara necat sayesinde sokulanlara selamet, lisan ı hikmeti söyleyenlere burhan, müdafaasında bulunanlara şahid, ziyasına gelenlere nur, aklı olanlara idrak, düşünenlere dimağ, Hakk’ı arayanlara nişan, azim sahiblerine basiret, ibret alanlara intibah, tasdik edenlere ihlas.. sebat gösterenlere siper kıldı. Hepsi bugün açıkdır. Eskisi gibi değil. Çok açık. Kudretin mâna üzerindeki perdeyi pek aralık bırakmışdır. Dedemizin servet i ilmisi vardı bunları görürdü. Hem servet i ilmisi vardı hem servet i mânası vardı. Servet i ilmisi tam olan milletlerin ölüsü de dirisi de bundan nakıs olan milletlerin merci i medenisi olur. Biz o dedenin evladıyız. Az çalışmakla çok şey meydana getirebiliriz elverir ki birleşelim nefsaniyeti bırakalım. İnsan demek gönülden ibaretdir. Çok bişey birleştirecek değiliz ki gönlü birleştireceğiz. İnsan, müsavi gönül. Gönülden istedin mi Hak meydana çıkar. Niye uzak duruyoruz? Nefs âleminde dolaşa dolaşa dolaştık. Hakk’dan bize haber verenler, gönülde iste var Hakkı dediler . Hakk’ın Cemalini âyan görenler, gönülde iste var Hakkı dediler. Gönül imiş çünkü Hakk’ın durağı anda yanarmış zatı çarağı yine gör aşk imiş Hakk’ın burakı gönülde iste var Hakkı dediler. Bir noktadır yerden göğe bu âlem , sıfat olan  zâtı dır can ı âdem Nefahtu dan geldi bize gelen dem. Gönülde iste var Hakkı dediler. Ordan iste. Bütün gidiyor böyle. Bu gün böyle olacak yarın öyle olacak. E bugünkü giden ne olacak? Güzel ama bugünkü gideni ne yapalım? Bugünü tekrar geri alma imkanı yok ki. Bugünkü gideni ne yapalım? Gönlü terketdin mi mânayı terkedersin. Mânayı terketdikden sonra Hakk’ı terk edersin.
 “..fe mâzâ ba'del hakkı illed dalâl” (Yunus,32) Hakk’dan sonra dalâldan başka ne var? Şeytanın sözüne ittiba, mahsı delâl değil mi? Nefsi emmare, insanı nereye sevkediyor bilinmiyor mu? “E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh” (Furkan,43) Hakk’dan maada insan  gönül nereye bağlamışsa mâbudu odur. Böyle gidiyor. Sonra nedir? Herkes kendime çalışırım der. Kendine çalışamazsın. Kudret, kendisine çalıştırır. Kaç sefer söylemişimdir insanlar niçin mesud olmuyorlar? Kendime çalışıyorum dediğinden dolayı olamaz. Olamazsın. Çünkü saadet, ebedileşmedikce saadet olmaz. Olur mu? Ona imkan var mıdır? Olmaz ki saadet. Yarın yok değil mi ya? E sen de yoksun nasıl mesud olacaksın? O halde gönlünü bağlasana. Artık yar ve ağyar bu yola dönmüş. Gazeten bile yazdı değil mi? Gazetede bile okudun. Şu muazzam fenlerin en büyük son asırda muhtevii Edison değil mi ya? Daha iki ay olmadı okuyalı belki sen de okumuşundur. Ben on sene evveli söyledim ya şimdi artık gazeteye çıktığı için daha serbest söylerim. On  onbeş sene evveli defaat ile söyledim. Hâlet i ihtizarında yani ölüm anı geldiği vakitde “şu kasayı açın” demiş. Açıyorlar içersinden gâyet ihlasâne, hürmetkârane bir zarf içersinde, zarf deyince mektub zarfı alma yani ona layık bir muhafaza içersinde dedenin iman etdiği Büyük Kitab’ın Kuran’ı Mübin’i getirin demiş oraya kitlemiş. Bağrına basmış, koklamış. Sure i Nur’u açmış “yaptığımı hep bunlan yaptım” demiş. Ne kadar ihtiram varsa işte burdan çıkardım yaptım. Koklamış gözünü kapamış gitmiş. Artık sen çöl kanunu de bilmem ne de ne dersen de.De. Sıkılmadıkdan sonra her istediğini söylersin. “Fe inlem testahi festa ma şite” Resulullah’ın en en ağır emri buymuş en ağır. Bundan ağırı yok derler. Ehlullah, ehli hakikat bunların heyet i umumisi ittifak etmişler. En ağır emri nedir diyorlar “Fe inlem testahi festa ma şite” “Utanmadıkdan sonra istediğini yap.” Niçin bu ağırdır diyorlar. “alâkasını kesti” diyor. “Bıraktı artık” diyorlar. “Bıraktı seni.” Allah muhafaza. Hulâsa mâna, iman, ahlak olmayınca kalblerde şahamet yok olur. Tıynetler kısırlaşır. Bütün emeller tevsi i maişet bu günkü maişetimi daha genişleteyim, bu günkü kazancım daha geniş olsun. Bunların hepsi var ters anlama ha. Bunları söylerken insan korkuyor. Ağarın zararına olmak şartı ile. Ben yaşayım âlem ne olursa olsun şunu da vurayım. Bunun en büyük misalini Resulullah getirmişdir. “Köpek olan eve melek girmez der.” Onu biz anlamışız sokaktaki köpek. Onu zaten doktor söyler ona lazım olan bir yer yapın onun mikrobu ciğer rahatsızlığı yapar der o ayrı. O köpek değil. O ev de taşdan toprakdan yapılan ev değil. Anlatamıyo muyum acaba? O ev değil o. Hangi adam ki köpek ahlaklıdır, almış olduğu şeyi iki ayağının arasına sıkıştırır, yanından kim giderse hırlar hırrr diyerekden. Kimseye bişeysi yok, köpek ahlaklı. O adamın evi demek kalbdir. Melek de ilham ı sübhanidir. O adamın kalbine Kudret tarafından bir İlham ı Rabbani gelmez. O, taşdan aşağı yaşar ve taşdan aşağı yok olur gider. Bu mânaya bu. Onu söylemek istiyor burda. Himmetler kısırlaşır, bütün emeller tevsi i maişet, yalnız cah, masa, mansıb için başka bişey düşünmez. Şu mevkie ben nasıl gelsem? Bu maksadı intisab için her şeye başvurulur binaenaleyh zulüm meydana gelir diyor. Bunları önleyen şey, söyledik şimdiye kadar işte. Dayanacan bu âlemde. Dayanmak gerek. Aramıyoruz. Gönül dedim değil mi gönül. Hadi onun da bir izahını yapayım da ufak bir şekilde ineyim. İzahı değil de şöyle bir anlatılabilecek şekilde. Arşdan daha büyük, kürsüden daha hoş. Arşın bir zahiri var bir bâtını var. Şimdi bunları da anlatmak lazım ama zor.

                                                                       --/-
                                                                       -6-

Kürsi dendiği vakitde böyle bir şey aklına gelmesin. Kudret Büyük Kitabı’nda “..vesia kursiyyuhus semâvâti vel ard..”(Bakara,255) diye Nazm ı Celil’inde buyurduğu o kürsü. Arşdan daha büyük, kürsiden daha geniş, melekutdan daha müzeyyen, cennetden daha hoş bir hazâne var diyor Hazreti Muhammed. Böyle bir hazâne var. Arş, Errahman alel arş “Er rahmânu alel arşistevâ.” (Tâhâ,5)  Yazdık uzun boylu beyan etdik orda bak yazdığın yere. Arşdan daya büyük, kürsiden daha geniş, melekutdan daha müzeyyen, cennetden daha hoş bir hazâne var. Onun arzı, iman. O hazânenin yeri, iman. Semâsı, marifet. Güneşi, şevk. Şevk, anlatılmak lazım. Şevk deyince şöyle bişey aklına gelir o mâna değil. Kameri, muhabbet. Yıldızı, havâtır. Şehabı, akıl. Yağmurları, merhamet. Nehirleri, hizmet. Yemişleri, taat. Kasırları, himmet. Umur u hariciyede misal veriyor Mürebbi i Ukul olan Zat. Onun dört duvarı var diyor; bir duvarı, tevekkül bir duvarı, tesviz bir duvarı, sabır bir duvarı, rıza. Böyle buyurmuşlar ondan sonra hazreti insanın gönlü demişler. Buldun mu bu âlemde bir kırık gönül. Hiç aradın mı? Rastgele. Bu günkü konuşma bu kadar.






















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder