…..
dolayı ismine kalp denmiş. Kalp. Nazargah-ı ilahi, mahall-i marifet, daha
birçok isimleri var. İnsandan bir cüz olması dolayısıyla kıymet alır. Doğrudan
doğruya bir insan kıymetini taşımaz. Buraya dikkat etmek lazım gelir, yani bu
cümleye. Medar-ı tekliftir, bir kıymet ifade ediyor. Fakat doğrudan doğruya
böyle bu kıymeti akla vermek hatadır. Nasıl anlatayım size: İnsandan daha
akıllı bir mahluk olsa idi, insandan daha akıllı bir mahluk olsa idi, kendisine
insan namı iflak[1]
olunmazsa, mükellef addedilmezdi. Bir şey anlatabildim mi acaba? Zor yeri
burasıydı, bunu da açıkladık.
Onun
içün akıl âlem-i hilkatte işe yarıyor. Neden? Nasıl sofrada yemek değişir fakat
ekmek değişmez; bizim mevzuumuzun sofrasının ekmeğidir. Onun içün biz bunları
her konuşmada tekrar etmek zaruretini hissederiz. İnsan, Meczub-u Kudret-i Fatıra[2]
olan bir candır. Kendisinde bunu hissederse insandır, bunu hissetmemişse henüz
makam-ı insaniyete kadem basmamıştır. İnsan, büyük bir rütbe. İnsan,
Hakk’ın bütün sıfatlarını, bütün sıfatlarına layık, bütün sıfatlarını kabule
layık bir varlıktır. İnsandan başka yok o sıfatlara layık hiç. Melek insandan
çok küçük. Her şey insandan küçük. Ama Hz. İnsanı kastediyorum. Yoksa iki ayağı
üzerinde yürüyen canlı hayvanı kastetmiyorum. Maksat; sözdeki maksut, Hz. İnsan.
Hepimiz buna layık olarak gelmişiz. Şurada yaşayacağımız.. hepimiz biliyoruz
bunu, söylemeye lüzum yok. Dün, bugün için rüya, bugün de yarın için rüya. Eee.
İbret almayız. Kudret-i Rabbaniyye, bu Tahavvülat-ı[3] azime[4]-i şuun[5] içerisinde. (Öyle değil
bir daha şöyle diyeyim) Akl-ı Vicdana mevcudiyeti ilahiyesini pek aşikar gösteriyor.
Gayet aşikar, Cenabı Hak. Fakat gören kim, ibret alan kim? Dünya denilen bu
oyuncak, bir beşerin elinden diğer beşerin eline geçiyor. Oradan diğerinin
eline geçiyor. Farkında olan kim? Mal kimin?
İyi
tezgah kurulursa, Cenab-ı Hak insanı kullanır. Bu pazar Allah’ın pazarıdır. Bu
sahne-i şuhut[6],
dünya denilen yer, Allah’ın açtığı bir pazardır. Kim iyi işletirse ona verir
kardeşim. Kim iyi işletirse ona verir. Allah’ın pazarı.
Bir
vakit deden işletirdi, üç kıtada hükümran idi. Öyle değil mi? Tarihen sabit,
sen istediğin kadar inkâr et. Sen dedeni beğenmezsin ama âlem imrenir. Hem Nazır-ı
Dünya[7] idi. Muhabbet-i
kalbiyesiyle insanlara ikram eder öyle tanzim ederdi. Öyle şimdiki gibi milyonla insanı yakmak
yıkmak, öyle değil. Öyle şey yok. O biliyordu ki, beşerin kemale ermesindeki
kuvvet-i aslisi, Allah’ın pertevidir.[8] Bunu biliyordu, bunu duyuyordu.
Hakk-al Yakin biliyordu, İlme’l-yakın değil, Ayn-el Yakin de değil. Malum ya
bilgi üç kısımdır; Bir şey bir İlme’l yakin bilinir, bir Ayn-el yakin bilinir,
bir de Hakk-al yakin bilinir. Bunları
size çok sefer konuşmuşumdur. Ama tekrar edeyim. Öleceğimizi biliriz di mi?
Bunu kimse inkâr edemez. Evet der. Ölecek misin? Şöyle bir evet der. Hafif
şöyle boynunu bükerekten evet der. Bu bilgi İlme’l Yakin bilgidir. Bir de
Kabız-ül-ervah[9]
dikilir karşısına yine öleceğim der ama Ayn-el-yakın bilir. Gözüyle gördü,
muayene etti. Birde onu tadar. O vakit de Hakk-ul-yakın bilinir. Bilmem bir şey
anlatabildim mi? Bilgiler böyle üç kısımdır.
Daha
bir maddi misal vereyim. Hepimiz Amerika namında bir yer var: Biliriz di mi?
Var mı Amerika? Var. Bu bilgi nasıldır? İlme’l-yakın bilgidir. Bir günde bir
vasıtaya bineriz, Amerika’nın iskelesine yaklaşırız, şöyle bir bakar, görürüz.
Yine Amerika var deriz. Bu bilgimiz nasıl oldu? Ayn-el-yakin oldu. Bir de içine
gireriz, insanlarıyla temas ederiz, otelinde yatarız, yemeğini içmesini.. yine
Amerika var deriz. Hepsinde o varı söylüyoruz. Ama bu oldu Hakk-ul yakın. Öyle
değil mi?
Deden
de İnsan-ı Hakikinin Kuvvet-i Aslisi, Huda’nın nurudur. Böyle iman etmiş. Böyle
icra-ı nüfuz eylemiş. Yoksa ehl-i dalaletin dediği gibi; onun kuvveti gıda-i
cismanidir, Şehvet-i nefsanidir. Ehl-i saadetin kuvveti gıda-i ruhanidir. Bu
gıdayı yerdi, sahib-i irfan idi. Tabi, arif olunca altı köşeden, altı cihetten[10] ari[11] olur. Arifin bir tarifi de
odur. Arif, altı cihetten, altı köşeden aridir. Yani tabiat kuyusundan
çıkmıştır. Hz. Yusuf gibi. Tabiat kuyusundan. Biz Yusuf’u (a.s) yalnız
kardeşlerinin attığı toprak çöküntüsü altındaki kuyudan çıktı zannederiz. Ne
kıymeti var onun? Hangi kuyudan çıktı? Bu gün sıhhatim müsait değil, bir müsait
zamanda söyleriz. O kuyudan çıktı ama asıl hangi kuyudan çıktı? Şimdi yalnız
bir kolaylık var: Aşk kovası meydanda. Diğer kovalar bağlı. Evveli aşk kovası
meydanda değildi. Şimdi talibine, o kovayı kudret, meydana çıkardı, diğer kovaları
da bağladı. Aşk kovası meydanda, diğerlerini bağladı.
Ne
demiştim? Bu sıfatlara biz Huda’nın bütün sıfatlarını giyinmeye müsteid[12] bir can olarak
yaratılmışız. Bunlar hepsi burada olacak şeyler. Amma ne yapalım ki, beşer bu
zevklerden uzaklaşmış. İşte görüyorsunuz, ihtirasat-ı nefsaniyye ile kurulmuş
olan medeniyetler, yine ihtirasat-ı nefsaniyye ile yıkılır. Kaide-i külliyedir
bu. Buna sünnetullah denir. Bu kaide katiyen bozulmaz. Zapt et. İhtirasat-ı
nefsaniyye ile kurulan medeniyetler, yine ihtirasat-ı nefsaniyye ile yıkılır?
Geçen
konuşmada söylediğim gibi, hilkatle Kudret’i iyi anlayanlar, bir yüzünün
hilkate bağlı, bir yüzünün kudrete bağlı olduğunu duyanlar, iki mühim esasa
kıymet verirler. Biri tevekkül, biri azim. Azimsiz tevekkül işe yaramaz.
Tevekkülsüz azim de işe yaramaz. Bunlar ana kaidedir kardeşim. Bunların üzerinde
durun. Tevekkülsüz azim... çok azmediyor ama Allah’a itimadı yok. İşe yaramaz.
Allah’a itimadı var amma, çalışmıyor, azmi yok. O itimada Allah bir şey vermez.
Adeti değil onun. Bu gün yalnız bu iki cümleyi söylemek için çıktım. Öbür
tarafı… Yoruldunuz mu yoksa? (Hayır. Hayır)
Hava
sıcak. Bana da sıcak hiç yaramaz. Cümleyi tekrar edeyim: Tevekkülsüz azim,
azmetmek, kararlı müteşebbis[13] hüüü hüü filan… İşe
yaramaz. Azimsiz tevekkül, oda işe yaramaz. İkisi de işe yaramaz. Azmediyor ama
itimadı yok Kudret’e. Sonu mahrumiyet. İtimadı var amma azmi yok. Bir şey
meydana getirmemiş. Yağmamı var, yardım eder mi? Cıkk!
Azminde..
bak ne kadar incelik var, o büyük kitap, ne muazzam kitaptır, Ya Rabbi! Nasıl
boynunu büküp karşısında, huşu ile eğilmezsin? Azminde tevekkülü olursa, yani
bütün dünyevi sahada, bütün varlığını ortaya koyup da, Hakk’a itimat ederse, o
azminde çirkinlik bulunmaz. Ne yüzle itimat edeceksin? Ortak mı yapacaksın
Allah’ı? Mesela görüyorum bazı ibadethanelerde; حَسْبُنَا
اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ[14] denilir. Yahu bu
gün onun şeyi midir, münasip hali midir? Her hale göre bir şey yap. Nasılsa
söyleyemedim cümleyi getiremedim, dur düşüneyim getireyim. Şuurlu değil bizim
ibadetimiz, taatımız da, şuurlu değil. حَسْبُنَا
اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ Bu gün benim halime yakışır mı böyle yalvarmak
Allah’a? Ben zalim, gaddar... vurmuşum, kırmışım, yakmışım, kisb[15]im helal değil. Herhangi
bir şey kazanırken, hilaf-ı hakikat konuşmuşum, oldu haram. Yalan konuşan
bir adamın velev[16]
bir kelime olsa, yediği yemek haramdır. Ve taatı katiyen kabul olunmaz.
Bunu oyuncak mı zannediyorsun sen? Huda’nın kapısı vakar ister.
Yenen
yemekte vücutta bir kuvvet oluyor, gıda oluyor nihayet ruhun bineği oluyor. Ruh
onun, ruha binek oluyor. Eee netice alınmaz. Mesela oruç vardır, mevzuumuz
ahlak ile... ama ahlakın çıktığı yerin adına da... ahlak, bak ne demektir?
Evvela vazife dedik. Vazifeden doğan ahlak dedik. Vazife kutsiyatan doğar. Onun
için mukaddestir. Mukaddes olan şey kutsiyyattan doğar. Kutsiyyat, ahlaktan
doğar. Ahlakiyyat, Zat-ı Bari’e iman ile olur, Zat-ı Bari’e iman da semavi
cazibeye tutulmakla olur. Semavi cazibenin de membaı, künhü[17] dindir. Bunlar birbirine
bağlanmış şeyler. Ebediyete inanmadan, mesuliyet kabul etmeden, gelişindeki,
gidişindeki gayeyi duymadan, mebdeim,[18] mevlidim,[19] maadım,[20] nedir diye sormadan,
ahlak olur mu insanda? Cicili bicili söz olur. Neticesi yok onun. Olmaz.
Nerede
kaldımdı bakayım, hatırlatın? Şahsıma söylüyorum, elimi açayım; حَسْبُنَا
اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
. Ne
cevap alırım Huda’dan acaba? “Yapmış olduğum rezaletlerime, sen Ya Rabbi ne
güzel vekilsin.” Aman!.. Benim virdim, benim Hakk’a münacatım أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ
الظَّالِمِينَ[21] demektir. Ya rabbi
benim alçaklığımdan sen münezzehsin, benim alçaklığımı sen affeden Allah’sın.
Zalim benim, fena benim, sen bundan münezzehsin. Ama ne yapayım ki, ben senin
böyle bir adi kulunum. Yine sen kurtaracaksın. Her şeyimiz tersine düştü.
Azimli
tevekkül olursa, ikisi birleşirse, dünya da elinde oyuncak olur, ukba da yüzünü
gösterir, tebessüm eder. İkisi de beraber. Şey olur orada, zıhar[22] olur. O vakit azimli
tevekkülde, kazaya rıza tahakkuk eder kardeşim. Hem azim hem tevekkül oldu mu,
insan kazaya rızayı tahsil eder. Ne olur o vakit biliyor musun? Ona razı
olmanın faidesi nedir? Biraz zor yer burası. Faidesi ne? Evvela faidesiz
amellerden kalbini kurtarır. Ne kadar faidesiz iş varsa, onların hepsinden kalp
kurtulur. Hepsinden. Çünkü kaza-u kader Hak’tır. Kabul ettikten sonra bütün
gelen vesvese-i şeytaniye uğramaz bile. Bir şey anlatamıyorum galiba. En mühim
yer burası.
Mevlana ne büyük adam? Senin deden. Yüz tane Frenk filozofunun
cümlelerini bellersin de, dedenden haberin yok. Ondan çalmıştır halbuki çoğunu.
Kök bizdedir. Kök bizdedir, bizde. O Mesnevi denilen kitabı, daha birçok şeysi var ya;
Kur’an’ı Mübin’in tefsiridir. Fakat mübarek zat öyle yapmış ki, münkir de okur,
İblis de okur, mümin de okur, veli de okur, eline alıp da münkiri bıraktırtmaz.
İşte öyle yapmış. Tabi yeri büyük, aldığı yer acayip. Her sınıfın dersi var.
Onu öyle şekle sokmuş ki insan şaşırır.
Ger şeved zerrât-ı âlem hîle-piç.
Bâ-kazâ-yı âsuman
hîçend hîç.[23]
Mesela. Azmin
yanında tevekkülün yerini gösterir. İtimat yerini, dayandın ya. Sana Allah ne
vermişse hepsini kullandın. Di mi? Hepsini kullandın. Ruhunu, aklını, her
şeyini, ahlakı, hepsini kullandın. Mevzuu dağıtıyorum. Neye muktedir olduğumuzu
bildiren ilmin adına ruh denir. Neye mecbur olduğumuzu bildiren ilmin adına da
âhlak denir. Anlatamadım mı acaba? Bir defa bunu bil. Neye muktedir
olduğumuzu bildiren ilmin ismine ruh, neye mecbur olduğumuzu bildiren ilmin
ismine de âhlak denir.
Şimdi, kazayı ne
güzel tarif ediyor Mevlana. Ger şeved
zerrât-ı âlem hîle-piç. Bâ-kazâ-yı âsuman hîçend hîç. Bütün âlem ittifak
etse de, senin hakkında hile dokunmaya çalışsa, kazayı asumandan hükmü
verilmedikçe hiçtir. Bütün âlemde yine ittifak etse de, sana bir iyilik
yapmaklık üzerine çalışsa, kazayı asumandan hükmü verilmedikçe geçmez. Bir şey
anlatamıyor muyum acaba? Öyle. Şimdi sen kendindeki bütün varlığı meydana
koyduktan sonra, buna azim denir, Hakk’a itimat etmene de tevekkül denir.
Bunun ikisini birleştirdikten sonra her saha sana açılır. Ve illa açılmaz. Hiç
imkânı yok. Beka[24]sız
teceddüt[25]
olmaz. Bekasız teceddüt yoktur. Teceddüt demek yani baka-i zamin[26]
olan. Beka demek, doğum denilen ölümden sonra başlayan hayatın saadetini
hazırlayarak gelen yeniliğin adına teceddüt denir. Yarı yerde adam kalır.
Şimdi hadisat ile
ölçelim işleri. Şuunat-ı kevniyede[27]
dolaşan şekillerle. Hissiyat-ı diniye her şeyde hâkimdir kardeşim. Her şeyde hâkim. Gireyim mi? Girmeyeyim mi?
Hadi girmeyeyim. (buyurun efendim) Şimdi, biz birde dedemizin kabul ettiği
manaya, dedemizin kabul ettiği o semavi cazibeye, dedemizin kabul ettiği Hz
Muhammed (sav)’ in beyan ettiği o büyük dine iftira de ederiz. Bir tuhaf tavır
(? 28:52) Nerden çıkarırlar bilmem ki? Öyle
aklı başında adamlarda söyler. Mesela derler ki; Yahudiler hükümet kuramaz. Nerede
var böyle bir şey? Kur’an-ı Mübin’de nerede var, büyük kitapta? Niye iftira
ediyorsun? Bulamazlar. Öyle iftira ederler. İnsanın gücüne giden şeyler bunlar.
Bu gün hissiyat-ı
diniyyeye en yüksek sahip bir camia olarak gözüküyor dünyada kardeşim. O, Hakk
filan ayrı bir iş. Ebediyeti kabul etmiş. “Ben Allah’ın huzurunda hesap
vereceğim.” diyor. Bunu kabul etti mi, imanın bir rüknünü kabul etmiş. Diğer
rüknü mevkuf[28]. Bir şey anlatamıyorum galiba? Nazm-ı Kerim’de şöyle bir
tecelli var: ضُرِبَتْ
عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ [29] Allah onlara
zillet ve meskenet damgasını vurdu. Niçün bizim kafamız işlemez? Niye demeyiz
ki bu Allah’ın bir camiaya, bir insana, bir kavme, bir millete, bir varlığa
hususi kini olur mu? Gadabı olur mu? Bu neden tenezzül etmiş, bu ayet niçün
gelmiş? Sebeb-i nüzul nedir? Bugün, o gün bu ayete mazhar olan camia,
peygamberlerini, peygamberlerine arka çevirmişti. Mesela Zekeriya aleyhisselamı
ağacın içinde testereyle biçtiler. Kitaplarını arkaya attılar. Birbirlerine
hile dokumakta en yüksek yere kadar çıktılar. Huda’da bu ayeti gönderdi. Bir
adam kâfir olur, iman ettim derse onun küfründen bahsedilir mi?
Şimdi bakacaksın: Bugün
kitaplarına bunlardan daha kuvvetli sahip hiçbir camia yok. Git havraya dibine
kadar dolu. Gel camiye, kocaman Beyazıt’ta, o on dört bin kişinin her gün çalışmış
olduğu o Süleymaniye’de Huda’ya kasem etsem belki hanis[30]
olmam, iki saf ne sabah namazında ne yatsı namazında bulamazsın, otuz bin kişi
alan mabette. Dolsa da şuursuz ya. Bir şey anlatamıyor muyum?
O kadar hissiyyatı
var ki, senin mezbahanda bugün eti haham keser. Mecbur kılmış sığır etini haham
keser. Ve mührü vardır üzerinde, damgalar. Belki biliyorsun, belki bilmiyorsun.
Yani mecbur kılmış bu etin satılabilmesi içün, orada hahamın o eti kesmesi
zaruri görülmüş, içeriye alınmış. Bu kadar hissiyatı var. Yaratırız davasıyla
bu iş yürümez kardeşim. Allah acısın, akıl fikir versin, o satvet[31]li
dedenin varlığını bize göstersin. (Amin) Neden biz böyle olmuşuz? Mirasımız
nerde bizim? Ne oldu miras? Mirasımız nerde bizim? Manaya gönül veren insanlar,
daima huzur içinde yaşayan kimselerdir. O böyle.
Mevlana dedim de,
bir iki misalini arz edeyim: Hani insan merak eder, acaba bu nasıl, kitabının her
tarafı incelik, her tarafı incelikle dolu. Kurt diyor, kurt, kurt.. Dehşetli
kış olmuş, aç kalmış, şehre girmiş. Kale kapısından içeriye girdikten sonra
nalbant dükkanları ekseriyetle öyle olur ya... Nalbantta geniş bir eğenin üzerine
paslanmış yağ koymuş, yağ sürmüş. Aç. Birden bire kokuyu duymuş, başlamış eğeyi
yalamaya, yalamış yalamış... Çok aç farkında değil. Dilinin ensicesi[32]
açılmış. Başlamış kan gelmeye. Zannediyor ki eğeden kan geliyor, o yalıyor bir
yandan kan geliyor, kendi vücudundaki kanı bitiriyor. Eğenin dibine düşüyor.
Bundan bir şey anlaşılır zannederim di mi artık, bunu izaha lüzum yok. Bitmez
tükenmez. Bir tane daha vereyim. İster misiniz? (evet) Ne bileyim ben?
Bir ihtiyar eşek, işten,
mişten azade olmuş, ihtiyar. Bir gün bakmış, eşekler toplanmışlar, icrayı ahenk
içinde oyun oynuyorlar öyle... Seke seke gitmiş; eşek kardeşler, evlatlar, ben
bu kadar yaş yaşadım, böyle bir eğlenceli zamana rast gelmedim. Siz ne var, ben
de hissedar olayım. “Aaa.. haberin yok mu?” demişler. Yok. “Semerci başı ölmüş.”
Semerci başı deyince ihtiyar eşek başlamış ağlamaya. Bunlar demişler ki, “ha..
sinni [33]
ilerledi. İnsan yaşlanınca bazen sevinci gözyaşıyla verir.” Anlatamıyor muyum?
Sinn ilerleyince bazen sevinç hali geldiği vakitte ağlar. Bu da seviniyor ama
bundaki gülmek şeklinde çıkmıyor da ağlamak şeklinde zahir oluyor. Yok yok
demiş, sevinç değil ağlıyorum. Halinize ağlıyorum. “Eee..niye semerci başı öldü.”
Yok demiş, o semerci başı sizin sırtınıza nispeten ölçüyü öğrenmişti. Şimdi
yeni gelen semerci başı... siz yükten kurtulduk diyerekten seviniyorsunuz. Ya
sırtınızın ölçüsünü rabıtalı yapamayıp da semer de vurursa yükle beraber, ondan
müteessir oldum demiş. Ama siz eğlenmek,
ahenk etmek istiyorsanız, semerci başının ölmesine değil eşeklikten kurtulmanın
çaresine bakın. Siz eşek olduğunuz müddetçe bir semerci başı gider, diğer
semerci başı gelir.
Mevlana böyle umur-u
hariciyede bütün halleri misal getirerekten... Bu zevahire[34]
ait olan kısım. Tabi orda kısım kısım, her sınıfa ait ayrı yerler var. Her
sınıfın dersi ayrı. Mesela ehl-i irfanınkine de eşekten bahsedecek değil ya. Bana
ondan bahsediyor. Onun sınıfı ayrılır. Sonra bir aşka girer, sonra bakarsın ki;
ooo lal olur insan. Kelime bulamaz anlatmak içün. Sınıfına göre.
Mesela mesnevisin de
başlarken işit, bu kamışın sesini diyerekten başlar. Neyi, neyin sedasını duy.
Ney rakam hesabıyla insanla müsavidir. Ney diyor, insanın sedasını duy diyor.
Anlatabiliyor muyum acaba? Ney, neyin, her harfin kıymeti vardır adetçe. Ney
kaç rakamı tutuyorsa, insan da aynı rakamı tutar, müsavi insan. Sonra orada birçok
incelikler veriyor.
Mesela: Böyle birden
bire sahib-i hakikat, sahib-i marifet olmak isteyen insanlara işaret ediyor. “Ney’in
sedasını duy.” diyor. Aman efendim ben vasıl-ı hakikat olayım. “Ney’e dikkat et!”
diyor. O bir vuslat yaptı bir dudakla. O dudağa vasıl oluncaya kadar... Sen Hakk
ile bir vuslat yapmak istiyorsun. Neyden ibret al, O’na bak! O bir İnsana
mülaki olmaklık içün geçirdiği turları gözünün önünden geçir. Nasıl, bir vakit
sallanırdı yemyeşildi. Sallanmasıyla böyle yine o vuslata talipti. Ona dendi
ki, kesil bakalım.. Sallanması heva-i nefistir. Anlatamıyor muyum acaba? O heva-ı
nefistir. Kesil bakalım o heva-i nefsinden. Kesildi, “Hani ya?” dedi. Yoook. O
uğurda sarar bakalım. Sarardı. Efendim isterim vuslat. Kâfi mi yaaa? İçini
boşalt. İçi boşaldı. İnsana talim ediyor. Heva-i nefsinden soyun, evvela kesil,
sonra bu uğurda sarar bakalım, yorul bakalım. Sonra içini boşalt, o dedikodu, o
masiva, hırs, kin, buğz, adavet, riya, şehvet, bu yedi sıfat-ı mezmume[35]yi
at o çöplere bakalım bir defa. Onu da soyarlar, ondan sonra “Hani ya?” der. Yooo.
O uğurda delik delik ol bakalım. Delik delik olduktan sonra o muhıkk[36]
sedayı - gıdayı alınca verilir. Sende Hakk’a vasıl olmak için diyor, bu
devreleri geçir bakalım da ondan sonra talepte bulun. Mevlana acayip.
...Eshab-ı gönülü
ara ara. Gönül seni, gönül sahiplerinin mahallesine götürür. Ten de, nefis de,
beşeriyet zindanına sürükler gider. Bu. En adi mataha sabredemeyen bizler,
nasıl Allah’a sabrediyoruz? Sonra imanımız var diyoruz. Ha var işte.
Anlatamadım mı acaba inceliğini? Şu işi
yapamadım, şunu şuradan çıkaramadım diye bir sabırsızlık vardır di mi ya bizde?
Ya Allah içün var mı böyle bir şey? Sonra müminiz. Olmaz öyle şey. En adi
mataha sabredemiyoruz. Aman diyoruz. Ne oldu? Ne olacak? Eee Allah’a nasıl
sabrediyoruz?
Bizi
çok severde, belki bir şey olur. Bizi çok sever o. Bizim gibi değil. Kerim
padişah. Bizi çok sever. Yoksa bizim imanımız bizim sevgimize bakacak olursa
bitti… Bir şey değil. O bizi çok sever.
Biz
esir-i heva-i heves olduğumuz halde kainata akıl hocalığı yaparız. Sıkılmayız da. Ben bilirim der.
Hülasa cenin harekete gelmeden havası verilmez. Yani cenin anne karnındaki
çocuk, onun bir müddeti var. O (bir) müddet sonra harekete gelir. O harekete
geldikten sonra, görmek içün gözü, işitmek içün kulağı, işte neyse bunlar
hepsi, onlar verilir de onların manası tevcih [37]edilir. İşitmek hassası,
görmek işte beş zahir his. Harekete gelmeden verilmez. İnsan da bu vücudunda
cenindir. Burada biraz harekete gelirse, Allah ikinci hayatın havasını verir.
Hislerini verir. Başka türlü olmaz.
Nedir
yani ya? Şöyle bir hayatımızı dünyada hesap edelim. Baş başa verelim. İnsana
hayatını dünyada bulundukça, ömre süren bir hasret. Hep hasretle geçer di mi?
Düşün şöyle; mektebinden başla, hasret. Milyarlara sahip ol, yine hasret. Bir
şey anlatamıyor muyum ya? Hep hasret. Bir defa öyle geçer o. Sonra bunun bir de
ters tarafı vardır. Bu hasreti iyi kullanamaz. Bu böyle gider. Bir de bunun
öldükten sonrası var. O da ebedi bir hüsran olur mu sana? Sonra ne olur? Arkada
kalan, hiçbir zaman sahife-i eyyamından[38] silinmeyecek kötü bir
şöhret de bırakabilir insan. O can yakanlar nedir onlar? Ev söndürenler, can
yakanlar, koca koca camianın mukadderatıyla oynayanlar, iman çalanlar. Nasıl
yazılır bunlar neticeyi itibariyle? Ah almamalı.
Ahhhhh
alma. Ah almışsan kolayını bul ara. Ahlı adamın İnd-i İlahi’de yeri yoktur.
Alnı secde de çürüsün şöyle. Hiç kaldırma ölünceye kadar. “Ah var mı?” dinlemez
Huda. Ahhh alma! وَاِنْ كَانَ كَافِراً
اِتَّقُوا دَعْوَةَ الْمَظْلُومِ [39] Mazlumun ahından
sakın kafir de olsa. Aramda perde yoktur diyor. Onunla benim aramda perde
yoktur diyor. اِتَّقُوا دَعْوَةَ
الْمَظْلُومِ وَاِنْ كَانَ كَافِراً Kafirde olsa ah alma. Gönlün gıdası alınırsa
ah alınır mı? Alınmaz. Ama biz o yemeği bulamıyoruz. Gönlün gıdası nedir? Aşk.
Aşk
tahakkuk ederse, her zerrede Hakk görünür. Her zerrede görülen Hakk, hatta..
nasıl anlatayım? Hadi oraya girmeyeyim şimdi, şaşırtırım sizi. Ya şaşırır adam.
Ey akıl edebe riayet eyle demiş Fuzuli bile. Orada durur. Hülasa ahh alma,
netice bu. Ne yap yap alma.
Güneşi
medheden kendinin madihidir.[40] Kendini medh etmiş demektir.
Biraz girdim ama misalinden öbür taraflarını
söylemiyorum. Güneşi medh eden kendi gözünü medh etmiştir. Anlatamıyor muyum
acaba? Kendi gözünü. Zemm[41]eden de kendi gözünü zemmeder.
Güneş yerinde... göz yerinde olursa, güneşi layıkıyla temaşa eder. Göz sakat
olursa, istediğin kadar zemmet, gözünü zemmediyorsun. Kainata böyle böyle
bakarsan kendini zemmedersin. Güzel görürsen kendini methedersin. Bir parça
ucundan kaçırdım. Öbür tarafı dursun. Yaaa.
Şimdi
şöyle bir mevzuu var. Her doğan çocuk, cihana her türlü şekli kabule, her türlü
renge girmekliğe boyaya, levne[42] müsteid[43] bir fıtrata sahip olarak
gelir. Böyle gelirken acaba, kemal fazlı bunların içerisinde, kemali fazlı
alanlar, âbâ[44]
u ecdadından mı aldı? Yani babasından, babasının babasından, onun babasından,
annesinden, annesinin annesinden bundan mı aldı? Ama bunun üzerine biraz
duralım. Şey etmek lazım. Eee onlar da
öyle geliyor. Onlar da öyle geliyor. Rehberi Hakk, Hz. Muhammed (sav) bize
gösteriyor ki, her kim olursa olsun Bidayet-i Hilkatten bu güne kadar,
çünkü ilk zahir olan, nübüvvet sıfatıyla zahir olmuştur, semavi cazibeden
almıştır. Yani dinden almıştır. Sev kardeşim sev. Sev. Ne fenalık etti sana?
Arayanların
çoğu ya kör bir tabiata, iz’an[45]sız bir kesafete...
veyahut ahres[46]
bir kuvvet zannettiler. Yapar yıkar da anlayıp anlatamaz derler. Ne kadar anlar
onlar? Böyle olma. Senin gibi iz’anlı, vicdanlı, bir varlığı; iz’ansız,
vicdansız, şuursuz bir Var meydana getiremez.
Bugün
beşeriyet o hale gelmiştir ki, hissiyat-ı gayzını[47] beslemek içün halk ettiği vahşetlere esir
olmuştur.
Lağv[48] hayat az. Bugün insanlar gayz hislerini beslemek içün, halk ettiği vahşetlerin esiridir. Hür
değildir. Hürüm der, mağrur olur, şunu meydana getirdim, bunu getirdim... Kendi
kinini meydana koyup öc almaklık içün, kinini tatbik edebilmeklik içün, meydana
getirdiğin vahşetlerin esirisin kardeşim. Yazık değil mi? Onun içün mü geldik?
Bu kadar itimatsız bir zaman geçirdi mi acaba âlem? Bu sahne. Bizim bu günkü
geçirdiğimiz itimatsız sahneyi bir defa daha gördü mü vaktiyle? Öyle bir şey
yok. Ne yapalım ki, biz buna rast geldik.
Para
bol, böyle para hiç görülmemiş. Kuruldu kurulalı kâinat. Parası mebzul[49]. Bununla beraber, bugünkü
kadar da sefalet yok. Niye rapor verilmiyor? Neden insanlar bunu halletmeye
çalışmıyor? Çalışmaz, Kudretle araları açılmış. Evvela din niye lazım biliyor musunuz? Dikkat
edin bakın, taakkul[50] hakikate, taabbüd[51] hayriyyete[52], bunu size bir vakit daha
söyledim, şimdi münasebet aldı da yine söylüyorum. Akıl, hakikate doğru eğer
iyi terbiye etmişsen yürütür. Taakkul hakikate, taabbüd hayriyete, hayra.
Bunlar hepsi güzel amma biz bir şey bulmaya gelmişiz buraya anlatamıyor muyum
acaba? Taakkul hakikate, taabbüd hayriyete, din ise hayr ile hakikati cami
olan uluhiyete[53]
baktırır. Sen bunun şekliylen mi
meşgulsün?
Gönlünden
içeriye gir, demiş büyükler. Gönlünden içeriye gir. Hakikat sefinesinde
tevekkül yelkenini açarak seyrini yap, korkma. Sahil-i Ehadiyet[54]’e incitmeden vasıl
olursun. Gönlünün içine gir. Seni maşukundan ayıran şeyleri boşalt. Fakir
köşesinde otur. Fakir köşesi yani dediğimiz böyle, gecekondu da otur filan...
ben konuşurken de korkuyorum. Sokakta değil bu köşe. Seni maşukundan
uzaklaştıran gönlünde ne varsa onların hepsini çıkar, o vakit fakir olursun
işte. Anlatamadım mı acaba? O vakit onun bir köşesinde git otur. Fakir köşesinde
otur. Orada ibadetini yap da lebbeyk sedasını duy. Ve illa duyamazsın zor. En
büyük mabede git, en büyük bilmem vaizi dinle, en büyük işte sen... ben
yoruldum, kelimelerini bulup bulup ne demek istediğimi anla. Fakat fakir
köşesinde ibadetini yapmadıkça, O maniyi Kur’an’iyi anlayamazsın. Kestirmesi
bu. O vakitte düşersin.
Hulasa
yapalım konuştuklarımızı da bitirelim. Epeyi olmuş. Hulasa, beşerin saadeti,
ancak faziletle kaimdir. Menfaatle değil. Bu dünya ne vakit buna yüzünü
çevirir, o vakit dünya huzura kavuşur. Şimdi dünyada... ben mevzii
konuşmuyorum, hiç kimsenin huzuru yok. Yook. Amerika Reis-i Cumhurunun çocuğunu
polis mektebe götürür getirirse, huzur mu bu? Herif Nazım-ı Dünya’yım diye
yaşıyor: Çoluğunu çocuğunu polis mektebe götürüp getiriyor. Buna huzur mu
denir? Seksen tane muhafızı, doksan tane bekçili adamla oturup kalkarsa; onda
huzur var mı denir? Yine huzur, yine hatt-ı zatında küfesinde sırtında taşımış
da, ağırlığını uykusunda kaybetmiş adam da vardır. Onun ki, daha hafiftir. Evet
birkaç saat terlemiştir, inlemiştir, off demiştir, oturmuştur çoluğu çocuğu bir
dizinde uyumuştur, yumruğu vurmuştur soğana, kulpsuz maşrapayla böyle şakır
şakır suyunu içmiştir, kolunu da yastık yapmıştır, uyuduğu vakit de bütün
yorgunluğu atmıştır. Anlatamadık mı acaba?
O ayrı iş. Saadet-i Beşeriyetin
medar[55]ı ancak fazilettir. Eee
faziletin, insanın nefsinde yani kendisinde bütünü bulunabilmesi içün, vücut
bulabilmesi.. ne şarttır? Ancak Allah’a iman ile olur ya. Başka türlü olur mu
o? Olmaz. İmdadı, imandan beklemeyenlere çok şaşılır. Ondan başka yerden imdat
adama gelmez. Efendim der, çok şeydim sıkıldım içkiyle kendimi uyuşturdum.
Müptela, iptila[56]
o ayrı bir iş. Böyle deme. İç, böyle deme. Ben bunun müptelasıyım. Kendimi
kurtaramıyorum. Pekala, o ayrı bir mevzuu fakat ondan medet umdun, imandaki
medet ondan aşağı mı? O içmen, ayrı bir mevzuu. O ayrı. Fakat ondan medet umdum
deme.
Allah’a
iman edilmedikçe fezail[57] hangi insanın merkezine rekdedilir[58]. Ondan başka her yeri
çürür, leş olur. Bir şey anlatamıyoruz galiba? Geçen konuşmada söylediğim gibi
insan yalnız cism-i Hâk değil. Yani toprak bir cisim değil. Aynı zamanda ruhu
pâktır. Ve o ruh adamla her daim eğlenir. Sana ben tenezzül ettim de ışığımdan
kendine bir güzellik geldi bir kuvvet geldi, yaratırım diye kalkmışsın, orta
yerde kâinatı inletiyorsun. Yarın bir gün bir sıçrarsam seni mara[59] mura[60] yemek yaparım.
İblis’in
günahını işlememeli, Adem’in günahını işle. İblis’in günahını... İkisi de günah
işledi, fakat birisinin ki, birisinin günahı başka, diğerinin günahı başka. Adem’in
günahını işle, İblis’inkinden işleme. Hz Adem’in günahı kendi şikemindendi.[61] Tövbe etti geçti.
İblis’in ki kibr-i nuhvet[62]indendi. Ben varım
derdi. Anlatabildim mi? Bu sevdadan dolayı tövbe edemedi. Anlatamadık mı
acaba? Bin mütevazi bir sofraya çöker oturur, zevk eder yer fakat iki
mütekebbir muhabbetle katiyen yan yana oturamaz. Hakk’tan uzak olan adamlar da
daima görürsün suratından belli olur. Bir adam Allah’tan uzak mı, suratına
damgayı Hüda vuruyor, Ehl-i İman görüyor. Buranda bir ışığın varsa bak
görürsün. Suratından bakarsın. Ben Allah’ı tanımam der. Allah’da seni tanımaz da
onun için tanımıyorsun. Bu günkü konuşma bu kadar yeter. (Allah razı olsun).
Ger şeved zerrât-ı
alem hîle-piç
Bâ-kazâ-yı
âsuman hîçend hîç
Çün
gürized în zemîn ez-âsuman
Çün küned
o hişrâ ez-vey nihân
Her çi
âyed z'âsuman sûy-ı zemin
Ni mefer
dâred ne çâre ni kemîn
Ateş ez
hurşid mî-bâred ber-o
O be-pîş-i
ateşeş bi'nhâde rû
Ey ki
cüz-i în zemini ser-mekeş
Çünki
beni? hükm-i Yezdan der-mekeş
Çün
halaknaküm şünîdi ez-türâb
Hâk bâşi
cüst ez-tü rû metab
|
Alemin
bütün zerreleri birbirine girse de hile kesilse,
yine gökten gelecek kazaya karşı hiçtir,
hiç.
Şu
yeryüzü gökten nasıl kaçabilir,
kendini
gökten nasıl gizleyebilir.
Gökten
yağana karşı yeryüzü nereye kaçabilir,
Hangi
sipere girip gizlenebilir.
Güneşten onun üstüne ateş yağsa
Yeryüzü
o ateşe karşı yüzünü yere sererek sessizce ona teslim olmuştur.
Ey
insanoğlu! Madem ki yeryüzünün bir cüzüsün, onun üstünde yaşıyorsun;
o halde sen de Allah'ın buyruğuna, kaza ve
kaderine karşı gelme.
"Sizi topraktan yarattık." sözünü
duydun.
Demek
ki Allah senin toprak gibi olmanı istiyor, bu emre karşı gelme.
(Mesneviden)
|
[1] İflak:
Mâna ve kelime icad etme
[2] Meczub-u
Kudret-i Fatıra : Her şeyin yaratıcısı olan Allah’ın kudretinin tesirinde olan.
[3]
Tahavvülat: Hal, evre vs. değişimler
[4] Azime :
Büyük iş, fevkalâde ve çok mühim iş
[5] Şuun:
Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye
sevk eden Zâtına ait kutsal özellikler.
[6] Sahne-i
şuhut : Şahitler sahnesi
[7] Nazır-ı
Dünya : Dünya’Nın baknı, gözeteni
[8] Pertev:
Işık.
[9] Kabız-ül-ervah
: Ruhları kabzeden, alan. Azrail.
[10] Cihet:
Taraf. Yön.
[11] Ari :
1) Çıplak 2) Uzak, uzakta, soyutlanmış.
[12] Müsteid:
Bir şeyi yapmaya ehil olan.
[13]
Müteşebbis: Teşebbüs eden. Bir işe girişen
[14] Ali
imran 173 الَّذِينَ
قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ
فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
Meali: Onlar ki, insanlar kendilerine: «Haberiniz
olsun, düşmanlarınız size saldırmak için toplandılar, onun için onlardan
korkun!» dediler. Bu, onların imanını artırdı ve: «Bize Allah yetişir; O, ne
güzel vekildir!» dediler.
[15] Kisb
(Kesb) : Kazanç. Çalışmak. Sa'y ve amel ile kazanmak. Elde etmek. Edinmek.
Kazanç yolu
[16] Velev:
Eğer, gerçi, her ne kadarda, Hatta ister, isterse.
[17] Künh:
Asıl. Öz. Kök
[18] Mebde:
Baş taraf. Başlangıç. Başlama. * Kaynak. Kök. Temel. Esas.
[19] Mevlid:
Doğma. Dünyaya gelme. Doğan yer veya zaman.
[20] Maad:
Ahiret. Dönülüp gidilecek yer. * Dönüş. * Ahiret işleri. Uhrevi işler.
[21] Enbiya
87: وَذَا
النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى
فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ
الظَّالِمِينَ
MealiZünnun'u (Yunus'u) da. Hani öfkelenerek gitmişti
de Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı; derken karanlıklar
içinde: «Senden başka ilah yoktur, seni tenzih ederim, ben gerçekten
zalimlerden oldum diye.» seslendi.
[22] Zıhar :
1) İki şey arasında münasebet ve mutabık etmek . İki şeyi birbirine mutabık
eylemek. 2) Karşılıklı yardımlaşmak.
[23] Tercümesi
: Alemin bütün zerreleri birbirine girip hile kesilse,
Yine gökten gelecek kazaya karşı hiçtir, hiç
Yine gökten gelecek kazaya karşı hiçtir, hiç
[24] Beka :
1) Devamlılık. Evvelki hâl üzere kalma. Dâim ve sâbit olma 2) İlm-i Kelamda
Caenab-ı Hakk’ın bir sıfatı
[25]
Teceddüt: Yenilenme. Tazelenme
[26] Zamin:
Ödeyen. Kefil. Tazmine mecbur olan
[27]
Şuunnat-ı kevniye: Yaratılanlarda olan haller, şekiller,* Yaratılanlarda olan
emirler, talepler, fiiller, kasıtlar.
[28] Mevkuf
:1)Durdurulan. Vakfedilen. Dâimi bir halde bırakılan. 2)Tevkif edilen. Tutulup
hapsedilen. 3) Ait, bağlı.
[29] Üstad,
bu ayette Ali İmran 112. Ayetin içinden yeni bir terkip oluşturmuş : ضُرِبَتْ
عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ أَيْنَ مَا ثُقِفُواْ إِلاَّ بِحَبْلٍ مِّنْ اللّهِ
وَحَبْلٍ مِّنَ النَّاسِ وَبَآؤُوا بِغَضَبٍ مِّنَ اللّهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ
الْمَسْكَنَةُ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُواْ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ
وَيَقْتُلُونَ الأَنبِيَاء بِغَيْرِ حَقٍّ ذَلِكَ بِمَا عَصَوا وَّكَانُواْ
يَعْتَدُونَ
Meali: Nerede bulunursalar, alçaklık damgası altında
kalmaya mahkumdurlar; meğer ki Allah'ın himayesine ve inananların himayesine
sığınmış olsunlar. Onlar, döne dolaşa Allah'ın hışmına uğradılar ve miskinlik
altında ezilmeye mahkum kaldılar. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini inkar
ediyorlar ve peygamberleri bile bile öldürüyorlardı. Çünkü baş kaldırmışlardı
ve aşırı gidiyorlardı. (H. Yazır)
[30] Hanis:
Ettiği yemini yerine getirmeyen. Yeminini bozan.
[31] Satvet
: Ezici kuvvet. Hışım ve şiddetle kavrayıp almak. 2)Zorluluk
[32] Ensice:
1.Dokular. 2.Kumaşlar
[33] Sin:
Yaş
[34] Zevahir:Dış
görünüş; dış görünüşten anlaşılan mânâlar
[35] Mezmume
: Zemmolunmuş. Kınanmış. Makbul olmıyarak ayıplanmış. Kötü.
[36] Muhıkk
: Haklı. Hakkı yerine getiren. Haklı olan. (Hak edilmiş.)
[37] Tevcih:
tevcih 1.Döndürmek, yöneltmek. 2.Tefsir etmek. 3.Birisini bir tarafa göndermek.
4.Rütbe vermek. 5.Bir kimseye söz atmak. 6.Edb: İki zıd mânaya gelebilen ve
birbirinin zıddı mânada söz kullanmak.
[38]
Sahife-i Eyyam: Günler defteri.
[39] Hadisi şerif: اِتَّقُوا دَعْوَةَ
الْمَظْلُومِ وَاِنْ كَانَ كَافِراً فَإنَّهُ لَيْسَ دُونَهَا حِجَابٌ
Meali : Kâfir de olsa mazlumun bedduası makbuldür. Zira mazlumun duasının önünde herhangi bir engel yoktur.”
Meali : Kâfir de olsa mazlumun bedduası makbuldür. Zira mazlumun duasının önünde herhangi bir engel yoktur.”
[40] Madih:
Öven, medheden
[41]
Zemm: Birinin kötülüğünü söyleme,
ayıplama, yerme, çekiştirme
[42] Levn:
Renk, boya. Sıfat, nev', çeşit, tür. Bir şeyi diğerinden ayıran alâmet.
[43]
Müsteid: Bir şeyi yapmaya ehil olan.
[44] Âbâ:
Ecdad: Atalar, babalar, dedeler
[45] İz’an :
1)Basiret, Anlayış 2) Akıl, zeka, inanç, idrak, bilmek.
[46] Ahres:
Dilsiz, dili olmayan kimse
[47] Gayz:
Öfke. Şiddet. Kin.
[48] Lağv :
İptal edilmiş, geçersiz, hükümsüz, boş. (Allah için borç verenlerden hesabın
kalkacağını müjdeleyen Hadis’e bir atıf
yapılıyor gibi düşündük. Doğrusunu Allah bilir.)
[49] Mebzul:
Bol. Çok sarf olunan. Ucuz
[50] Taakkul:
Hatırlama. Zihin yararak anlama. Akıl erdirme. Hatıra getirme.
[51]
Taabbüd: İbadet etmek. Kulluk etmek.
[52]
Hayriyet: Hayırlılık, hayırlı olmak.
[53]
Uluhiyet: İlâhlık, kısaca "ibadet edilmeye lâyık olan yegâne mabud bütün
varlıkları yaratan Allahtır" diye ifade edilebilen hakikat
[54]
Ehadiyet : Birlik
[55] Medar :
1) Kaynak, Çeşme, neşet ettiği yer. 2) Sebep, Vesile
[56] İptila:
Düşkünlük, tiryakilik.
[57] Fezail:
Faziletler, meziyetler, üstün özellikler.
[58] Rekd: Kımıldamamak, durgun olmak. Sabitlenmek.
[59] Mar:
Yılan
[60] Mur:
Karınca
[61] Şikem:
Karın. Mide.
[62] Nahvet
: Kibir, gurur. Kibirlenme, büyüklenme, böbürlenme
0 yorum:
Yorum Gönder