Eni ü nale seher-hize ney nevası verir
Bükadan Arif i billaha mey safası gelir
Sühanverin eseri bir hayat ı sânidir
Giderse dâr ı fenâdan yine sedası gelir.




Saniye sonra Kapanacaktır

248. kaset

248. kaset (21.05.1967) 90 dk 295 
… ahlak diğerine aşktan doğan ahlak demiştik. Vazifeden doğan ahlakın annesinin akıl olduğunu, aşktan doğan ahlakın da membaı kalp olduğunu, her konuşmada tekrar etmekteyiz. Bit tabi ahlakın bahsettiği aşk, romanda okunan aşk manasına olmadığını da söylemekteyiz. İmdi gerek akıl, gerek kalp, gerek aşk, bunlar mana-i insaninin birer vasıfları olması dolayısıyla, mevzuun esas rüknünü insan mefhumu teşkil etmektedir.



İnsan nedir? En zor kısmı da bu: İnsan yalnız cismi Hakk değil, en mühim ciheti ruh-u Pak’tır. Bugün ki insanlar, beşeriyetin zavallı hale düşmesindeki illet, insanın cismi Hakk’ı ile yani toprak olacak cismiyle meşguldür.  Refik-i A'lâ’ya uruc edecek o cephesiyle meşgul değildir. İnsan yalnız cismi Hak değil, aynı zamanda ruh-u Pak’ tır. Bir şey anlatamıyorum galiba? Ondan dolayı zavallı hale gelmiş di mi beşeriyet? Kimde huzur var. Mevzii konuşmayalım, konuşmuyorum. Dünyanın neresinde huzur var? Onun içün mü geldik buraya?

Bir insanın, bir günlük hayatı bin dört yüz dakikadır. Bitiyor. Bin dört yüz dakika bir gün. Şimdiye kadar beş on dakika konuştuk gitti, bin dört yüzün. Yaa. Onun içün Allah öyle der;       وَمَكَرُواْ وَمَكَرَ اللّهُ وَاللّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ [1] Bana oyun etmeye kalktılar öyle mi? diyor. Bende onlara bir oyun muamelesi yapayım da, bakalım hangimiz hangimizi yeneceğiz. Hangimiz hangimizi yeneriz bakalım.

Bugün üç beş karış topraktan, varlıktan, benlikten, yaratırım, şöyle ederim diye dem vuran kimse, yarın toprak kesilmiş olan o varlığından matem fışkırırken işin şekli başka türlü olur. Evet, bugün şu üç beş karış toprakta, ben varım diyorum. Semayı deler gibi bakıyor, yeri ezer gibi bakıyor ama yarın toprak kesilmiş varlığından, bir şey fışkırır, fışkırır. Matem, matem fışkırır. Onun içün muhasebeyi nefisle yaşamalı insan. Muhasebeyi nefis.
Allah vuslatını va’d etmiş. Yardım edeceğini, öyle va’di var. Ama kime? Vuslat edene. Bana kim yardım ederse, ona yardım ederim diyor. Allah’ın acayip böyle konuşmaları vardır. Allah yardım ister mi? Dikkati celp etmek içün. Hani insan bir şey söylerde, birçok konuşurken böyle böyle insan dinler. Dinlemiyorsun dersin; o teyp gibi aynı kelimeyi sana verir. Dinlemeden söylemektir o. Bizim işimizde öyledir ekseriyetle. Eee,  O şimdi öyle bir cümleyi süphaniyle söylüyor ki; yardım ederim ama bana yardım edersen diyor. Allah’a yardım etmek demek, çalışmak demektir. Çalışmak demek, onu da biz yanlış manaya anlarız. Çalışmak, altı ay evvel bir tarifini yapmıştım. Tekrar etmeyeceğim. Çalışmanın tarifini yapmıştım, çalışmak nedir? Hani herkes çalışın çalışın der ama o ne çalışın? Bir de, bir hakiki çalışmak var.

Geçen konuşmada demiştim ki, geçen konuşmada. Bunu daha yeni söylüyorum bir, iki üç mevzuudur. Nerden münasebet aldı da bunu söyledim? Hani, gazetelerde yazıyor ya, insanlar birbirlerine soruyor filan. Şey açıyorlar. Liselerde din dersi okutulsun mu? Okutulmasın mı? Gençlerin bir kısmı şöyle meylediyor okutulsun diyor, müracaatlar oluyor. Bunlar güzel şeyler. Ama üzerinde de durulacak şeyler. Üzerinde durulması lazım olan; evvela “Din nedir?” Bunu bilmek lazım. Bunun mutlak bir tarifi vardır. Mutlak olan tarifinde, umumi tarifinde yani, bizim bu âleme nereden geldiğimizi bildirir. Bildiren ve bu âlemden nereye gittiğimizi bildiren, bir ilmi celildir. Madamı ki gelmiş ve gidiyoruz; İnsanlık makamına ayak bastımı bir kimse, kendisini ondan müstağni tutamaz. Neden tutamaz. Geldin kardeşim. Nerden geldiğini bilmek istemez misin? Eee tutunamıyorsun, gidiyorsun, nereye gideceğini... En mühim nokta bu. O ara yerdeki bulmuş, hayal. Kaç yaşındasın kırk, koy orta yere bir şey yok. Demek ki hayalmiş. Vücudu olmayan bir şeye itimat edilir mi? Elinle tutamadığın bir varlığı, meydana koyamadığın bir şey’e, saadet denir mi? Yalnız dünya, yani maddenin kesafetinde bulunan bir kimsenin saadet talebinde bulunması acib[2]dir. Neye sahip olsan alıyorlar mı? O saadet değil de neticesi elemdir. Bir şey anlatamıyoruz galiba. Hatta bunu hayatında tecrübe et kendi kendine. On paran yokken ki elemin, milyonlara sahip olduktan sonra elinden aldığın vakitteki elem gibi değildir. O elem hiç yokkenkinden çok fenadır. Anlatamıyor muyum acaba? Halinden memnun kalmışın on paran yok ne yapalım dersin boynunu bükmüşün, yaşıyorsun. Bunun şimdi bir de öbür tarafını düşün. Milyarlara sahip oldun fakat laap dediler aldılar. İlk yoklukla son yokluk arasındaki acı farklıdır. Son yokluk ilk yokluğun acısı gibi değildir. Bir şey anlatamıyor muyum? Öyle değil o.

O halde ebediyete gönül vermeyen bir kimse, bekayı tazammun[3] eden bir teceddüdü kabul etmeyen bir kimse, o teceddüd[4]de bekayı bulamayan bir kimse, nasıl mesut olabilir? Ne kadar ilerlese yine mahrumdur. Teceddüd yani yenilik, ilerilik, bekayı tazammun etmeli yahut, beka onu tazammun etmeli. Bunu ikisinden hariç kaldın mı orada ilerleme yoktur o. O avlanmadır. Avlandın. Bir şey anlatamadım. Bu umumi tarif. Mecbur. İnsanım dedi mi bir adam, niçünsüz yaşayamaz kardeşim. Niçün suali hikmete tahalluk eder. Hikmetin en büyük membaı, işte biraz evvel söylediğim semavi cazibedir. Nicünsüz adam; tekamül etti mi, niçünleri başlar. Müspet ilim bunlara cevap verebilir mi? Katiyen veremez. Vermeye kalkarsa, sahası haricine çıktı, müsbet ilim olmaz. Müsbet ilim, hadiseler arasındaki münasebeti araştırır. Neden suailine belki cevap verebilir, niçun sualine cevap veremez. Sahasının haricine çıkar.

Buraya nerden girdik? Bir çalışma mevzuundan girdik. Belki siz mevzuun an yerini unuturmuş olabilirim size, konuşmalar arasında. Gecen konuşmada demiştik. Şimdi, din deniyor ya din, o mühim bir mevzuu bu. Mühim. Zevkli fakat çok da mühim. Şimdi kürede yani dünyada, sayıya gelmeyecek kadar din vardır. Fakat saliki çok, mensubu çok olarak belli başlı altı tane din gelir. Zerdüşt, Brahma, Buda, Yahudiyyet, Museviyet, İseviyet, İslam. Bak deden ne, ne muazzam bir manaya sahip, ne zeki insanmış, ne kabiliyetli insan. Bu dünyada sergi halinde dinler duruyor, bunun içerisinden İslam’ı tercih ediyor. Öyle körü körüne değil o. Bizde dinsizliğin modası yarım asır değildir. Asırlardan beridir. Biz onun farkında değiliz. Hep böyle elli atmış seneye gözümüz gider. Yook, asırlardan beri. Kaç asırdan beri.

Öyle olmasaydı böyle, bir iskemlenin üzerinde bir iki insan bir irtidad[5] propagandası yapmasıyla milyonla insan dökülür müydü sapır sapır? Olur mu öyle şey? Köklü bir şey olsaydı, olur mu öyle şey? Sapır, sapır gitti. Adet halinde. Bu din aşk dinidir. Aşk demek kabil-i tecezzisi[6] olmayan mana demektir. Onun cüz’ünden feragat kül’ünden feragat hükmündedir. Yani, cüz’ünü terk ettin mi hepsini terk ettin gibidir. Onun içün çok zordur. Çok tatlıdır. Öyle herkes der ki; efendim, Müslümanlıktan kolay ne bir şey var? Ne demek o öyle? Evvela canan sonra can diye yaşatan bir şey, kolay olur mu o? Kolay olur mu? Gayet zor. Ama girdin mi içerisine, o zevkine daldıktan sonra, oyuncak gelir her şey. Girinceye kadar gayet zordur. Kolay değil o. Evvela canan sonra can diye yaşayabilmek, kıyas-ı nefisle yaşayabilmek, kolay bir şey midir?

Bir defa, demokrasi kelimesinin hakikatteki vücudu orada vardır. Oradaki vücut hiçbir medeniyette yoktur. Olur mu? Olmaz. İmkân yok ona. Olmaz. O ismiyle geçinir. Bir misal vermiştim, misali tekrar edeyim ve bunu yayın, yayın. İçinizde kalmasın, tecavüz ediyorlar. Gerilik diyorlar, ne bileyim ben türlü, türlü isimler  var. Biraz o semavi cazibenin, o İslam’ın ruhuna ait olan sende bir eser görse gülüyor zavallı. Sonra vurur kafasına şöyle.

Bir gün Hz Muhammed Aleyisselati Vesselam Hira Dağından tek başına La ilahe illallah davası açtırıldığı tecelliden sonra... akıl kabul etmiyor. Akıl içün sebepler göze gelir. Hısımlar hasım, muhit hasım, bütün dünya hasım, iki büyük kuvvet var, daima zaten dünya öyle gider. İki tane büyük kuvvet olur. Allah’ın adeti öyle. Biri celale mazhar olmuş, biri cemale mazhar olmuş. Diğer ufaklarda o iki kuvvetin istidadı nispetinde, hangisinin hangisine istidadı, kabiliyeti varsa ona peyk[7] olur gider. Burada öyle. Her vakit öyledir o. O bir defa olmuştur, hükümet-i maneviye-i Muhammediye de Ömer’in zamanında tek bir kişi. Anlatabildim mi acaba? Zerdüşt’ü de yıkmış, Bizans’ı da yıkmış, tek. Otuz senelik bir devre. Ondan başka hiç olmamıştır, kuruldu kurulalı hilkatte. O Sadr-ı İslam’da da yine dünyada iki kuvvet var. Bir Kisra hakimiyeti, bir Kayser hakimiyeti. Bu iki hakimiyet de, bir şahsa hasım. Hakikatte Hakk’ın sureti ama, surette de Abdulmuttalip’in yetimi. Burada bir göz olacak ki; o hakikatteki vücudu verebilsin. Suretteki vücuda baktığı vakitte, Abdulmuttalib’in yetimi. Akıl kabul etmiyor, ordu yok, kasa yok, masa yok, bir dava açılmış. O dava da öyle bir dava ki, putperestliği yıkıyor. Hangi putu? Kilisedeki putu mu? Yoook. Havradaki şeyi mi? Hayır! Alakadar değil. Onlarla meşgul değil. Onlara yirmi maddelik bir aman-name vermiş. Onlarla alakası yok.

Aciz insan putunu yıkıyor. Zulme divan durulmayacak diyor. Ebu Cehil’e rast geldi: Dedi ki; Benim sözlerimde, tebligatımda yani bende, bir yalan zuhuruna kâni misin? Yahut şüphen var mı? Hayır! Öyle bir şey yok. Ve şunu bil ki ve bilirsin ki ben sana Muhammed-ül Emin diyenlerin başındaydım. Fakat sen öyle bir dava açtın ki, beni kölemle müsavi tutuyorsun. Yarın söz ver meclisine geleyim, köleme şöyle dur de, bana da hususi bir yer göster Ceziret-ül Arab’[8]ı emrine amade kılayım. Öyle bir yer göster, Ceziret-ül Arab’ı emrine amade kılayım. O Beşeriyetin Fahr-i Ebedisi olan Hz Muhammed Aleyhissselati Vesselam; benim öyle bir yerim yok ki, sana da öyle bir yer göstereyim, benim öyle bir yerim yok, dedi. Bu gün demokrasi diye ilan eden, çırpınan adamlar, on bin liralık, yirmi bin liralık kanepede oturuyor. Ne hakkın var senin konuşmaya. Bir şey anlatamıyor muyum acaba? Benim öyle bir yerim yok dedi. Onun ruhu orada var. İslam’da var. Demokrasiyle... Benim öyle bir yerim yok ki size de öyle bir yer vereyim. Şimdi biz demokrasi deriz, şöyle böyle deriz ama, oturduğumuz koltuk on bin liraya yapılmıştır yahut yirmi bin liraya yapılmıştır. Olmaz. Orda var o.

Buraya nerden girdin? Şu inceliğine bak. Her din bir şahsa izafe ediliyor. Zerdüşt, Zerdüşt dini Zerdüşt’e, Brahma dini Brahmaya, Museviyyet Musa’ya, bak Museviyyet diyoruz, Hristiyaniyyet diyoruz, Brahma diyoruz, Buda diyoruz, Zerdüşt diyoruz. Din-i celil-i İslam’a gelince İslam dini diyoruz. Şahsa mal olmuyor. Anlatamıyor muyum acaba? Üzerinde dur, düşün. Onunla ifade ettiği kelimenin üzerinde dursak, İslam kelimesinin manası nedir bilir misiniz?

Evvela itminanı[9] tam. Selamet. Onun içün İslam’da selama kıymet verirler ama biz şimdi alay ederiz. Birisi dese ki, selamunaleyküm dese, geldi bir yobaz der. Hiçbir camiada bir medeniyette bunun karşılığı var mıdır? Ama biz bunu dedirttik. Bunu biz hak ettik. Biz bunun kelimesiyle yaşadık. Manasına uğramadık. Hiçbir teallide, terakkide, medeniyette, hiçbir sahada olmayan bir şeydir bu. Bir defa ahit yapıyor o kelimeyle. İslam’da ahtın kıymeti kardeşlik hukukundan üstündür. Kardeşlik hukukundan çok üstün ahtın kıymeti. Onu karşısındaki adama verirken o şekilde veriyor ki, benden korkma selamettesin, seni Hakk’ın selametine bıraktım. Benden emin ol. Biz bu selamı verdik ama kendimiz de o hali göstermedik ki. Anlatamıyor muyum acaba?  Verdik yaktık. Onu bilmeyerek verdik. Ahit yapıyor ahit. Büyük kitap yani Kuran’da ahtın kıymeti, kardeşlik hukukunun fevkindedir. Belki şimdi sizin tuhafınıza gelecek; şu ufacıcık nazmı celili ile bu gün bütün dünya medeniyeti, bu gün değil daha ilerlesin ne olursa olsun tutunamaz, karşısında duramaz. Bu fazileti gösteremez. Ne gibi? Şarkta bulunan bir İslam, bir Müslüman, garpta bulunan bir Müslüman’a yardım dedi mi, nusret istiyorum dedi mi mükelleftir koşmaya. Her şeysini ayağının altına alarak, koşmakla mükelleftir. Koşmadı mı hariçte kalır. Nazmı celil diyor ki, koşmakla mükelleftir yalnız onun hasmıyla ahdi varsa koşamaz. Bir şey anlatamıyorum galiba? Bak inceliğe bak.

O Müslüman, bu da Müslüman’ın haricinde ister müşrik olsun, ister kâfir olsun, ister hangi cins insan olursa olsun, bununla çarpışıyor. Buradaki Müslüman’a diyor ki bana yardım et. Bu eğer koşup yardım etmezse çıkmıştır. Şeyi yok. Allah diyor ki, yani o semavi cazibe olan kitabında; bu buna koşmakla mükelleftir, durursa kabul etmem mazeretini. Ancak bu bununla vaktiyle bir ahit yapmışsa, buna koşamaz diyor. E ne yapalım şehit olur gider. Anlatamadık mı acaba? Bak sözün kıymetine bak, ahdin kıymetine bak. Ya bunu söylemekle beraberde, bir de, ikaz ediyor Huda. Ahit yaptığın kimseyle dikkat et, etrafına bak, icabında orada bir insana, sana ait olan bir kimseye yardım dendiği vakitte yardım edemeyecek şekildeysen, dikkatli ol, sakın ahde girme. Öyle aptalca da değil o. Anlatamıyor muyuz acaba? Var mı öyle bir medeniyet? Bulabilir misin bana?

Şimdi İslam, çalışmaya girdik biz buradan biliyor musun? Çalışmaya nerden girdik? Allah diyor ki; Ben yardım ederim sana ama sen de bana yardım edersen. Durulacak şey üzerinde. Çünkü Allah; âleminden ganidir. Her şey ona müstakil, o her şeyden müstağni. Ne kadar varlık varsa. Ona müstakil. Bizim ibadet, taat, filan öyle şeyler ona olduğundan dolayı değil. Bunun karşılığını şöyle.

Size şöyle bir misal vereyim. Mevzuyu dağıttık ama inşallah toplarız. Vaktiyle bir Arabi, fakr-u zarurete müptela olmuş; günden güne aşağı, günden güne aşağı. Karısını teselli ediyor. İşte şöyle olacak, bugün böyle olacak, yarın şöyle olacak. Tesellide. Tesellide. Kadının canına yetmiş, ömür bitti yahu demiş. Alem nân[10] içinde müstâğrak[11] biz demiş, bugün böyle yarın şöyle bitti, demiş ben demiş. Bir çaresine baksan artık, demiş. Bu işin çaresine bak. Git demiş hükümdara, fakr-u halini arz et, elbette sana acır, bir netice alırsın. Bizim demiş çalışma devremiz de bitti artık, biz çalışamayız da, kuvvette kesildi, çalışmanın imkânı da yok. Arabi yaratılışı itibariyle vakarlı bir adam ama artık çaresi kalmamış. Pekala peki. Temiz adam, saf adam, elide boş gidilmez ya demiş. Şu bizim testiyi ver, yağmur suyundan birikmiş olan şu sudan şu testiyi doldurayım, hiç olmazsa onu götüreyim. Badiyede yaşıyor, çölde yaşıyor, su yok öyle bir yerdir, havuzumsu bir yer. Almış suyu, şedd-i rahletmiş[12] gidiyor. Hükümdarın ismini unuttum. Neyse bize hadisenin zevki lazım: buluyor sahasına giriyor. Tabi sarayda kapıcılar filan. Ne o diyorlar. Hani bazı adam böyle yüzüne bakınca insana hafiflik gelir. O tarife gelmez. Bazı mini mini bir insan olur, eciş bücüş olur, evin içine girer, sıklet[13] kalkar gider. Bazen de bakarsın ki mutantandır[14]filandır, bir kasvettir basar. Bunun tarifi olmaz, o ayrı bir iş. Ruh meselesi. Bu adamda öyle, yüzüne bakan böyle hafif bir tebessüm ediyor, adamda o hal var, o ruh var. Nedir, ne arıyorsun? Filan demişler. Yahu demiş, ben hükümdara geldim. Niçün? Ben demiş bittim, elim tutmuyor, bir şeyim yok bende, çok zaruret içindeyim. Görüşeceğim. Yahut demiş belki sokmazsınız, benim şu hediyemi, aylarca taşıdım demiş. Hükümdarın hazinesi vardır demiş, mücevheratı vardır, göz kamaştırıcı serveti vardır ama böyle güzel suyu yoktur. Ona su getirdim demiş. Gülmüşler adamlar ve aynen hükümdara da bunu şey etmiş. Çağırın bakayım o kimseyi demiş. Ona da diyor huzura çıkmış demiş ki; sizin maşallah her şeyiniz vardır ama ne yapayım, ben sizde olmayan bir şey getirdim. Bu suyu bulamazsınız. Hükümdar da zalemeden bir insan değil, arif bir insan, bir insan terbiyesinde büyümüş, gayet güzel karşılamış. Berhudar olun demiş. En büyük, en kıymetli şeyi bana getirmişsiniz. Suyu, kocaman bir testi ama iki kulplu şöyle. Adamlarına demiş ki; testiyi altınla doldurun. Altınla doldurun ve bu uzak yoldan geldi, bunu Dicle’den bir vasıtaya bindirin demiş denizden… gemisi mi nerdeyse. Çok yorgundur demiş. Şimdi bunun doldurmuşlar testiyi altınla, Dicle’nin üzerinde gemiye biner binmez uyanmış. Benim birikintim suyum... koca bir nehire sahip, biz birikinti su getirdik sende bulunmaz diyerekten. Bir şey anlatamıyor muyum acaba? Sizde bir şey bulunmaz diye getirdik fakat o ne arif ne kerim ne biçim bir zat-ı âli ki, benim aciz hediyemi kabul etti de na-mütenahi nimetleriyle beni taltif etti. Bizim ibadet-i taatımız da karşılığı Kudret tarafından iltifattır. Yine bir şey anlatamadık. O da iltifattır.

Senin taatın, benim ma’siyyet[15]im, öbürkünün ibadeti filan, onlar Huda’ya gönderilen birer hediye değil onlar. Farz olunan ubudiyettir. Verilen onun karşılığı değil, ondan müstağnidir. Huda’nın iltifatıdır. İhlas yok mu ya. İşte adamın ihlası o, ihlas. O ihlas, o suyu kabul ettiriyor. O iltifata mazhar oluyor. Bizim de Huda’ya karşı yapacağımız şeylerde, asıl an yeri ihlastır. Yoksa iblis insana her taraftan girer. İblis öyle iblistir ki; biçimine göre insana yaklaşır. Biçimine göre. Mesela zahide; bak senin zühdün var, Kainat ne halde, âlem küfür içindeyken sen Hak diyorsun der. Oradan sokulur. Oradan girer. Yıkım yolunu bilir kafir. Oradan girer, ufacıcık bir, beşer değil miyiz ya? Şöyle bir vücut gelir. Yaa der... Kabahati, günahı ibadet şeklinde yaptırır. Biz de olduğu gibi. Bizde yüzde doksanı öyledir. Biz, hep günah işleriz, ona ibadet diyerekten. Şimdi misal verirsem birçok insan gücenir. İyisi mi vermeyeyim. Verme geç nemelazım. Zavallı o kendi kendine ibadet yapıyor. Çünkü tövbe ayetleri nazil olduğu vakitte, İblis bir şaşırmış. Onun a’vanesi[16] var: Demiş n’apıcaz? Biz günah irtikâb[17] ettireceğiz, öbür tarafta aman Yarabbi diyecek silinecek. Emekler boşa gidecek. Üç gün düşünün demiş. Düşünmüşler filan bir çare bulamamışlar. O asıl, asıl büyük iblis, buldum demiş. Nasıl olacak? Kabahatleri günahları ibadet şeklinde yaptıracağız tövbe etmek aklına gelmez. İbadetleri, kabahatleri ibadet şeklinde yaptırırız, hiç aklına gelmez. Öyle geçer gider. Biz bu hale gelmişizdir. Bizim Müslümanlığımız bu biçimdir. Yüzde seksen. Şimdi misalleri verirsem hepimizin buradan dağılması lazım gelir, iyisi mi toplu oturmak içün, misaller kalsın. Dağılırız çünkü. Toplu.

İslam kelimesindeki mana evvela selamet, sonra itminan, tam bir huzur, sulh-u eman, Hak ile çalışmak. Çalışmak, böyle çalışmak. Onun içün Müslümanlık kahramanlıktır. Huda’da öyle diyor; Göreyim bunu diyor yardım edeyim. Kardeşim, çalışmadan, çalışmadan yani sa’y etmeden el açmak, biz açıyoruz şimdi Huda’ya böyle elimizi. Çalışmadan el açmak dilenciliktir. Allah, vakarlı mümin isterim diyor. Benden isteyecek amma anlatamıyor muyum acaba?

Mevzu’umuzun an yeri, dedik ki; İnsan asıl rüknünü, konuştuğumuz bahsin en büyük rüknü insan. Bu insan, nedir insan? Burası zordur. İnsan evvela bir harika-i fıtrattır. Evvela bir harika-i fıtrattır ki, âlemin en muhkem kuvvetleri, onun kuvvet-i tedbirine karşı zebundur.[18] Semayı deliyor, arzı deliyor, denizin dibinde gidiyor. Düşünmek lazım bir defa bu insan... Sonra nasıl olur da aslını aramaz? Bu da ayrı bir şey. Dahilindeki kuvve-i muharriki[19] elektriklenecek olursa, kendisinden tecili eden savaik[20] kainatı yakar. Bir vechesi öyle. Sonra bakarsın bir anahtar deliğinin dibinde oturur, oradan rüzgar işler, aaa.. Zât-ür Rie[21] olmuş deriz. Gözüyle göremediği bir mevcut ile bir vücut ile yok olur da gider. İnsan numune-i melekuttur. Batınında harita-ı maneviye üzerinde kainatı irtisam[22] eder. Böyle oturursun mevcudatın irtisamını yaparsın. Anlatamıyor muyuz acaba?

Düşün bir defa kendini, ufak tefek bir şey değilsin. O halde, satılma! Müşterini bul, Allah’tır. Ondan başkasına satma kendini. Benden daha iyi alıcı yok diyor, ben senin kıymetini bilirim diyor. İnzivahanesinde, yani sesiz sözsüz iç âlemine gidip de kendisiyle konuştuğu vakitte, o inzivahanesinde, oranın karıştırırsa sayfalarını kitaplarını, semaları seyr-i temaşa eder. Bu kolay bir şey değil. Fazail-i âliyesini[23] meydana getirecek olursa, melekler utanır, aşağıya düşer. Mazhariyet-i gaybiyyesi cehalet içinde marifet, güzel niyeti karanlıklar içerisinde, zulümler içerisinde mâdelet[24] meydana getirir. Bununla beraber yine insan öyle bir varlıktır ki; tesvilât[25]-ı Şeytaniyesi marifethaneleri yıkar, berbat eder. Bunu sen nasıl tarif edebileceksin.

Hepsi böyle iki ayak üzerinde yürüyen, elli atmış kiloluk zahirde gözüken, kan ve kemik torbasından ibarettir. Bunları birer, birer ayıraraktan tarif edebilir misin? İşte surette görünenler üzerinde bu kadar tarif yapılabilir. Onun hakikatine vakıf olan insan ise Hakk’ın mazhar-ı tamıdır, niyabet-i[26] ilahiye vardır kendisinde, ona halife-i Hak derler.

İnsan vardır ki; rayiha-i kerihesi[27] âlemi zehirler yahu. Yine insan vardır ki; enfas-ı[28] kudsiyesiyle  kâinata hayat verir. Onun içün, o insanın tarifi pek kolay bir şey değildir. Yalnız görünen şekillerden birkaç kelimesini söyleyebildik. Şimdi bize lazım olan, bu büyük Hakk’ın ikramına karşı temiz bir inkiyad.[29] Allah’a temiz bağlanmak. İspatı nedir? Allah’ın böyle bir şeye ihtiyacı yok kardeşim. Yine bize taalluk ediyor. Ennas iyalullah[30] diyor. Bana kulluk yarattığım mevcuda karşı o hukuku tanımaktır diyor. Bir şey anlatamıyor muyum? Bana yine söylüyor, bana. Ben bir şeye ihtiyacım yok, fakat bunu meydana getirdin ya, bu benim hatırım için iyi kabul edilsin. Bunun hakkı yerine getirilsin. Bütün ibadetler, taatler, Kur’an eczanesinden yapılmış ilaçlardır.

O hastanenin adına;  إِنَّ   الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاُ [31]   hastanesi denir. Ser-tabibi Hz Muhammed(sav)’dir, asistanları evliyaullahtır, vizite alınmaz, sıra beklenmez, ücret beklenmez, herkesin gireceği yatak aynı müsavi, odalar aynı şekildedir. Ücretsiz külfetsiz, minnetsiz girilir. El verir ki, niyet ile ihlas ile tekarrub[32] şart.

İlacı alırsın. Nasıl doktora gideriz ilacı alırız, şöyle bir dinleriz. Kalp ilacı aldık; dünde öyle, elli adım yürüyordum burama sancı geliyordu. Eee ilacı aldım gene oramda; ne yapacaksın? Üzerinde durursun, tekrar gidersin ilacı değiştirir, tekrar şey edersin. Eee şimdi biz birçok ibadet, taat yaparız, di mi ya? Yapmazken ki halinle yapmış olduğun halinde fark var mı, yok mu? Yapmazken seyyiat[33]ın şu kadardı, yaptıktan sonra bu kadara indiyse ilaç fayda ediyor. Amma inmediyse ilacın zararı var, başka yeri de bozuyor. Bir ilacı aldın; sana faydası yok, dimi ya? Çünkü her ilaç muhakkak bir yeri yaparken başka bir yeri tahrip eder. Ama tahrip edilen yerin o kadar zararı olmaz sana; da kıymeti yoktur onun. Öyledir bu. Bir ilacı aldın, o ilacı aldığın vakitte, o ilacın orayı tamir ederken başka yerde ufak bir şey yapmadığına hangi fen ya da ilim adamı teminat verebilir. Ama orda yazar o, şöyledir, böyledir, filandır. Yapar o, imkânı yok. Ama öbürkü zarardan bu zarar daha hafiftir.  izeçtemeazzararan yürtekebü ahaffühü- ma [34] der din. İki zarar içtima ettiği vakitte hafifi irtikâb[35] edilir. Misali; Allah muhafaza etsin, kolda mesela kangren oldu, bir zarar, di mi? Bırakırsak bütün vücudu kaplayacak, bu zarar ufak, öteki zarar büyük, kolu keserler. izeçtemeazzararan yürtekebü ahaffühü- ma. İki zarar içtima ettiği vakitte, hafifi irtikâb olunur. Böyle. Bakacaksın. Din müessesesine girdin. Ahlak’ın annesidir; çünkü ahlak oradan doğar. O bir takım nazariyeler, onlar de..(?) şeyler. Ebediyet kabul etmeyen adam da öyle şey olur mu? Her şey öyle tatbiklidir.

Onun içün demiştim. Şimdi bu ders okutulursa şayet, inşallah okutulur. Kim okutacak? Evvela burada duracağız. Sonra ne okutulacak? Bunları tayin meselesi... Korkarım ki, şimdi genç bilmiyor, heves etmiş; bakalım birde bunu öğrenelim diyor. “Aman din denilen şeyde bu mu imiş.” Dedirtmemeliyiz. Buradan kurtarın. Bu din din din deniyordu, bu muymuş? Çünkü şimdi bizde din dendiği vakitte, ibadetin şekilleri bilinir. Hacca gider, gelir kapıyı yeşile boyar. Bir de kart bastırır üzerine el-hac filan. Hz Ebu Bekir hacı değil mi ya? Hz Ömer hacı değil mi? Niye hacı Ömer (r.a) demiyoruz. Hz Ali hacı değil mi? Niçün Hz Ali hacı (r.a) demiyoruz. Bunlar hacı değil mi? Şekil. Orda hüküm değişiyor.

Mesela ihrama girdin, girdikten sonra o menâsiki[36] haçta o vaziyetler tahakkuk ettikten sonra, bir bit öldürsen, bir kurban kesersin, cezası vardır. Ama hariçte de o temizliği yapmazsan imanında noksanlık vardır. Bak orda hüküm değişti. Bit böyle çıt diye öldürsen, şöyle hatta beneklisini de öldüremezsin. Bit kaç kısım biliyorsun ya. Bir kısmı böyle kahverengi benekli olur, kuyruğunu şöyle kaldırır. Öyle kaldırır. O atlarda haaa. Üstten atlar. İnsanın vücudunda mevzileri ayrı ayrıdır. Sırttaki olan iri olur. Bunlar hep ayrı ayrı. Hangisi olsa, gerek sırttakini, gerek göğüs kemiğindekiler, nazik onlar, ufak ufak böyle. Sadrın şu döş denilen yer. Şurası, oradakiler ayrı olur. Öldürdün mü bir tane kurban kes der. Ama burada da öldürmedin mi, nezafetin[37] yok der, temiz adam değilsin imanın eksik der.

“Ennezafetü mine iman"[38] diyor. Rasulullah(sav) Efendimiz çok bu temizliğe dikkat ederdi, çok ama ne kadar... Çünkü çok istikrah[39] ederdi.  Kendi iklimi vücutlarından gayet güzel bir rayiha çıkardı. Mucize öyle olduğu halde, hususi olarak da gayet güzel koku kullanırlardı. Ama biz hacı yağı deriz de, susam yağına pis bir şey korlar. Birden bire de adama yaklaşır, dur diyorken sürer. Eee elbisemi leke etti kaç defa. Yahu böyle yaparım elimle, yine sürer.
İkisinin ortasını bulamadık. İkisinin ortasını ... Gayet güzel koku sürünürdü ki, sünnet olsun da insanlar kullansınlar diyerekten. Ama baş ağrısı vereni değil. Baş ağrısı vereni değil. Baştaki ağrıyı alanı, baş ağrısı vereni değil. Hubbibe dünyaküm esselâsetü...[40] Dünyanızdan üç şey bana sevdirildi. Afif[41] kadınlarınız, güzel kokularınız, gözüme nur veren namazınız. Öyle diyor kendisi: Sevdim demiyor bak dikkat et, sevdirildi diyor. Sevdim derse ne olur, sevdirildi derse ne olur?  Üüü elli konferans vermek lazım. Gezerken diyor şöyle o kadar şık olmalısınız ki, o kadar zarif olmalısınız ki, insanlar içerisinde ben gibi görünmelisiniz. Biz onun şeysine, tersine. Bir acayip giyiniş tarzı filan bir tuhaf böyle. Mesela bazı köse insanlar vardır. Yaratılış ne yapacaksın? Üç tel burada var, dört tel de burada var iki tane de burada var. Bu sakal sünnettir diyerekten bırakır. Çip çirkin bir şey yav. Çirkin, ne yapıyon? İki üç tane şöyle tel, beş tane de burada, iki tane de burada böyle. İslam tüyle füsle uğraşmaz. Ahlak ile uğraşır, mana ile uğraşır. Hala da sakal vaciptir sünnettir….. Söyle bir türlü, söyleme bir türlü.

Hava karardığı vakitte Peygamber Efendimiz (sav) evin içinde bir şey bırakmaz hepsini dağıtırmış. Asıl sünnet bu. Buyursana efendi hazretleri, yapsanıza. Cıss hava... Bu hususta, bir ay aileleriyle dargın durdular. Ezvac-ı Tahirat’la[42] bir ay dargın duruldu. Resul-u Ekrem (sav) bir ay Ezvac-ı Tahiratla bu hususta dargın durdular. Gelen ganaimi[43] taksim ediyor, gelen ganaimi taksim ediyor: Hz Ayşe (r.a) ‘a, Hz Hafsa’ya, Hz Hafsa’ya; Hz Ömer’in kızı. Diğer Ezvac-ı Tahiratlara, arkadaşlarına... İslam’ın en zor günlerini yaşadık, ışık yakmadık, su kaynatmadık, şimdi Kudret ganaim[44] veriyor, Resulullah (sav) evde hiçbir şey bırakmıyor. Biraz da bizim içün ayırması hususunda yalvarsak olmaz mı? Birçokları biz karışmayız dediler. Hz Hafsa beraber söyleyelim dedi. Ama bunları söylerken sen sakın Hz Ayşe’yi küçük görmeye kalkma. Anladın mı? O vardır bazı, öyle değil, öyle değil. Bizim anladığımız gibi değil.

Maşukun hukukunu vikaya[45] aşıkın şanındandır. Peygamber âlem-i cemale giderken başını onun sadrında gitmiş. Ve Ezvac-ı Tahirat’a, hepsine söylemiş; Hepinizin hakkı var, razı olursanız, ömrümün son dakikasını Ayşe’nin odasında geçireceğim. Hepsi ağlayarak, baş üstüne ya Resulullah demiş. Sonra ayet-i kerimede, ayeti kerimede… Kur’an’ı iyi okumak lazım iyi. Yoruldunuz mu? (hayır) İyi okumak lazım. İnceliklerine vâkıf olmak lazım. Öyle kulaktan dolma hikaye ile bu iş gitmez. Böyle oldu, işte kısım kısım oldu Müslümanlar. Biri bir tarafa çeker, biri bir tarafa çeker, biri bir tarafa çeker. Eee ne olacak? Hasım da bundan istifade eder. Günden güne düşersin. İslamiyet düşmez ha, Müslümanlar düşer. İslamiyet ile Müslümanlığı ayırmak lazım gelir. İslamiyet size misal vereyim; Güneş, Müslüman da şurası diyelim, ben buradan perdemi kapatırsam güneşe ziyan var mı?  Siyah perdeleri taktım buraya girmiyor. Güneşe hiçbir ziyan yoktur, ben karanlıktayım. Anlatamıyor muyum acaba? Güneş yine yerindedir böyle. Olduğu gibi kendini muhafaza eder. Şems-i Hakikat-i Muhammediyeye hiçbir ziyan yoktur. Sen karanlıkta kalırsın.

Ayet. Evvela söylediler. Yine hava karardı, Resulullah (sav) dağıtmaya başladı. Gayet yalvarmak, niyâzkâr bir eda ile biraz da evimizde kalmasına müsaade etmez misiniz, dediler. Yaaa dedi; reyime karşı muhalefet mi gösterdiniz? Müteessir oldu. O esnada Hz Ali içeriye girdi. Rasulullah’ın (sav) teessürünü gördü. Rahatsız mısınız dedi? Hadiseyi anlattı. İmam-ı Ali kerremallahu veche; Medine’de Ayşe’den başka kız kalmadı mı Ya Resulullah? Dedi. Onun üzerine Fahri Alem (sav); Bunların talâkı senin elindedir dedi. Bir insan malını verir, canını verir, ne bileyim birçok şeyini verir, fakat harim-i ismet-i cananının talakını başkasına veremez. Burada Hz Ali’nin bir hususi kıymeti olduğu tahakkuk ediyor. Hz Ali(ra) ne yaptı? Hemen kapıyı kapadı. Onu Hz Ali’ye ifk hadisesinde, söylerler orada değil, yanlıştır o. Hz Ali orada Hz. Ayşe’yi müdafaa etmiştir. Ya Resulullah, ayet nazil olur. Hakikatten de ayet nazil oldu. Yalnız burada öyle dedi. Onun hikmeti var. Hikmeti var.

Mevzuu uzadı ama bilmem ki bitirsek mi? (hayır) Hz Ali giderken Fahr-i Alem(sav) hendek gazvesinde bacakları rahatsız olmuştu. Tedavi ediliyordu. Ayrıldı bir odaya; Kızım Fatıma’yı gönder dedi. Bütün zevceleriyle ezvac-ı tahirat ile alakasını kesti. Mescid-i Saadette, mescid demek o vakit bizim bildiğimiz böyle cami değil: Hem meclis, hem adil tatbik olunan yer, yani bütün icraat orda olur. Hz Fatıma geldi. Mecliste Peygamber (sav) Hz Fatıma’yı çağırdı, ezvac-ı tahiratı galiba boşadı. Kimseyi içeriye sokmayın dedi, Hz Bilal’e. Bilal bunlar büyük adamlar, Bilal, Hilal, Selman bunlar acayip insanlar, Ebu Zer. Mesela Hz Ömer öyle diyor; E’teke Ebu Bekir, seyyidin Bilal.[46] Ebu Bekir’in kendine mahsus bir kıymeti var. Muazzam bir kıymeti var. Biraz evveli söylediğim vakitte, akıl kabul etmezken ilk iman eden adam. Akıl kabul etmiyor ki, bu dava çıkacak meydana. On dört asır sonra İstanbul’un en ücra bir köşesi olan Etyemez’in bir evinde Hz Muhammed (sav) konuşulacak. Bunu akıl o vakit kabul etmez. Aktar-ı cihanda[47], gündüz olan yerde, gece olan yerde, tamamıyla yarı gündüz, yarı gece olan yerde, Eşhedü enne Muhammeden Resulullah sedası çıkacak hiçbir şansın yok. Hiç yok kâinatta.

Onun kitabından çok okunan bir kitap yok. Mini mini çocuğun sadrından, pir-i faninin sadrında mahfuz bulunan bu lacivert kubbe altında hiçbir kitap yok. Anladın mı? O vakit bunu akıl kabul eder mi, nasıl olur o iş? Hah, akıl kabul etmezken buradaki gözüyle Hz Muhammed (sav)’i görmüş, teslim olmuş. O kolay iş mi o? Şimdi kolay, görüyoruz birçok ilim çıkmış meydana, mana çıkmış, bakıyoruz garptan birçok mütefekkirler aman diyor, içeriye giriyor. O vakit kolay ama o vakit öyle değil o.

Sonra mesela Hz Ömer: Hz Muhammed’in (sav) getirdiği kitapta, yapılan yasağı oğlu icra ettiğinden dolayı, yetmişinci değnekte çocuk ölmüştür. Bu imanla olur kardeşim. Evlad-ı ciğerpare yavrusu. Ölüsüne de on değnek vurmuştur. İkinci hayatta hesabı kalksın diyerekten. Kendisi de yatmıştır, gelin bakalım bana da kırk değnek vurun, kırk değnek vurun. Bin dört yüz şehir fethetmiş, her şehir bugün şimdi bir hükümet olmuş, böyle bir adam. Aktar-ı cihanı toplamış, hazine servetle dolmuş. Tabi değneği vururken hafif vuruyorlar. Değneğin burada ölçüsünü o göstermiştir. Değnek bu kadar kalkacak ve şu hızla inecek, onuncu değnekte uyuşmazsam kalkarım tepelerim dedi. Hatır yapıyorsunuz. Anlatamıyor muyum acaba? Nerde bizde?

Bu oldu bu kubbenin altında. Ben dedi gözetledim. Bana hadd vurmak lazım gelir. Boş bulundum gözetledim. Oğlumda hattı zatında bu cezayı vurmaklığı, Muhammed(sav)’in getirdiği kitapta vardır, tatbik edeceğim. Evladın dediler. Evladımı ben dedi; Allah’ın, Resulullah’ın(sav) beyan ettiği hükmün fevkinde sevmem ki, onu daha çok severim. Geldi, bu havadis çıktı; Hz Ömer koşarak geldi, diğerleri biraz temkinli. Bilal dedi ki; gireceğim içeriye diyor. Yasak ettiler. Huzura kabul etmiyorlar. Bir şey soracağım dedi. Hane-i Saadetin dışından. Ya Rasullulah kızım mı seni üzdü? Kellesini almaya geldim? Boşadınız mı? Hayır, diye cevap verdi Fahri Alem (sav). Hiç birisi üzerine talak olmadı ama bir ay dargın duruyor. Barıştıran Allah. Artık bilmem, ne kadar dargın durduğunu bilmem ben. Allah barıştırıyor. Bütün Ezvac-ı Tahirat ile yirmi dokuz gündü. Koşarak gitti sevindi, talak vâki olmamış dedi. Herkes orda sevindi tabi. Yirmi dokuz gün sonra ayet nazil oluyor. Onları çağır, seni tercih ederlerse sende kalırlar, matahı tercih ederlerse, memnun ederek kendinden ayırırsın. Tabi kim ayrılır? Peygamberdir o, bir defa olmuş bir şey, hepimizin yapacağı şeyler onlar. Yalvarmaz mıyız, şurada bizde kalsak diyerekten? 

O çok tekamül eder de, Hz İnsan olur orda o ayrı o. Ondan kaçınır. Orada akıl makıl filan ondan kaçınır. Ama ufak tabakaya Allah müsaade ediyor. أَفَلاَ تَتَفَكَّرُونَ[48] (?) diyor daima. Onlara müsaade ediyor. Biz bile öyle değil miyiz ya? Mesela bir şey konuşuruz da, uzaktan bir kimse bir şey söyler, hiç bize dokunmaz, izahına kalkarız şunu yaparız bunu ederiz filan, hani dünya işlerinden, umur-u adiyede. Fakat çok sevdiğin; ondan ümit etmezdim ya. Anlatamıyor muyum? Ona düşmezdi bu dersin. Ondan ümit etmezdim. Yirmi dokuz gün sonra Huda barıştırıyor. Onları çağır. Seni isterlerse, yine sen böyle verecen, bir şey bırakmayacan. Anlatabiliyor muyum? Yine böyle verecen, bir şey bırakmayacan. Seni isterlerse pekala, ama o verilenleri isterlerse, ben günah sayarım demiyor Allah haa.  Ben suç sayarım demiyor. Serbest bırakırsın. Ondan sonraki ayette diyor ki; Ayşe’ye söyle meleklerimle beraber üstüne yürürüm. Şimdi burada ne incelik var biliyor musunuz? Burada incelik var işte. Allah’ın kendi kâfi değil mi? Rasulullah’a (sav) işaret buyuruyor. Ayşe’nin benim yanımda kıymeti var. Saltanatımla giderim diyor bak, meleklerimle beraber diyor, anlatabildim mi? Onun bir kıymet ifade ettiğinin işaretendir. Meleklerimle beraber üstüne gelirim. Hem Hz Ayşe’yi, kelimelerini ben söylersem hata etmiş olurum, siz o manayı anlayıverin. Çok nazlı kimselerde gayet ince davranmak lazımdır.

Zaman geldi Cemel vakası oldu. Hz Ayşe’yle Hz Ali harp ettiler. Şimdi niye ettiler derler bunu. Gönül der ki; olmasaydı. Buraya kadar cevaz vardır. İlerisine yok. Eğer Hz Muhammed’i(sav) seviyorsan, eğer Hz Ali’yi seviyorsan… Medine’de başka kız kalmadı mı sözünden Ayşe gücenmiş. Gücendiği nokta bu. Harp kızıştı, ne yapacağız dediler? Hz Ali tembih ediyor, incitmeden diyor yola getireceksiniz. İncitmeyin. İncinmeyecek diyor. Ümm-ül müminindir, Rasulullah’ın(sav) çok sevdiği kimsedir. Hatadadır, incitmeden. Hüsrana gidersiniz diye emrediyor. Onun üzerine, devenin üzerinde Hz Ayşe, deveyi diyor şey ediniz, zevf[49] ediniz, devenin bacaklarını şey ediniz. O deveden diğer deveye atlıyor. Onun üzerine İmam-ı Ali çıkıyor. Ya Ayşe, talakın benim elimdedir. Hatırlar mısın? Ayırayım mı seni Peygamber(sav)’den? Bunların talakı senin elindedir dedi ya. Aman diyor. Ondan sonra, Hz Ali, kemali hürmetle, kemali hürmetle Medine’ye kadar götürüyor ve ölünceye kadar da Ayşe (r.a), Hz Ali’ye, görünce ağlar. Anne ile evlat arasında bir muameledir, niçün üzülürsün? Ali’nin verdiği cevap burdur. Ana ile oğul arasında bir muameledir, niçün üzülürsün?

O ayrı. Birde Evlad-ı Resulün birde hariç düşmanları vardır. Onların da hükmü ayrı. Şimdi mesela Hz Ali’yi seviyor musunuz? Seviyorum. O ne yapmış, neyi kabul etmişse… Sevmek demek, sevdiğini giyinmek demektir. Sevginin manası budur. Onun içün bu kelimeyi insanlar bu manayı çok sarf etmemeliler. Muhabbet öyle bir sıfat-ı mühlikadır[50] ki, hangi kalbe girerse maadasını[51] yakar. Seviyorsun di mi? Seviyorum. Hah. Efendi ne yaptı? Bununla mükellefsin. Ne yaptı efendi? Nasıl karşıladı hadiseleri? Talha ile Zübeyr Cemel vakasındaydı, Hz. Ali’nin karşısındaydı. Benim kanaatime göre, onlar netice itibariyle o arayı bulmak içün girmiş olanlar, fakat zahirde belli etmeyenler. Burası tarihin ayrı bir hususu, benim kendi kanaatim. Anlatabiliyor muyum? O ayrı bir iş.

Talha, Resulullah (Sav) Uhud’ta çember arasına geldiği vakitte, müşrikten gelen kılınca karşı elini böyle tuttu. Yapabilir misin kardeşim? Tuttu kol gitti. Zübeyr’in de bacağı gitti. Sonra daha beşinci, altıncı, yedinci Müslümanlardan, Dünya üzerinde ilk olanlardan bunlar. Bunlar hakkında Allah’ın bir ayeti, emri var. Bedir harbinde bulunan kimselere ferman vermiş. Allah’ın ağası mısın sen? Bedir harbinde kim bulunmuşsa iymelu ma’şitun diyor. Ne yaparsanız yapın hesap kalkmıştır. Bedir harbinde bulunan insanın hesabını kaldırdım diyor Allah. Sormayacağım. Sorgu kalkmış.

Hatip bin Ebi Beltea vardır. Bedir harbinde bulunmuştur. Peygamber (sav) Mekke’nin fethini hazırlamış. Plan görüşülen. Hatip bin Ebi Beltea’da, Eshab-ı Bedirden olduğundan dolayı şurada bulunuyor. Bu şeyi Mekke müşriklerine gönderiyor. Dinle şimdi buranın ince yerlerini bak. İstemiyorsanız keseyim. Bir kadın vasıtası ile kadının saçlarının arasına sokmuşlar. Cibril nazil oluyor. Hatip bin Ebi Beltea sizin, nasıl kelime söyleyeyim? Karşılığını bulamadım. Yapmış olduğunuz teşkilatı,(planı) “Aferin”. Hızır Efendi bin sene yaşa. Planı gönderdi, kaçırttı. Filan yerdedir, Hz. Ali ile beraber bir zat daha ismi hafızamdan çıkmış, çevirsinler alsınlar. Gidiyor, yolda buluyorlar. Kadına dur bakalım diyorlar. Sende böyle bir plan varmış. Yok diyor tabi. Hz. Ali diyor ki; “Sen na-mahremsin, bizi rahatsız etme, plan saçların arasında, çıkar.” Tabi çıkarıyor. Geliyor. Hatip bin Ebi Beltea’yı çağırıyorlar. Bunu sen mi yazdın, sen mi haber veriyorsun? Evet diyor, evet ya Resulullah. Bir hata... Niçün yaptın diyor? Benim diyor Mekke’de bulunan insanlarım hiç kuvvetli bir kabileye mensup değil. Çok acizdiler. Onlar haberdar olsun da kendilerini muhafaza etsinler diyerekten yaptım diyor. Hz. Ömer celalli adam kılıcı çekmiş, “Müsaade et Ya Resulüllah kellesini alayım” diyor. “İslam’ın mukadderatıyla oynuyor.” Peygamber (sav)  tebessüm etmiş. “Ömer, ne sen bir şey yapabilirsin, ne ben bir şey yaparım, ne de Allah. Bunun fermanı var diyor. Buna iymelü maşiitün denilenlerden. Bu üç yüz on üç adamdan biridir.”

Ama onlar niye böyle bir imtiyaz aldı? Sende o hali göster sana da verir Allah. Göster. Gösteririm söyle. Yok. Zor iş. Baktın.. Hz Ali Cemel’de ölenlerin cenaze namazını kıldı. Talha’yı, Zübeyr’i şehit edenlere haberi geldi. Zannediyorlar ki Hz Ali’nin düşmanı, düşmanını imha ettik diyorlar, iki büyük kuvveti. Hüngür hüngür ağlamaya başladı. Mübeşşer bin nar[52]sınız dedi. Müebbet bin narsınız dedi. Na-mütenahi çıkmazsınız. Adamlar şaşırdılar, hem düşmanın öldür, hem de bizi narla... Hariciler oradan çıkmıştır. Hariciler. Hz Ali’ye düşman olan hariciler vardır. Oradan çıkmıştır. Sıffin’de kendisine cephe alanlardan ölenlerin cenaze namazını kılmadı. Bu mevzuu öyle aşikar ama birbirine karıştırılmamalı.
Bakacaksın burada hüküm ne, burada hüküm ne? Bilmek lazım. Ama taklit yaşıyor Müslümanlar. Taklit her iyiliğin en sağlam afetidir. En büyük taklit: manada da mukallit yaşadık, şimdi maddede de mukallit yaşıyoruz. Daha berbat şekiller ikisi birden birleşirse. Manada taklitle yaşadık. Şimdi maddede de. Taklit, her vakit söylediğim gibi, ne vakit ki bir millette yer alır, tefekkür kalkar. Tefekkür de kalktı mı inkıraz[53] muhakkak.

Onlar öyle adamlardı ki kardeşim; biz onları, günün adamlarıyla, yani kendimizle ölçüyoruz. Kendimizle. Mesela Ebu Bekir’e gasıb[54] deriz. Diyenler vardır, biz demeyiz. Diyen de mazur, saf temizliğinden söylüyor, gayretinden söylüyor. İkaz etmek için. Hislere kapılmış. Nefsani şekiller olmuş. İslam’ın ruhiyatı memleketimizin her köşesinde bir memba-ı irfan olaraktan asırlardan beri, bu günü söylemiyorum, va’z edilmemiş. Öyle biliyor, öyle duyuyor, öyle şey ediyor. Gasıb der, neden? Hilafet Ali’nin hakkıydı da aldı. İmam-ı Ali’nin dördüncü halife olması ondan küçük olmasına mı dalalettir? Kur’an’da son kitaptır. Bütün kitapların en efdalidir. Hz Muhammed’de (sav) son peygamberdir. Bütün peygamberlerin en eftalidir. Bir şey anlatamıyor muyum acaba? O senin bildiğin gibi değil ki. Takaddüm[55] tefadduli[56] mucip[57] değildir. Güzel bir nazım vardı ama gelmedi hafızama. ( ...) “Ha değil o ayrı” Takaddüm tefadduli mucib değildir. Şimdi farz edelim ki, hadi senin dediğin gibi kabul edelim, gasıb. Gasıb demek, zalim demektir. Di mi? Kuranda ayet vardır وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ [58] zalime azıcık meyletsen ateş seni kuşatır der. Soruyorlar Peygamber’e (sav) azıcık meyil nasıl olur? Bir zalimin makam-ı medih[59] de(?) ismi zikredilse sende sussan meyletmişsindir sayılır. Ya Müslümanlık onun içün kahramanlık. Zor. Zalim yetiştirtmemeye çalışacaksın. Sebebi onun illeti o. Çünkü zalimi mazlum yetiştirir.

Eee Hz Ali bu ayeti bilmiyor muydu? Neden beraber çalıştı? Altı ay sonra biat etti. Neden altı ay durdu? Hz Fatıma hayattayken Hz Ali’nin Ebu Bekir’e biatı caiz değildi. Daha birçok incelikler var. Neden öyle? Hz Fatıma’yı Rasulullah’ın(sav) kucağına verdi, geldi Ebu Bekir’e biat etti, beraber çalıştı. Eee bu ayeti bilmiyor muydu? Zalime... Efendim, şimdi der ki o; Suret itibariyledir, cihet-i enfüsiyyesinde biatı yoktur. Haaa sen şimdi Ali’yi medh mi ediyorsun ze’m[60] mi ediyorsun? Münafik oldu o. Benim gibi mi o? Sureti başka içi başka, dışı başka mı? Anlatamıyor muyum acaba? İçi başka, dışı başka mı onun? Haşa. Öyle şey yok. Öyle değil.

Sonra, Ömer Hz Ali’nin kıymetini bilmese, “Levle Ali, leheleke Ömer” der mi? Ali olmasaydı Ömer helakta idi. Helak olacaktı der. Böyle bir iki hadise var. O hadiselerde Ali önlemiş onu. İkaz etmiş yani ya keremallahu zatihu (leheleke Ömer, levle Ali) her hangi bir mevzuda sıkışıldı mı, halledemediler mi, Hz Ömer; Ali’nin fikrini almak lazım der. Efgâh[61](?)ımız O dur. En yüksek bilenimiz O dur. Kur’an onların kalplerine nazil olmuştur. İran’dan ganaim geldiği vakitte, Evlad-ı Resule karşı bir hitabı var. Herkes İslam’daki kıymeti nispetinde kalksın, ganaim taksim edeceğiz diyor. Herkes kalkıyor filan. Hasan’eyn Efendilerimiz de ordalar. Ey kâinatın kalbinin kalbi olanlar, siz niçin kendinizi göstermiyorsunuz? Biz sizin uşaklarınız değil miyiz? Biz size hizmet etmeye memur değil miyiz? Onun üzerine, tabi işin resmi ciheti var. Gönlünden onu öyle tutar, o taksimde de lazım gelen hüküm neyse onu verir. Onlara herkesten fazla taksim ayrılıyor. Hz Ömer’in oğlu diyor ki; bana o kadar vermediniz. Dikkat et! diyor. Ne sen onlar gibisin, ne senin baban onların babası gibi, ne senin ceddin onların ceddi gibi.

O izzet başka bir iş. Bu gibi zevat bizim bildiğimiz şekilde değil. Ama biz tabi masa, kasa, cah hırsıyla yanmış bir camia içinde asırlardan beri büyüdüğümüz içün, bize öyle gelir. Ondan ayrılaraktan başka gözlükle bakmak zor. Hz Ömer’i şehit ettikleri vakitte, yaralandı. O vakitin alet-i carihe[62]si zehirli hançerler, zehirli kılıçlar. Kimi gösteriyorsunuz, halife diyerekten? Ebu Ubeyde sağ olsaydı başka kimseyi göstermezdim. Oğlunuz dediler, oğlunuz Abdullah İbn-i Ömer. Bir evden bir kurban kâfidir dedi. Anlatabiliyor muyum acaba? Bir evden bir kurban kâfidir. Sonra bu hilafet mevzuunda, mevzuu biraz açıldı ama bari ince noktalarını anlatayım. Kur’an’da işaret vardır kardeşim. Ayet şöyle değil mi; [63]فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا 

Allah beyan ediyor: Benim çok sevdiğim Nebimle bulunanlardan, sıddıkin, sıddikların başında, Ebu Bekir gelir. 
Bak sıralıyorum. Ama Kur’an bakkal defteri değildir ki, yahut her hangi bir kitap değildir ki, tayyaratün, ve kanadani, ve tekerlekani [64] diyerekten yazsın. Erbabına sır kutusu, lazım olan yerde şey edecek. ووَالصِّدِّيقِينَ  sıddıkların başında Ebu Bekir gelir. Ne kadar ince. Odan sonra وَالشُّهَدَاء gelir. Arapça da kaidedir: Cem’-i kıllet[65] üçtedir ühtedir, ühte. Yani ondan sonra üç tane şehit gelecek. Ömer, Osman, Ali. Sıralandı mı şimdi?  Başka bir ayetle yine onu ayriyeten söyleyeceğim sana.                           

  وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا  Hasan’da onlara azıcık refakatte bulunacak. Mecmu’unu toplarsan otuz küsur sene eder, Resulullah’da Hilafetün -min ba’di selasune sene sümme tasiyru meliken adubaden[66] Benden sonra hilafetü sahiha otuz senedir. İmam-ı Hasanın beş ay küsur gün hilafetiyle otuz sene dolar. Ondan sonra saltanat kurulur, ısırıcı adam, melik gelir der. Gayet. Gayet zarif adam.  Şimdi diğer bir ayeti kerime daha vardır; وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ[67]   ve وَالَّذِينَ مَعَهُ  onlar ki, Resulullah(sav)’ın مَعَهُ  mahiyetinde bulunan; Gâr[68]da filan Ebu Bekir. Ondan sonra أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ  Küffara karşı gayet şiddetli adam, hilkaten öyle. Ömer. Ondan sonra          رُحَمَاءبَيْنَهُمْ  Yüzü tutmayan gayet halim, gayet rahim, hiç yüzü tutmayan şahıs Osman. Ali’ye gelince diyor Allah; تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ Onu Ya rüku da görürsünüz ya secde de görürsünüz. Sırf beni anmak içün. Kıymetler Kitab-ı İlahide zikredilmiştir. Hariçteki dedikoduları at. Allah zikretmiştir kitabında. Hiç bir şey yok.

 Kitab-ı ilahide zikredilmiş. Bunların işi ayrı. Onlarda bizim gördüğümüz şu bu hırsı değil, sevgilisine kavuşmak, o devlete erişmek içün, onların gözüne bu mazahir cife[69] gözüküyor. Bana göründüğü gibi değil. Biz sakallı çocuklarız. Henüz daha buluğa ermedik. Kendime söylüyorum. Bir insanın cismaniyetinin buluğu vardır. Şimdi on dört, on beş, her neyse, yaratılışı itibariyle. Bir de mana buluğu vardır. O mana buluğuna erdikten sonra adam adam olur. Yoksa seksen yaşına gelir, yine buluğa ermemiştir. Ona Kur’an işaret eder. الدُّنْيَا إِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ [70] Oyuncaktır der. Oyuncakla kim oynar? Anlatamıyor muyum acaba? Oyuncakla buluğa ermeyen oynar. Henüz buluğa ermemiştir diyor, bakar Allah adama. Allah hepimizi erdire. Mevzu o. Öyle kolay iş değil o.

Biz daha gönlümüzden bir şey istemesini bilmiyoruz ya. Biliyor muyuz? Hiç gönlünden bir şey istedin mi? Hiç kalbine müracaat ettin mi? İnsanın kalbi, kendi matlub[71]undan münfekk[72] olmaz. Av talebindeyiz, fakat kendimiz avlanmışız. Anlatabiliyor muyum? Av talebindeyiz kendimiz avlanmışız. Melek-ül Mevt’in avıyız.

Ya epeyi oldu di mi?  Yoruldunuz. (hayır) Ya oldu oldu. Ama konuşmaya başlamadan ineceğiz bu gün. Konuşmak. Asıl mevzu’a girmedik. Tasfiye-i kalbi murat eden kimse, evvela havasını ya’sıye[73](?) etmesi lazım. Birçok yolların kapanması lazım; o vakit kalbin lezzeti olan marifetullah duyulur. Kalbin lezzeti o vakit duyulur. Onun devleti saadeti muhabbetullahtır. O vakit duyulur. Yoksa kalbin lezzeti mesmuat[74] musiki dinliyorsun kalbin mi lezzet ..... Evet, bir şeylerdir onlar amma kalbin lezzeti. Bak ondan bir zevk alıyoruz di mi ya? Tabii almakta lazım. En büyük musikiyi, biz duyamıyoruz. Bizim devranı demimiz var ya. Nelere bağlamış Allah. O kanın evza’i ferdiyye[75]sinin cüz’ü fertlerinin birbirinin üzerinden yapmış olduğu seyirdeki musiki kâinatta yok. Onu duysa insan bayılır. En büyüğünü senin iklim-i vücuduna va’z etmiş. Evliyaullah onu duyuyor da sema ediyor. Şimdiye kadar söylemediğim şeydir. Anlatabildim mi? Onu birçok söyler anlatı.... O değil kardeşim. Kendi iklimi vücudundaki o devran-ı demin yapmış olduğu musikiyi duyuyor o musikideki eda onu cezbeye çeviriyor. Onun taklidi var, tahkiki var.

Taklidinde bir şey almaz mı? Alır. Niçün almasın? Özenmiştir der Huda, bak bu da özeniyor, verin buna da bir şey der. Anlata bildim mi yaaa? Mesela bizim namazlarımız gibi: Taklidi dimi ya? Subhanerabbiyelâlâ dediğin vakitte, aydınlıkta kaldın mı? Kalmadıksa henüz daha miracın olmamıştır. Ama boşa mı gider? Gitmez. İhlasın nispetinde buda özendi geldi der. Verin bir şey der, Huda. Anlatabiliyor muyum? 

Şurayı anlatamadım mı acaba? Melekutun cezbesi, istiğfarı, tesbihi, mevcudatın, bütün semevatın hareketinden hâsıl olan bir musiki var, diyor. Ona meftundur. İnsanın ki onlardan daha üstün. Çünkü insan, naibi Hak. Bu iklim-i vücudundaki  deveranda… O mesela Piran-ı izam, cenab-ı gavs-ı Abdulkadir-i Geylaniler, Mevlana Celaleddin-i Rumiler onu mesela şeyci, küpçünün önünden giderken böyle yapmış da.... o âleme öyle demiş. Benim iklim-i vücudumda deveran eden demin lezzetinden hâsıl olan musikide o ahad (?) Ahmet (sav) sedasının narasında, o edada demiş olsa adam onu anlar mı? Anlamaz, eee ben burada kendimi kaptırdım, diyor. Anlatabiliyor muyum acaba?  İfşası caiz olmayan bir şeydir ama söyledik. Allah affetsin.

Evet, yoksa kalbin lezzeti, bunlar birer lezzet ama birde kalbin hakiki bir lezzeti var. Mesmuat;[76] görmeklik, işitmeklik, koklamaklık, zevki telebbüs[77] bilmem şu bu değil yaa... kalp bunlarla lezzete başlarsa, gafletle örtülü olduğunu anlar. Daha perde kalkmamış. Örtülü diyerek örtülü... Yazık günah değil mi ya? Bunlar insanlara bahşedilmiş olan zevkler. Bu kadar konuşma yeter. Sabahlayacağız sonra. Mevzuun içerisine girmedik ama sağ kalırsak gireriz.





[1] Ali İmran Suresi 54. Ayet :  وَمَكَرُواْ وَمَكَرَ اللّهُ وَاللّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ  
Meali : Bununla birlikte hileye başvurdular, Allah da onların hilelerini boşa çıkardı. Allah, hileyi boşa çıkaranların en hayırlısıdır. (H. YAzır)
[2] Acip : Acayip. Şaşılan ve hayret uyandıran şey. Benzeri görülmeyen. Garip. Taaccüp olunan şey.
[3] Tazammun: 1.İhtiva etmek. İçine almak. İçinde başka şeyleri havi olmak. Muhit olmak. 2.Tazmini kabul etmek. Kefil olmak. 3.Man: Lâfzın, mevzuu olduğu mânanın cüz'üne delâlet etmesi.
[4] Teceddüd : Tazelenme. Yenilenme. ( Müceddid)
[5] İrtidad: 1.Din değiştirmekle mürted olmak. İslâmiyetten çıkarak dinsiz olmak. 2.Geri dönmek.  irtidat
[6] Tecezzi: Bölünme, parçalanma, ayrılma, ufalanma.
[7] Peyk : Bir şeyin etrafında, ona tabi olarak dönen. Seyyare.
[8] Ceziret-ül Arab : Arap Yarımadası
[9] İtminan: Emniyet içinde olmak. İnanmak. Mutlak olarak bilmek. Kararlılık
[10] Nân: Ekmek.
[11] Müstâğrak: Dalmış. İçine gark olmuş.
[12] Şedd-i rahl etmek: Yola koyulmak, yola çıkmak.
[13] Sıklet: Ağırlık. Manevi sıkıntı.
[14] Mutantan: Debdebeli. Tantanalı. Gürültülü. Gösterişli ve şatafatlı
[15] Ma’sıyyet : İtaatsizlik, günah, isyan
[16] A’van: Yardımcılar.
[17] İrtikâb: 1.Bir işe girişmek. 2.Kötü bir iş işlemek. Rüşvet almak gibi çirkin bir şey yapmak. 3.Bir makamı âlet ederek, hakkı olmayan para veya malı hile ile almak.
[18] Zebun: Aciz, zavallı, düşkün, güçsüz, düşkün
[19] Muharrik: Harekete getiren. Hareket veren. Tahrik eden. Teşvik eden. Ayaklandıran. Yakan yakıcı
[20] Savaik: Saikalar, yıldırımlar.
[21] Zât-ür Rie : Akciğer zarı iltihabı.
[22] İrtisam: 1.Resmedilmek, resmi çıkmak, resimli ve nişanlı olmak. 2.Emrolunan şeye imtisâl etmek. 3.Cenâb-ı Hakkı tekbir ve O'na ilticâ etmek.  İrtisam
[23] Fazail-i âliye:  Yüksek faziletler.
[24] Mâdelet: Adalet etmek.
[25] Tesvilât : Kötü bir şeyi güzel göstererek aldatma.
[26] Niyabet: Nâiblik, vekillik. Kadı vekilliği
[27] Rayiha-i kerihe: İğrenç ve tiksindirici koku
[28] Enfas : Nefesler. Soluklar.
[29] İnkiyad: Boyun eğmek, itaat etmek.
[30] İyaullah : İslam yönetim felsefesinde halk, “iyaullah”tır. Yani “Allah'ın ailesi”dir.
[31] Ali İmran 19 إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ  
Meali: Doğrusu Allahın indinde din, islâmdır; o kitab verilenlerin ıhtilâf etmeleri ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki bağıyden, ihtirastandır, her kim de Allahın âyetlerine küfrederse şüphe yok ki Allah çabuk hisablıdır (Elmalılı)
[32] Tekarüb : Birbirine yaklaşma. Birbirine yakın gelme.: Yaklaşma
[33] Seyyiat :  Kötülük, günahlar, suçlar. Kötülüğe karşı çekilen sıkıntılar.
[34] İki zarardan hafifi tercih edilir.  (Hadis olduğu söylenmekle beraber biz senedini bulmadık.)
Mecelle 28. Madde : İki fesad teâruz ettikde ehaffi irtikâb ile a’zamının çaresine bakılır.
[35] İrtikab: 1.Bekleme, gözleme. 2.Ümit etme, umma.
[36] Menâsik: İbadet yerleri, görevleri.
[37] Nezafet: Paklık temizlik
[38] Hadisi şerif: Temizlik imandandır. Müslim, taharet 1; Darimi, Vudu 2; Müsned, 5/342,344; Acluni, Keşfu'l-Hafa, 291
[39] İstikrah : Bir şeyi kötü ve kerih görmek. Beğenmemek, nefret etmek. Bir şeyi cebir ve ikrah ile işlemek.
[40] Hadisi şerif: Dünyanızdan üç şey bana sevdirildi.
Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Bana, (dünyanızdan) koku ve kadın sevdirildi. Gözümün nuru ise namazda kılındı." [Nesâî, İşretu'n-Nisâ 1, (7, 61).]
[41] Afif:  1.Temiz. Güzel. Nezih. İffetli ve namuslu olan. Haramdan sakınan. 2.Müstakim
[42] Ezvacı Tahirat : Hz. Peygamber Efendimizin (A.S.M.) ismetli ve iffetli, pak zevce-i muhteremeleri (R.A.) "Mü'minlerin anneleri" diye bilinen ve Peygamberimize (A.S.M.) ailelik etmek şerefine ermiş mübarek hanımlar
[43] Ganaim: Ganimetler.
[44] Mütenaim: Nimetlenen
[45] Vikaye : Korumak, muhafaza etmek
[46] Hz Ömer diyor ki; Ebu Bekir liderimiz, Bilal efendimiz.
[47] Aktar-ı cihan: Dünyanın her tarafı.
[48] Konuşmada geçen kelimeyi “efela ya mütefekkerin” diye anladık. Buna en yakın ayet olarak Enam Suresi 50. Ayeti bulduk. Lakin ayetin bu ayet olduğuna emin değiliz.
Enam Suresi 50. Ayet:  قُل لاَّ أَقُولُ لَكُمْ عِندِي خَزَآئِنُ اللّهِ وَلا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلا أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَفَلاَ تَتَفَكَّرُونَ
Meali : De ki «ben size Allahın hazineleri benim yanımdadır demem gaybı da bilmem, size ben melekim de demem, ben ancak bana verilen vahye ittiba' ederim»; de ki: «Kör, görenle bir olur mu? Artık bir düşünmez misiniz?» (H. YAzır)
[49] Zevf : Adımını birbirine yakın atmak.
[50] Mühlik: Helak eden. Öldüren. Öldürücü, İfsad eden. Bozan. Kıtal.
[51] Maada: Başka, fazla, bundan gayrı, geri kalanını
[52] Mübeşşer bi nar: Ateşle müjdelenmiş.  Cehennem halkından olduğu söylenmiş.
[53] inkıraz: Sönme, zeval bulma
[54] Gasıp: Gaspeden, zorla alan.
[55] Takaddüm: Önde bulunma. İleri geçme. * zamanı ve mekanı bakımından ileride olma
[56] Tefaddul: Faziletlilik iddasında bulunmak. Üstünlük taslamak.
[57] Mucib: Bir şeyin peydâ olmasına vesile ve sebep olan. Gereken. Gerektiren, lâzım gelen.
[58] Hud Suresi 13. Ayet: وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ
Meali: Ve zulm edenlere meyl etmeyin ki size ateş dokunur, ve Allahdan başka velîleriniz de yoktur sonra kurtulamazsınız (H. Yazır)
[59] Medih: Medh. den) Övmeye ve medhetmeye sebeb olan şey. Övme mevzuu. (Tam anlayamadık bunu yakıştırdık.)
[60] Ze’m: Tahkir etmek, hakaret etmek * Ayıplamak.
[61] Efgâh bu kelime ile ilgili bir anlam bulamadık.
[62] Carihe : Yaralayan, yara açan.
[63] Nisa Suresi 69. Ayet: وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا Meali: Öyle ya: Her kim Allaha ve Peygambere mutı' olursa işte onlar Allahın kendilerine in'am eylediği: Enbiya, sıddıkîn, şüheda ve salihîn ile birliktedirler, bunlarsa ne güzel arkadaş! (H. Yazır)
[64] Arapca bilmesiyle övünen mollalara inceden
[65] Cem’-i kıllet: Arapcada türlü vezinlerde cemi olan isimleri, bu cemilerinden dokuzdan aşağı mahsus olanları.
[66] “Benden sonra hilafet otuz senedir.” Mealindeki hadisi şerif. bk. Ebu Davud, Sünnet, 8; Tirmizî, Fiten, 48; Ahmed b. Hanbel, 4/272; 5/220, 221)
[67] Fetih Suresi 29 مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا         
Meali: Muhammed Resulullahdır, onun maıyyetindekiler ise küffara karşı çok çetin, kendi aralarında gayet merhametlidirler. Onları görürsün cemâatle rükû', sücud ederek, Allahdan fadl-u rıdvan isterler. Sîmaları secde eserinden yüzlerindedir. Bu onların Tevrattaki meselleri. İncîldeki meselleri de bir ekin gibidir ki filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, derken sapları üzerinde bir düze istikamet almış, zürrâın hoşuna gidiyor. Onlarla kâfirlere gayz vermek için, onlardan iyman edib de salih salih ameller yapanlara Allah hem bir mağfiret va'd buyurdu hem de bir ecr-i azîm.
[68] Gâr : Mağara, kehf, in
[69] Cife : Kokmuş et, ölü hayvan, leş.
[70] Ankebut Suresi 69. Ayet: وَمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Meali: Bu dünya hayatı, bir eğlence ve oyundan ibarettir. Gerçekten son yurt, işte öz hayat odur. Keşke bilselerdi.
[71] Matlub : İstek, istenilen şey.
[72] Münfekk: (Fekk. den) Sökülen, ayrılan. İnfikâk eden. Ayrılmış olan
[73] Ye’s : Emelinden kesilmek. Ümidsizlik. Nevmid olmak. Matlubunun olmasından ümid kesmek.(BU kelimeden emin olamadık.)
[74] Mesmuat: İşitilenler, duyulanlar
[75] Evza’i ferdiyye : Kişisel haller
[76] Mesmuat : İşitilenler, duyulanlar.
[77] Telebbüs: Giyinme, giyim.

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Şemseddin Yeşil - Tüm Hakları Saklıdır..
Designed by CruelKeSh | 2017