247. Kaset

294 Nolu Band (14.05.1967) 85 dk. (247-a), (247)

      İşte mevzuun en güç noktası da bu; kendisi dendiği vakitte, elli, altmış, yetmiş, seksen kiloluk et, kan ve kemik torbasını görür. Halbuki, aslı o değildir. Hiç tarif etmeden de geçilmez. Çünkü sebeb-i hilkat-i âlemdir insan. Yani Allah bu mevcudatı insanın hatırı için yaratmış. Kıymeti çok büyük. Ya kıymetini muhafaza eder, hatta daha arttırır, öyle gider, ya insanlıktan istifa eder, öyle gider. Kün emriyle bütün mevcudat var olmuş; şimdi de irci’i emriyle akın, akın, akın dönüyor. Bu gördüğünüz sahne bundan ibarettir. Kün, oluverin emr-i süphanisi ile, bu hilkat var olmuş. Şimdi de, ikinci bir emir vermiş, ircii dönün. Hep dönüyoruz. İşte bu oluverin emrinde meydana gelmekle, gelin emrinde sür’atle gitmek arasında insana ayrı bir kıymet verilmiş. Bu gün insanlar niçün çok zavallı vaziyete düşmüşlerdir? Bu iki emrin zevkini alamadıklarından dolayı. İnsan yaradılışındaki zevki bulamazsa daima kederli yaşar. Magmumdur.[1] Gelmişiz buraya, bu gelmenin zevkini… Biz böyle ulu orta bir şey değil. Bütün Hak sıfatlarını bize açmış. İstediğiniz gibi gelin giyinin demiş. Benim sıfatlarım size birer elbisedir. Rahat, rahat giyinin demiş. E.. bundan hariçte kaldı mı, sıkıntı, keder, mağmum, maalesef hepimizde oluyor bu. Ne yapalım? Onun içün insan bütün ömrünü, iyi dikkatle geçirmesi lazım gelir. Yani ne aklını şaşırmalı, ne vaktini şaşırmalı. Bu cümleye dikkat edin. Aklını vaktini şaşıran kimse hüsrandadır. Aklını vaktini şaşırtmayan müessesenin adına da ahlak denir. O müessesenin annesi de semavi cazibedir. Bilmem bir şey anlatabiliyor muyum? Hüsran ile gider.


Geçen hafta söylediğim gibi: Benim aklıma geldi de, bir gün kendi kendime otururken, ben bu dünyada kaç dakika yaşadım dedim, hesabımı çıkardım. Korktum. Bak şuraya geleli aşağı yukarı, on dakika oldu. Koy bir şey orta yere, yok dakikalardan. Geçti, gitti. Kendi hesabımı bulduğum gibi de birde şöyle bir hesap yaptım. Yüz sene yaşayan bir adam, elli iki milyon küsur dakika yaşıyor. Dakika bu, dakka.  Bunun yarısı da uykuyla geçer. Yirmi altı milyon dakikaya iner. Bu yirmi altı milyon, yüz sene yaşarsa şayet. Yirmi altı milyon dakika için neler yapılıyor neler? Ne cinayetler, ne zulümler. Halbuki, bizim yaratılışımız bunu içün değil. Kudret bize, nasıl anlatayım?  Esrar-ı zatisine yani, zati sırlarına hiçbir mevcut agâh olamaz. Yasak. Melekte olamaz mı? Olamaz. İnsan melekten üstün müdür? Elbette üstündür. Melekler insanların hizmetçileridir. Kısım, kısım ayrılır onlar. Melek. Çünkü melek yalnız Allah’ın sıfat-ı cemaliyesine mazhar olmuş. İnsan hem cemaline hem celaline mazhar olmuş. Onun içün insan, halifeyi Hak’tır. Yani naibi[2] Haktır. Bunun Kur’an’da delili, büyük kitapta;   إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً[3] Cenabı Hak, Hz Adem’e; وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا   [4] fermanıyla beyan ediyor. Bütün esma-i ilahisini talim ettikten sonra. Ne demek bütün esma-i ilahiyesi? Eşyanın bütün hakikatini. Eşyanın bütün hakikatinin aslı nedir? Haktır. Sen niçün kendi kendini bulamazsın? Senin aslın Hak olduğu içün tarif edemezsin. Bir şey anlatamıyor muyum acaba?

Halkına taalluk eden kısmını tarif edersin. İşte şu kadar bende kan çökümü var, bu kadar efendim kan sayımı var, şu kadar kilom var, şu var. Bunlara, bu halkiyyetine taalluk eden kısmı, ya hüvviyetin. Oraya geçinceye kadar da insanlar yürüyüp geçip gidiyorlar. Kalıbın vitaminini veriyor da, ruhunkini vermiyor yaa. Hayret! Aman, işte hepimiz öyle, tabi emir de öyle. İşte Allah da öyle emrediyor; Nefsüke matiyyetüke, fe’rfik bihâ[5] Deden öyle kolay kolay bir manaya gönül vermemiş. Bu öyle bir millettir ki kardeşim, bu tarihin en eski efendisi olan bu necip Türk milleti, öyle bir camiadır ki; öyle muazzam bir varlıktır ki, ne diyeyim? Tabir bulamıyorum. Çok hizmet etmiş. Hem Hakk’a, hem halka. Feragatle yaşamış. Feragatle. Onun bin seneden beri kültüründe, en büyük unsur din gelir, din. İspat et dersen aç nüfus kağıdını, İslam kaydını göreceksin. Sadık kal. Şurada hepimiz nüfusları açalım o kaydı görürüz. Ona sadık kaldığı gün, üç kıtada hakimdi. Ve dünyanın efendisiydi. O sadakat çürüdükten sonra, düştü de düştü, düştü de düştü. Şimdii..

O muazzam bir varlık, deden. Kıymetini çok iyi bil dedenin. Kütüphanesi asırlardan beri yağma olmuştur. Garp yağma etmiştir. Sen belki kütüphaneni bilmezsin. Mesela Cenab-ı Muhyiddin’in beş yüz küsur eseri var, biz de üç dört tanesi var. N’oldu dört yüzü? Yağma edildi. Frengin ihtiraatının[6] membaıdır. Bu kadar yağma edilmesine binaen, bu gün yine Frenklerin sözü ile dünyada en zengin kütüphane bizdeymiş. Bir şey anlatamıyor muyum? Yani dedenin bu. İzâ tehayyertüm fil-umûr, feste'înû min ehlil-kubûr[7] dedi Peygamber (sav). İşlerinizde aciz tahakkuk eder, akıllılarınız toplanır, iri iri kafalılarınız birleşir, ne bileyim? Şunlar  bunlar bir araya gelir de, bir şey halledemezseniz, ehli kuburdan yardım isteyiniz. Kabir ehlinden. Ne demek o. Dedenin kitabından öğren. Bir şey anlatamıyoruz galiba? Dedenin kitabından haberimiz yok. Zenginiz çok. Fakat nasıl anlatayım?

Sabahın nuru, sabahın nuru, şöyle bir erken kalktın da o sabahın zuhurunu mütalaa ettin mi? Sabahın nuru zulmet-i mahsuse-i leyali-i izale eder. Gecenin karanlığının zulmeti, hissettiğimiz zulmetini kaldırır. Nasıl sabahın nuru, o geçenin zulmetinde hissedilen karanlığı kaldırırsa, dinin zuhru da enva-ı zulemat-ı makule-i izale eder. Aklın karanlıklarını izale eder. Akıl eğer semavi cazibede terbiye edilmemişse, öyle bir karanlıktır ki, öyle insanı karanlıklara sokar ki... Evvela küfür karanlığına sokar, ma’siyyet[8] karanlığına sokar. Zulüm karanlığına sokar. Kin karanlığına sokar. Şehvet karanlığına sokar. Cehalet karanlığına sokar. O karanlıkları izale eden nurun adına da din derler. Dinin tarifi bu. Anlatabildim mi?

Sen din deyince, namaz kılmak, oruç tutmak, bilmem şu bu filan anlarsın. O dinin umdesi[9] dinin hakikati budur. Yeni yaptığım bir tariftir de. Ezberle. Cümleyi tekrar edeyim. Ana cümle. Bu gün bunu, bu cümleyi söylemek için çıktım. (Arkada boş yerler var mı? Dışarda duranlar var. Önü tıkıyorlar gelenler.) … zevkim çok. (Allah razı olsun. Sağol.)

Sabahın nuru, o hissedilen gecenin karanlığını zulmetini nasıl izale ediyorsa, dinin nuru da enva-ı zulemat-ı[10] makule-i[11]… Öyle. Zulmetleri izale eder. Küfür gibi, masiyet gibi, şirk gibi, kin gibi. Kin, hepimizde var. Kin. Kinin karşılığı afdır. Su-i istimalde edilmemeli. Yerinde olacak. Mesela, zalim af olunmaz. Zalime merhamet mazluma ihanettir. Bir şey anlatamıyor muyum? Zalime merhamet, zalimi makam-ı zillete diker. Tarifi iyi anlamak lazım. Çünkü mühim bir yer geliyor da ondan. Beşeriyetin Fahri Ebedisi olan Cenab-ı Resulullah (sav) buyuruyorlar; Ahirette, ikinci hayatta toplanacağız. Mevzuu inananlar hakkındadır. İçimizde inanmayan varsa, onun konuşma tarzı ayrı olur amma, ben sizi inanmış, gelişindeki ve gidişindeki gayeyi duymuş, benim gibi akıllı, izanlı, şuurlu, vicdanlı bir varı, akılsız, şuursuz, vicdansız bir var meydana getiremez demiş. Bu zevk ile yaşayanlara ait bu söz. Bir de vardır ki cemiyet içerisinde, bu Kainat tesadüfün neticesidir, insanda tekamül etmiş bir hayvandır. Bunun konuşma şekli ayrı. Ama şimdi öyle içinizde yok zannediyorum, ondan da konuşuruz. O ayrı bir şey. O kapılar kapandı. O kapılar kapandı o.

Nasıl tesadüftür o ya, öyle tesadüf olur mu? Nasıl tesadüf o. Bir defa kendini okusana. Kendi kitabını okusana. Gönlünden bir harf okusan, bütün kainatın en yüksek aliminden yüksek olursun. Gönül kitabından bir tek harf okuyabilsen, okusana kendini. Nasıl tesadüf o? Bir cihad-ı tenasüli-i[12] düşün, nasıl tesadüf eder o öyle? Bir meyl-i kalbi-i düşün, nasıl tesadüftür eder öyle o. Bir matbaanın harfleri dökülmekle, mevzuu harfleri, nizamı, gayesi, mukaddimesi, bilmem şusu, busu meydana gelmiş muazzam bir kitap olur mu? Kainat bir matbaadır fakat tabi değildir. Bir mıstardır[13] fakat mastar[14] değildir. Bir muhasebedir fakat muhasip[15] değildir. Bir şey anlatamıyorum galiba? Sabahın nuru, nasıl gecenin zulmetini, karanlığını, izale eder; Nur-u dinde enva-ı zulemat-ı makule-i izale eder. Küfür, ma’siyyet, şirk, cehil, kin… Bunu söyledikte Peygamber Efendimiz (sav) dedik, bir misal veriyorduk; af. Onu dedik ya, bu da su-i istimal edilmemeli. Çünkü biz her yeri yerli yerine kullanmasını unutmuşuzdur.

Ev söndürmüş, mirikmiş ahların vebalinden boynu bükülmüş, bir camianın, bir kavmin kalbinden imanını çalmış, o imanı çalma sahalarını hazırlamış, kendi ihtirasat-ı nefsaniyesini tatmin etmeklik içün, icabında muazzam bir kavmi bir uçurumun başına gelmiş, yarım saatlik bir ihtirası içün,  bir tekme vurmuş, yuvarlamış. E bu af girer mi? Öyle şey olmaz. O mazluma ihanet olur. Öyle zalime merhamet, mazluma ihanet olur. Diğer hususdaki(?) aflerde, şöyle buyuruyor. O kadar zevk alırım ki; hepimiz toplanacağız. Söyledik ya ne kadar dakika burada gidiyoruz  …, dakikamdan yirmi beş dakika daha eksildi benim. Seninki eksilmediyse bilmem. Benimki eksildi. Şimdi onu versem bütün Kainatı, bana ver bana bir dakikasını desem; geçtiiii der Kudret. Zaten o öyle diyor; Bana oyun yapıyorlar öyle mi?  وَمَكَرُواْ[16] Bana mı oynuyorlar oyunu diyor? Kudret. Allah yani ya. وَمَكَرُواْ وَمَكَرَ اللّهُ وَاللّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ  

Bende bir oyun yapayım da, bakalım onların oyununa benzer mi? En mühimi de budur. Şöyle, haberin olmadan gidersin. Haber yok. Şairin dediği gibi: Böyle boynu bükülmüş yürüyor. Ne o, niye yere bakıyorsun? Demiş. Gençliğimi düşürdüm arıyorum ama bulmamın imkanı yok. İçinizde çok genç var, kıymetini bilsin. Öyle gidiyormuş, demişler ki; ne arıyorsun? Ne var öyle bükülmüşsün? Gençliğimi düşürdüm, arıyorum orada  burada ama ele geçirmenin imkanı yok.

O toplantıda bir münadi nida edecek diyor Fahri Alem (sav). Göreceğiz biz onları. Kim bilir o nasıl nidadır. Allah’ta alacağı olan kalksın. Birçok insanlar kalkmış. Bunlar bila muhasebe daru’s-selam davetiyesiyle melekut teşyi’i[17] içerisinde gidecek. Buyuruyorlar; bunlar kim demiş eshab-ı muhasaba(?)[18]. Af ediciler. Allah namına af edenler. Anlatamıyor muyum bir şey? Bunlardan Allah sual sormaktan haya edermiş. Affediciler.

Eski konuşmalarımda söylemiştim, belki hatırlarsınız. Huda diyor ki; hicapsız, perdedarsız, Allah ile cabeca[19] olacağız. Böyle tercümansız, hicapsız… Birçok tekâlifim[20] vardı size diyor. Emirler, nehiyler filan. Hiçbirini yapmamışsın, fakat zorluğu yok, külfeti yok, ağırlığı yok, maddi fedakarlığı yok, iki şeyimi yapsaydın seni ben af ederdim. Benim iki sıfatımı alsaydın, benim sıfatlarımdan bir tanesi El-Afüvv’dür,  af etmektir. Bir tanesi de es-Settâr’dır, örtmektir, setretmektir. Dünyada kaç kişiyi af ettin, kaç kişinin ze’mdini[21], seyyiatını[22] setrettin, göster bir insan, seni affedeyim. Sen hiçbir şeyle gelmemişsin. Ne hakkın var? Huzur-i İzzet-i Bar[23]imden uzaklaş bakalım. Nerde biz? Biz nerde? Biz nerde?

Aslını bulmak aşkından mahrum olan insan, buradan magmum geçer ömrü dedim. Buradan dağıldı. Zaten ömür şu kadarcık bir şey. Magmum olan adamın, nesi olur hayatta?  Ne yapabilir ehli gam? Birisinin yanına gitse sıkıntıdır. Kendi kendisine sıkıntıdır. Bela orda bir defa, kendi kendisine sıkıntıdır. Etrafına da sıkıntıdır. Ne tealiye yarar, ne terakkiye yarar. Ne bu âleme yarar, ne ebediyet âlemine yarar.  Bir şeye yaramaz. İnsandan da bu gamı alan şeyin adına ahlak derler. Ahlakın annesi de biraz evvel söylediğim gibi, semavi cazibedir.

Din, mürebbi-i vicdandır, vicdan. Vicdanlar onunla terbiye edilir. Sonra eğer o semavi cazibeye tutunamazsa insan tabi, dar bir zindanda yaşar. Niçün? Zira bu âlem, yani bu gördüğümüz bu mazahir[24] his ve şehadet âlemidir. O halde dar bir zindandır dimi ya? Dardır. Sebebi neden? Terkib[25]ve adet var bunda. Zira ta’dat[26] ve terkib mahduddur.[27] Her mahdud na-mahduda göre dar ve sıkıntıdır. Senin bir çihetin na-mahduddu. Aslın Hak olduğundan dolayı, hakikate ona mazhar olduğundan dolayı, na-mütenahiye gider. Ee bulunduğun sahanın yalnızca halk aleminde, maddesinde kalacak olursan, o sayı ve terkib alemidir. Mahduddur. Her mahdud na-mahduda göre dardır. Anlatamadık mı acaba?

Bunları deden görmüş, gördükten sonra, o mananın, o semavi cazibenin, azameti karşısında eğilmiş, aman demiş, içeriye girmiş. Çünkü ademden[28] hayal, hayalden vücut, vücuttan his ve renk mütebadir[29] olur kardeşim. Taaddüt[30] ve terekküb[31] vücuda gelmekle zikrolunan adet ve terkib bir darlığı meydana getirir. Onun içün gönlünü Hakk’a vermeyen adamlar, ne kadar maddenin şeklinde dalgalansalar, yine hatt-ı zatında zevksiz yaşarlar. Suri şekilde iş değil o.

O zevke girince kendi ara yerden çıkıyor. Seni yer üzerinde kendime naip kıldım diyor. Mevzuu buradaydı, belki kaybettiniz siz. Burayı söylemezsem bu zevki alamayacaksın. Ve onu da kocaman bir nazmı celil orda tilavet ettim. إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً [32] Burada değil miydi konuşmamız? Ne demek bunların hepsi; Allah Adem’e (as) yani dedemize, bize de İbn-i Adem derler. Geçen konuşmada söylediğim gibi: وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ [33] Bir defa bunun karşısından biz hiç birimiz yakamızı kurtaramayız. Allah bizi takdim ediyor bize. Diyor ki; Ben Adem’in (sav) evladını, yani seni beni tekrim[34] ettim mükerrem[35] kıldım. Sen Allah’ın tekrim ettiği bir şeyi nasıl zedelersin. Bir şey anlatamıyor muyum?
Huda’nın beyanı bu, böyle takdim ediyor. Seni beni böyle diyor. Bütün âlem-i hilkate وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ dikkat edin diyor, kasem ederim ki, yani kasem ederim ki demek: vallahi ben Adem evladını tekrim kıldım, mükerrem yaptım. Allah’ın beyan etmiş olduğu, bu en büyük varlığı, biz yapıyor muyuz bu kerameti, bu tekrimi? Hiç bir şey var mı bizde? Yiyoruz biz birbirimizi ya. Boğacağız. Biz bir birimizi yiyoruz. Boğacağız. Halbuki dedemiz böyle yaşamadı. Bu emri gayet iyi bilirdi. Bir aile gibiydi. Şimdi aile misali de doğru değil ya. Aile, üüü çürümüş... On nüfuslu bir aile, hepsinin kafası ayrı işler. O onu beğenmez, o onu beğenmez, o onu beğenmez. Neden? Olmayacak o. O muhabbeti kaldırmış Huda. 

Hani o bir aile gibi deyince, dedenin asırlarca kurmuş olduğu aileyi gözünün önüne getir. Öyle değil. Hepsi bir köşede, o ona uymaz, o ona uymaz, reyler birbirine uymaz, gönüller birbirine uymaz, huzur yok. Ama sofrada şakırtılı şukurtulu tabaklar çanaklar gelsin, isterse yaldızlı bilmem nerenin şusundan busundan avizeler mavizeler filan buraya bir şey faydası yok ki. Kırık çömlekte ye, bıçağın yoksa ekmeği kopar, soğana da böyle yumruğu vur, birbirinizin yüzüne bakarken, Nakş-ı Hak’tır de muhabbetle bak; bak ne tat vardır. Öyle yaşıyordu deden di mi ya?

O çakılla, çukulla medeniyet olamaz. Konferans alkışlarıyla, konser alkışlarıyla teali terakki olmaz. Bu meydan-ı bazar mata ister mata. Vur elini şaklat, ne o? Olmaz. Kudret bu tezgahı kurmuş. Bizi de sevk etmiş, çıkardığın malı göster der. Efendim elimi şaklattım. Vermez. Akıl ubudiyyeti[36] bildirir. Bunu belleyin. Akıl ubudiyyeti bilir, esrar-ı rububiyeti[37] de iman ve aşk bildirir. Akıl esrar-ı rububiyyeti bildirmez. Senin bir veçhen rububiyyete bağlıdır, bilmek mecburiyetindesin, aklının kullandığı sahada ne kadar çok yaşasan, dakikasını söylemiştik, o kadar çok yaşarsın fakat rububiyete, âlem-i kudrete bağlı olan veçhende na-mütenahi gidersin. Onun içün zaruret vardır. Akıl, ubudiyyeti bildirir. İman ve aşkta, esrar-ı rububiyyeti bildirir.

Gelelim açtığımız mevzuun yerine. Şöyle kaçayım dedim de amma yine içim rahat etmedi. Yine geleyim. وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا[38] Allah öyle kendisi buyuruyor. Ben bütün isimlerimi Adem’e öğrettim. Bildirdim. Bu Allah gibi bir muallim, Adem gibi bir müteallim esmayı, Allahtan talim ettikten sonra Cenab-ı Huda ona soruyor; İsmin ne? Unutturuldum diyor. Buraya dikkat edin, bu en güzel yeridir. En güzel yeri: Demek ki benim tecelliim karşısında sen kendinden geçtin yok oldun di mi? Unuttum diyorsun yok. O halde bende seni kendi yerime arz üzerinde kaim kıldım. Bir şey anlatamadım mı acaba? Eğer makam-ı ademiyetteysen kıyas et. Ben henüz makam-ı ademiyete maalesef çıkamadım. Yalvarırım Allah’a çıkayım. İnsan zor iş, zor.

Şimdi mesela; Emirler vardır. Besmelesiz iş sonsuzdur. Besmeleli işte sakat olmaz. Biz bunları çocuklarımıza da öğretmeye kalkarız fakat hakikatlarını öğretmeyiz, çocuğu iman zevkinden çıkarırız, di mi? Böyle, bizde öyle geldi öyle gitti, asırlardan beri öyle. Aynayı kaldırırken çocuk mesela, o talimi almış, o mana terbiyesini almış, bismillahirrahmanirrahim diye korken, şırak düştü kırıldı. Haa. O Allah’ın ismini andığı vakitte Adem gibi kendisinden kalmasaydı, o orda kırılmazdı. Çünkü onu Allah takardı. Anlatabiliyor muyum acaba? Onu söylerken orasını da öğret, onu da bildir. Ulu orta bırakma, orasını da bildir ona.

Mertebe-i his ve renkten halas olmadıkça saray-ı vahdete girilmez. Kaide-i külliye. Biraz zevke tahalluk ediyor bugünkü konuşma. Ama iyidir. Anlatamayacak kadar size anlatıyorum. İçinizde bir çoğunuz söylediğimi hariçte anlatamaz. Çok kolay olan yerlerini anlatsın, diğer kısmı zevke kalsın, çünkü ben işitiyorum onu hariçte kendine göre bir tefsir yapıyor o bambaşka bir tuhaf bir şey oluyor, öyle değil o. Bazı yerlerinin konuşmanın öyledir. Mesela simdi insanın kıymetini belli etmek içün bir şey söyleyeceğim. Biraz zor.

Ben bakarım. İçimizden birisinin, ona müstaid[39] olduğunu gözünden kudret bana ilham eder. O bir şahıs içün, onu söylemek mecburiyetinde olurum. Hani bazıları derler ki; efendim o kadar anlayamadığımız şekilde söyledin ki, e napayım ben? Ben napayım? Olmaz o. Bir şahıs olur, onun zevkine müstaiddir, o kısım onun içün ama herkesin alabileceği bir yer vardır. Herkes alabilir. Mesela akıl ubudiyyeti bildirir, esrar-ı rububiyyeti de iman ve aşk bildirir. Bunu herkes anlar. Aklı var mı bir adamın? Allah’a kulluk yapması o onu bildirir. Fakat Hakk’ı, Allah’ı bilmek başkadır. Allah’ın varlığını bilmek başkadır. Allah’ın varlığını herkes arzu ederse bilebilir. Fakat Allah’ı bilmek o ayrı bir iş. Onu ne bildiriyor işte; iman ve aşk bildiriyor. Bunu anla, fakat bu söyleyeceğim yer zor. Kudret üzerinde, sıfat-ı subhaniden azamet ve kibriya: Bu iki kelimenin de  manası büyüklük manasına gelirdir. Bu iki kelimenin de manası büyüklük. Yalnız bu iki kelimenin âlem ve Adem’e tabikinde incelik vardır. Azamet sıfatı cismani büyüklükte kullanılır. Bu âlem. Kibriya ise zati ve manevi büyüklükte kullanılır. Bunları niye söylüyorum biliyor musunuz? Belki içinizden biri der ki; ben nemelazım benim bu. O çok lazım. İnsanın kıymetini bildirmek için söylüyorum. Mevzuu insan dedimdi ya, anlatılması güç olan yer insan dedim ya, o insanın tarifini yapmaya gücüm yettiği kadar uğraşıyorum. Oraya tahalluk eder. Ondan dolayıdır. Demek oluyor ki azamet, saha-i na-mütenahi-i, imkan-ı mutlak-ı imla ve istiva kaplayabiliyor. Mevcudiyet-i(?) Mahsusede kalıyor.

Kibriyaya gelince; o mekan-ı mutlak kaydından azade. O kayıtlar orada yok. Mevcudiyet-i mahsuseyi ilmen istihab ettiği halde, ona sığmayan mana var onda. Bir şey anlatamadım galiba. E bu kadar anlatılır bak gör. Yani azametin mazahiri[40] bütün mükevvenat[41], kibriyanın mazahiri yalnız insan. Kudret bu kadar bize iltimas etmiş. Artık bundan insan soyulmaya(?) gelmez. Ama burada insan dendiği vakitte, şimdi biraz şaşıracaksınız. Burada insan yalnız küre-i arzda yaşayan beni beşer manasına değildir ha. Yalnız dünya üzeninde yaşayan beni… Alem-i na-mütenahide, her hangi merkez ve kürede olursa olsun, hakikat-i eşyayı idrake ve Cenab-ı Bari-i tevhide muktedir olan bir vicdana malik olan varlık demektir. Kitab-ı süphani bunu şöyle ayırır. Eski konuşmalarda söylemişimdir. Esrar-ı beyana vakıf olanlara insan, esrar-ı esmaya vakıf olanlara adem, bundan hariç kalanlara da konuşan hayvan denir. Artık hangi sınıfa dahil herkes kendisini bu terazide ölçer. Öyledir.

Buraya nerden giriyoruz? Ahlak mevzuunu konuşuyoruz. Ahlak mevzuu konuşulduğu içün, şöyle bir hülasa yapayım. Tek bir cümle: Ahlakın en büyük sahibi iman-ı haktır kardeşim. Hak ile mücahede[42] edilenlerin ahlakı var denilse bile, o ahlakı seyyiedir[43]. Bu cümleyi tekrar edeceğim. Ahlakın en büyük sahibi, iman ve vicdandır. Eee.. iman-ı Hak’tır. Hak ile mücahede edenlerin ahlakı var denilse bile, o ahlak, ahlak-ı seyyiedir. O mana ile, o semavi cazibeyle, o ahlak ile insan bu âlemde kâr yapabilir. Nedir kârımız biliyor musun? Kâr. Elbette hepimiz bu madde âleminde yaşıyoruz maddeye ihtiyacımız var, inkâr edilmez. Peygamber’de (sav) öyle demiştir; Menistevâ yevmâhu fehuve mağbun. İki gününü birbirine müsavi eden aldanmıştır. Dün on kuruş kazandı, bugünde on kuruş kazandı mı aldandı. Dün Hakk’ın yanında mevkii bu kadardı, bu günde aynı ise aldandı. Fakat tekamül eden insanların bir gayeleri vardır. İlk mektebin sınıflarını geçerken çocuklara söylenir. Mesela, bu sene sen sınıfını geç sana……

(247) 2. kaset.
Anası babası çalış, çalış, ben sana imtihanı geç bisiklet alacağım dedi mi, anlatamıyor muyum bir şey? Sana işte bir kat elbise yaptıracağım der çocuğa, bayram gelir gelmezden evvel şunu alacağım ama... Artık müntehi[44] talebi oldu böyle dedin he... şey eder. O maddi fazilet dahilindeki, kârlar marlar, yalnız şu vardır; Helalinde hesap, haramında azap. Hiç bırakmaz adamın yakasını Allah. Helalinde, helal kazandın, hesabını ver der. Haram kazandın, azabını gör der. Helalinde hesap, haramında azap vardır. Öyle koyuvermez yakasını. Adeti değil Allah’ın. Ya... Şimdi, misali verdik di mi? Bisikletlen, bilmem şunlan, bunlan işte ben...  ne demek istediğimi anladın. Sen onu artık kendi kendine tefsir et. Müntehi oldu mu o, idrak etmiştir. Onun kârı başkadır……(?) şöyle bir... Artık o da kısım kısım  ayrılır. İlmi, ilim olduğu için mi okuduğu, ilmi alet-i kisb[45] mi yaptı. İlmi, ilim olduğu içün okuduysa tamam ama ilmi alet-i kisb yapmışsa, yani kazanç aleti yapmışsa, kıymeti yok. İlmi, ilim olduğu için okumuş.

Cümleyi çıkarsana diye söylesene. Söyleyeyim cümleyi: Bir kâr var, kâr var kâr, kâr yapmaya geldik buraya. Hakiki insanın kârı, yarın dîdârı olacaktır. Anlatamadık mı acaba? Hakiki insanın kârı, yarın dîdârı. Bu kârı veren müessesenin adına ahlak derler. Hakiki insanını kârını meydana çıkaran şeyin adına ahlak denir. Sen şimdi o bir alay nazarıyesi şusunu busunu oku, dırıltı bir şey yok orda içerisinde, hiçbir şey yok. Hakiki insanın kârını meydana çıkartan şeyin adına ahlak müessesi denir. Annesi nedir? Dindir. Oradan doğar. Öyledir o. Ayır saatlerinden, dakikalarından, hayatından, manaya zevke ait olan şeyler ayır. Tefekkürü sâatinhayrun min ibâdeti sittîne seneh”[46] Bir saat Hakk’ı tefekkür, altmış senelik ibadetten hayırlıdır dedi Peygamber (sav). Tefekkürsüz ibadetten hayırlıdır. Bizde hep öyle tefekkürsüzdür, ibadetlerimiz filan. Di mi? Tefekkür yok. Onun içün diyorlar ki; sakın miracında, ama bu biraz daha büyük bir şey ama özenmekte olur ya insanda, özenmek. İnsanın kıymetini bildirir o. Sakın miracında Cibril makamında kalma diyor. O kadar tealliyât[47] ki, yanarım diye korkma, Zat-ı İlahiye’ye yanmadan yol vermezler. Yanda kâm[48] al. Böyle. O biraz çok yüksek makamın cümlesi ama insan işitince de zevk alıyor. Böyle insan bu lacivet kubbenin altında var.

Mesela İbrahim Halilullah (as). Nemrut ateşe atarken kuyuya, ateş hazırlanırken biri geldi, melekuttan, Allahın manzume-i kuvva-i ilahiyesinden. Melekler çok rikkate geçtiler. Yarabbi burayı tarumar edelim. İbrahim’e sorun dedi. “Hayır” dedi. Nar hazırlandı. O kuyunun içine atarken, artık reis’ül melaik olan Hz Cibril, arzu ettiğin olacak dedi. “Allah’ım beni biliyor di mi?” dedi.  Elbette, “Bu hali de görüyor. Seni niye gönderiyor? İstemem.” Görüyor di mi? Görüyor. “Seni niye gönderiyor dedi? Ben ara yerde vasıta istemem.” Onun üzerine  يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا  [49]   Yoruldunuz mu? (hayır, hayır) ..

Ahlak insanı o kadar tekamül ettirir ki; o kimse, cennete girmekle değil, cennet ona nail olmakla iftihar eder. Bir şey anlatamadım mı acaba?  (Çok güzel efendim) Bu böyle olduğu gibi cehenneminde Allah’a bir yalvarması vardır.  Yarabbi bu zalim şakiyi, bu hilkat düşmanını, bu din, iman, mana, insan düşmanını, bana layık gördün, benim suçum ne ki, beni ona layık görüyorsun? O vakit muamele daha fenaya... Cehennemden daha fena yer var mı? Uuuuuuu. Anlatayım mı onları da? Neler var, neler var? Ya..Yarım saatte hepsini ver geç git. Olur mu öyle şey? Öyle diyor hudaya; Allah’ım bunu bana layık gördün, fakat beni ona nasıl layık gördün?  Huda muhafaza etsin. (amin)

Mesela, nefsani bir adamın uykusu tatil-i gaflettir. Gafletini tatil ediyor. Bir zalim bir veliye gelmiş, bana ne vasiyet edersin. Durmadan uyu demiş. Uyu. Aman efendim bunun herkes uyanın diye emrini  veriyor. Uyu ki şerrinden mahlukat biraz rahat etsin. Uyu sen hep uyu. Nefsani yaşayan adamın uykusu, onu tatil eder. Ruhani olan kimsenin uykusu, huzuru hazrettir. Allah ile lika[50]dadır. Cahilin uykusu ölüm halidir diyor. Arifin uykusu küşâd-ı[51] hatırdır. Hayat-ı suride[52] halledemediklerini oradan kopyasını çeker, çeker çıkar birer birer meydana kor. Anlatamadık mı acaba? Ayrı, ayrı şeyler bunlar.      

Biz bir taklitçiliktir, yapışmışız yakasına; kurtaramadık kendimizi, kurtaramayacağız da. Biz zengin milletiz ya. Taklide ihtiyacımız yok ki bizim.  Zengin. Deden bunu kendisine sorardı. Mesela derdi; Ben niçün mütedeyyinim.[53]   Cenab-ı Hak öyle taklidi imanı bile kabul etmez ha. Vakıa, bizim fıkıh kitaplarımızda vaktiyle, mukallidin imanı sahih midir, değil midir? Bir kısmı sahih değil demiş, bir kısmı sahih demiş. Mukallit... Ama sahih değil diyen kısım kazanmıştır. Biz onu gördük çünkü: Adam elli sene mü’minim diye yaşıyor, bir adam çıkıyor, on dakika konuşuyor, hepsini terk ediyor. Böyle iman olur mu ya? Öyle iman olur mu? Mukallit.[54] Elli sene. Bir adam çıkıyor, on beş dakika konuşuyor. Mukallidin imanı. Ama deden böyle değildi. Tetkik etmiş filan. Soruyor kendisine; Ben niçün mütedeyyinim? İnsan nefsine bu suali sorarsa, vicdanından alacağı cevap şu olur; Eğer varsa vicdan. Çünkü hilafına muktedir değilim. Tek bir cümle. Ben niçün mütedeyyinim? Deden bunu sorardı. Çünkü hilafına muktedir değilim de onun içün mütedeyyinim. Evet derdi, Tedeyyün[55], benim zatımın levazımı[56], levazımı cümlesinden bir lazım-ı manevidir. Hülasa teali etmek istersen, terakki etmek istersen, dünyada efendi olmak istersen, manada selahiyattar olmak istersen, kendini semavi cazibeye tuttur. Başka türlü olmaz. Çarparlar adamı. Üç günlük hayat-ı dünya işi. O zevksiz gider. Zevkli gitse idi ..(?) değil. Çünkü mana yok mu?  O semavi cazibe. Öyle bir daire içerisine koymuştur ki, haram kapıyı çalmaya ihtiyaç bırakmamış. Anlatamıyor muyum? Öyle bir daire içerisine bütün va’z etmiş ki, zevk var, sefa var, ne bileyim kelimelerini artık sen yerleştir. Haricinde çıkayım da bir şekavet yapayım. Buna ihtiyaç bırakmamış. Onun haricine çıktı mı, canavarlık olur. Zevki sefa olmaz o. Onun hepsi sizde vardır. İlimler, ibadetler, kulluğun levazım-ı arzıyesinden başka bir şey değildir. Kulluk bunu icap ediyor. Bu yapılacak.

Aşk insanda, vücut şaibesinden eser bırakmaz. Hiç. Ama tamı tam, tam olursa. Seyit Nesimi’yi..., büyükler hep şehit olmuşlardır. Öyle. Çünkü Allah öyle diyor. Ben birisini seversem sıkarım. Yaa. Çünkü sen, tatlı konuşmak ister Allah kuluyla. Sen sıkılmayınca tatlı konuşmazsın. Şöyle bunaldığın vakitte, her şey kesildiği vakitte, Allah demenlen, böyle durup Allah demen bir değil ki. Anlatamıyor muyum acaba? Şöyle bütün tazyiklerin içerisinde. Mesela hastanın inlemesi tesbihtir derler. Neden? Aczi tahakkuk etmiş. Kudret ben onu tesbih olaraktan kabul ederim diyor. Onun inlemesi bir dervişin yüz bin ism-i celal çekmesine benzemez. Üüü çok yüksek. Anlatamıyor muyum ya? Çok yüksek. Sıkarım diyor. Daha çok seversem şehit ederim, kendini diyet yaparım diyor. Yani kendimi ona veririm, diyet demek o. Büyükler hep böyledir.

Seyit Nesimi’nin de derisinin yüzülmesine fetva vermişler. Derisini yüzdüler. Bu kubbe neler geldi, neler getirdi. Derisini yüzmeye fetva veren adam, dikkatli yüzün kanın değdiği yer dahi kesilmek icap eder dedi. Deriyi yüzdüler, müftüye teslim ederlerken tesadüfen deri çarptı parmağına, kanlandı bu parmağı. Mübarek zat, derisi yüzülmüş olduğu halde, zahidin bir parmağının kessen, dönüp Hak’tan kaçar. Fetva verdi ya, bu parmak kesilecek diyerekten.

Zahidin bir parmağın kessen döner Hakk’dan kaçar

Gör bu gerçek[57] aşıkı ser-pa soyarlar ağlamaz  ‘demez yani. Bunu söylerken bir nadan karşısına geçmiş, bir münafık. Münafık, öyle söylüyorsun ama yüzün sarardı demiş. Cevaba bak büyük adamda. Bunlar acayip adamlar. Cevap acayip. Şemsi ruhum, ufku vücudumdan gurub ediyor da, sen onun terk ettiği sarılığı görüyorsun da öyle konuşuyorsun. Anlatamadım mı acaba? Bak bak. Şems-i ruhum, ruhumun güneşi vücudumun ufkundan, artık ben Allah’a gidiyorum. Tabi ben uful[58] ettikten sonra gurub ettiğinen bu ceset sararacak. Sen o sarılığı görüyorsun da benim hakikatteki konuştuğumun farkında değilsin diyor. Büyük insan. Hülasa, konuşmayı artık yoruldunuz keseyim. (hayır hayır) Ya hayır olur mu? Hiç.

Ahlak şöyle der. Ne mutlu o insana ki; hayatına mahkum olmazda, hikmet-i basiretle tenevvür[59] eder. Biz şimdi hep hayatımıza mahkum olarak yaşıyoruz. Hikmet-i Basiretle tenevvür etsek kalbimiz konuşur. Hiç konuşmuyor kalbimiz. Ahlakın en son sözü odur. Ne mutlu o insana ki; hayatına mahkum olmazda, biz hayata mahkum olduk üüü bitmez. Hayatına mahkum olmazda, hikmet-i basiretle tenevvür eder. Küçük bir zerrede, onun künhünde, Hakk’ın sırrına agâh olur. Bunlar hepsi bize verilmiş. Ama muhabbetle olur. Muhabbet ölüyü diriltir. Muhabbet ölüyü diriltir. Nasıl cehl-ü gafletle ölen kimse ilm-i marifetle dirilir. Fakat İsa (as) nefes bir insan lazım. Ne güzel söylemişler; Can u ten varlık bakasız bir devlettir sana. Görmüyor musunuz kainatı ya hadiseleri, görmüyor musun? Dünya hadiselerine baksana, dünyaya şöyle bir bak. Üüü. Her şeyde ibret.


Can u ten varlık, bakasız bir devlettir sana. [60]
Sen seni bilmek, nihayetsiz bir saadettir sana.

Ehli irfana yetiştinse kaçırma fırsatı
Hak Yolu'nda bulduğun fırsat, ganimettir sana.Ehli irfana yetiştinse kaçırma fırsatı
Hak Yolu'nda bulduğun fırsat, ganimettir sana.
Ehli irfana yetiştinse kaçırma fırsatı.
Rah-ı Hak’tır bulduğun fırsat, ganimettir sana.

Verseler dünyayı göz doymaz, gönül açılmadan. İhtirasat-ı nefsaniye gönül açılmadan tatmin olmaz hiç. Milyon, milyar, nümilyon, tirilyon üüüü. Meğer ki gönül açılacak, ondan sonra.

Verseler dünyayı göz doymaz, gönül açılmadan.
İzz ü câhın kesreti, belki felakettir sana.

Bir kıla malik misin, kendi vücudun sandığın.
Cümle azayı vücudun bir emanettir sana.

Bak neler gelmiş, neler olmuş, ne kalmış nik[61] ü bed[62]
Gösteren faniyi baki, cehalettir sana.    Geçici şeyi durucu gibi zannediyoruz, cehalet.

Sen sana dost olmadıkca, umma dostluk kimseden. Burası şah beyit.
Sen sana dost olmadıkca, umma dostluk kimseden.
Dost âlemde ararsan, hüsnü sirettir sana. Manandır, İmanındır, aşkındır, ahlakındır. Başka dost arama diyor. Anlatamadık mı acaba?

Evet. İyi dost bulun, iyi dost ittihaz[63] edin, hayatta. Şart bunlar. Hukukunuzu yalnız bu âlem içün yapmayın. Bu âlem içün hukukunu yapanlar ahmaklardır. Burada kaç gün durucağız. Hukuk ebedi olmalı. Koyun merada otlar çoban haberdardır. Hakiki mürşitte insandan haberdardır. Hadi şunu da okuyalım. Bildiğiniz şeydir amma ruhaniyetinden istimdat[64] etmiş oluruz belli olmaz.

Bu gülistânda benüm içün ne gül ne şebnem var.
Bu pazarda da ne terazi var, ne dirhem var.
Ne kudret ü ne tasarruf ne iyi ü ne kötü var
Ne kuvvet ü ne saffet ne para ne yara ne merhem var.
Bu kâr-hânede bilsem neyüm benüm nem var.

Bu kar-hânede başka bir varım yok,
Ne varsa cümlenindir bir özge ânım yok.
Cihana gelmede gitmede ihtiyarım yok.
Benim benim diyecek Elimde bir medarım yok.
Bu kâr-hânede bilsem neyüm benüm nem var.

Zemin kudret evi, sema haymeyi azamet.
Havadaki yıldızlar kandili kudret.
Bu âlem baştan başa hazaini rahmet.
Anda görünen suretler nüsha-i hikmet.
Bu kâr-hânede bilsem neyüm benüm nem var.

Evet vücut cudi ilahi, hayat bahş-ı kerim.
Nefes atiyeyi rahmet, kelam fazlı kadim,
Deden binayı hüda, ruh nef’ayı tekrim,
Kuva vediayı kudret, hava sunu hakim.
Bu kâr-hânede bilsem neyüm benüm nem var.[i]

Başka bir şey yok. Şu cümleyle bitiriyorum. Yoruldunuzsa da dinleyin, ne yapalım. Ben daha esas itibariyle yeni demlendim, başlamadım bile ama dayanamazsınız siz sonra. Sabaha kadar otururum. Bu gün öyle.

İnsanları iyi fikirle yetiştirmenin usullerini bilmeli. Fikir, fikir ölmüyor. Ömer Hayyam ne kadar güzel söylemiş. Söylüyor, söylüyor da ben şöyle bir yerinden zevk vereyim diye, benim zevkime gitti belki sizinde gider. Ama ne kadar kıymetli… onu fikrinden vaz geçirmeliydiler. Yoksa insanın boynunu vurmakla fikri ölmüş olmaz. Dikkat et tabire. Bu muazzam adamdır bu. Söylüyor bir mevzu hakkında diyor ki; Onu fikrinden vaz geçirmeliydiler. Yoksa onun boynunu vurmakla, fikri öldürülmüş olmaz. Onu yani onun fikrini, bir bilgevi muhafaza-i dimağında saklar, yahut diğer bir ayni, öyle bir fikir icat eder. Bu kadar yeter şimdi, öbür tarafını söylemeye lazım değil sana. Bunu neden söyledim?

Biz bu âleme bir defa ne içün gelmişiz? Eski konuşmalarda söyledim amma bu kadar izahını yapmadım. Zaten sözleri zamanla açıyorum. İnsanların bu dünya sahnesine geliş ve gidişindeki gaye, bir şehadet meselesi içündür. Diğerleri hepsi teferruattır. Kalacak olan o dur. Hepsi, hep ne varsa. Şimdi bu şehadeti layıkıyla yapan, biraz burası zor şimdi, imtihanlı bu: İnsanların bu dünya sahnesine gelmesindeki, geliş ve gidişindeki gaye, bir şehadet meselesidir. Neye şahadet? Vahdaniyete şehadet.

Senin ruhun bedeninle ittisal[65] ettiği vakitte ikilik, üçlük, dörtlük, filan kalkıyor. Vahdaniyet bir defa oradan tahakkuk ediyor. Anlatamıyor muyum acaba? Ruhun bedeniyle ittisal ettikten sonra benim diyebiliyorsun. Tabi bu “Benim”.. bizim Türkçemiz de birkaç türlüdür. Bir benim vardır varlıktan gelen, o şirk o değil. Buradaki kendi hüviyetin[66]; kendi hüviyetini ruhun bedeninle ittisal edince o ittisalin neticesinde bir vahdet doğuyor. İkilik üçlük filan ondan sonra kalkıyor. Anlatabiliyor muyum acaba? Biraz zor. Şimdi bu şehadet o işte; men arefe nefsehü fekad arefe Rabbe[67]. Bir emir vardır. Nefsine arif olunca Rabbisine arif olur diyor Hz. Muhammed Aleyhisselati vesselam. Sen o vakit o ruhunla bedenin ittisalindeki keyfiyyeti bir bilsen, o vakit nefsine arif olur. Nefsine arif olunca ne oluyor? Şehadet meselesi çıkıyor işte. Gaye ne demiştim? Şehadet. Vahdaniyeti kendinde Allah tattırıyor sana. Anlatamıyor muyum ya? Kendinde tattırıyor. Ha şimdi, bu şehadeti layıkıyla yapan, makam-ı tabiatta kalmaz diyor. Kam alır, naib-i Hak olur. Biraz evvel, belki bir elli dakika evvel söylediğim Adem’in esmayı talim bahsindeki naib-i Hak oluşu gibi. Bu şehadeti layıkıyla yapan, makam-ı tabiatta kalmaz, kam alır naib-i Hak olur. Ahlak-ı ilahiyye ile tahalluk eder. İfrit siret olanlara, İblis siretinde bulunanlara, gelin ben sizi nezafete, letafete, o mertebelere erdireyim der. Onunla meşgul olur o. Darılmıyor.

Yine bir hülasa çıkaralım. Kalp aynası, ayna var ya. Cehl-ü gafletle, gadab-ı şehvetle tozlanırsa… Ne bileyim ben? Canavarlıkla hubb-u câh; câh silinir amma... İmam-ı Ali Keremallahu Zâtihu, Malik İbn-i Ejder’e gönderdiği bir emirnamesi vardır. Ben sana diyor, Mısır’a gönderiyor. Mısır’a vali yaptım. Tabi diyor, makam insanda tesir yapar. Bu tesiri gördüğün vakitte, senin üstününde benim fevkimde, benim fevkimde de Allah olduğunu bil, dizginlerini çek. Sakın biçarelerin başını kemirici bir canavar kesilme. Uzun boylu.

Ayine-i kalp, cehl-i gaflet tozu ile gadab-ı şehvet cengi ile hubb-u dünya rengi ile… O câh. Masa... Mesela, biz her şeyi eksik biliriz. Yemeği yeriz, Yarabbi şükür elhamdülillah. Eee şükrünü yaptım de. He he. Şükür bu değil ki. Buna şükrü lafzi derler. Şükrü hakiki değil. Eee bunun şükrü nasıl olur. O yediğin yemekten, olmayana yedirirsen şükrünü yaptın. Şükrü lafzi olmuş. Anlatamıyor muyum acaba? Yediğin yemekten yedirirsen. Hatta biraz da çok leim[68] olursa Huda, ne bileyim, benimle istihza[69] ediyor dermiş. Fena. Böyle olursa o kalp aşka me’va[70] olamaz. O kalpte, o kalp aşkın yurdu olmaz. Böyle bir  çok şimdi insanlar vardır. Efendim ben aşıkım. Ne aşık be! Aşk ne, kolay iş mi o? Kelimeyi kirletmemek lazım gelir. Aşk Hakk’ın ismi, Hz Muhammed de (sav) o ismin, cismidir. O sahaya çıkmadan o kelimeyi söyleme, eşek olursun. O da dava eder sonra. Benimle ne münasebeti var der. Bana yük vurdular da taşımadım mı? Benden aşağıdır der.

İnsan, mesele olmak. Sıdk ile hizmeti insana girip insan ol. Bazı insanlar, Allah’ı arıyorum der ya... Allah kayıp mı? Allah’ı arıyorum der. Tuhaf tuhaf itikatlar var, çok. Ben Allah’ı arıyorum. Kayıp mı Allah?

Sıdk ile hizmeti insana girip insan ol.
Ölmeden evvel ölüp hateme-i nisyan ol.
Ne melâhid ü ne sofi-yi bî izân ol
Unutup bildiğini ârif isen nâdân ol. Bu nâdân bizim türkçemizde konuşan nâdân manasına değil. Bir şey bilmiyor manasına.  Bezm-i vahdet’te ne ilm ü ne âlim isterler.

Eli boş âşıka mahbûblar el vermezler
Dikeninden çekinen ellere gül vermezler
Cân u bâş vermeyene zevk-i gönül vermezler
Harem-i ma’nide bigâneye yol vermezler
Âşina-yi ezelî yâr-i kadîm isterler

Yokluğa etme keder varına mesrûr olma
Halkı nefretle görüp âleme menfûr olma
Ehl-i irfâna kul ol nefse uyup kul olma
Cürmüne mu’terif ol tâate mağrûr olma
Ki şifâhane-yi hikmet’te sakîm isterler

Her göz açtıkça bir et fâtih ile meftûhi
Hak bilir sen arama fasîd ile memdûhi7
Ey Kemâlî sakın incitme dil-i mecrûhi
Ezber et nükte-i esrâr-ı dili ey Rûhî

Hâzır ol bezm-i ilâhîde nedîm isterler
[ii]                

Bu gün ki konuşma bu kadar yeter.


                                                       








KEMÂLÎ EFENDİ  (1862-1954)

Can ü ten, varlık bekasız bir emanettir sana
Sen seni bilmek bahasız bir saadettir sana.

El, ayak, dil, göz, kulak kalple alır kalbe verir,
Bu rümuzu ahlamak sınırsız keramettir sana.

Hayyu Kayyum`dur hava içre nefes, ondan kelam
Her nefes tesbihi Mevladır, inayetdir sana.

Dünya devleti nasibinse gelir, olma üzgün
Gelmediyse hale razı ol ki devlettir sana.

Ehli irfana yetiştinse kaçırma fırsatı
Hak Yolu`nda bulduğun fırsat, ganimettir sana.

Red ve istemekten vazgeç, gayretinle hizmet et
Amr u Zeyd`in hizmeti, manada himmettir sana.

Verseler dünyayı göz doymaz, gönül açılmadan
Güç ve mevki çokluğu belki felakettir sana.

Bir kıla sahip misin kendi vücudun sandığın
Cümle vücud azaların bir emanettir sana.

Ömür mahdut, nefes sayılı, devran sebatsız
Bekasız bir mülke meyletmek ihanettir sana.

İzzet ü zillet senin zannınla bulmuştur vücud
Belki izzet sandığın zillet anahtarıdır sana.

Ruhu cisme, cismi bu boş heves tuzağına atma kim
Cisim ruhun kabridir, kalb onda cennettir sana.

Arzusuyla yanıp yakıldığın her şey senin
Aşıkındır, sed çeken ancak cehalettir sana.

Bir tüyünce olsa bin düşman, yine korkma kim
Sabır bir yardım anahtarı, sağlam kaledir sana.

İzzet ü ikbal ve devlet, saltanat, sipahi atı
Bir avuç topraktır ancak, dersi ibrettir sana.

Çıksa göklere başın, bu yerde mağrur olma kim,
Sonunda toprak içinde toprak olmak, tabiattir sana.

 Bak neler gelmiş, neler olmuş, ne kalmış iyi ve kötü,
Gösteren faniyi baki, cehalet, gaflettir sana.

Hal bilinmez, geçen meçhul, gelecek gizli
Kalb ve lisanı salim olmak selamettir sana.

Emrine her şey uyar, senin zatına muhtaçtır,
Bilmemek muhtacını, sonra hastalıktır sana.

Köpükler, otlar, ağaçlar her biri bir renk ile,
Rızkını hazır eder kavuşmaya aşıktırlar sana.

Güzel suret, temiz ahlak kılar aşk mahrumu,
Kadın sevmek, şehvete meyl aynı afettir sana.

Aşktan mahrum olan sonra kalır nurdan mahrum,
İhtirasta kalırsan aydınlık karanlıktır sana.

Düştüğün her bir belanın kaynağı sensin tamam,
Ağlayıp feryad ettiğin, senden şikayettir sana.

Her ne istersen ara gönlünde, her şey ondadır,
Gayre bakma,. kendini görmek musibettir sana.

İrfansız ilim ile ihlassız amelden çekin,
Her iki alemde kurtarıcı iyi niyettir sana.

Mert ve namert sandığın zan ve şüphendir senin,
Yoksa insanoğlu, bir lazım kardeşliktir sana.

Dünya Ehline bağlanma ondan sakın,
Her iki alemde kurtarıcı iyi niyettir sana.

Rızık nimetin senin gökten yağar, yerden çıkar,
Büyüdür altın, gümüş, aldanma, cezadır sana.

Her neye görsen lüzum, lazımsa mutlak o olur,
Düştüğün hırs ve tamah pişmanlıktır, hasrettir sana.

Yükseğe kalktım deme, fazla düşmendir senin,
Fazla yüksekten düşersen, fazla şiddettir sana.

Sen sana dost olmadıkça umma dostluk kimseden,
Dost alemde ararsan, güzel ahlaktır sana.

İhtirası, aşkı farketmez nefsine esir olan,
Hak`ka meylin ihtiras, aşk, zevk ve nimettir sana.

Aşktır aleınlerin ışığı, ihtiras bir ateştir,
Aşkı arifden dile, aynı rehberliktir sana.

Her ne var alemde aynı sendedir, etme şüphe,
Gönül mahzeninde sinen levhayı hikmettir sana.

Hakkı gör her şeyde, görmezsen, seni Hak`kın gördüğün,
Şüphesiz bil, Hak`kı fikretmek ibadettir sana.

Hak için sev her neyi sevdinse, Hak`sız nesne yok
Hak için halka muhabbet eyle, taattir sana.

Her ne yapsan, her ne bilsen haddini bil daima,
Aczini, noksanını idrak fazilettir sana.

Her ne söylesen, ne yapsan kainat görür duyar,
Kendi kendinden utanmazsan cinayettir sana.

Az uyu, az söyle, az ye, süse püse etme heves,
Sadık ol her işte lazım istikamettir sana.

Her neye azmeylesen dönme vefa kıl sözüne
Geveze olma, sessizliğin bir meziyettir sana.

Hayr u şerrin mahzeni gönlündedir, anahtarı akıl
Şerre vehmin, hayra rehber; yüce gayrettir sana.
 İzleme her gördüğün, hem söyleme her duyduğun
Her sözün mesulüsün sonra kınama olur sana.

Kimsenin malın hesab etme, karartır kalbini,
Kimsenin halin sual etme, kasvettir sana.

Pek sakın, aldanmá burda her gülen ağlar gider,
Gördüğün şeref ve zillet görüş şeklidir sana.

Dediler, derler, desinler, diyecekler kaydını,
Atmadıkça hep hayat kin ve kederlerdir sana.

Bekleme iyilik fenalık, kimsede yoktur mecal
Derd ü elem nisbetin, düşman, izafettir sana.

Olmasa ruh, işlemez aza, beden toprak kalır,
Kendi ruhun en büyük birlik delilidir sana.

Kopmuyor bir gül emeksiz batıl bir zandır demek,
O1 emek yardımdır, kalanı zahmettir sana.

Huyca cimri olma, Muti ve Mani Allah`ı bil,
Hak yolunda ihsanın başı cömertliktir sana.

Düşme sevdaya, o yol pek korkulu, menzil uzak,
Aşk yoldaş olmazsa son menzil bayağılıktır sana.

Nefse lazım olmayan yoktur, gözünü aç, arif ol,
Hak`ka lazımsa gelir, lutfu himayedir sana.

Çok sakın kötü arkadaştan, verse de alma selam,
En büyük ikramı bil, kötülük ve isyandır sana.

Boş yere etme tamah, canın yakar kıskançlık ateşi
İftira kendi elinle bir düşmanlıktır sana.

Hikmetullah`dır hükumet, deme şu iyi bu fena
Hak`kın fikir birliğine lazım itaattır sana.

Her işte ehlini bul, danışmada bulun daim,
Danışma bir emirdir, lazım riayettir sana.

Derde düştünse deva bil, hasta oldunsa şifa,
Sen hem aldırmayı bırak, rahatlıktır sana.

Murada ermek dilersen muradsız ol daima,
En büyük pay aldığın, en çok tatsızlıktır sana.

İtimad et Hak`ka daim, ondadır feyz ve kurtuluş,
İtimat her dereceye bil nailiyettir sana.

Azm u himmet, itimad, birler neye atsa elin,
Dağ erir, derya kurur, her zorluk kolaylıktır sana.

Kimseyi ayıplama, cahil deme, aslın gözet,
Bağlıdır takdire, iftira ve kötülüktür sana.

İnsan cin toplansa bir şey yapmanın imkanı yok,
Artıp eksilmez ezelden o ki kısmettir sana.

Derseler zamanın alimi, eyleme ilim davası,
En nihayet sandığın, bil ki başlangıçtır sana.

Tükenmez hazineyi bulmak herkesin karı değil,
Hazine cevheri, sabır ve kanaattir sana.

Mustafa`nın hanedanını anıp ağla daim,
Döktüğün göz yaşları yağmur ve rahmettir sana.

 Herkese alemde bir sebepten kalır nam
Güzel sözün rahmet, şefaat vesilesidir sana.

Şair oldunsa Kemali, dışını terk eyle kim
Söylerken, söyletmeyen, içinde kudrettir sana.


                                            Erzurum`lu Aşık Kemali,
                                             Aşk Sızıntıları’ndan


[1] Magmum: Kederli. Tasalı. Sıkıntılı. * Bulutlu. Kapalı.
[2] Naib: Vekil * Nöbet bekleyen
[3] Bakara Suresi 30. Ayet  وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Meali: Ve düşün ki rabbin melâikeye «Ben Yerde muhakkak bir halife yapacağım» dediği vakıt «Â!.. Orada fesat edecek ve kanlar dökecek bir mahlûk mu yaratacaksın?. biz hamdinle tesbih ve seni takdis edip dururken» dediler. «Her halde ben sizin bilemiyeceğiniz şeyler bilirim» buyurdu
[4] Bakara Suresi 31. Ayet: وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ   Meali: Ve Ademe bütün esmayı ta'lim eyledi, sonra o âlemîni melâikeye gösterip «Haydin davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin» buyurdu
[5] Hadis i şerif: “Nefsin senin bineğindir, ona rıfk ile muamele eyle! Haşin davranma, sert davranma!” buyurmuştur. Alûsî, Rûhu’l-Meànî, c.V, s.180.
[6] İhtiraat: Buluşlar.
[7] Hadisi Şerif : İşlerinizde şaşırdığınız zaman, kabirdekilerden yardım isteyiniz
[8] Ma’siyyet : İtaatsizlik, günah, isyan. Küfür tohumu. Küfürle ülfet kurmak.
[9] Umde : İnanılacak şey. Prensip. Temel fikir.
[10] Enva-ı zulemat: Çeşitli zulümler.
[11] Makule: Takım, çeşit, kategori.
[12] Tenasüli: Üreyişle ilgili.
[13] Mıstar: Yazının güzelliğine, düzgünlüğüne yarayan âlet. Yazı yazarken satırları doğru gösterebilmek için lâzım  olan çizgileri yapmağa yarayan alet.
[14] Mastar: Bir şeyin çıktığı kaynak
[15] Muhasip: Hesab eden. Hesap işi ile uğraşan. Muhasib
[16] Ali İmran Suresi 54. Ayet: َمَكَرُواْ وَمَكَرَ اللّهُ وَاللّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ  
Meali: Onlar hileye başvurdular, Allah da onların tuzağını boşa çıkardı. Allah hileleri boşa çıkaranların en hayırlısıdır. (H. Yazır)
[17] Teşyi: Uğurlama. Gideni selametlemek, yolcu etmek.
[18]  Eshab-ı muhasebe : Muhasebe edilenler, hesapşanlar.
[19] Cabeca: Yer yer. Ara sıra. Yerden yere. Bazı yerlerde (Burada aynı mevkiide anlamında kullanılmış.)
[20] Tekâlif: Teklifler.
[21] Ze’m: Birinin kötülüğünü, ayıbını söylemek, tahkir etmek, hakaret etmek * Ayıplamak.
[22] Seyyiat : Kötülük, günahlar, suçlar.
[23] Huzur-u izzet-i Bar : Huzur ve izzet yağdıran, döken veya  huzur ve izzet meyveleri
[24] Mazahir: (Tekili: Mazhar) Mazharlar. Eşyanın görüldüğü, çıktığı yerler.
[25] Terkib: Birleşim, sentez. Birkaç şeyin beraber olması.
[26] Ta’dat : Sayı saymak. Sayıp dökmek. Birer birer söylemek. Sıralamak.
[27] Mahdud: Sınırlanmış, çevrilmiş. Az sayılı. Hududlanmış.
[28] Adem. Yokluk, olmama, bulunmama *fakirlik
[29] Mütebadir: Birden bire akla gelen. Ortaya çıkan
[30] Taaddüd: Çoğalma. Birden fazla olma. Tekessür etme.
[31] Terekküb: Birleşmek. Karışmak. İmtizac etmek * Bir şeyin birkaç parçadan meydana gelmesi.
[32] Bkz :  3. Dip not
[33] İsra Suresi 70. Ayet :وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
Meali : Şanım hakkı için biz benî ademi tekrîm ettik karada ve denizde binidlere yükledik ve hoş hoş ni'metlerden besledik, yarattıklarımızdan çoğunun üzerine geçirdik (H. Yazır)
[34] Tekrim: Hürmet ve tazim göstermek ve görmek. Saygı göstermek, lütuf ve kerem icrasında bulunmak.
[35] Mükerrem: Hürmet ve tâzim edilen. İkram olunmuş. Muhterem. Kerim olan.
[36] Ububiyyet: Bendelik, kulluk, kölelik. Kul olduğunu bilip Allah’a itaat etmek.
[37] Rububiyyet: Cenab-ı Hakk’ın her zaman, her yerde, her mahluka, muhtaç olduğu şeyleri vermesi, terbiye ve tedbir etmesi ve makikiyyeti ve besleyiciliği keyfiyeti * Artttırmak. ziyade kılmak.
[38] Bakara Suresi 31 Ayet : وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Meali : Ve Ademe bütün esmayı ta'lim eyledi, sonra o âlemîni melâikeye gösterip «Haydin davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin» buyurdu. (H. Yazır)
[39] Müstaid: İstidadı olan, kabiliyetli, uyanık, anlayışlı, akıllı.
[40] Mazahir: Eşyanın görüldüğü, çıktığı yerler. *Nail olmalar. Şereflenmeler.
[41] Mükevvenât: Yapılmış ve yaratılmışlar. Bütün mahlukat.
[42] Mücahede : Savaşma, uğraşma, çarpışma, cihad etme.
[43] Seyyie: Kötülük, günah,suç. Yaramazlık, fenalık.
[44] Müntehi: Sona eren. Bir şeyi tamamlayan. Biten.
[45] Kisb: Çalışma. Kazanma.
[46] Hadis-i Şerif: “Bir saat tefekkür bazen bir sene ibadetten daha hayırlıdır.”(Suyutî, Camiu’s-Sağir, II/127; Aclûnî, I/310
[47] Tealliyât: Yüksel olma. Yükselme.
[48] Kâm: İstek. Arzu. Maksad. Murad. Dilek. Lezzet.
[49] Enbiya 69 ayetin tamamı.  قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ    Meali: Ey nâr, serin ve selâmet ol İbrahime dedik
[50]  Lika : Kavuşmak. Rast gelip buluşmak. Görüşmek. Yalnız görüşmek.
[51] Küşâd: Açma. Açılma, açılış.
[52] Hayat-ı suri: Görünürdeki hayat.
[53] Mütedeyyin: Dindar olanin ile vazifeli. Sağlam Müslüman. Dine muhalefetten sakınan. Dine sadık olan.
[54] Mukallit: Taklitçi
[55] Tedeyyün: Dinini sakınmak.
[56] Levazım:  İhtiyaç maddeleri. Lüzumlu madde
[57] Bizim bulduğumuz metinde “ Gör bu miskin aşıkı ser-pa soyarlar ağlamaz” diye geçmektedir.
[58] Uful: Gurub. Batış. Gözden kayboluş. Görünmez olmak. * Ölmek.
[59] Tenevvür: Parlama, ışıldama. * Bir şey hakkında bilgi sahibi olma. *Münir ve münevver olmak. Aydın olmak.      Nurlanmak.
[60] Osman Kemali Efendinin divançesindeki bu bölümün devamını alttaki adresten bulabilirsiniz.
http://www.ayferaytac.com/tum-makaleler/241-enisul-fukaradan-qak-szntlarq.html
[61] Nik : iyi,güzel,hoş
[62] Bed: Kötü
[63] İttihaz: Edinmek. Kabullenmek. "Öyle" diye bakmak. Kabul etmek.
[64] İstimdat: Yardım isteyen
[65] İttisal: Ulaşmak. Bitişmek. Birbirine dokunmak. Yakınlık. Bağlılık. Kavuşmak
[66] Hüviyet: Şahsiyet. Bir şeyin kim olduğu, kimlik.
[67]  “Kendi nefsini bilen, Rabbini bilir” mealinde ki hadisi şerif. Kaynaklar: el-Aclunî, Keşfu'l-Hafâ, 2, 262; Ayrıca bkz. Elmalı'lı, Hak Dini Kur'an Dili, 8, 5817, Sadeleştirme, 9, 205
[68] Leim: Alçak, deni, rezil, zelil, levm edilen. Cimri. Mayası bozuk ve kötü.
[69] İstihza: Alay etmek.
[70] Me’va: Mekan. Varılacak yer. Mesken * Sığınacak yer.







[i] Muhammes
Bu gülistanda benimçün ne gül ne şebnem var
Bu çarşude ne dadu sited ne dirhem var
Ne kudret ü ne tasarruf ne biş ü ne kem var
Ne kuvvet ü ne teayyum ne zahm ü merhem var
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var
Vücûd cud-i ilâhi hayat bahş-i kerim
Nefes atiyye-i rahmet kelam fazl-ı kadim
Beden bina-yı Hüda ruh nefha-i tekrim
Kuva vedia-i kudret havas vaz-i hakim
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var
Bu kârhânede bir başka kâr ü barım yok
Ne varsa cümle anındır bir özge varım yok
Cihana gelmede gitmekle ihtiyarım yok
Benim benim diyecek elde bir medarım yok
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var
Zemin bisat-i kader çerh hayme-i azamet
Nücum-i sabit ü seyyar meş’al-i kudret
Cihan netice-i cud-i hazain rahmet
Sahaif-i suver-i kevn nüsha-i hikmet
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var
Vücud ariyetidir hayat emanettir
İbade da’vi-i mülk iddia-yi şirkettir
Kulun vazifesi teslimdir itaattir
Bana kulum dediği lütfdur inayettir
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var
Benim fakir-i tehidest cud Hakkındır
Adem benim sıfatımdır vücud Hakkındır
Zuhur ü hestiy ü bud ü nebud Hakkındır
Temaavvüc-i yem-i gayb ü şühüd Hakkındır
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var
Nasibsiz alamam rızkı huşk ile terden
Ne asman ü zeminden ne bahr ile berden
Gelir mukadder olan o denlü nukre vü zerden
Ziyade kabzedemem rızkımı mukadderder
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var
Sâbahı şam ü şeb-i tireyi nehar edemem
Hevayı ateş ü ab-ı haksar edemem
Sipihri sakin ü kühsarı bikarar edemem
Hazanı kendi muradımca nevbahar edemem
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var. (Nabi)

 [ii] KEMÂLÎ EFENDİ Kuddise sırruhu’l-âlî (1862-1954)






NEDİM İSTERLER  /  BAĞDATLI RUHİ

Ey gönül, bil “ezelî ahde” samîm isterler
Aldığın “bâr-ı emânât”a kerîm isterler
Hâlık’ın seyrederek halka rahîm isterler
Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler
Yevme lâ yenfau’da kalb-i selîm isterler

İzz ü câh, devlet ü rif’at yerine binâm ol
Merteben şâh ise de bende-i hâs u âm ol
Nik ü bed hali bırak muntazır-ı encâm ol
Berzah-ı havf ü recâdan geçegör nâkâm ol
Dem-i âhirde ne ümmid ü ne bîm isterler

Yetiş ol âleme kim olmaya anda biz, siz
Anda ne şâh u ne gümrâh ne muti’u ne hunrîz
Yokdur ol dâirede nisbet-i çiz ü nâçiz
Âlem-i bi-meh-i hurşid ü felekte hergîz
Ne mühendis ne müneccim ne hekîm isterler

Çalma ikbâl kapısın perde-yi idbâr açılır
Sohbet-i pîr ile aşıklara efkâr açılır
Ehl-i dil hâre nazâr eylese gülzâr açılır
Âlem-i keşf-i meânîde çok esrâr açılır
Giremez nefs-i gazûb anda hâlîm isterler

Gönlünü kıl heves-i nefs ü hevâdan sâlim
Kendini bil ezelî “bezm-i elest” de kâim
Iyd-i vaslı gözet ol kayd-ı sivâdan sâim
Sâkin-i dergeh-i teslim-i rızâ ol dâim
Ber-murad etmeğe hizmette mukîm isterler

Sıdk ile hizmet-i insâna girip insân ol
Ölmeden evvel ölüp hâtime-yi nisyân ol
Ne melâhid ü ne sofi-yi bî izân ol
Unutup bildiğini ârif isen nâdân ol
Bezm-i vahdet’te ne ilm ü ne âlim isterler

Eli boş âşıka mahbûblar el vermezler
Dikeninden çekinen ellere gül vermezler

Cân u bâş vermeyene zevk-i gönül vermezler
Harem-i ma’nide bigâneye yol vermezler
Âşina-yi ezelî yâr-i kadîm isterler

Yokluğa etme keder varına mesrûr olma
Halkı nefretle görüp âleme menfûr olma
Ehl-i irfâna kul ol nefse uyup kul olma
Cürmüne mu’terif ol tâate mağrûr olma
Ki şifâhane-yi hikmet’te sakîm isterler

Saçsa da âleme ger Nûr-i Huda pertevler
Ne gider ne götürür maksada ham peyrevler
Göremez Hakk’ı, gözü kör, dili gâfil dîvler
Kıble-yi mâ’nîyi fehmeylemeyen kiçrevler
Sehvine secde edip ecr-i azîm isterler

Her göz açtıkça bir et fâtih ile meftûhi
Hak bilir sen arama fasîd ile memdûhi
Ey Kemâlî sakın incitme dil-i mecrûhi
Ezber et nükte-i esrâr-ı dili ey Rûhî
Hâzır ol bezm-i ilâhîde nedîm isterler     

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Şemseddin Yeşil - Tüm Hakları Saklıdır..
Designed by CruelKeSh | 2017


Eni ü nale seher-hize ney nevası verir
Bükadan Arif i billaha mey safası gelir
Sühanverin eseri bir hayat ı sânidir
Giderse dâr ı fenâdan yine sedası gelir.




9 Saniye sonra Kapanacaktır