Mevzu başlıca iki esasa
ayrılmıştı. Birine vazifeden doğan ahlak, diğerine aşktan doğan ahlak tesmi[1] etmiştik.
Vazifeden doğan ahlakın membaı akıl olduğunu, aşktan doğan ahlakın da annesi,
kalp olduğunu her konuşmada tekrar etmekteyiz. Bit tabi ahlakın bahsettiği aşk
romanda okunan aşk manasına değil. İnsan asude[2]
kaldığı vakit, yani kendisiyle baş başa olduğu zaman, hadisattan bir an içün
kendisini kurtarıp da, iç aleminde sessiz, sözsüz, bizsiz, sizsiz konuşan
vucuduyla, başbaşa kaldığı an, bazı sualler tevcih[3] eder.
Evvela kimim der. Ben kimim, neyim ben? Neticeyi tahlilde bu bir kabza toprağa,
bu kadar lütfi inayet nerden verilmiştir, der? Bir araştırma başlar. Bu elli
atmış kiloluk kan ve kemik torbasından ibaret gözüküyorum. Bu torba, bu
torbanın da, biraz geriye doğru bakılacak olursa, nihayet bir kabza toprak. Bu
lütfi inayet buna nerden verildi. Ben kimim. İç alemiyle konuşurken, kendisini tetkik(?)
ettiği vakitte, sinem bir hazine-i esrar-ı celal[4]
ile dolu. Bu benim kalp aynama indirilen o envar-ı cemal[5] nedir?
Ben neyim demeye başlar, kimim der?
Benim şanımda, eğer
duymuşsa o seyirleri devam ettirmişse, benim şanımda, öyle büyük vasıflar var
ki, kudret beni kendi sureti üzerine halk ettiğini beyan ediyor. Ee.. benim
suretim üzerine halk olunduğu yani; İnnallahe haleka ademe ala suretihi [6] .
Ben ademi, yani insanı, bizi, kendi suretim üzere halk ediyor, buyuruyor. Bu suret herhalde
benim şu sesi çıkan, varlığın sureti değil. Benim acep hakiki suretim ne ki böyle
buyuruldu der? Bir şey anlatamıyorum galiba? Benim hakiki suretim var ki, bana
öyle demiş Allah. İnnallahe haleka ademe ala suretihi. İşte bu
hakikatını ararken bulmuş olduğu zevkin ve o tecellinin adına aşk derler.
Ahlakın bahsettiği aşk bu. O kadar dilim dönüyor. Bakar kendisini inceler; neyim
ben diyerekten? Ama, insanda yer içer tenasül[7] eder,
hayvanda yer içer tenasül eder. Bu aradaki farkı, bu sıfat-ı mümeyyize-i[8] bulamadan
gidene, ahlak makam-ı insaniyete kadem basmış nazarıyla bakmaz. Hani vardır ya,
Kainat kör bir tesadüfün neticesidir, bende tekamül etmiş bir hayvanım. O
ebediyet bilmem şu bu, bunlar, laftan ibaret. Bir de bu zihniyetle yaşayan
kimseler var. Onlar kendilerine göre, kendi sırat-ı müstakimlerinde doğru
yürüyorlar. Kabul etmiş. Onu öyle bırakın der büyük kitap. وَاهْجُرْهُمْ هَجْرًا جَمِيلًا [9] Ama ben bu gün rahatım yok da, o kadar onları
açamayacağım. İnsan büyük bir varlık. Zahirde bakılırsa, bir yüzü çok zayıf.
Bir anahtar deliğinden gelen ufak bir rüzgara icabında çarpılır yahut hiç bir şeysi
yoktu ama oradan bir şey gelmiş, geçmiş, göçmüş, gitmiş. İcabında denizin
dibinde gezer, semaya çıkar, dağları deler. Onun kendi hüviyetine[10], hakiki
varlığına mecmu’u ayad[11] vedia[12] kılınmıştır.
İnsan bu kadar kıymetli bir şeydir. Kifayede ki bunu biz çok bâd-î[13]
hava harcarız. Ne yapalım. Zahiri dolayısıyla bir defa mecmua-i âlem[14],
iç tarafına bakılacak olursa, mecla-i[15] hazreti
ehadiyyet.[16] Bu
kadar büyük bir varlığı vardır insanın. İşte bu varlığını muhafaza ettiren
müessesenin adına, ahlak derler. O bir takım nazari.. şunlar bunlar, bırak
bunları. Yani bil başka, fakat bu öyle, çıtır pıtır yazıylan mazıylan. Ayrı bir
iş. Sözleri hakka talip olup da, bu cümleye dikkat buyurun: Bir kimse sözü
daima ben Hakk’ı istiyorum, Hakk’ı arıyorum, sözleri Hakk’a talip olup da,
fiilleri halka ragıb[17] olan
kimseler manaları ölmüş kimselerdir. Hepimiz kendimizi imtihan edersek, bilmem
diri miyiz ölü müyüz, farkında değilim ben. Kendime söylüyorum. Konuşma
itibariyle her an Hakk’a talip, titriyor. Fakat fiili, amali, işi, vaziyeti itibariyle
de halka ragıb. Bu gibi kimselere ahlak, bunların manaları ölmüştür, Yani
tenakuz[18]
dolu şehadeti kimse kabul etmez. Bir şey anlatamıyor muyum acaba?
Tenakuz dolu şehadeti
kimse kabul etmez. Ondan dolayı denmiştir ya, İman ile; kalbi iman ile kavi[19] olan
kimseye taze denir. Onu biz cümle arasında konuşuyoruz: onun imanı öyle, iman,
iman bir, örfün kullandığı bir iman var, bir de mananın kullandığı bir iman
var. Mananın kullandığı iman, kalbi onunla kavi olmuş kimseye taze denir diyor.
Şöyle bir tarifi var onun; bakayım bir şey edelim yoklayalım hep kendimizi.
Ahlakın bahsetmiş olduğu iman; insanı, nefis ve şehvetinin ihtirasatının
esaretinden kurtarır. Eğer kurtulmuşsa, o adam iman sahibidir. Değilse
değildir. Bir şey anlatabildim mi? Bu böyle. Kurtarır da hür olursa, çünkü hür
adam ona deniyor. Kendisini ihtirasat-ı nefsaniyesinin[20] pençesinden
kurtaran kimseye ahlak ve mana hür tesmi eder. Bundan maada[21] hür
yok. Öyle bir şey yok. Esirdir, nefsinin esiri. Hürün tarifi bu. Hür ona diyor.
Her kim ki; Hak ve
hakikate yaklaşmaktan uzaklaştı, şeytan ona hem kâse, hem saye[22]
oldu demektir. Cümleyi tekrar edeyim. Her kim ki Hak ve hakikate yaklaşmaktan
uzaklaştı, muhakkak İblis ona, hem kase ve hem saye oldu. Beşeriyetin hakiki
aramış olduğu hürriyet de insana nerden gelir bilir misiniz? Allah’tan gelir,
Allah’tan. Biz onu yanlış biliyoruz. Yanlış biliriz. Tarihi şöyle on dört asır
evvel fikren seyahate çıkalım. Bütün dünyayı gezelim. Fikren seyahate çıksak; dünyayı
nasıl görürüz acaba? Öyle kesif bir zulmet perdesi kaplamış. Bakın Roma
medeniyetine bakın, on dört asır evvel. Çıkın, gezin, bakın, fikren seyahate
çıkın. Zayıf kaviden hakkını alamaz katiyen. Yunan medeniyetini alın. O dedenin
kabul ettiği manaya, cephe alan insanlar, acaba gezmezler mi, bakmazlar mı,
tarihi tetkik etmezler mi?
Kadın alet-i tezvir[23], alet-i
zevktir diye tarif edilir. Hem en büyük adamları tarafından, eizze[24]leri
tarafından öyle tarif edilir. Kocası öldü mü tel dolap gibi, şimdi tel dolap
yok ya, buz makinası gibi, pazarda satılır. Kıymeti yok hiç. Pazarda satılır.
Böyle. Beni İsrail medeniyetinde kız, hizmetçi defterine kaydedilir. Arap’a geç,
karış hesabı hesaplanır, şin[25]
teşkil eder aileye, diri diri gömülür. Fuhuş memduhdur[26],
edep makduhdur[27],
ırz şeref namına satılır, teres[28],
deyyus[29] büyük
makamata alınır. Aciz insana tapılır. Fıtratında, aşkı yakın olaraktan, bu alem-i
şuhuda gelenler, kurtarıcı ararlar. Nerden bir ışık gelecek. Dünya’nın her tarafı,
her tarafı öyle. Bir acayiptir bu dünya. Umulmadık bir zamanda, umulmadık bir
sahadan, Bir zât-ı ali tecelli eder. İsmi pakına Hz. Muhammed aleyisselati
vesselam denir. Ücretsiz, külfetsiz, minnetsiz, beşeriyeti zulmetten nura
çıkarmaklık içün, bir dava açar. İnsanı canlı, cansız putların esaretinden
kurtarmak içün. İnsanları canlı ve cansız putların esaretinden kurtaran,
vicdanlara zevk-i hürriyeti tattıran, o zât-ı âlidir. Fakat dikkat edin, Bu
hürriyet, öyle bir hürriyet ki, adaletle tahdid[30]
edilmiş. Bizim bildiğimiz ulu orta bir hürriyet değil. Bizim bildiğimiz hürriyetin
neticesi şekavete[31]
çıkar. Kavi zayıfı tepeler. Hürüm der ezer. Bu öyle değil. Bu hürriyet öyle bir
hürriyet ki, aynı zamanda bu hürriyet zevkini, bir dine, bir ahlaka, bir ubudiyyet-i[32] faikaya[33] ibtina[34]
eder. Anlatamıyorum galiba, di mi ya?
Ha. Başı boş hürriyet. harriyettir[35] o.
Ona hürriyet denmez. Olmaz o, olmaz. Oraya ibtina[36]
etmezse, ne diyeyim işte? Hepinizin bildiği, dünyayı görüyorsunuz.
Acaba dünya, dünya olalı
bu kadar geniş servete malik miydi? Oldu mu? Bu kadar geniş bir servete malik
olmadı. Bu kadar da zavallı vaziyete düştü mü? Sefaleti bu kadar artmış devresi
yok dünyanın. Hürriyeti ubudiyyetle bağlıyor. Ubudiyyetle bağlayınca, muhasebe-i
nefis çıkıyor. Muhasebe-i nefissiz hürriyet, şekavettir kardeşim. Muhasebe-i
nefis çıkıyor. Sonra ubudiyyetin semeresi, yemişi muhabbettir. Binaenaleyh,
sevenler sevişiyor, sevmeyenler dövüşüyor. Muhabbet. Sevenler sevişiyor, sevmeyenler
dövüşüyor. Nokta-i istinad[37] kuvvet
oluyor, ubudiyyete bağlanmayınca. Ve bütün dünyanın sekenesinin kafasında
işleyen budur. Hangi kuvvete dayanıyorsunuz, diyor. Di mi, bir iş yaparken?
Noktayı istinat kuvvet olunca, Hakk’ı kuvvette tanıyoruz. Halbuki kuvvet haktadır,
Hakk kuvvette değildir. Bu gün ki beşeriyetin inlemesinin en büyük amili budur.
Hakk kuvvette değil, kuvvet Hak’ta. Bunun şeni[38]’nin
neticesi boğuşmak çıkıyor. Hedefi de menfaat kabul ediyoruz. Hepimiz. Çünkü o
umumi şekilde gelir. Bela umumi gelir. Musibet umumi. Dünyaya manevi zehirli
gaz sıkılmış, herkes kendi istidadı nispetinde almıştır. Kimi; yüzde yüz almış
mahv olmuştur, kimi; yüzde elli almış can çekişir, kimi; yüzde yirmi almıştır,
biraz ayakta durur, kimi; yüzde beş almıştır, yine bir sıkıntı içindedir. Bu manevi
zehirli gaz sıkılmış.
Toplanın bir iş yapacağız!
Ne menfaati var? Dersin. Hepimizin lisanında bu di mi? Menfaat. Ha.. Menfaatin
şeni’nin neticesi de boğuşmaktır. Bu gün hiç maddesi olamayan bir kimse der ki;
şöyle bir yirmi bin, otuz bin filan bir şeyim bulunsa ben kendi yağımda
kavrulabilecek gibiyim der. Kendi kendine, daha mütevazidir. Daha hoş
çehrelidir. Otuz bin olur, altmış bin der. Yüz bin der. Çehresi daha değişir.
Yüz bin olur milyon der. Çehre daha değişir. Başlar ensesinden konuşmaya.
Mesela mini mini masalı bir adamın konuşmasıyla, büyük masalı bir adamın önünde
çok eğilenleri bulunan bir adamın konuşması bir mi ya? O ensesinden konuşur.
Hayır o! Bu masa varken de aynı yokken de, o Hz. İnsan. Bunlar istisna.
İstisnalar kaideye girmez. Fakat umumi kaideye bakalım biz. Cibillidir[39].
Hepimizde firavunluk vardır. O sahayı bulamamışızdır. O firavunluğu kaldıran, o
sıfatı kaldıran müessesenin adına mana derler. Herkeste vardır bu. Cibilli.
Firavunluk vardır. Hele o fırsatı bulalım bakalım. Olmam mı diyeceksin? Çok şüpheli.
Firavun, firavun olmazdan
evvel gayet mütevazi, gayet cömert, çokta cömert, öyle bir adamdı. Fakat
etrafındakiler, sensin efendim dedikçe; insanda böyle bir hassa vardır. Kendi de
şüphelendi kendisinden, en nihayet أَنَا رَبُّكُمُ
الْأَعْلَى[40] dedi. Ben sizin en büyük
rabbinizim dedi. Bunu kim dedirtti? Etrafındakiler dedirtti. Zalimi mazlum
yetiştirir. Hz. Mevlana ne kadar güzel söylemiştir: Koca adam büyük elbette. Ne
büyük insan. Okusana dedeni. Bak kıymetli bir türk. Besi[41](?) bir
adam. Frenk okuyor. Biz dedemizi daima küçük görmeye görüp... Koşuyor. Birisi,
birisinin üstüne binmiş diyor. Altındaki bağırıyor. Bindi benim üzerime
diyerekten. Hangisini döverdiniz diyor. Kendi cevap veriyor. Diyorlar ki;
üstündekini döveriz. Yok! Altındakini döv. Niçin bindirdin diye. Üstündekine
dokunma diyor. Altındakini döv, niçün bindirdin? Anlatamıyor muyum acaba? Mevlana böyle diyor.
Herkeste vardır o. Hepimizde var. O sıfatı temizleyen, insanı temizleyen şey, o
manadır. Semavi cazibedir daha doğrusu. Beşer semavi cazibeden ayrıldı,
yıkıldı. Tenekecilikte biraz ilerledi, semavi cazibeyi attı, Kudrette onu
insanlıktan attı. Tek bir cümleyle verilecek cevabı budur.
Şimdi, parası olan bir
insanın yürüyüşü ile olmayan bir adamın yürüyüşü.. paramız varken
yürüyüşümüzle, yokken yürüyüşümüz arasında fark yok mu? Mesela birisi der ki,
bende yok. Ha o başka, sen istisnaya girdin. O ayrı. Fakat hüküm ekseridir.
Yolda yürürken tökezler, ayağı çarpar. Biraz da sıkışıksa vaziyeti, rahattır o.
O varken başka türlü yürür insan. Hatta kadının evde şıp şıp terlikle gezişiyle,
yüksek topuklu bir şeyle gezişi arsında bile fark vardır. Anı değişir. Cibilli
o. Cibilli. İnsanı derleyen, toplayan ahlak ve manadır. Daha açık konuşayım.
Eğer din olmazsa, ahlak bulunmazsa, hemcinsinin felaketini, mihnetini,
inlemesini, seyri müşahade etmekte insan kadar zevk alan bir canavar yoktur. Ve
sahneyi şuhudta bunu göstermiştir. İnsan eğer o manadan, o semavi cazibeden, o
ahlaktan, soyunduktan sonra şöyle bir kenara koy, hem cinsinin, kendisi gibi
olan insanın, inlemesinden, inletilmesinden, mihnetinden, ne bileyim nasıl
söyleyeyim size, felaketinden, zevk alan hiçbir mahluk yoktur. Bu kadar adidir.
Onu âli eden manasıdır. O manayı al necaset kutusundan ibarettir. Ne var? Elli
atmış kilodan ibaret, kan ve kemik torbası, bir alayda necaset. Onu tezyin[42]
eden o manadır. İşte deden o manaya sahipti, üç kıtada hakimdi. Hulasası bu.
Öyleydi.
Taat ve ibadet insana her
an taze hayat verir. Di mi? Öyle. Yeisi[43] kaldırır. O hakiki manaya, o imana sahip
olmayanlar, tarihe bakın, dikkat edin ki, nice azimkar insanlar vardır ki; bir
iki hezimet karşısında hemen yeise kurban olmuşlardır. Dedende bu yoktur işte.
Yeisin tedavisi ancak semavi cazibenin zevkidir. Ondan dolayı olmuyordur. Şimdi
şöyle konuşalım. Cidaller[44]
nerden doğuyor? Nerden doğuyor? Emellerin, mefkurelerin[45],,gayelerin, tehalüfünden[46]
neş’et[47]
ediyor. Bundan di mi? Cidal nerden doğuyor? Bu münazaa[48]ların,
bu tehalüflerin, cereyanını birleştirecek bir gayeyi kül lazımdır kardeşim.
Yoksa huzur buluruz, şöyle yaparız... Ne huzuru bulacan? Boş lakırdı. Feza
kadar boş. Her konuşmada tekrar ediyorum. Bu gün misallisini yapıyorum.
Huzur kisbi değil ki
bulasın sen. Huzur vehbidir ya. Kolunu bak kaldırdın, tasarruf ettin. Kapadın çevirdin, tasarruf ettin. Kalbini de tasarruf
et bakayım. Bir vehim(?) geliyor, tuttur bakalım geleni çek. Onun tasarrufu
sana verilmemiş ki. Cidaller, emellerin, mefkurelerin, gayelerin tehallüfünden
neş’et eder. Uymaz(?). Bu münazaaların ve tehallüflerin cereyanını
birleştirecek bir gaye-i kül, bir hakim-i mutlak bulunmadıkça, bu cidalden
kurtulamaz. O cidalden de kurtulmadıkça beşeriyet huzura kavuşamaz. O gaye-i,
kül nedir o? O Hakim-i Mutlak kimdir? Onu bulacak. Deden bunu bulmuştu,
dünyanın efendisiydi. İskemlesinden çekildi, dünya bozuldu. Yalnız sen değil,
deden iskemlede, dünya iskemlesinin efendisiydi. Tarihin en eski efendisinin
oğlusun sen. Öyle üredi, türedi bir şey değilsin. Kendini küçük görme. Bütün
varlık senin kendi iklim-i mananda mevcuttur. Biraz şöyle zehirli gaz gelmiş
nakşın üzerine, tozlanmış. Sil, altından yine pırıl pırıl çıkar. Sana o kanı
veriş Kudret. Ona maliksin. Bir iltimas muamelesi vardır. Sahipsin ona. Sonra
en büyük kitap. Nasıl anlatayım ben sana? Her zaman genç ve dinç bulunan, bütün
beşerin ihtiyacını cami olan Kur’an der ki; orda bir ayeti kerime vardır, şimdi
ben vakti uzatmayayım. Allah diyor ki; Ben size yakinim وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ [49] Ben
size can damarınızdan daha yakinim. Beni davet edenin davetine icabet ederim.
Bu ferman-ı ilahi nerede? Ama biz bunu asırlardan beri ölüye okuduk. Üzerinde şöyle
durmadık. Bir parça dur üzerinde, seciye-i insaniyeni kat’iyyen ayaklar altına
alamazsın. Mihneti kaldırıyor. Ben sana bu kadar yakinim diyor. Davetine icabet
ederim diyor. O halde ne oluyor. Hayata minnet etmek kalkıyor. Hak yolunda
hayatını sarf etmek içün kalplere, bir yakin, bir sekine, bir huzur veriyor.
Yani biz açıktayız. Kaybetmişiz bir defa. Evvela birbirimiz sevmiyoruz. Di mi?
Birbirimizi sevmiyoruz biz. Sevmedikçe de şey ederiz. Düşeriz.
O öyle bir zevktir ki; muhabbet
biliyorsunuz, muhabbet. Anlattık kaç konuşma evvel. Şöyle bir misal vereyim
size; biz böyle olamayız. Ve ahkamda da böyle olun demek istemiyorum ama, bu
lacivert kubbe, muhabbette, ne insanlar yetiştirmiş ona misal veriyorum.
Hz İsa bir gün birisinin
bir şey çaldığını görüyor. Hırsız. Böyle şeyleri söylerken de ben şey ederim,
ters anlaşılır. Hükmü değiştirir filan. Ne bileyim? “Çaldın di mi?” Diyor. “Çaldınız
değil mi?” “Kella” hayır. “Vellezi Lailahe illahu.” Yemin ediyor yani ya. O
haktan başka vücud-u sahih-i olmayan Allah’a kasem ederim ki; Amentübillah.
Dediğin Allah’a iman ettim. Muhabbetim var, sevgim var. Gözüm yalanlı, gözümü
tekzip[50] edeyim diyor. Bir şey anlatamadım ben bu sözden.
He. Bir şey anlayamadınız. Ben söyleyemedim yani, ifade edemedim. Dürüst
anlatamadım. Hırsız çalmış, çaldığını görüyor bizzat, cabeca[51] görmüş. Çaldın o şeyi diyor. Hayır diyor. Birde
arkasından vallahi diyor yani. Bu gün ki tabirini kullanalım. Bırak diyor..Allah’ı
andın, o kadar sevdiğimi, söyledin ki, gözüm aldanmıştır. Gözümü tekzip
ediyorum diyor. Bir şey anlatamadım mı acaba? Şimdi biraz daha düzeldi.
Muhabbet böyle olur. Biz ömrü dedikoduyla geçiriyoruz. Şunu bilin ki, her
konuşmadan, her sohbetten, alem-i gaypda bir çocuk doğar. Sen biliyor musun
Allah’ın saltanatını? Her sohbetten diyor, Hz Muhammed (sav) alemi gaypda bir
çocuk doğuyor. Sen cesetten cüda olunca, o çocuk sana mülakî[52]
olacak. Sohbet sahih ise, veled sahih. Sohbet nefsi ise, gayr-ı sahih ise,
veled de gayr-ı sahih. Ben kendime söylüyorum. Bizim etrafımızda, ikinci
hayatta doğurduğumuz çocukların hepsi piç. Etrafımızda olacak. Hak namına bir
muhabbet yok ki bizde. Anlatamıyor muyum acaba? Var mı Hak namına bir şey? Yok.
Dedikoduyla ömür geçiyor.
Öyleydi, böyleydi, şöyleydi. Halbuki Hüda en büyük sermaye olarak, ne koymuştur
biliyor musun? Bir defa hayatta iflas yoktur. Hayatta iflas yok. Burası mihnet
alemidir kardeşim. Burada inleyecek insan. O inlemeden zevk alacak. Bela Allah’ın
sevdiği insana verdiği rüşvettir. Bir şey anlatamıyorum galiba? Bela yok mu
bela? Sevdiği kimseye verdiği rüşvettir. Altında neler gizlemiştir neler. Fakat
gezmeye çıkma, bekle altındaki şeyi kalp evinde. Kalp evini bekle. Bela geldi mi
bekle, arkadan gelecek onun, o bir rüşvettir o.
Muhabbet demiştim. Ben
mevcudatı muhabbetimle meydana getirdim diyor. Demek oluyor ki; sermaye
muhabbet oluyor. Hemen hemen her konuşmada tekrar ediyorum. Her konuşmada
söylüyorum. İman etmedikçe Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman
etmiş olamazsınız. Nasıl yakamızı kurtarırız biz? Dikkat ediyor musunuz? Birbirimizi sevmek içün, kalbimizin şefkatle
çarpması lazımdır, bütün mevcudata. Mesela büyük kitapta bir nazmı celil
vardır. إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ [53]
Daha hiçbir medeniyet,
hiçbir şey yaklaşamamıştır bile. Benim indi subhanimde[54] mevki sahibi, masası büyük, rütbesi büyük, şusu
uzun, busu... öyle değil diyor Allah. Kimin ittikası[55] fazla
ise, Hakk’ı tercih onundur, mevkii vardır. Hz Ali’ye soruyorlar. Ne demek diyorlar?
Et-ta‘zîm ül-emrillâh ittikanın manası
veş-şefakatü
alâ-halkıllâh. Her kim ki, Hakk’a karşı
muhabbeti, ta’zimi büyük ve bütün mahlukata karşı, sınıf şu cins mins farkı
gözetmeksizin rikkatle kalbi çarpar; o kadar incedir ki bu mana ilmi; Mesela Rasul’ü
Zişan (sav) diyor ki; Yerde bir düşmüşü gördün, inliyor; İsmini memleketini
cinsini sormadan yardım et. Olur ki; isminden, cinsinden, şeklinden, senin
merhametin eksilir. Bir şey anlatamıyor muyum ya? Sorma ismini diyor. İnliyor
di mi ya? İnliyor. Kudretin bir mazharıdır. Sen kimsin? Kimlerdensin? Neyin
nesisin? Sorma. Sorunca, beşeriyetin zaaf tarafları sende tecelli eder, elini
uzatmazsın. Sormadan uzat. Bu kadar ince. Mahluk-u Hüdaya karşı rikkatle kalbi
çarpan.
Şimdi böyle bazı insanlar
vardır, maddenin kesafetinde kalmışta, kal. Mananın zevkine dalana tecavüz
etme. Bunu ihtiyar etmişsin, kal. Bana gönderirler, gelirler. Ben bu cümleyle
ya kabul ederim, ya reddederim. Mananın zevkinde kudretin emretmiş olduğu şey,
bütün mahluk-u Hüdaya karşı kalbi rikkatle çarpmaktır. Bunu ben tercih ederim
diyor. Sen bunu aleyhinde misin? Aleyhinde isen konuşma kapanmıştır. Ben
seninle konuşamam. Bir şey anlatamadım mı acaba? Bunun aleyhinde misin? Kabul
etmez misin bunu? Etmem. Pekâlâ. Buyurun başka bir söz yok. Uzatmaya lüzum yok.
Demek ki; hilkatte esas
sermaye muhabbet. Onu çok defa tekrar ederim ben. Bir ailede zevç, zevce
birbirini sevmedi mi nikah kalkmıştır. Ama belediyede kaydı var. Ölürse
birbirine varis olur. Manen var mı kardeşim? Nikahın esası, ne belediyenin
kaydıdır, ne bir din adamının duasıdır. Bunlar nedir? Belediye kaydeder,
vaziyet tespit edilsin, kim kimin olduğu bilinsin diyerekten. Din adamı, eğer
isterse o kimse, şey eder; ”Yarabbi bu yuvaya saadet ver.” diye temenni eder.
Bu asıl nikah o iki insanın zamirindekidir. O dışarıdan belli olmaz. Sonra
asarından belli olur o başka. Bir birinde fani olmaktır. Muhabbet o. Bir şirket
kurulsun. Bir şirket kurulsun. Ortaklar arasında muhabbet kalksın, yıkım
muhakkaktır. Yürümez. Tealli[56] yoktur.
Öyle diyor Allah. İki kişi, üç kişi, yahut beş kişi, on kişi bir biriyle
muhabbetle bir müessesede ortak olursa, bir tanesi de benim diyor. Hissedarın
biri de benim. Allah’ın hissedarı olduğu şey yıkılır mı? Anlatamıyor muyuz?
Benim diyor. Bir millet, bir hükümet, birbirini sevmezse inkıraz[57] muhakkaktır. İstediği kadar ceberruti kuvvet olsun,
hiç imkanı yok. Günün birinde yıkılır. Biri baba, biri evlattır, birbirini sevecek.
Sevme yolları bulunacak.
Bu ayeti kerimeyi İmamı
Şafi gayet iyi bildiğinden dolayı, insana hüzün verir. İmamı Şafi filan dendiği
vakitte, gözünüze mahalle imamı, dersiam hoca, vaiz efendi, şeyhülislam efendi
filan gelmesin. Onlar bambaşka adamlar. Tabi biz o günleri yaşamadığımız için,
İmamı Şafi, İmam Ebu Hanife filan dendiği vakitte, İmam-ı Evzai filan dendiği
vakitte, ee gözümüz beşer olmamız dolayısıyla, bazı böyle şahıslar geliyor.
Öyle değil. Bambaşka. Bir kaç defa anlatmıştım. On üç yaşında müçtehit olmuş.
Bizde şimdi yirmi beş yaşında ıslık çalıyor, vasıtaya binerken bir ihtiyar var
mı şöyle bir itiyor, şaapp onu düşürüyor, içeriye giriyor. Ondan sonra, ne
bileyim ben? Birçok insanlar oturuyor. Üç tanesi bir biriyle itişiyor,
bağırıyor, küfrediyor filan. Hiç kimse de ağzını açıp sesini çıkaramıyor ya. O
kadar düştük biz. Hürriyet……..
…..inkarı gördüğü yere imanı yerleştiren
dedenin çocuğuyuz biz ya. Vakıfnamelere açın, bakın; kedilere köpeklere deden
binlerce lira vakfetmiş. Vakıfnamelere açın bakın arayın. İnsan ihtiyacını
bırakmış da, mahallenin kedisine, köpeğine vakıf yazmış, para bırakmış, para.
Deliler içün, tımarhanelerde musiki heyetlerine, vakıfnameler yapılmış. Deden o
vakfı yaparken, medeniyetini taklit ettiğin Garp, deliyi cin çarpmıştır diye
yakıyordu. Deden de musikiyle tedavi olunur diyerekten, servetinin kısm-i
küllisini vakfediyordu. O tımarhaneye, musiki heyetleri koyun, fasıllar çalsın,
tedavi edilsinler diye. Bizim mirası kim çaldı? Nasıl çalındı bu miras? Hayret.
Sonra biz şehit çocuklarıyız. Sen yokla bak şecereni. Ya deden, ya dedenin
babası, ya amcan, ya amcanın oğlu, ya teyzen, teyzenin şusu busu muhakkak,
şecerende bir çok şehit çıkar. Manayı kabul etmiyor harsı kabul ediyorsan, o
kan gelir bir gün bizi boğar. Olmaz ki. Sonra dünyanın yüzünü almış bize
bırakmış di mi ya? Ademden bu güne kadar, dünyanın en makbul yeri bahri sefid[58] havzasıdır. Her zamanın büyük kabiliyetleri gözünü
buraya dikmiştir. Burayı havuz halinde almış sana bırakmış, asırlarca verdin yedin,
verdin yedin, yine yüzünde oturuyorsun. Dünya’yı bir insan tasavvur edin, insan
tasavvur edin, nasıl insanın yüzü buysa, senin oturduğun yerde dünyanın
yüzüdür. İştiyak-ı nebi vardır, o sayede oturursun. Allah kaldırtmasın. (Amin.)
Böyle seması olan yer var mı ya?
Taklit ne hale koymuştur
bak. Çünkü taklit fikri öldürür. Bir kavme taklitçilik girdi mi, gece gündüz
aklı başında olan adamlar ağlamalı. Taklit. Bunu taklit edip yapıyorsun di mi?
Fikre lüzum kalmadı ki. Fikir ölür. Fikri öldü mü, bitti mahvoldu demektir.
Vaktiyle sen taklit ettiğin sahanın adamını çalıştırıyordun, şimdi o seni uşak
yerine çalıştırıyor. Daha ne düşüneceksin sen he? Bu acı yetmez mi? Efendim oradan
bir şey öğrenir de gelirmiş. Verir de öğrenirsin. Ne verecek sana? Yağmamı var.
Yok, senin kuvvetini alır, posa olduktan sonra işe yaramazsın der atar. Bir şey
vermez. Sen o her alınacağı kendi bünyende bulmaklık kabiliyetine malik olan
bir cana sahipsin. Verir ha! Ne verir? Yoruldunuz mu? (hayır)
Nerde kalmıştık? (İmam-ı
Şafi) Oo. On üç yaşında içtihada başlamış. Ony anlatmayayım, çok defa anlattık
da. Yahut belki içinizde bulunmayan, dinlemeyen vardır, tekrar edeyim. Güzel
bir yerdir. Çok fakir-ül hal bir zâtmış. İmam Şafi. Ebu Hanife öyle değil. O
çok zengin. İmamı Malik’ten hadis okuyorlarmış. On üç yaşında. Bir adam gelmiş,
uyarmış. Okutan zâta demiş ki; Efendim ben kuşçuyum. Evet. Bir müşteriye kuş
satarken, benim kuşum hiç durmadan öter. Böyle değilse, cehalet işte, karım boş
olsun dedim. Şimdi de müşteri geldi, dedi ki; senin kuşun senin dediğin gibi
ötmüyor. Ben böyle dedim, şimdi benim halim nedir? Kızmış tabi, çünkü o talak
eğlence mevzuu değil. Boşanmak. Onu bir eğlence mevzuu yaparlar da, sahnelerde filan
oynarlar. İnsanlarda güler hani, üç talak ile boşamışta, başka birisine
varmışta, tekrar boşamışta filan diye. Eğlenirler, bir şeyler yaparlar.
Küfürdür o.
Mevzuyu iyi bilirsen
eğlenmezsin. Fakat mevzu-u iyi bilmek
lazım gelir. Onun bir hikmeti vardır. Neyse mevzuu mevzuu açtı. O hikmetini de söyleyeyim. Belki içinizde tesadüf edenler
olurda; keyf içün Kudretin gazabına kendini siper eder. İnsan yaşarken Allah’ın
gazabına kendini siper ettirtmemelidir. O neden öyle oluyor o? İster misiniz
söyleyeyim? Yoksa istemez misiniz? Resul’ü Ekrem (sav) buyuruyor; Yahtezzü'l
arşı mine'l talak.[59]
Sebepsiz boşanmadan Allah’ın arşı titrer. Arşı titretmek, Allah’ı titretmektir.
Şimdi Hüda diyor. Bir defa boşadın. Beni bir defa titrettin. İkinci bir sefer
daha yaptın. Yine titrettin. Üçüncü bir sefer daha yaptın. Yine titrettin. Olan
sen işi eğlenceye mi çıkardın? Ben senin eğlencen miyim? Senin şimdi vicdanına
ağır bir azap vereyim, karın başkasına varacak, ondan sonra varacak isterse. O
da bırakırsa. O bir cezadır. Eğlence mevzuu yapmayın onu. Onu zaten hakiki insan ikinci bir sefer almaz. Anlatabildim mi
acaba? Öyle bilinen şekilde, sahnede
oynanan şekilde değildir o. Ceza o. Sen bir defa titrettin. İki defa titrettin.
Üç defa titrettin. Oyuncak mı bu? “Benimle eğleniyor musun?” Diyor Hüda?
Edqadu’l halal min’ellah et talak[60]En
ziyade buğz ettiğim şey budur diyor, Cenab-ı Hüda.
İnsan, insan olmalı
yoksa, insan olmadıkça, bak mesela şimdi şahs-ı salis[61]
koşuyor. Mahkemeler di mi ya? Müfredat cetveli çıkarıyorlar. Eskisinden bilmem
kaç misli fazla. Anlatamadım mı acaba? Ha. İnsan. İlla insan, insan olmalı. O
kanunlan, manunlan öğrenecek... Mananın terbiyesi başka türlü şeydir o. Kanun
insanın burasına kadar gelir. Cebini arar, evini arar. Buradan içeriye giren
bir el var mı? Şuradan içeriye. Hah, buradan içeriye giren bir el var, onu terk
etme. Yoksa öbürküler, bir şey olmaz.
Demiş böyle, böyle. Tabi
Hz İmamın canı sıkılmış. Adi ticaret hususunda, Küçük Dünya umurunda, böyle harim-i
ismet-i canan-ı bir insanın alet olur mu yahu demiş? Çık git ve kadında boş
olmuştur. İmamı Şafii hemen koşmuş. On üç yaşında mini, mini. Adam boynunu
bükük, sakın kadını bırakma, talak vaki olmadı. Ee insan acze düştü mü, en ufak
şeyden medet umar. O, vakıa mini mini bir çocuk amma, bu ne bilir filan demez o
vakit o adam. Hepimizin başında vardır. Mesela, büyük bir ikbale sahip olan bir
kimse, vaktiyle uşağını yanına sokmaz. Haddini bil der. Düşsün, dert ortağı
yapar onu. Anlatsana bakayım filan der. Ne var ne yok? Anlatamıyor muyum? Böyledir
bu.
Vaktiyle sadrazamlardan
bir tanesi menkub[62] olmuş, menfi bir yerde. Böyle bir uşağı varmış. Her
vakit yanına sokmadığı bir kimse filan. Onunla öyle dost olmuş ki artık,
gözünün içine bakıyor. Öyledir o. Şu dışarıya gitsen, kahveden filan bir
havadis getirsen. Oda zeki bir adammış. Zeki bir insan. Arada sırada gönderirmiş,
gelirmiş. Efendim bir çok şeyler konuşuyorlar ama, zat-ı sadaret[63]
panahîlerinin[64]
de bu günlerde vezir-i azam olmanız görüşülüyormuş, merkezde. Ne? Ne? Tekrar
söylermiş. Biraz durduktan sonra, bu olacak iş değil ama söz hoşuma gidiyor.
Bir daha söyle bakayım şunu dermiş. Günde yirmi defa söyletirmiş. Olacak iş
değil amma bir daha söyle diyerekten. Öyledir.
Gelmiş, dönmüş. Efendim
siz böyle emrettiniz amma, alaka-i tedrisinizde bulunan. Onu demiyor. Acaba
yanlış mı anlattım diyor. Tekrar edeyim. Yine anlatmış. Söyledik ya onu demiş;
talak vâki olmuştur. Kadın ayrılmıştır. Yine müteessir bir vaziyette giderken,
yine İmam-ı Şafii hemen koşmuş önlemiş: Sakın haaa, kadını bırakma demiş. Talak
vâki olmadı. Bu sefer gelmiş demiş; efendim, siz öyle emrediyordunuz, o da, Hz
Şafii Muhammed ibn-i İdris, böyle oturuyor, kimse beni görmesin diyerekten.
Geride bir yerde. Sizin alaka-i tedrisinizde bulunan bir talebe bana olmadı
diyor. Ben şimdi şaşırdım. Kim o filan demiş. Göster bakayım kim bu gizleniyor.
Şöyle bakmış kalabalıkta, işte bu efendim demiş. Kalk bakayım oğlum demiş.
Olmadı mı talak? Olmadı, efendim demiş. Nerden istidlal[65] ediyorsun?
Nasıl biliyorsun olmadığını? Efendim bu bahis dün geçti demiş. Dün takrir-i
âlinizde bu bahis geçti. Nasıl geçti? Bir kadın geldi demiş, Resulullah’a (sav);
üç tane talibim var. Hangisini tercih edeyim şaşırdım. Söyle bakayım
taliplerini. Söyledi. O çok hasistir, rahat edemezsin. Ötekinin de omuzundan
değnek düşmez. Daima omuzunda değneklidir. Ondan da rahat edemezsin. Filancayı
tercih et. Tabi demiş Resul’ü Zişan’ın (sav) o adamın omzundan değnek düşmez
demesinde bir mana var. Bu adam demiş, yatarken de değneklen değil ya, bir yere
giderken de değnekli değil ya, fazla dövücü bir insan manasını emir buyurdular.
Bu kimse de benim kuşum durmadan öter dediği, çok öter manasını işaret
buyurmuşlardır. Binaenaleyh başlamış Hz İmam ağlamaya. Gel bakayım oğlum demiş
bugün ki dersi sen takrir et. On üç yaşında müçtehit olmuştur.
Ama olur! Bak şimdi bir
hali var. O imanın, aşkın, hani dedim ki, indi ilahide ittikası kuvvetli olan mevki
alır. Alacağı belli. Mekkke-i Mükerremede vicdan yakıcı bir zaruret içerisinde
kalmış bir gün. Bir zaman gelmiş. İmtihan alemi bu. Gayet kuvvetli zaruret
içerisinde. O günlerde de; bir lord servetini vasiyet ediyor. İttikası olup da,
bu memleketi kendisine vatan ittihaz[66] eden kimseye, servetimi veririm diyor. Ee nazar-ı
dikkati celbetmiş. Hz. Şafinin sıkıntısı. Demişler efendim af buyurun böyle bir
vasiyet var. Size verilmek üzere. Size vericez. Yok demiş ben ehli değilim.
Kayıt koymuş. Etkiya demiş. Ben o muttakilerden değilim. Ve almamış. Anlatabiliyor
muyum acaba? Ve almamış. Vakit epey oldu, bende yoruldum. Bu gün günlük bu
kadar yeter.
Aklının kabul etmesine
çalış. Fakat sen yalnız hadis sahasına bağlanmamışsın ki. Bir yüzünde alem-i
kudrete bağlı. Kudret hadis değil. Anlatamıyor muyum acaba? Biraz ince yeri
burası. Burayı halletmedikçe, mevzuun zevki çıkmaz. Yani alem-i hilkatte akıl
işe yarar. Nispet dahilinde. Medarı tekliftir. Bizatihi hayrı şerri bilir mi?
Hayır bilmez. Bildirildikten sonra bilir. Bilir efendim. O halde neden dövünüyorsun?
Benim bu günkü aklım olsaydı bunu yapmazdım diyorsun. Ya. Hepimizin başından
geçer. Öyle hadiseler olur ki, Geçti artık deriz. Niye? Bu gün ki aklım yoktu.
Eğer benim bugün ki aklım olsaydı, bu işleri ben öyle mi kullanırdım? Ne malum
bu gün ki aklını şimdi dövünmeyeceğin. Onun içün erbab-ı irfan kendisini yalnız
akıl sahasında, bir sahil-i ahadiyete çıkar, diyerekten kabul etmez. Akıl
medarı tekliftir. Meçhulden malumu çıkarır. Hissin galatlarını tashis eder. Bu
kadar. Hissin galatlarını tashis eder. Mesela, Biz güneşi şu kadar görürüz. Bu
güneşin bulunduğumuz alemden ne kadar büyük olduğunu, akıl tashih eder, meydana
getirir.
Onu ayırıyoruz. Her zerre
hayattadır diyor. وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ [67] Allah yarattığım zerrat içerisinde, bütün
mevcudat, bildiğimiz, fennin idrak ettiği, edemediği, daha elif besinde bile
değil ya. İçerisinde beni tespih etmeyen bir şey yoktur diyor Hüda. Herkes tespihtedir.
Ama dal[68]
ismine mazhar olmuştur, inkar ile tespih eder. Allah muhafaza etsin. Acaba
anlatamıyor muyum? İsmi dalle mazhar olmuş, inkar ile tespih eder. Kimi İsm-i Hüda’ya
mazhar olmuş, tasdik ile tespih eder. Yani bu bildiğimiz, insanlar üzerinde
tatbikimiz. Daha bütün zerrat, hepsi tespih de. Ee tespih edebilmesi içün bir
varlığın, hayat sahibi olması lazım. Öyle değil mi? Hayat sahibi olmayınca olur
mu tespih? Olmaz.
İmdi gerek vazife, gerek
akıl, vazifeyi çok defa tarif ettik. Ama epeyi arası açıldı. Bu konuşmalarda
bulunmayan zevatıda görüyorum. Tekrar etmem lazım. Çok su-i istimal edilen bir
kelimedir bu, insanlar arasında vazife kelimesi. Vazife kelimesi çok su-i istimal
edilir. Vazife mukaddestir deriz. Daima bu kelimeyi kullanırız. Neden
mukaddestir?
Vazife mukaddestir. Mukaddes
olan şey ahlakiyattan doğar. Ahlakiyat, kutsiyyattan doğar. Kutsiyad, Zât-ı
Bâri’ye[69] imanla
olur. Zât-ı Bâri’ye iman, semavi cazibeye tutulmakla olur. Bir şey
anlatamıyorum galiba. Vakitte geç, uyku başladı. Ne yapayım ben? İşte şimdi
anca gelebildim. Dinleyenle konuşanın gönülleri birleşmedikçe, Allah feyz
vermez. İmkan yoktur. Şimdi mesela, birçok kimse, milyonlarla okuyor
mekteplerde. Fakat netice alıyor muyuz? Az mesai değil o. On sene, on iki sene,
on sekiz sene. Şöyle beynelminel bir kitap çıkarttık da, taklit ettiğimiz
sahaya, biz sizi taklit ediyoruz ama, bizde çalıştık, şöyle bir kitabımız var,
alın da kürsünüzde okutun bakalım diyerekten kabul ettirdin mi? Bir sanata
model verebildin mi? Bir ihtiramın[70] var
mı? Deden öyle değildi. Neden bizim kafa? Bizim kafalar kadar, güzel kafa,
hiçbir kavime Allah vermemiş. Frenk bir şey icat ediyor, senin Mehmetçiğinin
eline veriyor. Sonra onu kendisi onu üç saniyede kullanırsa, senin o hiç bir şey
bilmeyen Mehmetçik onu bir dakikada. Yapan şaşıyor. Ben bunu üç dakikada
kullanıyorum, bu bir dakikada kullanıyor. Ha, bize Allah öyle bir kafa
vermiştir. Ama kullanmasını bilmiyoruz, şey oluyor. Neden olmuyor o? Okuyan okutana hürmeti yok. Bağlamış. Bunlar
Allah’ın şeyine bağlıdır. Sünnetine bağlıdır. Öyle kurmuştur pazarı. Okutanla
alay ediyor. Üç kelime bilmişse, onu onunla tenkide çalışıyor. Okutan da hatt-ı
zâtında, eğer inkar sahasındaysa, mevcudatı inkar eden bir kimse, bir kimseye
ilim verebilir mi? O onun dizgilerini verir. Onun hakikatını verebilir mi? İşin
hakikatı sahibinde. Ondan alıp ona verebilmek içün onu kabul şarttır. Yok. Hem
kendisini kabul etmesin, hem de ondan ona bir şey versin. Böyle bir şey olmaz.
Hamallığını yapar onun o. Olmaz. Hamallığını yapar. İnsan şöyle bir düşünür
kendisini ve derhal kararı verebilir. Uzun boylu tahsile, şuna buna ihtiyaç
yok. Çünkü Allah der ki; oku bakayım. سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي
أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ
أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ
شَهِيدٌ [71] Hah.
Bunun manası şudur. Ben mazeret kapısını kapadım. Meal bu çıkar. Kapalı o.
Zemin müsaade etmedi, zaman müsaade etmedi, muhit müsaade etmedi, param vardı,
param yoktu, rahatsızdım, hastaydım. Bu ayatı. Ayat yani beyyinat[72].
Mesela alem diyoruz. Alem demekten maksat, Hakk’ı bildiren şey demektir. Ben
bunlarla meşgul olmadım. Hah. Afakta ki kütüphaneyi okuyamadınsa, kendi iklimi
vucudünde de bir kütüphane yapmıştır. Kendini mütalaa edebilirdin. Daha yakındı
sana. Daha kolay öğrenirdin. Kendini mütalaa etseydin, yine ben meydandaydım.
Kendini mütalaa edebilirdin. Yaklaşmadın sen. Mütalaa edebilirdin diyor Allah.
Şöyle bir düşünse; ben neticede bir gün unutulacak mıyım? Muhakkak
unutulacaksın. Muhakkak unutulacaksın. Bir gün gelip unutulacaksın. Bir kenara
atılacan,. Şöyle bir kenara atılacaksın. Unutulacaksın. Kafi değil mi insan için bu? Hesabını yaptın
mı hiç? Yüz sene yaşayan bir adam, hani gözümüzde büyür. Yüz sene yaşamış yahu
ne uzun ömrü varmış. Ne kadardır bilir misin o? Elli iki milyon küsür
dakikadır. Dakikayı düşür bak, biz on beş yirmi dakikasını götürdük. Yüz
senelik ömür, elli iki milyon küsür dakikadır. Bunun yirmi altı milyonu uykuyla
geçer. İner yirmi altı milyona. Yirmi altı milyon dakikalık bir zamanda, oda
yüz sene yaşarsa. Bir şey anlatamıyorum galiba?
Hesabı bunun meydanda.
Yap hesabını. Yüz sene ömür elli iki milyon küsür dakika eder. Yarısı uykuyla
gider. Yirmi altı milyon dakika. Neticede bir kenara atılacak. Bunu duyup da,
bunu düşünüp de, vicdanında ebed, ebed, sedasını duyarak, neş’eti saniyeye[73]
yani ikinci hayata, bir insan gönlünü vermedikçe, hiç huzura kavuşabilir mi?
İnkarda huzur olur mu ya? Dakika meydanda. Kavuşabilir mi? İmkan var mı ona?
Kavuşamaz ve katiyen neşveyab-ı beka[74] bulamaz.
Daima yeis içerisindedir. Mazlum zalimden hakkını ne vakit alacak. Nasıl teskin
olacak. O sahayı bırak, civanmert bir evlat yetiştirmişsin. Yirmi yaşına
gelmiş, yirmi beş yaşına gelmiş. Gözünün içerisine bakıyorsun. Kudret almış.
Ona kavuşmak aşkı olmadıkça, nasıl huzur içerisinde yaşayabilirsin? Var mı
bunun imkanı? Ama diyorsun ki; Ben yarın yavrumu kucaklayacağım. Bu manayı sana
kabul ettiren müessesenin aleyhinde
bulunmaktan insan sıkılmaz mı acaba? Utanmaz mı yani ya? Bilmem ki ben.
Düşün sen şimdi.
Semereyi fuadın, insanın.
Fuad, gönlünün içerisine denir. Gönlünün içersinden çıkmış olan yavrun. Gözünün
içine bakıyorsun, titriyorsun. Yirmi, yirmibeş yaşına gelmiş. Hikmeti
meskutuna, onların hepsinin hikmeti vardır. Kudret almış. Sen nasıl huzurla
yaşayabilirsin. Zaten benim ömrüm, şu kadar milyon dakikaymış. Bu dakikadan
sonra, ben kavuşacağım. Bu zevki nasıl kaldırtırsın? Ben yine bir şey
anlatamıyorum. Haa ebediyet ve neş’et-i saniye yani ikinci hayat mevzuunda ilim
fen felsefe tıkanır kalır. Kapısı kapalı oraya. Orda, oradan konuşursa, ne ilim
olur, ne felsefe olur, ne fen olur. Olmaz. Sahası değil çünkü. O saha, hadis değil.
O sahayı idrak edemez o. Aklı beşer düçar-ı hayret olur. Ya ne olacak. Hakikat
kapıları kardeşim henüz kapalıdır. O istiğfar(?) kanununa, istiğfar(?) kanununa
tabi edilmiş müstesnalar, onlar kaideye girmez. Ama ekseriyet üzerinde hakikat
kapıları henüz kapalıdır. İstikbal yolları sayısızdır. İşte bu zulmeti, izale
edebilecek tek bir kuvvet vardır. O kuvvetin adına nübüvvet kuvveti derler. Sen
ister tasdik et, ister etme yeis içinde yaşa. Bir şey anlatamadım galiba. Başka
bir şey yok. Acayip, acayip şekiller teşekkül ediyor……
Bazı kimselere hak ve
hakikatten bahsedilmiş olsa, şöyle cevap alabilirsiniz. Onlar revaçtan[75] geçmiş,
köhne efsanelerdir canım. Geçmiş o, mesela hak hakikat. Biraz evveli benim
konuştuğum şeyleri söylesem, insanlara bazı kimselere. Onlar der; revaçtan
düşmüştür der. Şöyle bir cevap verelim onlara: hakikat revaçtan düşer mi hiç?
Birçok hakikatler vardır ki, eskiliklerine nazaran her dem tazedir. Adem’in
oğlu, annesi Havva olan Habil, nasıl anasının memesini emdiyse, bende anamın
memesini emdim. Revaçtan düştü mü bu? Nasıl düştü bu? Hava, su, ekmek, çok eskidir.
Bir an kendini kurtar bakayım. Bunlardan kendini müstağni tutabiliyor musun?
Hal böyleyken ruhun gıdası olan şeyler, nasıl oluyor da revaçtan geçiyor? Bu
kalıbının gıdası, modası geçmiyor, eskimiyor. Ruhunun gıdası mı eskiyor?
Haa. Kalbi ihya edecek,
ruhu evceh[76] ilah-i
marifete yükseltecek, Hakayık-ı ezeliye-i ilahiye-i, bildirecek şeyler, hiçbir
vakit revaçtan düşmez kardeşim. Ona düştü diyenler, kendileri düşerler. Buraya
nereden girdik? Vazife dedik. Vazife, vacibu’l icra olan şeye denir. Biraz daha
türkçeleştir. Yapılması, ilmen, aklen, vicdanen, örfen, şer’an, makbul olan
şeyin adına, vazife denir. Onun içün mukaddestir. Mukaddes olan şey,
kutsiyetten doğar. Kutsiyat, ahlakiyattan doğar. Ahlak, Zât-ı Bâriye iman ile
olur. Zât-ı Bâriye imanda, semavi cazibeye tutulmakla olur. Böyle geliyor.
Silsile halinde.
Mevzunun içerisinde, alem-i
hilkate, raptedilmiş olan yüzümüz dedik. Ona akıl rehber verildi dedik. Aklı
şöyle bir nebze tarif ettik. İki şekilde. Daha çok tarifi var ya. Buraca en
makbul olan tarifi, bu olduğu kanaatinde olduğumdan bunu söyledim. Alem-i
kudrete geçen cephesinde, iman ve aşk gelir. Aşkıda biraz evveli şu vasıta size
anlattı. Onu tekrar etmeyelim. Şöyle ufak bir cümleyle veyahut tekrar edelim.
Biz bu aleme niye gelmişiz acaba? Niçün geldik? Bir şey içün geldik biz buraya.
Niye geldik buraya? İnsan henüz nefsinin mahiyetini bilmezken, mahiyeti
hakkında hiçbir şeyden haberi yokken, hayretli gözleriyle vacibu’l vücudu[77] aramıştır.
Fıtridir. Allah’ı aramıştır yani. Çok devreler geriye git. Göreceksin orada.
Cibilliyetinde var. Kudret kendini aratmak. O kendisini aratmak zevkinin adına
aşk derler. Bir şey anlatabildik mi? Ufak bir tarif mini mini. İnsan henüz
nefsinin mahiyetini, hiçbir şeyi bilmezken, nefsinin mahiyeti hakkında bir
malumatı yokken, hayretli gözleriyle vacibu’l vücudu Allah’ı aramıştır. Bu
cibilliyetinde var. Neden? Zira farkında değildir insan. İnsana hakiki hürriyet
Allah’tan gelmiştir. O hürriyet onu aramaklık zevkini vermiştir.
Hakiki hürriyet Allah’tan
gelmiştir. Onun içün, çok kere tekrar etmiştim. Allah’ı tanımayan, manaya,
ahlaka kıymet vermeyen cemiyetlerde, insan hakkından bahsetmek, sahtekarlıktır.
Hırsızlıktır. İnsanı çalıyor. Vicdanını çalıyor. Çünkü bunların hakkı tam
Allah’tan gelir. Onu inkar eden, Allah, tanımayan, manaya, ahlaka kıymet
vermeyen cemiyetlerde, çok söyleyeceğim, zevkim var. Hasta çıktım amma şimdi
maşallah çok iyiyim…. Bu hırsızlıktır. İnsan hakları demek, vicdan,
vicdanlardan bile esirgenmeyen bazı vazifelere, müsaade etmek demek değildir.
İnsan hakkı mühim bir şey. Yani o müsaadeler, cesedi muhafaza edipte, ruhu
mahkum eden şeylere insan hakkı denmez. Bugünkü cemiyetlerde insan hakları,
cesede bazı muhafaza edilecek şeyleri bahşediyor da, ruhu mahkum ediyor.
Çarpılma, aldanma. Bir şey anlatamıyor muyum? Ya aldanma. Yani ruhu mahkum
edilip de, cesedine biraz açıklık verilen kimseye, insan hakkı verilmiş
zannedilmesin. Yok böyle bir şey değil. Buna sahip olan insan hukuk-u insanisi
mahfuz bir adam nazarıyla bakılamaz. Fakat daima şöyle bir misal verelim.
Eshabi nefis, yani nefsi
emmaresinin karanlığında kalmış, ona mahkum olmuş olan kimse, mahalle
köpeklerinin garip insanlarına tecavüz ettiklerine benzer. Bir mahallede köpek
çok olsun, orda garip bir adam şöyle üstü biraz mütevazi bir şekilde gitsin,
hepsi hücum eder. Enbiyaya, evliyaya, hakiki insana da, nefisperestler öyle hücum
eder. Öyle hücum eder. Onlarda bu hücum karşısında, cevap verirler. Gayet munis,
mütebessimane bir çehre ile yahu bizim için tasa çekmeyin. Nahak yere
üzülüyorsunuz. Biz buralarda oturuculardan değiliz. Yolcuyuz biz derler.
Anlatabildim mi acaba? Bizim içün tasa çekmeyin. Niye üzülüyorsunuz? Biz
buralarda oturuculardan değiliz. Vatanı aslıya sefer edenlerdeniz. Yolcuyuz biz
derler. Yine mevzumuzun başına gelelim. Dağıttığımız yere. Ne dedik?
Ahlakı ikiye ayırdık. Vazifeden
doğan ahlak dedi. Aşktan doğan ahlak dedik. Annelerini, mastarlarını, membalarını
söyledik. Her ne söylesek, gerek akıl, gerek vazife, gerek kalp, gerek aşk,
bunlar mana-i insaniyenin birer vasfıdır. Şimdi bu mana-i insaniyenin vasfı
olması dolayısıyla, insanı tarif güçtür. En zor olan yerde budur. Tarif güç.
Nasıl tarif edebiliriz? Hepimiz başka şekilde düşünüyor. Di mi? Gayet zor. O
kadar zor ki, insan hareket-i nüzuliyeyi gayete[78]
vasıl olmak, ahkama kesretle müptela olmakla, alemi vahdeti unutmuştur....
[1] Tesmi : İşittirme duyurma
[2] Asude : Rahat, huzur içinde. Dinç, müsterih, sakin
[3] Tevcih : Döndürmek, yöneltmek, tefsir etmek
[4] Esrarı celal
[5] Envarı cemal
[6] Hadisi şerif:
[7] Tenasül: üremek, türemek,nesil yetiştirmek,
birbirinden doğup türemek.
[8] Mümeyyize: temyiz eden, ayıran,iyiyi kötüyü fark eden
[9] Müzzemmil 10. Ayeti Kerimesinin tamamı : اصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْرًا جَمِيلًا
Meali : Ve ağyarın diyeceklerine sabret ve
onları bir hecr-i cemîl ile terket, ayrıl! (H. Yazır)
[10] hüviyet
[11] Mecmu’u a’yad
[12] Vedia: Emanet
[13] Bâdı: rüzgara ait.Muvakkat, geçici
[14] Mecmua ı âlem : Alemin kitabı
[15] Mecla: ayna mia’at. Çıkma ve görünme yeri.
[16] Ehadiyyet: Allah’ın bir şeyde kendine ait birlik
tecellisi.
[17] Ragıb: İsteyen, rağbet eden
[18] Tenakuz: Sözün birbirini tutmaması,Konuşmada beyan
edilen söz ve fikirlerin bir birine zıt olması
[19] Kavi: Sağlam, metin, zorlu, kuvvetli, güçlü. Varlıklı,
zengin,salih, emin, mutemed
[20] İhtirasat-ı nefsaniye: Nefsin arzu, istek ve hırsları
[21] Maada: Fazla. Bundan gayrı
[22] Saye: gölge. Himaye, sahip çıkma, koruma. Muavemet,
yardım.
[23] Tezvir: Söze yalan karıştırma. Yalan söze ziynet
verme..
[24]
Eizze : Azizler, büyükler
[25] Şin: Kusur, ayıp, noksan, kabahat. Yaramaz şey. Çok
nikahlı kimse.
[26] Memduh: Meth olunmuş, Övülmüş
[27] Makduh: Beğenilmemiş, ayıp
[28] Teres: Pezevenk manasına gelen bir hakaret sözü.
[29] Deyyus: Karısının kötü hallerine göz yuman ve ses
çıkarmayan.
[30] Tahdid: Hududlandırmak. Sınırlamak. Sınırı belli
etmek. Tarif etmek. Bir şeyi kasdetmek
[31] Şekavet: Her çeşit kötülük içinde olmak. Bela ve
zillete düşmek. Sıkıntıda kalmak,
Haydutluk, eşkıyalık.
[32] Ubudiyyet: Bendelik, kulluk kölelik, Kul olduğunu bilip
Allaha itaat etmek.
[33] Faik: üstün, her şeyin güzide ve alası
[34] İbtina: Bina etme, dayanma, bina edilme.
[35] Hârriyet: Kızgınlık, yakıcılık
[36]
İbtina : Bir şeyin üzerine bina etme. Bir dava veya bahiste bir şeye istinad
etme.
[37] İstinad: Dayanma, güvenme. Senet veya delil söylemek,
göstermek.
[38] Şeni
: Kötü, çok fena, çirkin, günahlı iş
[39] Cibilli: Yaratılıştan olan. Asıl maya, huy, Tabiat,
tıynet.
Meali : «Ben sizin en
yüce Rabbinizim» dedi. (H. Yazır)
[41] Besi
: (frs) Çokluk, fazlalık, ziyadelik
[42] Tezyin: Süslemek, bezemek, donatmak
[43] Yeis: Ümitsizlik
[46] Tehalüf: 1) Uygunsuzluk, Birbirine zıt olmak.
Birbirine muhalif olmak.
[47] Neş’et: Meydana gelmek, vücuda gelmek. Çıkmak kaynak
olmak.
[48]
Münazaa : Ağız kavgası, mücadele, çekişmek.
[49] Kaf
Suresi 16. Ayet tamamı:وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ
وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ
الْوَرِيدِ
[50] Tekzib: Yalanlamak. Bir işe inanmayıp inkar etmek.
Yalan olduğunu söylemek.
[51] Cabeca: Bazı yerlerde, Yer yer. Ara sıra. Yerden yere.
[52] Mülakî :Buluşan. Yüzyüze gelen. Görüşen. Kavuşan.
[53] Hücurat Suresi 13. Ayeti Kerime: يَا
أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ
شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ
إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
Meali : Ey o bütün insanlar! Biz sizi bir
erkekle bir dişiden yarattık, hem de sizi şaab şaab, kabîle kabîle yaptık ki
tanışasınız, haberiniz olsun ki Allah yanında ekreminiz en takvalınızdır, her
halde Allah alîmdir, habîrdir
[54] İndi sübhani: (H. Yazır)
[55] İttika: Sakınmak. Çekinmek. Günahlardan ve bütün
kötülüklerden kendini çekmek. Takva ile amel etmek
Haz.
Ali r.a. ittika kelimesini kullandığı bir cümlede, “Savaş kızıştığı zaman
Rasulullah s.a.’i önümüze geçirerek korunurduk” diyor.
[57] İnkıraz: Sönme.
Zeval bulma.
[60] Kütüb-i Site, Cild-11, Hadis No: 4082; Ebû Davud Talak
3 (2177, 2178)
[61] Selis : Selâsetli. Fasih ve beliğ olan. Düzgün ve akıcı
ifade.
[62] Menkub: Dert ve meşakkatlere maruz kalmış olan. Rütbe
ve haysiyetten düşmüş olan.
[63] Sadaret: Vezirlik, Baş verizlik. Osmanlı zamanında baş
vekillik makamına verilen isim.
[64] Penahî : Sığınma.
[65] İstidlal : Delil getirmek. Bir delile dayanarak netice
çıkarmak. delile nazar etmek. Muhakeme.
[66] İttihaz : Edinmek. Kabullenmek. ”Öyle” diye bakmak.
Kabul etmek.
[67] İsra Suresi 44. Ayetin Tamamı : تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا
Meali:O'nu, yedi gök ile
yer ve bunlarda bulunan akıllılar tesbih eder. Hatta hiçbir şey yoktur ki, O'nu
överek tesbih etmesin, ancak siz onların tesbihlerini iyi anlamazsınız. O,
gerçekten halim ve çok bağışlayandır.
[68] Dal : Kuran ve iman yolundan sapan. Dalalete giden,
azan. Azdırıcı, sapkın. Şaşkın.
[69] Zât-ı Bâri : Her şeye bir kalıp ve şekil veren ve
güzelce yaratan Zât, Allah.
[70] İhtiram : Hürmet olunmak, Tazim olunmak, hürmet saygı
[71] Fussilet Suresi 53. Ayet meali : İleride biz
onlara hem âfakta hem nefislerinde âyetlerimizi öyle göstereceğiz ki nihayet
onun hakkolduğu kendilerine tebeyyün edecek, kâfî değilmi bu ki rabbın her
şey'e şâhid
[72] Beyyinat: Beyyineler. Burhanlar.
[73] Neş’et-i saniye: yeniden vücuda gelme.
[74] Neşveya-ı beka : Ebedilik neşesi.
[75] Revac: Sürüm. Kıymet , değer, geçerlik, maklubiyet.
[76] Evceh : En vecihli, çok uygun, en münasebetli.
[77] Vacibu’l Vücud : Vücudu mutkak var olan, yokluğu
mümkün olmayan.
[78] Gayet: Çok, pek çok. Nihayet. Gaye. Encam
1 yorum:
Merhaba. Kasetlerin ses kayıtlarına nasıl ulaşabiliriz, inderebileceğimiz bir bağlantı var mı acaba?
Yorum Gönder