252. Kaset (13.12.1966) 76 dk. (286)
(Bu kasedin sonundaki yaklaşık 40 dakikalık bölüm kayıttan kaynaklı bir sıkıntı nedeniyle anlaşılması çok zor. Anlayabildiğimiz kadarını kayda aldık.)
(Bu kasedin sonundaki yaklaşık 40 dakikalık bölüm kayıttan kaynaklı bir sıkıntı nedeniyle anlaşılması çok zor. Anlayabildiğimiz kadarını kayda aldık.)
… evvela kendisini
tahalli[1] eder. Onu tahlile
kalkışır. Birkaç sual tevcih[2] eder. Ben kimim, der. Kim
çekti beni bu âlemi hilkate, der. Nerden geldim, nereye gidiyorum, der. Geliş
ve gidişimdeki gaye nedir, der. Nerden geldiğini ve nereye gideceğini müspet
ilim bildirmez. Sahası dâhilinde değil. İşte nokta-i iman buradan başlıyor.
Gelmişiz ve gidiyoruz. Öyle bir hal ki, öyle bir tecelli ki, nerden geldiğimizi
ve nereye gideceğimizi mevzuu olan ilimler bildirmez. Sahası dahilinde
değildir. Eğer bildirmeye kalkarsa ona müspet ilim denmez. Mevzuuna dâhil değil
onun. Fakat insan acayiptir. Hayat gafletle geçer. Farkında değildir insan.
Birkaç konuşmadır söylüyorum; hayatın ahlakta tarifi, ilerde hesabı sorulmak
üzere verilen bir sermayeden ibarettir. Ama hayatı heyecan diye tarif
edenlerde vardır. Oda yine bir hayattır. Fakat ahlakta bir hayatın tarifi
vardır. O vaktiyle pek insan onun üzerinde durmaz, düşünemez. Hatta bazı
kimseler, hiç onu hatırına bile getirmez. Hiç. Zaten o insanda böyle ayn-el
yakin, hakk-al yakin tahakkuk etmiş olsa, bir birimizi yer miyiz biz? Bugün
beşerin yapmış olduğu fenalıklar canavarları utandırtıyor. Neden? Sonra değer
mi? Orta yerde değecek bir şey yok. Bugün beşerin irtikab[3] ettiği çirkinlikler
canavarları utandıracak kadar küçüktür. Kötüdür yani.
İnsanlar evlatlarını
hayvanlar kadar bile sevmiyor. Ne kadar küçülmüş? Haşa huzurdan,
köpek yavruladığı vakitte yanından geçerken, ısırır. Yavrumu muhafaza edeceğim
diyerekten neler yapmaz? İnek doğururken yavrusunu göstermeden alabilirsen
sütünü sağabilirsin fakat o zayi olmuştur zanneder gösterilmeden alınırsa. Bir
defa gözü ilişti de gördü mü, imkanı yok sütünü vermez, getir yavrumu der.
Getir, yavrumu getir der, sütü vermem der. Sütünü vereceği saat geldiği
dakikada duramazsın, bar bar bağırır. Getirin yavrumu meme emdireceğim der. İnsan
bu: sahasını kaybetti.
Hulasa, az bir
müddet kalıyoruz biz bu kevn ü fesat[4] âleminde. Dirliği kısa
bu bulunduğumuz sahanın. Kaç senedir? Altmış, yetmiş, seksen, sen yüze çıkar. Yarısı
uykuyla geçer, elliye iner, kırka iner. Yarısı da sabavet[5] şebabetle[6] geçer. Ufacıcık bir zaman.
On beş yirmi sene di mi? Seksen sene yaşamış bir adam, yüz sene yaşamış, yarısı
uykuyla geçti, oda bir ibret ya uykuyla geçtiği de, her gün ayriyeten bir
mürşittir. En büyük dersi veren şey. Onu Kudret her gün vermiş ki insana, bugün
aklı başına gelmezse yarın belki kendi kendine kalır düşünür diyerekten. Çünkü her o halin tecellisinde, insana
muazzam bir ders verir. Ey... sahte benliğine mağrur olma. Semayı deler gibi
bakma, yeri ezer gibi basma, pek öyle göğsünü makam-ı iftiharla kabartma. “Nen
varsa elinden alıyorum.” Uyku geldiği vakitte, kim kendisine sahiptir, değil
mi? Sahip mi? Var mı, bir kimse sahip olan? Şuurunu, rütbesini, cahını, masasını,
evladını, iyalini[7],
kocasını, karısını, hepsi. Benim cehlimi, senin ilmini, ötekinin şusunu,
kuvvetini bir bahr-ı umman-ı ehadiyet[8]e atar, kimseninkini de
kimseye karıştırmaz. Nüfus kağıdı şurada kaldı, dur bakalım, arayalım filan yok.
Bir yakaza[9] hali verir, herkesinki
de yerli yerinde gider. Bundan da büyük insanlar için ibret alacak bir şey
yoktur. Senin hiçbir şeyin yok demek istiyor, o halde bırak can yakmayı.
Her an senden alıyorum, tekrar veriyorum. Bir gün vermezsen ne yapabilirsin?
Di mi?
Sonra ne malum biz
şimdi uykuda değiliz, yahut rüyada değiliz? Ters söyledim. Öyle pek kolay kolay
da rüyada olmadığımızı ispat edemeyiz de haa... Mesela uyku âlemine geçiyoruz;
bir rüya âlemi deniyor, bir âlem oluyor; orda birçok işler yaparsın. Üüü. Ter
içinde bazen uyanırsın. Bazen aynı sızıyla uyanırsın, o sızıyı günlerce bu
bedende o azabı çekenler de olur. Rüyaydı dersin. Eee şimdi de acaba rüyada
mısın, hakikatte misin? Kati olarak bunu
ispat edemezsin. Kendi kendine kalırsan ispat edemezsin fakat ispat edilmiş
şekli var, rüyadayım diyemezsin. İşte uzun bir bahis o. Onu da aç nerde... saat kısa, müddet az. Acaba, ne malum? O
rüyadayken böyle neler oluyor, neler oluyor? Sonra uyanıyorsun, haa...
diyorsun. Sevinecek bir şeyse, eh gitti yahu rüyaymış diyorsun. Kötü bir şeyse
aman ne güzel hele kurtulduk diyorsun. Acaba şimdi ne? Şimdiki halimiz ne? Az,
az. Onun içün bir temaşa-i film uğruna insan makrur[10] olmamalı. Öyle
bir şey okumuştum size. Geçip gidiyor.
Ne güzel
söylemişler;
Birbirini
sevmeyenin, kendi özün bilmeyenin
Adem’e baş eğmeyenin, ismini şeytân okumuşlar [i]
Adem’e baş eğmeyenin, ismini şeytân okumuşlar [i]
Doğrudur o. Çok
güzel sözdür. Birbirini sevmeyenin, kendi özün bilmeyenin, Adem’e baş eğmeyenin.
Evet. Adem olmak istersen, Adem ara, Adem’i bul, Adem ile adem ol. Seyid-ül
âlemdir Adem, gayrıdan sevdayı kes. Sevmiyoruz, birbirimizi sevmiyoruz. Hiç
sevmiyoruz. Nerden geldi bu hastalık, bunu da bilmem.
Dedemiz böyle
değildi. Dedemiz bu biçim değildi. O, üç kıt’ada hakim olan deden, medeniyetini
taklit ettiğimiz âlemi, asırlarca kendi hakimiyetinde tutup; otur, dediği
vakitte oturtan... Otur, diyor oturuyor. Şimdi de bize otur, diyorlar, biz
oturuyoruz. Onlar, geri kafalı; biz, ileri kafalı. Bilmem tuhaf bir şey.
Deden, deden,
ilimlere mevzuu vermiş, sanatlara model vermiş, cehli gördüğü yere ilmi vaz
etmiş, zulmü gördüğü yere adli koymuş. Senin bir deden var ya... Onu her
konuşmada tekrar ediyorum, anla öğren dedeni. Muazzam. Bizde de o kan vardır
canım. Dünyanın her tarafına manevi zehirli gaz sıkıldı, her tarafında,
hissedar olmayan yoktur. Kimi yüzde yüz almıştır, kimi yüzde seksen almıştır,
kimi yüzde elli almıştır, tabi bütün dünyaya manevi bir zehirli gaz, bir
mazhariyet... O tecellide bizde hissedar olduk. Hüff, silkelesek alından nakış
çıkar. Nakış yine durur, durur. Kabb[11] değildir, maya amma
tozunu silkelemek lazım. Evvela mukallitten, taklitten kurtulmak lazım.
Anlattık kaç defa. Taklit. Sen her şeye sahip bir insansın. Züğürt üredi,
türedi bir kavim değilsin ki. Aç, nasıl itilâ[12] eyledin bak. Nerden
düştün bak. Raporlarını bulursun, kendi kendine gidersin. Bul raporlarını.
Hakiki medeniyeti
ortaya koyabilirsin. Deden de vardı çünkü. Herkes arar amma senin aramana o
kadar ihtiyacın yok. Sonra aranılan medeniyet de medeniyet değildir, vahşet-i
musannadır[13]. Beşer bunun
farkında değil. Aranılan şey, ismi güzel ama kendisi vahşet-i musannadır. Kaç
defa söyledik, bas düğmeye milyonla adam öldür. Bu mu medeniyet? Buna güzel
vahşet denir. Hayat almaz, hayat verir medeniyet. Hayatı almaz, hayat verir. Deden
öyleydi, hayat verirdi. Hürriyet veriyorum derken, hüviyetini almaz adamın.
İnsanlık hüviyetini kaldırmaz; “Sana hürriyet veriyorum.” Derken. Hüviyetini ibka[14] eder. Anladın mı?
Ama her cihetten
insanlar çarpılır. Dedenin kabul etmiş olduğu mana medeniyeti üzenine medeniyet
dünyanın bir yerine konulmamıştır. Aç tarihi aç, bak. On dört asır evveline
fikren seyahate çıkalım bakalım, medeniyetleri gezelim: Yenisini de gez,
eskisini de gez. Daha renk farkı var kardeşim, bana nesini methediyorsun bana?
Renk farkı var daha, renk. Daha renk farkı halledilmemiş. Bak gez, bütün
dünyayı gez… O hukukuyla meşhur olan
Roma’ya bak: Ne âlemde? Felsefesiyle, şusuyla meşhur olan Yunan’a bak: On dört
asır evvel eski Yunan’a: Ne âlemde? Ben-i İsrail medeniyetine bak: Kız çocuk
hizmetçi defterine kaydedilir. Meş’um[15] addedilir. Daha bin sekiz
yüz küsur tarihine kadar, İngiltere’de bir kadın kocaya vardığı vakit; bir kız,
malı kocasına intikal eder. Kendisinin hakk-ı temellük[16]ü yok. Tasarruf edemez.
Dedenin kabul ettiği medeniyette, on dört asır evvel kadın bizatihi tasarruf
eder. İsterse hibe eder, isterse satar, isterse verir, isterse atar. Kimsenin
üzerinde bir hakk-ı taalluku yoktur der. Sende iftara edersin; esaret etmiş
dersin. Roma medeniyetinde insan kocası öldükten sonra kadın tel dolabı gibi
pazarda satılırdı. En büyük azizleri, en büyük insanları, isimlerini saymayayım
şimdi, vakit geçmesin: Alet-i tezvir[17]dir, alet-i şerdir. Böyle
tarif eder kadını. Kadını böyle tarif eder. Anladın mı? Alet-i tezvirdir,
alet-i zevktir, alet-i şerdir. Üç tabir kullanmıştır, en büyükleri… Dedenin
kabul ettiği medeniyette de hattı zatında… Ama ne yapayım sen tetkik, tahkik
etmeyince, taklit ile, ligaraz[18]in konuşulmuş olan sözleri
benimseyince ben ne yapayım? Ne çıkar ondan? “İnnema'n-nisa’ şakâyıku'r-ricâl.”[19] Kadınlar erkeklerin nısf[20]-ı diğeridir. Onunla itmam olunurlar, diyor. Anlatamıyorum galiba di mi? Bu ufak bir cümle ama ciltler
dolar bununla. Burayı alırda, bir aile hukuku yapacak olursan, ciltler dolar
ciltler. Ciltler dolar.
Beşeriyetin Fahri Ebedisi Hz. Muhammed Aleyhisselatüvesselam;
“hayriküm,
hayriküm, hayriküm li ehli ve ene hayriküm li ehli”. Ne demek istiyor biliyor musun? En
hayırlılarınız, ailelerinize karşı hayırlı olanlarınızdır. Bende aileme karşı
hayırlı olanlardanım. Ama bu öyle yazıda sözde söylenen gibi, hikaye gibi
değil. Bu sonra şunun bunun sözü gibi de değil. Bunların üzerinde durmak lazım.
Bunlar birer dava. “Ehline hayırlı olan, en hayırlınızdır. Bende ehline hayırlı
olanlar içinde en hayırlı olanlardanım.” Diyor. “Ma ekremün nisa illa
kerim.” “Kerim olanlar, ancak ehline
karşı ikram edebilirler.” Diyor. Yani evinde ailesiyle iyi geçinmeyen adama, Hz
Muhammed (sav) alçak adam diyor. Sen artık ben şöyleyim de, böyleyim de,
şöyleyim de… Bu adama böyle olduğu gibi bunun tabi karşılıklı; kadına da böyle.
Mâbihi’l-kıyam[21] rical[22]de olduğu içün ilk önce onu zikrediyor. Kaybetmişiz bunların esaslarını
biz, asırlardan beri…
Ben gezdim Anadolu’yu, seneler evveli. Evinde
çamaşır yıkatmaz kadına, derede yıkayacak, der. Niye? Anlaşılmaz. Tuhaf şey.
Kar kıyamet, yükler, o derede saatlerce çeker, kendi de odada ya kumar oynar ya
acayip mahluk gibi yatar, o hem onun ıslağını da beraber taşıyaraktan getirir,
ondan sonra da döver. Sesi duyulsun ki bana kılıbık demesinler. Anlatabiliyor
muyum? .. Ben tahlil edemedim. Anlamadan öleceğim gideceğim, anlayamadan.
Abittir, zahittir, şöyledir, böyledir diyerek ederler, gidersin bakarsın aptaldır,
salaktır, ahmaktır, zavallıdır. Öbür tarafta şöyle zekidir, böyle fakihtir,
şöyle kudretlidir, böyle şudur budur gidersin bakarsın zalimdir. Ne bileyim
işte, vurur, kırar, yakar, ezer o isimleri alır. Bunun ikisinin ortasında ben
tesadüf edemedim. Edenler ne mutlu. Öyle, dereye götürücek, orada
yıkayacak, dereye götürecek, orada yıkayacak, onu ağırlığıyla yine o kadın
alacak ve getirecek, getirdikten sonra da mükafat olarak bir de dayak yiyecek.
Sonra bu bakarsın hacı olur, bakarsın şöyle olur. Kim demiş sana böyle şeyleri
yap.
Henüz makam-ı insaniyete çıkmamışsın kardeşim.
Bunlar evvela Adem olacak, Adem olduktan sonra sonra inanacak, ondan sonra
teslim olacak, ondan sonra insan ile konuşma hakkını alacak, ondan sonra o
konuşmanın nazını çıkaracak, ondan sonra büyük büyük huzurlara çıkma hakkını
alacak. Henüz makam-ı ademiyette değilsin. Ayıya bile dağda birisi diken
battığı vakit de çıkarınca ikincisini seferinde bal kütüğünü gösteriyor. Senin
eşyanı getirmiş yıkamış, sen küçük buluyorsun. Aranızda çok fark var. Farkı
çok. Fark büyük, fark. Ne büyük farklar var.
Sonra sebeb-i hilkat marifettir. Neyi bilecek
insanlar? Hilkatin sebebi, yani bu mevcudatın var olmasındaki illet, sebep, bir
tek şeydir, marifet: وَمَا خَلَقْتُ
الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ [23] Bunu resmen Kudret ilan etmiştir. Ben bu mevcudatın
yaratılmasındaki sebeb-i illeti marifete bağlamışımdır. Yaratmamdaki hilkat marifetten
ibarettir. Sebeb-i hilkat marifettir. Dedikodudan ibaret değildir ki. Biz
bir defa hilkatin sebebini ayakaltına alarak yaşayan bir camia olduk. Hiç
birimiz bir şey bilmiyoruz. Ne ilme mevzu veririz, ne sanata model veririz, ne
fende bir ihtira yaparız, ondan sonra yaratırız diye gezeriz. Sonra
dünyanın yüzünde yaşarız.
Bunlar hep Hakk’ın iltiması… Ama bu iltimas ne vakte
kadar gider? Na-mütenahi gider mi böyle iltimas? Hakk’ın en çok sevdiği
Rasul’ünün (Sav) bu saha üzerinde bu iştiyakı var. Bu iştiyaka ait deden, o
iştiyaka mazhar olayım diyerekten her şeysinden feragat etmiş, canını vermiş,
ona ait bir sevgiyle böyle…. İlim, ilime
mevzuu vermeyiz, sanata model vermeyiz. İlmen geri, iktisaden geri, sanattan
geri, fennen geri, ne bileyim birbirimizi yeriz, ondan sonra yaratırız diye
orta yerde gezeriz. Sonra dünyanın da yüzünde yaşarız. Sahte bir parça
gülmekle, biraz eğilip bükülmekle dünya dönmüyor ki. Böyle şeyler, böyle şeyler
geçmeeeeez. Biraz çulu düzelt filan, yalandan gül, dişin meydana çıksın, bir
parça eğil... Bunlar, bunlarla iş
dönmez.
Sebeb-i hilkat marifet. Öyle bir marifet ki;
semeresi vesile-i refah olacak. Neticesi; mahz-ı[24] insaniyet olacak. Neticesi; takarrub-u[25] Hak olacak. Hangisini söyleyeyim? Öyle bir marifet ki, insan
Hak zevkiyle dolu olacak. Marifet: meveddetsizlik eseri olan boşluğu dolduran
şeyin adına derler. Zapted bunu, ilk söylediğim sözdür.
Gelelim mevzuya. Akıl hissin galatlarını tashih eden
kuvve. Her konuşmada tekrar ediyoruz. Âlemi hilkatte işe yarar. Biz Alem-i Hilkate
ve Alem-i Kudret’e raptedilmiş bir varlığız. Âlem-i Kudrete raptedilmiş
cihetimiz na-mütenahi, Alem-i Hilkate raptedilen cihetimiz işte görüyorsun, az.
Âlem-i Kudret’e taalluk eden kısmında akıl geçmez, durur orada. Hatta Alem-i Kudret’e
yaklaşılan kısmında bile geçmez. Mesela şöyle düşünelim; Nefs-i İnsaniyi tahlil
edebilir miyiz? Kim edebilir Nefs-i İnsaniyi tahlil? Yani ne demek istiyorsun
diye, belki bir sual sorar. Nefs-i insaniyi tahlil edebilir mi? Viçdanımızda halat-ı
müteselsile[26] mütenahi midir, na-mütenahi midir? Cevap yok. Sen bırak şimdi Alem-i Kudreti; henüz
daha kendi sahanda Nefs-i İnsaniyi tahlil edebilmek mümkün mü, değil mi? Ne
demek? Bir misal vereyim. Viçdanımızda halat-ı müteselsile mütenahi mi yoksa
na-mütenahi mi? Acaba bizde düşünen nedir? Her şeyden iyi hissettiğimiz
şahsiyet ve
enaniyetimizin neyden ibaret olduğunu bilmek mümkün müdür? Bırak şimdi sen
âlemi kudreti, bırak. Mümkün mü? Hayır, hayır, kısa cevap hayır, mümkün değil. Beşeriyete
nasip olan marifet nisbi ve cüz’idir kardeşim. Cüz’i. İdraki beşerin hududu
hadisattan ibarettir. Bu hududu tecavüz edemiyor. Edemiyor, edemiyor. Demek
ki, marifetimiz nisbi olduğu gibi, aslul usul menşe merci-i kül olan Hakikat-ı Külliyeyi de hakkıyla
bilmemize imkan yok. İşte iman denilen nokta burada zaruret kesbediyor.
Bunları da sende tadıyorsun. Tattığın halde ne yapacaksın? Mecbursun imana
intisab[27] etmeye, o imandan sonra
ona da kanmayıp aşka girmeye… Bir şey anlatamadık galiba.
Hakikat-ı külliye,
mecburidir.
En son merhale sıkışınca inşallaha kaldı deniliyor. Yoook, önce Allah’a
kalmıştır, sonra değil. O cehil sözüdür. Sonunda değildir o. Bidayette,
nihayette evvelde… Evvel de O, zahir de O, batın da O, ahir de O, Muhit de O, hepsi
o anlatabildim mi? Fakat o önceden kestirilemeyen, o sonradan söyler. Öyle
değil o. İş bitince değildir o. Hani biz, bir şey deriz, biz sıkılırız,
mıkılırız da, ne yapalım iş Allah’a kaldı. Yook, her zaman iş Allah’a kalmış.
Her zaman. Herzaman inşallah. Fakat gaflet insanı oyalar. Oyalar. Niçin demiş
Fuzuli. Büyük adam Fuzuli çok.
Nem var idi
ki laf edem özümden
Mahv eyle
beni benim gözümden.
Onun içün eski konuşmalarımda demiştim ki, zamin-i
baka[28]
bir teceddütten[29]
mahrum kalmamalı. Her hangi bir yenilik, her hangi bir varlık, her hangi bir
inkılap, baka’yi zamin olmadıkça inkılap olmaz. Yenilik olmaz. Baka-i zamin
olacak. Yani senin ebediyetini sana verecek. Seni muvakkat[30]
tutmayacak. Anlatamıyorum galiba? Seni yirmi senelik, otuz senelik bir mevcut
olaraktan…. Fani değiliz biz. Efendim faniyiz... cihet-i suriyemiz itibariyle,
fakat manamız itibariyle bizim bir baki ile baki olduğumuzu bize verebilecek
bir varlık icap eder. O varlığı veren yeniliğin adına yenilik derler. Yoksa
beni otuz sene kabul etmiş, otuz seneden sonra yok olacaksın demiş, onun bana
verdiği yeniliği ben ne napayım ben? Anlatamıyor muyum acaba? Bana otuz
senelik… velev ki, belki burada surî[31]
bir zevk verebilecek, ondan sonra ben yok muyum? Ondan sonraya ait bana bir şey
yok mu? Yok. Senin olsun. Zamin-i Baka bir teceddütten mahrum kalmamak lazım
gelir. Heves ettiğimiz teceddütler ölüm gibi acı bir tebeddül[32]
olmamalıdır. Dikkat edilsin…. Bir teceddüt sana bahsedildi mi, neticesinde
ölüm gibi acı bir tebeddül mü değil mi? Bir birine benzer. İsraf ile sahâ[33]...
Müsrif adamla sahih adam zahirde birbirine benzer. İkisi de sarf ediyor. Birisi
mezmumdur,[34] birisi
makbuldür. Bahil[35] ile
muktesit[36],
zahirde birbirine benzer, biri leim[37]dir,
biri makbuldur. Anlatamıyor muyum acaba? Benzer birbirine.
Tarihte olmayan, tarihte olmayan, misli
geçmeyen, bir millet kendi bünyesinden bir yenilik ortaya korda ve o yeniliği
bütün kâinat kabule başlarsa onun adına teceddüd derler. Anlatabiliyor
muyum acaba? Tarifi bu. Deden öyle manalara sahip olmuştu ki, zahmet çekmeden,
zahmet çekmeden, insan kendine istikamet verebiliyordu. Sen dedeni aptal adam
zannetme yahu, insanın gücüne gidiyor. Hangi kanun vardır
ki, kanun vardır ki, kimseye sezdirmeden başkasının hukukuna tecavüz imkânını
bulduğu halde faaliyete geçirmesin. Bu kanunu kabul etmişti. Hem zahirindeki
kanunları yaptığı gibi, onları tatbik ettiği gibi, öyle bir kanuna da gönül vermişti
ki, kimseye sezdirmiyor. O kanunun maddesi, kimse o kanunun maddesini okumuyor,
kimseye sezdirmiyor, öyle bir kanun ki, başkasının hukukuna tecavüz imkânı da
var. Fakat o imkân olduğu halde, onu faaliyete geçirtmiyor. Anlatamadım galiba?
Öyle herkes bir tuhaf, bir tuhaf bakıyor bana. Acayip, acayip.
Hiçbir kavmin vicdaniyatına müdahale edilemeyeceği
farz olunan bu asırda, hiçbir kavmin vicdaniyatına müdahale edilemeyeceği farz
edilen bu asırda,
vicdaniyatı avucunun içinde tutan büyük, kadir, muktedir, ceberruti bir kuvvet
var. Eee bu kuvveti istihfaf[38] etmek layık mıdır
insaniyete? Anlatamadık mı acaba? O kuvvetin ismi anıldığı vakitte, geriliktir
demeklik insanın şiarına yakışır mı? Geçen konuşmada dediğim gibi: eğer Allah
lafzını anmak bir gerilik, bir irtica alaimiyse[39], onu beyan eden bir
kelime ise, bütün dünya mürtecidir, bütün dünya gerilik içerisindedir. Ondan
kurtulmuş hiçbir millet yoktur. Çünkü hepsi anar. Anlatamadım mı acaba?
Evet, fikr-i
uluhiyet, fikr-i uluhiyet… Cümleyi tekrar ediyorum; fikr-i uluhiyet; bir
gerilik, bir irtica manasına gelirse, bütün dünya geridir ve irtica halindedir.
Çünkü fikri uluhiyetten mücerret, hiçbir millet yoktur. Ama taşa tapar ama
ne bileyim, herhangi bir zerreye gönlünü bağlar. Mesele fikr-i
uluhiyettedir. Yok bulamazsın. Vicdan dedikleri bir buluş vücut dedikleri bir
bulunuş ……………….
.....ebediyet
âlemden silinmez. Sen kendin, kendini
yapamadın nerden sileceksin. Vicdan dedikleri bir buluş, vücut/mevcut dedikleri
bir bulunuş oldukça fikr-i uluhiyet silinemez. Mevcut olmasa vicdan olmayacak,
vicdanlar olmasa vücut tecelli edemeyecek. O halde…………………….. ......yazık
günah değil mi? Orta yerde bir şey yok. Bidayette söylediğimiz gibi…… (47:35
bozuk)
......İşte hayatın
icab-ı zaruriyeti ey yar, bugün sen benden yarın ben benden ayrılmak. İşte
hayatın icab-ı zaruriyetisi ey yar, bugün sen benden yarın ben benden ayrılmak…
Onun için Hazreti Ali’nin hayat hayat programını…… ......hayre yektakune sürura... (48:15 bozuk)
Yadında mı ey ademoğlu doğduğun günler, Ağlar
idin sen güler idi alem,.......
Öyle bir ömür geçir ki, mevtin sana hande
olsun, halka da matem” ......
Çocuk doğarken
ağlaya, ağlaya gelir. Di mi? Gelmek istemez bu âleme. Memnundur kendi aleminden.
Halbuki anne muhafazası o an için ne kadar sıkışık(?), sıkıntılı bir yerdir, fakat
istemez. Bırakın der, gelmek istemez, olmaz. İkinci anne karnı da burasıdır.
Buradan da gitmek istemez. Burada da ağlar. Şimdi buraya geldikten sonra, bu
âlemi seyrettikten sonra desek ki biz buna, dön annenin karnına……………………………. .....Yadında
mı ey Ademoğlu
doğduğun günler, ağlar idin sen gülerdi âlem. Ağlaya ağlaya gelir, hısım akraba
......
Fakat gidişin gelişin gibi olmasın. Öyle
bir ömür geçir ki, o kadar çok çalış ki, giderken sen gülde etrafındakiler
ağlasın. Ahhhhh bir insan kaybettik desinler. Sen gül. Sen güle güle git de
etrafındakilerde………
Köpeğe bile insanın huyu geçiyor, niçün
olmasın? Köpeğe bile insanın huyu geçiyor da çoban oluyor, çoban. İnsana, Hz
İnsanın huyu geçmez mi? İstesen geçer. Beşeriyetin istifa kanununa tabi
olaraktan Kudret’in gönderdiği şahıslar var. Onların ücretsiz, külfetsiz,
minnetsiz vaz ettiği semavi işaretler var. Ayak kayacak yerlere (?) set çekmişler.
Ücret yok, külfet yok, mihnet yok. Şah ile gedaya müsavi. Güneş gibi. Güneş... Padişah
gelirse sana biraz fazla verir. Fukara gelirse......hatta viranelere biraz daha
fazla verir. Viranelerde güneş daha çok olur. Kat kat olursa alt katlar filan kararır.………………..
anlatamıyor muyum yaa? Zahirdeki güneş (harabe?) kulübeye ziyası çok geldiği
gibi, hakikatdeki, Şemş-i hakikat-i Muhammediye de kendi benliğinden soyunmuş olan
viran gönüle olduğu gibi girer.
Köpeğe insanın huyu geçerde nihayet (? 53:10)
çoban olur, av avlar. Yahut gücüyle insanı muhafaza eder. …..
....saflığına bağışlarsa. Allah’ın bazen bir Cemal tecellisi vardır …….
...bunu söylerken neticenin ne vereceğini
bilirim de, kendi kendime gülerken dudağımı yara yaparım, ısırırım belli olmasın
diye. Arkasından çünkü biliyorum ne geleceğini..... ...... .........
..Öyle olduktan sonra bu iş aklına gelmeden yapsaydın der. Ne kadar
güzel olurdu? Kudret adama der ki, yüzüne bakılırken başka kapının kulu,
kovulduktan sonra bizim kapıya, “Yer yok azizim.” Allah kimseye vermesin.
Anlatabildim mi acaba? Yüzüne bakılırken başka kapının kulu, kovuldun. Artık
işe yaramazsın dendi. Şimdi, gayet kolaydır, Kudret indinde insanın “ben sizi
şöyle mana zevkine sahip olmuş zannıyla konuşuyorum, bu sözlerden maddenin
kesafetinde kalanlar bir şey anlamaz. Onlarla da konuşmasını ben …………………
Şimdi gayet, gayet kolaydır. Nasıl söyleyeyim? Gayet zor, gayet kolay.
Ağır bir mevzuu. Bir insan tabi Hakk’a karib[40]
olmak ister, gaye budur yaradılışta.
Garaz, iyd-i lisalimdir(? 58:19) bu ayedün(?) nisabımdan.
Görüp yalnızlığı kabr içre nefret etme ölmekten.
Görüp yalnızlığı kabr içre nefret etme ölmekten.
Tarîk-i ünsi tut ki, her avuç toprak bir âdemdir.[41]
Garaz, iyd-i lisalimdir(? 58:19) bu ayedün(?) nisabımdan.
Aylar, günler, seneler, hadisatlar bunlar……………………….
Şimdi bu kurbiyet………………………..
...şu imtihanları var. Her asırda bu imtihan
sualleri değişir. ….. Şimdi o değişen asırlarınkini ben sana söylemeyim de o
kalsın. Bu asırda nedir imtihan, sual Kudretin verdiği? her………….. bakıyor. Kim tercih etmiş başka bir
şey sormuyor. Geç! Tabi o bütün etrafıyla olursa, ayrıdır. O ayrı bir hususiyet.
Fakat hani bir insan vardır ya, şöyle sınıfımı geçeyim der; birde vardır ki,
iftihar alayım der. Ama bu misal olarak söylüyorum………….
Bazen bu tercih çok güçlü olur, bütün iftihar
alanlarının üstünde bir iftiharlığı olur……… bu asrın insanında yeter. Yeter.
Geç. Filanı varmış filanı sormuyor, Filanı var mı, filanı da var mı, şunda var mı şunda var mı, sorar. Üüü öyle
ince eler, öyle ince sorar ki; senin, senin bildiğin gibi değil. Neler sorar
neler sorar, neler çıkarır, neler çıkarır. Bir gün Resulü Ekrem (sav) böyle,
bir bardak su içmişler, mübarek gözlerinden yaşlar gelmiş. “Bir şey mi oldunuz?”
demişler. Yani “Bir ıstırabınız mı var?“ “Hayır! İçtiğim su çok soğuktu. Bu
soğukluğun hesabını da isterler.” Demiş. Anlatabiliyor muyum acaba? Mesela,
deriz ki; şu ......ya bak(?) onların
hepsini ister, bunlar güzel. Fakat hepsini birer alır aaa. Birer birer alır ……….
İçtikten sonra gözlerinden bir çift damla yaş
geldi. Soruyorlar, “Bir ızdırab mı hasıl oldu?” Hayır! İçtiğim su çok lezizdi
aynı zamanda soğuktu. Aldığım bu soğukluk zevkinin hesabını sorar benden.
Diyor. Soracağım der kudret (? 1:02:35)
“E ne yapalım?” “Geldin bir defa, ne yapalım yok!” Sorulacan.
Tercih hülasa. Tercih etti mi bu asırda
suallerin çoğu kalkar. Kolay gibi de gelir ama bu tercih bir çok şeyleri
yapmaktan daha zordur. Zor. Kudretli bir azim, temiz bir irade, Hakk’a ait olan
saygıyı bütün saygıların üstünde tutabilmek. Yap tercihini, tercih olursa olur.
(?). Nerde dava var, biz sürümüzden(?) vazgeçemeyiz. O öyle ama, burada da
şöyle, burada böyle yapacaktım da ......
kırk gün bir adam ilm(?) ile
yalan söylemese hilm(?) ile hikmetle(?) yalan söylemese muhakkak kalbi
konuşmaya başlar. Hazreti Muhammed’in (sav) sözü bu laf değil ki; parasıyla
değil ki(?) o muhakkak tahakkuk eder. Eee kolay gelsin, kapanayım bir yere… Yook.
Şey içerisinde, kesret içerisinde. Öyle bir odaya kapanayım, bir yere
kapanayım, öyle değil. Öyle hadiseler çıkarır ki sana. Tam otuz dokuzuncu gün
bir hadise çıkar; patlayacağım dersin, bir şey söyleyiverirsin. Gider
gümbürtüye. Ona kudretli azim, irade, itminan[42]... İlaçlar bile öyle değil mi?
Gönül kendi âleminde fenasız bekaya, cefasız
sefaya, şüphesiz irfana, nihayetsiz devlete, huzur u cemal i izzete nail olmak
isterse bu tercih imtihanını kendisine iş edinir. Şöyle bir başla. Bir başla
bakalım. Adam olmaz deme, başla. Belki,
Kudret yardım eder. Olur, neden olmasın? Neler olmuş bu âlemde?
Bir misal vereyim sana; ... Bir misal vereyim.
Misal. ……… Sultan Aziz’in annesi; Aksaray’da mektebi var, adı ney bakıyım? Oo
…. Onun zamanında Said Paşa İmamı diye bir efendi var. Said Paşa İmamı. O
zamanı idrak edenler, Kur’an’ı güzel okumak… Güzel Kur’an okudu tabiri
yanlıştır. Kur’an’ı güzel okudu. ...
inceliği düşün. Kur’an’ı güzel okumak ve mevlit okumak onunla bitti, derler.
Acayip bir adammış ………. Yoruldunuz mu, keseyim mi, dinliyor musunuz? Ama misal
vermekte lazımdır…………
Demiş ki Valide Sultan……………. Konuşma saatini
ayarlayan adamsa lüzumsuz. Demiş Efendi Hazretleri, bir Mevlidi Şerif okutmak
istiyorum. Vaktini siz tespit ediniz. Nazik…..
Vaktini siz tesbit ediniz. Bu cuma gecesi demiş, akşamla akşamla yatsı
arası gelir okurum. O vakit örf ve adet; herkes akşamla yatsı arasında yemeğini
yer, yatsıdan sonra sohbetler, herkes kendi mevkiine göre eşine dostuna göre
oturur filan. Öyle de bir saat veriyor ki mübarek insan, akşamla yatsı
arası …………... akşamla yatsı arası gelir okurum
demiş. Davetliler gelmiş, hazırlanılmış. Akşam namazı olmuş cııkk. Geçmiş Yok. Yatsı... Yatsıyı bir saat geçmiş
yok ...lanmış Valide sultan. Etrafındakiler demiş: “Efendimiz niye müteessir
oluyorsunuz? Birçok mevlidhan (?) falan var. Gelirler okurlar. Sarayda çok
yetişmiş insanlar var. “Biliyorum.” Demiş “Güzel ama hayal bir hafta bağlandı. Onun
sükutu, beni müteessir eder. Ben daima gönlümü bir yere bağladım mı, onun
olduğunu isterim.” Ama demiş “Ne yapalım
davetliler geldi. Dağılın denmez ya, gelsinler okusunlar demiş.” Tabi yine
nadide okuyanlar var hepsi güzel, güzel okuyorlar. Bu sarayın kendine mahsus
acayip şerbetleri, billur kaselerde, bardak bardak mevlit bitmiş dağıtılıyor.
Türlü türlü nadide …... O esnada, denizin
orta yerinde, bir sandalın içinde ….. ses geliyor ama ses semadan geliyor.....
Geliyor. Demişler. Huyunu bilenler: Aman demişler belli olmasın mevlit okunduğu
………..hiç kimse belli etmesin, bardaklar
çanaklar her şey , şakırtu şukurtu hepsi kalksın, sükut ile beklensin. Neyse
gelmiş. Valide sultan hafif bir dokunma yapayım demiş. Ama oda gayet kibar:
Efendim sizin ef’aliniz bizlere hüccettir. Yani ulemanın, vukelanın işleri bir
onlara bakarız. Onlar bize senettir. Hattı harekatımızı ona uydururuz. Şimdi siz
akşamla yatsı arasında dediğiniz halde gelmediniz, sözünüz tetabuk[43]
etmedi manasına, haşlamış ….. Baksanıza bana demiş. Bende suç yok demiş. Ben
akşam namazını kıldım, Üsküdar’da evimden çıktım, iskeleye de yakın, gelirken
yangın yeri gibi demiş, bir kadın çıktı. Dedi ki; efendim içim yanıyor; yirmi
üç yaşında çıvan evladımı kaybettim, kırkıncı günü bugün, demiş. Öyle geliyor
ki; Allah aşkına, bana bir mevlit okursan çocuğumu yanımda bulacağım,
koklayacağım. Gibi geliyor. Sen bilirsin. Demiş. Ben, demiş; öyle bir adamım ki
“bir ananın(?) yas davetini, Sultan’ın davetine tercih ederim. Senin davetine
onu tercih etmeyeceğim mi zannedersin, demiş. Bunun üzerine, tercih olmadan
.... yani orada, o garip, fakir, beş parasız... Tabii öbür tarafta altın, kese,
ipek kese verilecek ………….. okundu denir. Kıymet de vermez. Onunla meşgul değil
o adam.
Bir yangın yeri gibi kadın çıktı, kalbi kırık
diyor. Allah da (cc) diyor ki; “ene inde min kesret ül qulub.” Ben kırılmış
olan kalplerdeyim. Gafiller beni göklerde, arifler gönüllerde arar. Bana
müracaat ediyor. Hak namına; ben diyor, oğlumu şimdi yanımda görmüş gibi
olacağım. Ben diyor, o Hak davetini bırakır da, ilk önce senin davetine gelir
miyim? Vakıa sana önce söz verdim ama davet Allah’tan geldi. Onu tercih edeceğim
sana. Anlatamadım mı acaba tercihi? Tatlı bir tercih, evet. Tercih edeceğim
diyor. Hülasa cihan, dar bir kuyudur kardeşim. Yusuf olmaya çalış Hablullah[44],
Aşkullah ipiyle kendini oradan çıkar. Yoksa bu Kainat, senin görmüş olduğun
cihan dar bir kuyudan ibarettir. Sende Yusuf olmaya çalış. Bul kovayı, o ipi,
çıkar. Hüner vücut testisinden içmeli, âlemin meyinden bir şey çıkmaz sana.
Bunlar hep senin kendinde var. Bela şem[45]ini
uyandır keyfine bak. Başka bir şeyin tercih …………………….
Hakk’ın narı da vardır, nuru da vardır. Yar’ın nuruyla narını söndür. Ters söyledim
afedersin. Yar’ın nuruyla, narını söndür. Eğer nuruna sahip olmak ister,
beceremezsen yanar gidersin, Na-mütenahi yanarsın. Bu âlemde Hak ve hakikatten
uzak olanlar zannetmeyin ki, bu âlemde bir şey görürler. Bu âlemde zahmet
yoktur haa. Herkes ister ki, efendim mesela şu adam şu fenalığı yapmış dünya
da, dünya da bişi yok. Yok muhatap/muhasip
olan şey(?) Bugünkü konuşma bu kadar yeter.
[1] Tahalli: 1)
(Halâ. dan) Boşalmak. Boş kalmak. Kendine
çekilmek. Yalnız kalmak 2) (Halâvet. den) Kendi kendini donatmak.
Süslenmek.
[2]Tevcih:
1.Döndürmek, yöneltmek. 2.Tefsir etmek. 3.Birisini bir tarafa göndermek.
4.Rütbe vermek. 5Bir kimseye söz atmak.
6.Edb: İki zıd mânaya gelebilen ve birbirinin zıddı mânada söz kullanmak.
[3] İrtikâb: 1.Kötü
bir iş işleme. 2.Rüşvet yeme.
[4] Kevn ü fesâd:
Var olup sonra bozulmak.
[5] Sabâvet:
Çocukluk
[6] Şebabet:
Gençlik.
[7] İyâl: Bir
kimsenin geçimini üstlendiği kimseler
[8] Ehadiyet : Birlik
[9] Yakaza: Uyanıklık, dikkatli olma, uyku ile uyanıklık
arasındaki hal.
[10]
Makrur: Düzenbaz, Gururlu. Boş bir şeye güvenen. Fâni ve faydasız şeylere
güvenip kendini aldatan.
[11]
Kabb/qab: Haysiyetsiz, arsız
[12]
Îtilâ:Yükselme
[13]
Musanna': 1.Sonradan yapılmış. Sanatla ve düzgün yapılmış olan. Sanatkârane
yapılmış olan. Usta elinden çıkmış olan. 2.Uydurulmuş, yapmacık.
[14]
İbka': Bâkileştirmek. Devamlı etmek. Azletmeyip yerinde bırakmak. Yerinde
devamlı etmek.
[15]
Meş'um: Kötü. Uğursuz. Bedbaht.
[16]
Temellük: Mülk edinmek. Kendine mal edinmek. Sâhip olmak.
[17]
Tezvir: 1.Söze yalan karıştırma. Yalan
söze ziynet verme. 2.Şahidin şehadetini iptal etme. 3.Kendini ziyaret edene
ikram etme.
[18]
Ligaraz : Kötü niyetlilerin
[20] Nısf : Yarı, yarım
[21]
Mabhi’l-kıyam: Ayağa kalkma, kıyamda önde olma, öncelik
[22]
Rical: Erkekler, er kişiler.
Meali: Ve ben,
Cinn-ü İns'i ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
[24]
Mahz: Sırf, sade, tam.
[25]
Takarrub: Yaklaşma
[26]
Halat-ı Müteselsile: Zincirleme olaylar,
birbirine bağlı şekilde sıralanan haller.
[27]
İntisab: (Nisbet. ten) Bir yere, bir
kimseye mensub olmak. Mâiyyetine girmek. Bağlanmak
[28]
Zamin-i Baka: Devamlılığa, daimiliğe,
bekaya Kefil olan, sonsuzluğu garanti
eden.
[29]
Teceddüd: Tazelenme. Yenilenme
[30]
Muvakkat: Vakitli. Geçici. Fâni.
Devamlı olmayan
[31]
Surî :Surete ait, görünüşe ait
ve müteallik. Hakiki, ciddi ve samimi olmayan. Zâhiri
[32]
Tebeddül: Değişme, değişim.
[33]
Sahâ: Cömertlik, eliaçıklık
[34]
Mezmum: Zemmolunmuş. Makbul olmıyarak
ayıplanmış. Kötü.
[35]
Bahil: Cimri
[36]
Muktesit: İktisatlı, tutumlu
[37]
Leim: Alçak, deni, rezil, zelil, levm edilen. Cimri.
[38]
İstihfaf: Küçük ve aşağı görmek,
küçümsemek, tahkir ve tahfif etmek
[39]
Alaim: İzler. İşaretler, deliller,
Alamet.
[40]
Karib : Çok yakın. Yer ve mekânca uzak olmayan.
[41]
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri (Marifetname,
İkinci Fen, beşinci bab, dördüncü fasıl, beşinci madde)
Bu âlem ki,
gönül, kaydın çekersin, mihnet ü gamdır,
Fenâsız âlemi
seyreyle ki, bir hoşça âlemdir.
Görüp
yalnızlığı kabr içre nefret etme ölmekten.
Tarîk-i ünsi
tut ki, her avuç toprak bir âdemdir.
Bunun benzeri bir beyite de Fuzuli ‘de rastladık;
Anıp tenhalığı kabr içre nefret eyleme zinhar
Tarik-i üns tut kim her avuç toprak bir ademdir... Fuzuli
Anıp tenhalığı kabr içre nefret eyleme zinhar
Tarik-i üns tut kim her avuç toprak bir ademdir... Fuzuli
[42]
İtminan : Emniyet içinde olmak. İnanmak. Mutlak olarak bilmek. Kararlılık.
[43]
Tetabuk: Birbirine uygun ve muvafık olmak. Uymak. Birşeye uygun düşmek.
[44]
Hablullah : Allah'ın ipi. Kur'an-ı Kerim. Allah'a kavuşma vasıtası. İhlâs.
İtaat. Cemaat.
[45]
Şem : Mum, ışık.
[i]
Güftesi Rufai Şeyhi Ahmed Vehbi Antakyavi'ye (ks) ait ilahinin
tamamı;
Mekteb-i irfâna gidip âyet-i Kur’ân okuruz
İlm-i ledün vâkıfıyız nüsha-i insan okuruz
Söylemeyiz mâ-halefe böylece
erdik şerefe
Vâkıf olup “Men aref”e
nükte-i pinhan okuruz
Gelse güzel bezmimize yad gelmese yanımıza
Münkir ermez sırrımıza böylece irfan okuruz
Her güzelin dengine biz
boyanırız rengine biz
Düşmanının cengine biz tîg
ile çevgân okuruz
Birbirini sevmeyenin kendi özün bilmeyenin
Ademe baş eğmeyenin ismini şeytân okuruz
Aşk ile sevda ile biz derd-i
dilârâ ile biz
Tabla-i şeyda ile biz
böylece dîvân okuruz
Vehbiyâ mestiz ezeli biz severiz her güzeli
Anda görüp Lem Yezel’i ismini cânân okuruz
Aşk ile sevda ile biz derd-i
dilârâ ile biz
Tabla-i şeyda ile biz böylece dîvân okuruz
Tabla-i şeyda ile biz böylece dîvân okuruz
Vehbiyâ mestiz ezeli biz severiz her güzeli
Anda görüp Lem Yezel’i ismini cânân okuruz
Anda görüp Lem Yezel’i ismini cânân okuruz
0 yorum:
Yorum Gönder