Eni ü nale seher-hize ney nevası verir
Bükadan Arif i billaha mey safası gelir
Sühanverin eseri bir hayat ı sânidir
Giderse dâr ı fenâdan yine sedası gelir.




Saniye sonra Kapanacaktır

255. Kaset

 K 255 ( 02.03.1966) 65 dk 255

Bunları gayet muazzam bir şekilde tarif ediyor, tavsif[1] ediyor. İnsan diyor, âdem diyor, hayvan-ı natık[2] diyor… Eski konuşmalarda bunları, ben size gücüm yettiği kadar anlattım. Kime insan diyor, kime âdem diyor, kime canlı konuşan, yani hayvan-ı natık diyor?  Sizde bir konuşan var, bende dinleyen var; yahut bende bir konuşan var, sizde dinleyen var. Bunun mecmuuna insan denir. Bir tarifte… İnsanın tarifi çok uzun, bitmez... Gayet uzun. Nasıl tarif edilebilir? Şimdi biz burada, şöyle toplu halde bulunuyoruz. Nihayet zahirimiz, dış görünüşümüz; et, kan, kemik torbasından ibaret. Fakat içimiz… Sizde bir akıntı var. Ne bidayeti, mutasavver[3]  ne nihayeti… Tutamazsınızda. Hepimizde ayrı ayrı… Eee, nasıl tarif edeceğiz böyle, ayrı ayrı manayı? Kiminiz dinliyor, kiminiz dinlerken konuşuyor. Belki harici vaziyette bir şeyi de temaşa ediyor. Bu vücut acayip... Nasıl bunu tarif edebiliriz? Birimizin şu andaki hali diğerimizde ayrıdır. Bir şey anlatabiliyor muyum acaba? Nazarlar acayipte.


Hepimiz bir varın tecellisinin mazharıyız[4]. Müstakil vücudumuz yok. Vücut, bir vücuda münhasır[5]… İnsanlık âlemi; bunu idrak ettiği gün, huzur gelir. Bu bir kısa cümledir amma çok büyük kitaplar yazılabilir. Tekrar ediyorum cümleyi: Vücut, bütün vücutlar bir vücuda münhasırdır. Bugün ki beşeriyetin inlemesi, bunun farkında olmadığından dolayıdır. İlmen çok yükselebilir. Her vakit söylediğim gibi; fennen, çok gözleri kamaştırıcı şeyler meydana getirebilir. Felsefesi, fikirleri durdurur ama bununla felaha kavuşabilir mi? Kavuşsaydı, bugün ki inlemek olmazdı. Niye insan âlemi inliyor? Onun raporunu kimse hazırlamıyor. Efendim, iktisadı bilmem şu da, bilmem işte şu filanda …. Onlar suret-i zahirede[6] oyuncak, oyuncak. Evet, yine o söyleyeceğim cümlelere bağlıdır.

Mesela bugün beşeriyeti sarsan nokta, parayı gaye ittihaz[7] etmeleridir. Para... - Dikkat edin. Çok ince bir yerdir. Mühim bir yer.- Para, gaye ittihaz edilince insanlık inler. Yaaa para yooo. Para; vasıta ittihaz edilmeli. Daha çok kâr eder. Gaye ittihaz ederse kendi yıkılır. Vasıta ittihaz ederse parayı, vasıta olarak kullanırsa; gaye olarak değil vasıta olarak kullanırsa, insanlık inlemez. Gaye olarak kullanırsa, insanlık inler. Bir şey anlatamadım galiba. Bugün konuşmamın an yeri bu. Bu cümleyi söylemek için çıktım. Gaye olarak ittihaz.. Gaye ittihaz ederse, ihtirasat-ı nefsaniye hiçbir vakit tatmin olmaz. Vasıta ittihaz ederse, işin şekli değişir. İşte bugün ki beşeriyet, parayı gaye ittihaz etmiştir. Neden gaye ittihaz etmiştir? Şimdiye kadar söylediğim şeyler… Vücut, bir vücuda münhasır olduğunu idrak edemediğinden dolayı… İri iri kafalar toplanıyor, kocaman kocaman insanlar birleşiyor, şöyle olacak böyle olacak. Hiçbir şey olmaz. Hastalık teşhis edilmemiş. İstediğin kadar ilaç ver. Bir doktor hastalığı teşhis edemezse, ne kadar ilaç verirse o hastayı büsbütün berbat eder. Hastalık teşhis edildikten sonra, ilaç fayda verebilir.

Onun içün ahlâkın kısa tarifleri vardır. Ahlâkın kısa tariflerinden biri de, budur: İnsana bütün meziyetini kendisine bulmasını emreder. Bugün ki insanlık âlemi kendi meziyetini bulmak sevdasında değildir. Acaba anlatabiliyor muyum? Kendi meziyetini… Ben Kudret’in nesiyim? Beni buraya kim çekti? Buraya beni kim çekti? Bunun farkında değil. His nuru, Hak nuru ile tezyin[8] edilmedikçe insan felaha kavuşabilir mi kardeşim? Bugün beşeriyet, bilmem ya... his nuruna sahip mi değil mi? Farz edelim ki sahip: His nuruyla yalnız kâm[9] alabilir mi? Muradına erebilir mi? Felaha kavuşabilir mi? His nurunu hak nuru ile tezyin etmedikçe buna imkân var mıdır? Bir göz ki, Allah nurunu görmezse; o gözün kör olması, var olmasından hayırlıdır. Hak visaline[10]  erişmek içün iki gözden olmak, pek değersiz bir şeydir. Yok! Eğer Hak nurunu görmeyecekse, böyle kötü gözün insanda lüzumu bile yoktur. Neden? Pek ariyet[11] bir şey, pek ariyet...Gözlüğe ihtiyacım var, perde geldi, artık görmüyorum. Nihayet, hiç görmeyeceksin o biçim kalırsa. Ama Hak nuru ile onu tezyin edecek olursan, his nurunu; görüleceği görürsün. Beşer bundan mahrum yaşıyor ve onun içün huzura kavuşamıyor. Bundan dolayı... Vücut bir vücuda münhasır… Bu zevki beşeriyetin tatması şarttır.  

Allah tenezzül etmiş, tenezzül etmiş, bizim şanı şerefimizi, meziyetimizi kendisi beyan etmiş. Tenezzülat-ı subhanisiyle tenezzül etmişte, bizim meziyetimizi, varlığımızı kendisi beyan etmiştir.    [12] كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ ً وَلَقَدْ  demiştir. Âdemoğullarını tekrim[13] ederim, onları teşrif kıldım. Bunu hep söyleriz ama inceliği üzerinde durmayız. Âdem evladını yani bizi, kendisi öyle diyor ki; hem öyle söylüyor ki, o kadar tenezzül ediyor da işi o kadar kati beyan ediyor ki; azamet-i kibriyama yemin ederim ki; biz âdemoğlunu tekrim ve teşrif ettik. Âlem-i itlak[14] (?11:32) her beşer Kudret tarafından tekrim ve teşrif edildiği halde, neden birbirimize hakaret ediyoruz? Kimin Hakkı var birbirini ezmeye? Bilmem inceliği anlatabiliyor muyum? Huda kasem ediyor; Ben, şanı ulûhiyetime kasem ederim ki; ben âdem evladını tekrim ve teşrif eyledim. Eee o halde Kudret’ten verilen bu büyük imtiyazı… Birbirimizi neden yiyoruz biz? Gaye, Hakk olmadığından dolayı yiyoruz. Cevabı bu. Gayemiz hak değil. Eğer sen hakikaten Kudret’e iman etmişsen, benim bu varlığım kendi kendimden değil, kudretin bende hususi bir imtiyazı var diye, o zevk ile yaşıyorsan, Kudretin o beyanına da inanman lazım gelir. Birbirimizi yemememiz lazım gelir. Hakkı yok. Bazı insanlar bu cümleden tevahhuş[15] ederler. Açacağım onu da.

Bir vücuda inhisar[16] edin, o birlikten Hakk’ı murat ettin.... Aman çok dikkatli dinleyin, ilk söylediğim sözdür çünkü: Konuşmanın en muazzam yeri… O halde bu vücutlar Hakk’ın aynı mıdır, küfv[17]ü müdür, şebihi[18] midir, naziri[19] midir? Hayır. Lisan-ı hakikatte o mana tahsil edilmez ki. Eee aşikara söyledin, o mana nasıl  tahsil edilmez?

Misal vereyim: Deryadan bir katre alırsınız, bu katre deryanın aynıdır diyebilir misiniz? Bu katre deryanın küfvüdür diyebilir misin? Bu katre deryanın şebihidir diyebilir misin? Bu katre deryanın naziridir diyebilir misin? Diyemezsin. Derya deryadır, katre katredir. İnsan insandır, Hak Hak’tır. Fakat o katre, deryanın haricinde değildir. Bir şey anlatamıyor muyum acaba? Kemiyet,[20] keyfiyet itibariyle o katre deryanın aynı değildir. Kemiyet, keyfiyet itibariyle o katre deryanın, şebihi değildir. Kemiyet, keyfiyet itibariyle o katre, deryanın naziri değildir. Derya deryadır, katre katredir. Fakat katrenin bizatihi vücudu yoktur, deryadandır. Anlatamadım mı acaba? Konuşmanın en zevkli ve en zor yeri… En mühim yeri… Bunun zevkini Kudret hepimize tattırsın. Bunu tadarsak ve bu tattığımızı da kâinata yayarsak, âlemi insaniyete hizmet etmiş oluruz. Ama kısmet meselesi… O da ayrı bir iş.

Beşeriyet bunun farkında olmadığından dolayı, bugün işte birbirini yiyor. Ve yer. Öyle dedi, Huda: Cümleyi tekrar edeceğim; Cenab-ı Hak Tenezzülat-ı subhanisiyle tenezzül etti, çok iyi anlaşılsın diye kendisi beyan etti. Başka bir varlık beyanı değil. Meziyetini insanın meziyetini anlatmak için   وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ ً Zat-ı kibriyama kasem ederim ki; - Yemin ediyor Allah. Bu ne muazzam bir tenezzül-i subhanidir? Üzerinde ne kadar durmak lazım gelir?  Ne kadar durmak lazım? – Nam-ı azamet-i kibriyama kasem ederim ki; biz âdemoğullarını tekrim ve teşrif ettik. Eee Kudret tarafından her birimizin böyle büyük bir imtiyaza… Kudret bizi bununla beyan ettiğine göre neden biz birbirimize hakaret ediyoruz? Neden eziyoruz? Niye inletiyoruz? Kimin hakkı var? İşte beşer bunun farkına ne vakit varır; ondan sonra felaha doğru yürür. Başka türlü... Eee efemdim işte, iktisadi vaziyet şöyle olursa,  bilmem şu vaziyet böyle olursa... Bunlar zırıltı kardeşim. Bunlar adamın kalıbında geçer, kalbinde geçmez bunlar.

Dünya; dünya olalı, bugünkü kadar zengin olmamıştır fakat bugün ki kadar da sefil olmamıştır. Mevzii konuşmuyorum, bütün dünya üzerinde konuşuyorum, mevzii değil. Bir yere in’isar[21] ettirme. Dünya; dünya olalı bugünkü kadar, huzursuz insanlık yaşamamıştır. Bugün ki kadarda ilme vakıf olmamıştır. Bunu bilin ki; bilmek başkadır, yapmak başkadır. Şimdi biz biliyoruz, yapmıyoruz. Fikrinden yardım dilenme, vicdanından iste. Fikrinden yardım dilendiğin müddetçe düşersin. Vicdanından isteyeceksin, yardımı. Varsa... Tabi şart.

Beşeriyet bugün, yalnız fikrini kullanıyor, vicdanını kullanmıyor. Onun içün Kudret’te musluğu sıkmış, yiyin bakalım birbirinizi, diyor. Vermeyeceğim! diyor. Şunu şöyle yaparsam, bunu böyle yaparsam, şundan şu çıkarsa, bundan bu çıkarsa… İnleee!  Vicdanından almıyor, o yardımı oradan istemiyor. Yardımı oradan istediği gün; his nurunu, hak nuru ile tezyin etmeye başlar. Biraz evvel söylediğim gibi: Göz eğer Allah nurunu görmek istemezse, o gözün varlığı ile yokluğu arasında ne fark vardır? His nuru söner kardeşim. Kendimizin başına gelmiyor mu? Yirmi, otuz, kırk; gözlüğe ihtiyacım var, diyorsun. Ne oldu o? Biraz daha perde geldi diyorsun, biraz daha görmüyorum, diyorsun. O halde his nuru, hak nuru ile tezyin edilecek olursa, kâinat başka türlü görünür.

İnsanlar içün iki nasih vardır. İki nasihat edici vardır. Biri akıldır, biri de ahlaktır. Bunun haricinde kalırsa felakettir. İnsanlar içün iki nasihat eden vardır: Biri akıl, biri de ahlak. Ahlak, evvela adalete kıymet ver diye emreder. Birinci dersi oradan başlar. Adalete kıymet vermek… Adalet ne demek; her şeyde Hakk’ı kabul etmektir. Bugün beşeriyet hiçbir şeyde Hakkı kabul etmiyor. Onun içün inleyecek. Hepimiz kendimizden bu işe başlarsak, evvela can sıkıntısından kurtuluruz. Can sıkıntısı var ya herkeste. Can sıkıntısından…

Öyle can sıkıntısı deyip geçme… Hususi beyan etmiş Kudret. İttika[22] sahibi olanı, zengin cömerdi, birde canı sıkılmayan adamı severim diyor. Durup dururken canın sıkılıyorsa biraz kendi kendini şey et, tedavi et. Vardır bazı insanlar öyle. Hepimizde de vardır amma nispet dâhilinde. Böyle, birde böyle, gömülür böyle. Bu beyana karşı tehlikedir yani ya. Ama biraz evvel yaptığım tarife girerse bunlar kalkar. Hakk’ı kabul etmek… Hangi cemiyette Hakk taarruzdan masun[23] kalırsa, o cemiyet o vakit; hakiki medeniyetin zirvesine, en yüksek mertebesine çıkmış demektir. Sen istediğin kadar medeniyim de, istediğin kadar benim şu kadar fennim var de, istediğin kadar bu kadar bilgim var de, o cemiyette hakk muhafaza ediliyor mu? Tecavüze uğramıyor mu? Bunlar yerindedir. Uğruyor mu? Hiçbir şeyin yok. Hiçbir şeyin yok.

Hangi cemiyette, Hakk taarruzdan masun kalırsa, muhafaza edilirse Hakk, tecavüz oraya edilmezse; o cemiyet hakiki medeniyetin en yüksek mertebesini almış demektir. Öbür türlü sahte olur. Sonra ahlakta vazifenin bir en aşağı derecesi vardır, birde üstünü vardır. En aşağı derecesi, başkasına karşı adalet, kendi nefsine karşı ruhsat… Bir daha tekrar edeyim cümleyi, mühim yer. Bugün ana hatlarını söylüyorum, sonra Kudret müsaade eder sağ bırakırsa bunları daha açarım. Şimdi bunlar temel.

Vazifenin, ahlakta vazifenin… Vazifeyi anlattım size ben. Vazife neye derler? Uzun boylu tekrar etmeyeyim. O anlatmış olduğum vazifenin bir en aşağı derecesi var, birde en üstün derecesi var. En aşağı derecesi, başkasına karşı adalet, kendine karşı ruhsat… En üstün derecesini istiyorum ben. Orayı istiyorum, Der, insan bu ya. Başkasına karşı ihsan, kendi nefsine karşı azimet[24]... Bütün zor işleri seçiyor kendine. Kudret şuna da müsaade etmiş, buna da müsaade emiş. Bu kolay, bu zor; zorunu yapacağım diyor. Başkasına karşı da Muhsin, ihsan edici. Bu biraz zor sınıftır. Ama bu lacivert kubbenin altında bunu yapan vardır. Bu zor.

Ahlakta birinci sınıf insan olmak… Bunu tarif için söylüyorum, belki içinizde olan, olmuş olacak istidatta kimseler vardır. Benim haddim değil, kendimi sokmuyorum buraya. Tabi beyanlarda söylemeden geçilmez. Sevdiğini, sevdiğin üzerinde… Bir şeyi seviyorsun; şunu dimi ya, farz edelim. Sevgin üzerinde olduğu halde, vermedikçe ebrardan[25] olmazsın diyor Allah. Gayet zor.

Misal. Bu sınıfta evvela canan sonra can gelir. Evvela can, sonra canan yoktur ahlakta. Evvela canan sonra can gelir. Zaruret içerisindesin, imtihan âlemi ya burası… Bu âlem bir imtihan âlemidir. Beden bir arsa, bir otağdır.  Şu gördüğün beden, bir arsadır, senin arsan. Biraz evveli söylediğim gibi, his nurunu Hakk nuru ile tezyin edersen, mutlaka her beden kendisinde bir otağ bulur. Hele Hakk kapısının aziz bekçisi olursa. Azizi olursa. O kapıda aziz olursa… İhlasa bağlı şeyler. Sen şimdi zaruret içindesin. Bir iş bekliyorsun. Bir de hak namına sendiğin birisi var, oda senin gibi, aynı vaziyettesin. Geldi bir iş. Umduğunun haricinde bir iş, sana refah verecek. “Bu dostum benden daha ehildir.” diyebildin mi? Deden böyle derdi amma. Bu şimdi pek kolay gelmez. Belki de, böyle dersen aptal derler, deli derler, zavallı derler. Çünkü neden? Para, gaye olmuştur, vasıta değildir. Bu tabiri hiç unutma. Beşer parayı gaye halinden kurtarıp yalnız vasıta olarak tutarsa, felaha o vakit kavuşacaktır. Parayı bugün insaniyet âlemi, beşeriyet denilen saha, gaye olarak tutmuştur, hep gaye odur. Gaye olunca ihtirasat-ı nefsaniye tatmin olmuyor. Tatmin olmayınca, ihtirasat-ı nefsaniye ile kurulmuş olan medeniyetler, yine ihtirasat-ı nefsaniye ile yıkılıyor. İşte sahne-i âlem meydanda… Bunun aksini kimde iddia edemez. Dava açık.

Uhud harbinde yedi kişi yaralandı. Çok yaralı var ya, yedi kişi bir hizaya düştü yaralı olarak. Ümmü Ammare su dağıtıyor yaralılara. Bir yudum su diye bağırdı birisi; en yakın akrabası. Sesinden anladı, koştu götürdü. Ona suyu verirken, diğer bir taraftan oda aynı, yaranın ıstırabı ile “yanıyorum su” dedi. Bu sefer o ilk isteyen ona; “O içmedikçe ben içmem.” dedi. Ona götürdü, diğer taraftan bu sesler çoğalmaya başladı, mevzuu uzatmayalım hepsi, o içmedikçe ben içmem, o içmedikçe ben içmem, nihayet o baştan o başa gelinceye kadar ilk isteyen Allah’a gitmiş. Öteki, hepsi... hiç biri içemeden gitti. Bir şey anlatamıyor muyum? Bu kubbe böyle insanlar yetiştirmiş. Bunlar ufak birer misali. Her birisi Allah’ın elinden içileceği; içerek, çekilmiş gitmişler. Bunlar bu terbiyeyi, bu vicdanı, bu manayı, nerden alıyorlardı? Hangi kitaplarda okumuşlardı? Kim öğretmişti? Bu süs değil bu. Hazreti Mevt ile karşı karşıya dururken, “Benim cananım benden önce su istemiştir, ona ver.” dedirten kuvvet ne idi? Nerden bulmuştu? Bu membaı arayıp, bunun bulduğu yeri bulmadıkça insanlar felah bulamaz. Hulasa bu.

Hür olacak ki bunu yapabilsin. Hür, hür. Hür olmadıkça bunu yapamaz. Allah… İnsana da hürriyet, irade ve hürriyet Allah’tan gelir. Başka yerden gelmez. Ondan geldiğinden dolayı, insan vazifeyle mükelleftir.  Ama benim anlattığım vazifeyle. Binaenaleyh ahlak; hürmet-i vazaif[26]ten ibarettir, diye tarif edilebilir. Ahlak nedir? Hürmet-i vazaifften ibarettir. Şu halde hür olmanın şartı; evvela, kendi ihtirasatının, esir ve mahkûmu olmamaktır. Sen kendi ihtirasatına esir ve mahkûm olduğun müddetçe, katiyen ben hür bir insanım diyemezsin. Hakkın yok.

Başkasının hukukuna riayet etmek içün insanın kendi amaline ve vicdanına hâkim olması lazımdır. Kendi vicdanına ve amaline hâkim oldun mu, kendi ihtirasatının esir ve mahkûmu olmazsın. Oda neyle hâsıl olur? Bağlıyorum konuşmaları, zincirleme vaziyette; marifet-i nefs ile hâsıl olur. Bugün beşer bundan mahrumdur. Hazreti Muhammed (sav)’ın buyurduğu gibi: Men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu.[27] Kendi nefsine marifeti olmayan Hakk’a marifeti olmaz. Hakk’a marifeti olmayanda bütün mevcudatı bir anda isterse, kendi ihtirası içün, böyle bir camiayı, koca bir milleti, büyük bir kütle-i, insani-i keyfi içün bir tekme vurur, yuvarlar gider. Öyle birbirine bağlıdır bunlar.

Niçün denmiştir ki, bir cahilin mukteza-i[28] ruhanisiyle, müştehayı[29] cismanisi müsavi olursa o kimsenin ben hür bir insanım davasında bulunması kadar, abes bir şey yoktur diye. Belki cümle hafızanızdan kaçtı, tekrar ediyorum. Bir cahilin… Cahil dendiği vakitte, siz ters anlamayın; okuması yazması yok manasına değil. Doğru histen mahrum olan kimseye cahil der ahlak. Seksen üniversite bitirmiş, yirmi lisan bilirmiş, yüz hayvan yükü kitap okumuş: “Doğru hissi yok mu?” ahlakta, cahildir. Bunların hiç birisini bilmiyor ,fakat doğru hisse malik, âlimdir. Doğru histen mahrum olan insana ahlak; cahil, der. Doğru hisse sahip olan insana; âlim, der. Anlatabildim mi acaba? Onun içün buradaki, ahlakın tarifindeki cahil, benim şimdi tarif ettiğim cahildir ki; bir cahilin mukteza-i ruhanisiyle müşteha-i cismanisi müsavi olursa; o insanın, “Ben hür insanım.” demek hakkı yoktur. Bundan daha abeste bir şey olmaz. Yoruldunuz mu?

Konuşurken dedik ki; akıl, âlem-i hilkatte insanın işine yarar. Âlem-i kudrette yaramaz. Evet öyledir. Akıl, ne kadar kâmil olursa olsun, aşkın zevkini bulamaz. İmkan yok. Ne kadar kâmil olursa olsun, aşkın zevkini bulamaz. O bivücudluk zevkini tadamaz. Daima ben varım der. Ve bocalar adam işte orada. Belki kendisine gelir amma.... neden sonra. “Abit, ibadethaneye gelir, amma neden sonra.” demişler. İnsanda bazen kendine gelir amma, bulamaz.

Akıl -cümleyi unutma- ne kadar kâmil olsa da aşkın zevkini bulamaz. Bir vücutluk zevkini tadamaz. Zira akıl ile bilinen şey “mahlûk”tur. Aşk ile bilinen şey ise “halik”tır. Anlatabildim mi acaba? Eee ama iman akla teklif edilmiş....  O kardeşim, benim söylediğim saha ayrı o. Akıl, Allah’ın varlığını bilir, Allah’ı bilmez. Mesele, Allah’ın varlığını bilmekte değildir, Allah’ı bilmektedir. Allah’ın varlığını bilir ama Allah’ı bilmez. Allah’ın varlığını bilmek başka, Allah’ı bilmek başka.

Akılda daha diken vardır. Cennette diken aranmaz. Eğer bulursan, kendini bulursun. Bir şey anlatamıyorum galiba? Cennette diken aranmaz. Eğer bulursan kendini bulursun. O halde sahte benlikten geçirmenin, yollarını gösteren şeyin adına ahlak derler. Onun için ahlak der ki; “Balçıktan sıçra. Sen daha ne kadar kendi çamurunun içerisinde batacaksın?” der. “Kâmil ol.” Der, kâmil. Zira kâmilin sözü, toz koparmaz. Nefsi teskin eder. Demir, Davud’un sesini işitti de, elinde hamur gibi oldu. Biz, bir şey söylesek, üüüüüü neler olur neler? Ama kâmilin sözü toz koparmaz diyor ahlak. Koparmaz, belki teskin eder. Demir, Davud’un sesini işitti de, elinde hamur gibi oldu. O, insanın en büyük sıfatı, ne diyim, kelimesi de pek bulunmaz ki, söyleyeyim.

Mümeyyizesi[30]  aşk… İnsan asude kaldığı vakit, kendi kendisiyle iç âleminde baş başa olduğu zaman merak sarar. Öyle ya, insan düşünmez mi? Ben bu âlemde, daha ne kadar durabilirim? Kendi, bilmez akıbetini. Ne kadar durabilirim? Belki düşünürken; vakit, an bulunmaksızın da yok olabilirim. Daldı mı içerisine; ya sevinçle başını kaldırır, ya kederler içerisinde gömülür; çöker geçer gider. Dalar. Ya sevinçle başını kaldırabilir, “ohhhh” der, veyahut “amaaan” der, gömülür gider. Fakat düşünebiliyor muyuz? Hepimiz öleceğimizi biliyoruz. Fakat ölümden sonrasını düşünen var mı? Kime sorsan ... der. Mesele ölümü bilmek değil. O bedihi[31]. Ölümden sonrasını bilmek, en mühim yer.

Düşün bir defa: Mini mini çocukken, henüz temyiz[32] kudretin yokken, eline verilen bir şeyi çektikleri vakitte, yaygarayı koparırdın. O temellük[33] hastası insanda kudret tarafından verilmiş bir sıfat. O bazı çirkin nazariyeleri, düşünceleri yıkan, en mühim şeydir o. Temellük. Bir şeye malik olmak zevki kudret tarafından insan bu âleme gelmezden evvel annesinin karnından daha evvel verilmiş. Daha henüz bir şey bilmezken elini ateşe atarken; ona ufak bir şey ver, sonra iste; çeker böyle. O mini mini parmaklarının arasında çeker. Zorla aldın mı, saatlerce ağlar. Niye? Ben ona malik oldum. Kudret ona vermiş .... Sen onun malik olduğu şeyi alarak; ona, hürriyet veriyorum davasına kalkarsan sen onun hüviyetini[34] alıyorsun da,  hürriyet vermeye kalkıyorsun. İnsani hüviyetini alıyorsun. Bir şey anlatamıyor muyum?

O müsavat manada olur, vicdanlarda olur, Kudret yanındaki mevkilerde olur. Fakat madde âleminde, hilkat âleminde Kudret onu yasak etmiş. …

....... Onu kaldırabilir misin sen. O beşerin yaptığı bir kanun değil ki, bugün bunu yaptı da, yarın öbürkü gelsin, onu bozsun, yerine yapsın. Yook kalkmaz o. Kalkmaz.

[35]وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء  İstediğimi aziz kılarım, istediğimi zelil… ben bunu, kaldırabilir misin sen bunu? Kalkar mı hiç o? Beşerin yaptığın kanun mu, o ki? Bugün böyle de yarın tekrar görüşelim, başkasını yapalım. Öyle değil. Hiç kimse kaldıramaz. Nasıl maddede müsavi yapacaksın? Benim zahirim de bir madde, senin zahirin de bir madde. Ben çirkinim sen güzelsin, nasıl yapacaksın bizi müsavi? Ben elli kiloyum, sen seksen kilosun; nasıl yapacaksın müsavi? Ben yüz gram yerim, sen iki yüz gram yersin; nasıl yapacaksın müsavi? Ben rençberim, sen doktorsun; nasıl yapacaksın müsavi? Ya oda rençber olacak, ya buda doktor olacak. Olur mu öyle şey? Hesabı bunun meydanda. Biri lağımcı, biri mühendis… Ya ikisi de lağımcı olacak ya ikisi de mühendis olacak. Kudret bunu yaptırtmıyor. Yok. Lağımcı, mühendise muhtaç, mühendis lağımcıya muhtaç... Ama hangisi lağımcı, hangisi mühendis olur? Kudret’in taksimatına ait… Ben yaparım. Yapamazsın kardeşim. Ben bunu okurum beş seferde ezberlerim, sen okursun bir seferde ezberlersin. Sen bir seferde ezberledin diyerekten bende ille olacağım diyebilir miyim? İmkân var mıdır?

Ben beni yapsam olacak bu iş. Ama ben beni yapmadım ki. Beni yapan var. Anlatamıyoruz galiba? Ben beni yapsam, belki olacak. Fakat beni(?48:05) yapan var. Ama sözü tatlı, dinlendiği vakitte, oooo filan der adam. Yooo. Tatbikatı öyle değil. Neden bunlar meydana gelir o halde? Beşer, Kudret’in verdiği talimatı dinlemezse, böyle olur. Siz zanneder misiniz ki; onu şu yapıyor, bu yapıyor? Yaptıran yine Allah’tır, Allah. Bu bir terbiyedir. Vaktiyle verdiğim şeyi beğenmedi; kendi eliyle, kendisine daha ağırını yaptıracağım. Nasıl, infak müessesesinde bulunmaz mısın? Nasıl, hattı zatında zekât müessesesini layıkıyla yapmaz mısın? Nasıl, tasadduk müessesesine sarılmaz mısın? Ben paraları biriktirip de kasalara vaz[36] edenler hakkında, azabı elim var dediğim vakitte; güldün, eğlendin mi? O kasalar parçalanır. Ben size mudarebe[37] olsununu vaz ettim. Para benden, çalışmak senden… Niye böyle bir kalp tedarik edipte, bu sahneye düşecek kadar beşeriyet niye bir birine sarılmadı? Sarılmadı mı, ben Zeyd’in fikrini bozarım, Ali’nin fikrini bozarım, böyle inim inim inletirim. Anlatamıyoruz galiba?

Sen emirleri karşısında; tevahhuş ettin, beğenmedin. O emirlere girersem; boğulurum, dedin. Yook! Deryanın suyu çok korkunçtur, fakat balıklar için değil. Sen niye o suya alışamadın? Anlatabiliyor muyum acaba? Deryanın suyu, şöyle bir baktın mı; hem de geceleyin bak, çok korkunçtur. Fakat balığın ondan pervası[38] var mıdır? Deryayı taat, deryayı muhabbet de aynen böyledir. O deryanın içerisine atsaydın seni sefa içerisinde yine yaşatırdım.

Ne kadar nurlar, ziyalar tarih-i hilkatten beri beşeriyeti tenvir[39] etmiştir. Ne kadar altın gümüş madenleri, ne bileyim, ne kadar cevher içün membalar vardır ki, kâinatın mebde-i[40] tekevvününden[41] beri kıymetten düşmemiştir. Ve daima kıymeti artmıştır. Rağbetini, ikbalini asırdan asıra arttırarak geçirmiştir. İşte hilkat-i beşerle tev’em[42], ne kadar faziletler, ne kadar kıymetler vardır ki, dünyada rağbetini bırakmamış, düşmemiş ve düşmesine de ihtimal yoktur. Belki onların kıymetleri kalmadı diye iddia edenler vardır. Fakat dava başka, davayı kazanmak yine başka… Bugün Hakk’ın aleyhinde birçok dava vardır. Kazanan var mıdır? Yoktur. Anlatamıyor muyum acaba?

Hiçbir vakit Hak’tan uzak olan bir camia, Hak ile azamet yarışına kalkan bir varlık, bir netice alamamıştır. Bidayet-i âlemden, tarihin bidayetinden bakın, seyrini yapın. Bulamazsınız. Onun içün deden bunun, çok iyi farkına varmış, o kıymetlere öyle rağbet etmiş, o manalara öyle gönül vermiş, nihayet üç kıtada hâkim vaziyetinde bulunmuş, medeniyetini taklit ettiğimiz âlemleri asırlarca hâkimiyeti altında bulundurtmuş ve nihayet dünyanın yüzü olan şu varlığı da bize bırakmış. Her konuşmada, bazen tekrar ediyorum; dünyanın yüzü, bahr-i sefid[43] havzasıdır.

Dünyanın yüzü, bütün medeniyetin böyle tamah ettiği yer, bahr-i sefid havzasıdır. Bunu sana deden bir havuz halinde almış, vermiş. Sende asırlarca yemiş, yemiş, yemiş, yemiş.... yine dünyanın yüzünden sana bir parça kalmış. Şimdi dedenin kıymetini bil, aleyhinde bulunma. Onun kabul ettiği manaya tecavüz etme. Sen kabul etme, hatır saymaz mı insan? Hatır saymaz mı ya? Çok sevdiğin bir adamla hiç sevmediğin bir adam gelir, kapıyı çaldığı vakitte içeriye girerken çok böyle için yanarak sevdiğin adam gelirken, o dışarda kalsın der misin? Onun kabul ettiği manayı sevmiyorsan, hiç olmazsa hatırını say, bana bu saadeti bırakmış de, tecavüz etme. Nankörlük iyi şey değildir. Değil. Ağla, ağla, çok ağla. Gönlün bağ olsun istersen, gözyaşı ile sula. Gözyaşın bulut olsun. Gözyaşı dökülür amma; ba, ba[57] olur.

Haksız, gülmekten; haklı, ağlamak çok hayırlıdır, biliyor musunuz? Haksız, gülmekten; haklı, ağlamak, çok hayırlıdır. Tarih-i âlem bunu daima göstermiştir. Yağmur yağmazsa, afitabın[44] bi-hude[45] gülmesinden, havanın tebessüm etmesinden bağa ne kıymet gelebilir? Kurur gider, onun içün can çekişir bağ. Ağlamak. Ağla ki; kapı açılsın. Onun müşterisi Hak’tır. Hesap et ömrünü; “Ne kadar kaldı?” de. Kadar da deme; “Ne olacak?” de. Di mi? Gidiyoruz işte. Bir şey var mı, orta yerde? Hiçbir şey yok.

Aşka intisab[46] et, intisab.
Dil suphi[47] ezelde aşka dûçar[48] oldu.
Baştanbaşa kâinat gülizar oldu.

O vakit kâinat gülizar olur. Yoksa senin kendi aklınca… Herkesin, hepimizin bir emeli vardır. Olsa oh der misin? Demezsin. “Ben derim.” Diyemezsin azizim. Makam-ı aşka çıkmadıkça insana, “ohhh” nefesi yoktur.

Kaç defa misalini getirmişim? Bugün mektebe devam eden bir talebenin, eğer çalışkansa, şeyse filan, zevk almışsa, onun gayesi; o sene sınıfı geçmektir. Sınıfı geçer. Üç beş gün onun zevki içinde kalır. Kendi haberi olmadan haliyle “Bu da değilmiş.” der. Ağzıyla, pek kuvve-i idrakiyesi tekâmül etmemişse “Bu değilmiş.” demez ama haliyle; “Bu değilmiş.” der. Müntehi[49] talebe olur; “Bu sene hayata atılıyorum.” der. Sanki hayata atılmamış da, yeni atılıyor. Bu da acayip bir tabir? Acayip, hayata atılma… Neyse, örfün konuştuğunu kullanalım. Hayata atılıyorum der. Hayat, hayat…

Hayat içünse bunca gam değil mi akibet âdem.
Hayat içünse bunca em bakidir aslı mültezem.
Hüda’ya eylerem kasem,  Hayata minnet eylemem.    
Hayatımın zevali var, ne olmak ihtimali var. [i]



Gayet güzel söylenmiş. Eh sevinir filan. Hadi yine o tabiri kullanalım: Hayata atılır. Belki tesadüf eder, büyük bir şeylere malik olur, sahaya filan. Birkaç gün sonra yine onun hali söyler, buda değilmiş. İşte dünyevi neler varsa onlara malik olur, olmaz. Olduğunu tasavvur edelim. Yine, yine buda değilmiş. Aaa Hazreti Mevt, saltanatıyla karşısına gelir. “Ahhhh, seni arıyormuşum amma, bilemedim.” der. Şunu vaktiyle insan, karşısına gelmezden evvel; bilse ve muhasebe-i nefs ile yaşasa da, kâm alsa. Oda aşk ile oluyor.

Dil sufi ezelde aşka dûçar oldu.
Baştan başa kâinat gülizar oldu. Başka türlü göremezsin.

Bir kerre ben inlemiş bulundum muhyi..
Bülbül onu işitip namekâr[50] oldu.        Öyle olmak lazım.
Cibrilim olup aşk ile zerrat-ı[51] cihan,
İnsan ile ekvan[52] bana etti beyan,
Ekvan imiş elfaz[53]-ı  taayyül[54] muhyi[55],          mana müşahhas[56] bilindi,
Mana-i müşahhas bilindi ekvan.

Hülasa edelim konuşmayı. İnsanın yarısı ayıptan, yarısı da gayıbtandır. Dinle. İnsanın yarısı ayıptan yarısı da gayıbtandır. Yüzünü Hakk’ın muhabbeti benden kaçarsa ne yaparım korkusuyla yıka, ondan sonra âleme göster. Konuşma bu kadar.


[i] Şiirin tamamı

NE OLMAK İHTİMÂLİ VAR
Dilin yine melâli var
Melâlinin kemâli var
Cihâna infiâli var
Ne mâhı var ne sâli var
Güzîde bir hayâli var
Gelen gider meâli var
Hayâtımın zevâli var
Ne olmak ihtimâli var

Dök ehl-i necle âb-ı rû
Ricâle eyle ser-fürû
Bak imdi hâle sû-be-sû
Değer mi bir hayâta bû
Abes bu şiddet-i guluvv
Baş eğmem ölsem ey adû
Hayâtımın zevâli var
Ne olmak ihtimâli var

Bugün vücûd isem ne gam
Değil mi âkıbet adem.
Hayât içinse bunca hem
İlâha eylerim kasem
Hayâta minnet eylemem
Bekadır asl-ı mültezem
Hayâtımın zevâli var
Ne olmak ihtimâli var
Bozuldu gülşenim gülüm
Daha nedir tezellülüm
Çok oldun ey teemmülüm 
Sükûta yok tahammülüm
Kemâle mi tevaggulüm
Ademdedir tekemmülüm
Hayâtımın zevâli var
Ne olmak ihtimâli var

Olunca söz evet belî
Cihânın oldun a'kali
Şu hâlde baş mı eğmeli
Ziyâ ben olmadım deli
Edip bir iş ki mücmeli
Hâyâta bâri değmeli
Hayâtımın zevâli var
Ne olmak ihtimâli var

 Adanalı Ziyâ Bey
Kaynak: erbaa.gov.tr/şiir dünyamızdan 








[1] Tavsif : Vasıflarını söylemek. Bir şeyin iç yüzünü, ne ve nasıl bir şey olduğunu anlatmak. Vasıflandırmak
[2] Hayvan-ı nâtık:   "Konuşan canlı" olma özelliği
[3] Mutasavver:   Tasarlanmış, düşünülmüş
[4] Mazhar:  1.Sahib olma, nâil olma. Şereflenme. 2.Bir şeyin göründüğü, izhar olunduğu yer. Çıktığı yer.
[5] Münhasır:  1.(Hasr. dan) Belli bir sınır içinde olup harice tecavüz etmeyen, inhisar eden, her yanı çevrili. 2.Yalnız bir kimseye veya bir şeye mahsus olan.
[6] Suret-i zahire:  dış görünüş
[7] İttihaz: Edinmek. Kabullenmek. "Öyle" diye bakmak. Kabul etmek.
[8] Tezyin: Süslemek. Bezemek. Donatmak
[9] Kâm: 1.Meram, arzu, istek, amel. 2.Lezzet, zevk
[10] Visal:  (Vasıl. dan) Vâsıl olma. Sevdiğine ulaşma. Kavuşma. Ayrılıktan kurtulma
[11] Ariyet:   Kullanıp geri vermek üzere, emanet
[12] İsra 70 وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً Meali: Şanım hakkı için biz benî ademi tekrîm ettik karada ve denizde binidlere yükledik ve hoş hoş ni'metlerden besledik, yarattıklarımızdan çoğunun üzerine geçirdik
[13] Tekrim Hürmet ve tazim göstermek ve görmek. Saygı göstermek, lütuf ve kerem icrasında bulunmak.
[14] İtlak : Bağlamai asma
[15] Tevahhuş:  1.Korkmak. Ürkmek. Kaçmak. 2.Hâli, tenhâ ve ıssız olmak
[16] İnhisar: 1.Hasr olunma. 2.Tecavüz etmeme. 3.Bir iş veya malın idâresinin bir kişiye, bir ele bırakılması. Bir elden idâre. Bir şeye mahsus olup, başka şeye şümulü olmama. Yalnız bir şeye veya bir şahsa hasrolunma. Sınırlandırma, kayıt altına alma
[17] Küfv : Denk olan, uygun düşen
[18] Şebih:   (Şibh. den) Benzer, benzeyen, mümasil, nazir.
[19] Nazir:  1.Bir şeye benzemek üzere yapılan şey. Denk, eş, örnek. Benzeyen.
[20] Kemiyet:   Çokluk, nicelik.
[21] İn’isar : Ezip sıkma, sıkıştırma, suyunu çıkarma.
[22] ittika   Sakınmak. Çekinmek. Günahlardan ve bütün kötülüklerden kendini çekmek. Takvâ ile amel etmek.
[23] Masun:  1.Korunan, mahfuz, emin, muhafaza olunan. 2.Sâlim, sağlam.
[24] Azimet:  1.Takvâ ile amel etmek. Allah'ın emirlerini en mükemmel ve eksiksiz yapmağa çalışmak. 2.Kesin karar vermek. 3.Yola çıkmak, gitmek.
[25] Ebrâr:    İyi insanlar, dürüst insanlar.
[26] Vazaif vazifeler
[27] “Kendini bilen Rabbini bilir.” Anlamında hadis-i şerif. ( el-Aclunî, Keşfu'l-Hafâ, 2, 262; Ayrıca bkz. Elmalı'lı, Hak Dini Kur'an Dili, 8, 5817)
[28] Mukteza:   Lâzım getirilmiş. Lüzumuna binaen istenmiş. İcab eden. Lâzım gelen.
[29] Müşteha:  İştiha veren, iştiha getiren. Şehvet veren.
[30] Mümeyyize:    Ayıran, temyiz eden
[31] Bedihi : Çok açık, besbelli, apaçık
[32] Temyiz : İyiyi kötüden ayırabilme, ayırma, seçme.
[33] Temellük: Sahiplenme
[34] Hüviyet şahsiyet kişilik
[34] Âli İmran 26. Ayeti Kerime:
 قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Meali: Deki: ey mülkün sahibi Allahım! Dilediğine mülk verirsin, dilediğinden de mülkü çeker alırsın, ve dilediğini azîz edersin, dilediğini zelil edersin, hayır yalnız senin elindedir, muhakkak ki sen her şey'e kadirsin.
[36] Vaz’: Koyma
[37] Mudarebe Sermaye ve emek konarak kurulan şirket
[38] Pervâ  Çekinme. 2.Korku.
[39] Tenvir : Aydınlatma, nurlandırma.
[40] Mebde: başlangıç
[41] Tekevvün:  1.(Çoğulu: Tekevvünât) Vücuda gelmek. Meydana geliş. 2.şekillenmek. 3.Var olmak.
[42] Tev'em:  İkiz.
[43] Bahr-i sefid: Akdeniz
[44] Afitab: Güneş
[45] Bî-hude:  Boşuna, beyhude, boşu boşuna.
[46] İntisab:   (Nisbet. ten) Bir yere, bir kimseye mensub olmak. Mâiyyetine girmek. Bağlanmak
[47] Suphi : Sabah vaktiyle, şafak ile ilgili
[48] Dûcar: tutulmuş yakalanmış.
[49] Müntehi:  Sona eren. Son. Bir şeyi tamamlayan. Biten
[50] Namekar: Neyi savunduğunu unutan. Davasını unutan
[51] Zerrat zerreler atomlar
[52] ekvan   (Tekili: Kevn) Alemler. Mahluklar. Varlıklar. Oluşlar
[53] elfaz   (Tekili: Lafz) Lafızlar. Sözler. Lügatlar
[54] Tahayyül hayal etme
[55] Muhyi hayat veren dirilten
[56] müşahhas  1.Nev'i, cinsi anlaşılmış. 2.Şahıs haline girmiş, şahsiyeti belli olmuş. Şahıslanmış, teşhis edilmiş
[56] 1) Arabçaya göre harfinin okunuşu. Ebced hesabında iki sayısını ifade eder. Mektup ve eski evraklarda Receb ayına işarettir. 2) İle 3) Sahip. (Farsça)

 

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Şemseddin Yeşil - Tüm Hakları Saklıdır..
Designed by CruelKeSh | 2017