Eni ü nale seher-hize ney nevası verir
Bükadan Arif i billaha mey safası gelir
Sühanverin eseri bir hayat ı sânidir
Giderse dâr ı fenâdan yine sedası gelir.




Saniye sonra Kapanacaktır

260. Kaset

277 (03.07.1966) 58 dk. (260)

….sizinle konuşurken arkasındakine işaret eder. Sahne öyle. Hezar[1] aşina[2], yüzlerce aşinası olan, bir acayip kimseye benzer. İkbalinde Hud’a[3] var, idbarında fecia gizlenmiş. Bir kısmını dilşad[4] eder, bir kısmını mecruhal-fuad[5] eyler. Bir hadiseyi ortaya getirir, o hadiseye bazı kimse güler, zevk alır, bazısı da ağlar. Şimdi hadise aynı hadise olduğu halde birisi güler, birisi ağlar. Nasıl tarif edersin bunu? Kaba misal bu… Onun içün insan tarif edilmez. Aynı hadise; ortaya koyalım, bir kısmı gülüyor, bir kısmı ağlıyor.


Gelmede gitmede ihtiyar yok, kimsenin benim diyecek hiçbir medarı yok. İsterse kâinatın serir-i saltanatına sahip olsun. O semayı deler gibi bakan gözler… Yok.. Nefesin bir tanesinin, şöyle ufacık bir kısmının biraz teehhürü[6] kafayı hoop... niye dik tutmuyorsun ya. Hani yaratırım derdin ya?  Hepsi ibretle dolu... Kudret’i mütaalada öyle satır ilmine ihtiyaç yoktur. Efendim filanca öyle güzel biliyor ki… Ne yapmış? Yirmi sene okumuş, otuz sene… Boşuna yorulmuş. Kudret o kadar aşikâr kılmıştır ki kendisini; böyle hemen insan iman ile aşk ile yakın ifade edecek derecede mana tahsil eder. Ama haset var da bizde haset, bizde haset var. Haset. Onun içün o büyük bir perdedir, hiçbir şeyi göremeden gideriz. En fena perde insan içün haset.

Hepimizde vardır, nispet dâhilinde. O belki müstesna hilkatler.. onlara bir şey demeyiz, istisna. Onlara bir şey demeyiz amma, var. Mesela bir tanesini söyleyeyim: Konuşurken dersin, yahut kendi kendine dersin; “Ya hu ben şundan da mı daha aşağıyım? Ben şundan daha aşağı mıyım?” Bir de amiyane tabir vardır; yıldızım talihim ters geliyor, yıldızı, talihi filan böyle bir takım konuşmalar. Ha, “Ben şundan da mı daha aşağıyım?” Bu haset değil de, ya ne? Haset. Kapılar kapanır derhal. Çünkü bütün ayıpların üstünde bir ayıptır o. Haset yok mu? Bütün ayıpların üstünde… Onun içün insan evvela kendisini ayıplamalı. Kendime söylüyorum.

Neden yol alamaz insan? İmkân var mı? Alır. Allah (cc) haşa bâhil[7] mi?  Yoo. Onda, o sıfat münezzeh. Bu, bunlar köstek oluyor. Haset, bizde var bu. Yol alamaz. Geçmek lazım vücuttan… Hakiki âşıkta vücut olmadığından o, bela ile eğlenir. Bela ile eğlendin mi; bütün kapılar açılır. Bunlar ölçüdür. Onun kendine ait vücudu kalmaz. Bela ile eğlenir. Onun içün “Bin belaya müptela kıl beni” der. Mesela, Fuzuli elini açarda öyle dua eder. “Bin belaya müptela kıl beni”… Bela ile eğleniyor. Bizatihi vücut kalmamış. Sen öyle bir varlıksın ki iki gözüm; kıymetini bilsen, bilecek olsan…  Hak, seni kendisine şahit kılmış yahu. Seninle Allah(cc) bilinir. Bilineyim diye seni yapmıştır. Senin kıymetin o kadar küçük değil. Fakat bu çirkinlikler alıyor götürüyor adamı. Bu kadar büyük… Müşterin Allah (cc). Allah (cc) gibi bir müşterisi varken bir insanın, imkânı var mı ki şey etsin? Düşsün. Fakat işte haset, buğz, adavet, riya… Başta haset gelir.

İnsanın iklimi vücudunda çöreklenmiş bir ejderha vardır: Akıl, ruh, nefis üçü de yolcudur. Dikkat et! Üçü birden bu sahnede yolcu, gidiyor. Akıl, ruh, nefis bu sahneye geldi, şimdi gidiyor. Üçü de yolcu. Bunun üçü de sende. Kendini ona göre ayarla. O kadar büyüksün sen. Ama nerdeeee? Olmaz. Burada bile olmaz. Birbirini kontrol ediyor insanlar. Biran bir delil geliyor, bir şey oluyor. Şu kapının önünde insan geldiği vakitte; yer bile vermezler. Senelerce söyle istediğin kadar, faydası yok. Yok, olmaz. O onun aleyhinde, o onun. Tecessüs[8], riya. Demiri ateşe korsun, körüklersin nar-ı beyza halinde çıkar. Fakat beş dakika sonra bakarsın yine… Bizde de öyle oluyor. Evet bir an için şöyle bir ufak bir şey olur gibi oluyor, kapıdan çıktıktan sonra, bir şey yok. Yemişi yok.

Kudret, bütün varlıkta olacak işleri göstermiştir. Dikkat et! Kanın süt olması içün çocuğun olması şarttır. Kan, süt olması için yavrunun olması. Kalbinin çocuğu doğmadıkça nefs-i emmareyi öldüremezsin, İslam edemezsin, teslim alamazsın. Bizde veled-i kalbi yok. Esasa bağlanmıştır bunlar. Çocuk olmayınca süt olur mu, kan süt olur mu? Anlatamıyor muyum ya? Kanın süt olabilmesi içün çocuğun olması şart. İnsanın da, insan olabilmesi içün, kalbinin çocuğu olması şart.

Yol aldık zannediyoruz. Bağla gözüne mendili, bostan beygiri gibi; yürüyor zanneder döner, döner, döner bir saat, iki saat o şeyleri döndürür, aç gözünü aynı yerinde sayıyor. Bir yere giden yok. Bizde öyle. Bu misali unutma; birden bire geldi aklıma. En canlı misal... Kanın süt olması içün çocuğun vücudu şarttır. İnsanın da kalbinin çocuğu olmadıkça, nefsi emmare katiyen teslim olmaz. Yaa. Hulasa insan iki defa doğmadıkça, bir şeye nail olamaz. Men lem yelid merreteyn, lem yelid melekutessemavat[9] Bir defa anasından doğar, dokuz ayda filan neyse işte sayılı günlerinde. Bir de ruhunu nefsinin esaretinden kurtarır. Hakiki doğuş da odur. O vakit kalbinin çocuğu olur. Benliğine güvenme, âmâdan ibret almak lazımdır. Aşk yolunda kendi kendine yürürüm diyene bir ücup gelir, kibir gelir -ki bizim halimizdir o- mesela bakarsın sinn[10]i ilerlemiştir bir genci ta’yip[11]  eder, filan. Fırsat senin eline geçse, sen ondan çok beter olurdun yahu. Bırak şimdi onları, görme kimseyi. Olmuyor.

Şeytan musallat olur. Hakikat yolunda kendi kendine yol alırım da ben yürürüm dersen yürüyemezsin. Bak gözleri yok bir kimse, karşıdan karşıya kendi kendine zor gider. Tık, tık tık, fakat bir insaniyete sahip olan bir insan koluna girdi mi, şıp der, geçirir. Hiç nefsinin muradını verenlere… Dedik ya, üç yol bir düzen gidiyor.  Akıl, ruh, nefis… Hiç nefsinin muradını verenlere, orada naz-ı istigna[12]yı çekenlere, Fenafillah, Bakâbillah, Ricalullah yolu verilir mi? Öyle ucuz şey mi o? Olmaz ki o. Öyle şey yok. Olmaz.

Tezhib-i ahlak[13] insan içün mümkündür muhakkak. Olmasaydı teklif vaki olmazdı.  Bir de öyle şeyler vardır: Efendim fıtridir, der. Evet, fıtriyi kabul ettik ama her toprağın altında su vardır. Bazısı yüz metreden çıkar, bazısı üç metreden çıkar, bazısı on metreden çıkar, nihayet artezyen yaparsın yine çıkar. Arazi-i kalbiyye de Kudret, kendisine ait olan marifeti va’z etmiştir. Bazı kalpten bir nazarla çıkar, bazısından ufak bir sabırla çıkar, bazısından sıfat-ı mezmume[14]yi atmakla çıkar, nihayet çıkar. Sonra hiç kimse kimseye bir şey vermez. Bizatihi insanın kendisinde vardır. Kuyucu, kuyuya su koymaz. Suyun çıkmasına engel olan toprağı izale eder. Hattı zatında da... ne bileyim hakikati talim eden, ahlakı talim telkin eden insan... bir kimse bir kimseye bir şey vermez. Onun kendisinde meknuz[15] olmuş olan o varlığın engelini ayıklamak ister. Bizatihi kendinde vardır. İnsanın sudan topraktan yapılan kısmı değişmez amma manası, sıreti daima değişebilir. Bir şey anlatamadık mı? Değişir.

Rücu et. Hak ile konuş. Üns kokusu duymak lazım, insan di mi? İnsanın manası neydi? İki üç konuşmadır söylüyoruz. İnsan, ünsten müştaktır. İnsan ona niçün insan denmiştir? Kendi varlığını meydana getireni düşünmek kabiliyeti olduğundan dolayı insan denmiştir. Onunla enis olacaktır. Üns. O kokuyu duyanlar, rücu ederler. Döner. Bunun mana tersinde tabiri tövbe derler. Tövbeyi biliyor musunuz, tövbe?  Tövbe. O kokuyu duyanlar o tövbenin zevkini alırlar. Ondan daha tatlı bir şey yoktur kâinatta. Neden? Allah (cc) İle baş başa kalıyor. Tatlı tatlı konuşuyor, yana yana. Hiç ömründe bir defa kaldın mı? O ne güzel konuşmadır. İşte Allah (cc) ile tam beraber olmanın anıdır o. Onun içün kıymeti var. Allah(cc) ile beraber olmanın anı. Bütün ümidim sendedir, diyor. Tam bağlanıyor. Ama bu şeyler atıldıktan sonra bunlar olur. Çıkıklıklar. O vakit Huda senin seyyiatını da hasenat diye satın alır. Öyle de âdeti vardır. Haset olmasın, buğz olmasın, adavet olmasın, riya olmasın, nifak olmasın. Nefsine taalluk eden bazı seyyiatın olmuş, dimi? Makam-ı aşka çıkarsan yani Hak’tan başka gönlünü bir yere bağlamazsan; o vakit, işin şekli değişir.      

Ver yekî aybî büved bâ-Sad hayât,
Ber-misâl-î çûb bâşed der-nebât[16]

Gönlünü bin parça edip her birini bir matlab[17] peşinde koşturmamış, Hak ile ünsiyetini sıkı yapmış, Makam-ı aşka çıkmış; bunun bazı kusuru olsa da, suçu olsa da, “ah” yok. Onlar ayrı, “ah” yok.                 [18]اِتَّقُوا دَعْوَةَ الْمَظْلُومِ وَاِنْ كَانَ كَافِراً فَإنَّهُ لَيْسَ دُونَهَاحِجَاب  Hazreti Muhammed (sav) öyle diyor: Mazlum olan insanın ahından sakın, kâfirde olsa. Allah (cc) ile arasında perde yoktur. Yakar seni. İşte öyledir.  اِتَّقُوا sakınınız, دَعْوَةَ الْمَظْلُومِ  mazlumun ahından وَاِنْ كَانَ كَافِراً  kafir dahi olsa فَإنَّهُ لَيْسَ دُونَهَاحِجَابٌ  onunla Allah’ı(cc) arasında perde yoktur. O seni yine yakar. Deden bunları çok iyi bilirdi; üç kıtada hükümdar idi. Öyle değil mi? Hani bir deden var ya senin; tarihin en eski efendisi. Deden, deden, üç kıtada... medeniyetini taklit ettiği sahanın üç kıtasında, asırlarca icra-i hükümrani de bulunmuş; “Otur” demiş “oturtmuş.” Şimdi bize “otur” diyorlar, biz oturuyoruz. Onlar geri kafalı, biz ileri kafalı. Artık hangimiz, nasıl şey bu, ne biçim görüş onu bilmem. Deden geri kafalı... Ama dünyada zalimi görünce “Otur!” derdi oturturdu. Şimdi bize “Otur!” diyorlar, “peki efendim”, Onlar geri biz ileri. Sen üredi türedi bir millet değilsin, kökün çok sağlamdır. E manevi zehirli gaz dünyanın her tarafından her yere sıkıldı, tozlandı. Bizde de toz vardır. Silkelersen, altından yine o nakış çıkar. Yalvar Kudret’e yine varlığını Kudret sana verir. Dedenin kıymetini bil.

Her konuşmada münasebet aldıkça tekrar ediyorum; hem evinde otur -öyle değil mi- sonra “Pencereyi  buradan niye açmış?“ diye küfret. Ne hakkın var ya? Alsana yeni bir ev… Al bir yeni ev, istediğin gibi penceresini, kapısını yap. Hem evinde otur... Asırlarca dedenin parasını yiyorsun, bu günde yediğin para odur yine. Kök itibariyle odur. Sen yerin dibine indin mi? Bir kuruş çıkardın mı, yerin dibinden? Kudret, seni ismi azize mazhar kılmış yerin üzerinde; “Yedin, yedin daha da bitmedi.” Hem ye iç, hem de hattı zatında “Bu kapıyı buradan niye yapmış?” diye küfret. Ne hakkın var? Nimet o kadar istiskal[19] kabul etmez, gelirde adamı boğar. Boğar.

Bunlar niçün oluyor biliyor musun? Beka içinde teceddüt[20] lazımdır. Beka. Terakki, yenilik, ilerlemek bekalı olursa olur. Bekayı inkâr edip de yenilik istersen, yıkılırsın. Çıkmaz o. Beka içinde teceddüt, teceddüt içinde beka. Belle bu cümleyi. Aldanmıyorsun, aldatırlar adamı. Aldanır adam. Beka içinde teceddüt, vicdanından ebet sedasını duyurmak şartıyla teceddüt… Beka içinde teceddüt, teceddüt içinde beka… İşte vicdanın aradığı, terakki yenilik budur. Bunu ister. Beka içinde teceddüt, teceddüt içinde beka... Vicdanın aradığı teceddüt bu…

Teceddüt, yenilik, terakki vicdanlara nefret değil muhabbet zerk etmelidir, muhabbet. Beşeriyet hareket-i fikriyyeden mahrum kalmış. Mevzii konuşmuyorum, bütün dünya sekenesi üzerinde böyle. İnsanlar biraz tenekecilikte ilerledi, imanla alakasını kesti. Kesince, Kudret’te insanlıkla alakasını kesti: Hadi bakalım bir birine bağlıdır dedi. Onun içün bir birini yiyor beşeriyet. Hiç kimsede huzur yok. Bütün dünya sekenesinde yok. Tabire dikkat et;, insan, bir parça insanlar tenekecilikte ilerledi, kabul edelim. Derhal imanla nispetini kesti. Kesince Kudret’te insanla nispetliğini kestirtti. Hadi yiyin birbirinizi dedi. Kimsede huzur yok, bütün dünya sekenesinde. Neyin olursa yok. Servetin olsun, kuvvetin olsun yok. Çünkü Hakk’ı kuvvette tanıdı mı, buradan yanılıyor. Kuvvet Hak’tadır, Hak kuvvette değildir. Bu gün ki insanlık âlemi, Hakk’ı kuvvette tanıyor. Kuvvet, Hakk’ın sıfatıdır. Hak değildir. Hakk’ı kuvvette tanıdın mı, kuvvetin şeyninin[21] neticesi boğuşmaktır. Nihayet boğuşursun. İşte boğuşun bütün gün. İhtirasat-ı nefsaniyeyle kurumuş olan medeniyetler, yine ihtirasat-ı nefsaniyeyle yıkılıyor. Eee ne olacak netice? İşte böyle olacak. Böyle gidecek. Ne olacak? Sen neyine güvenirsin? İnsanın ilimden nasibi ne kadardır kardeşim? Hani ilimdir şudur budur, diye şöyle gerilir merilir. Bırak şimdi sen onları. Bırak. En kuvveti âlimi getir dünya üzerindeki, “İlimdeki nasibi nedir onun?” bana göstersin. Nedir ilimdeki nasibi? O kadar bir ilimle, kendine has olan menafii[22] ihata edebiliyor mu o? Bir adam göster ki bana, bu kadar ilmi olsun da kendisine lazım olan menafiyi ihata edebilsin. Var mı bir tek adam? O halde aciz kalınca bağırmak şart değil mi? Nereye, nereden istimdat edeceksin. İlmi ihata edemedi işte. Bir şey anlatamıyoruz biz yine.

Ne fevaid-ünün[23] menabi-i[24] asliyesine muttali[25] olabilecek kadar bir şey eline bir şey geçebilir, ne musibetlerinin gizlendiği yeri keşfedebilir. İki taraflı edebilsin. Yapar durur boyna. Onun içün insan hilkaten zayıf yaratıldığından ebna-ı[26] nev’inden[27] yardıma muhtaçtır, muhtaç. Kim olursa olsun, Kudret onun içün demiş ; Cüz ü küll[28], yek diğerinden eyler istimdat[29]-ı dad[30]. Anlatabiliyor muyum? Cüz ü küll, yek diğerinden eyler istimdat-ı dad. Senin en hakir görmüş olduğun... Kudret’in cemiyet içerisinde ne kadar zayıf, ne kadar hakir gördünse; sen ona muhtaçsın. O da sana muhtaç. Olmasan, yapmazdı onu Allah (cc).

Evet belki senin on bin kilo tartacak baskülün var, fakat eczaneden ilaç verdiler; bir mili gram bir şey, dediler. Bende on bin kilo baskül var diyerekten, gururlanamazsın ki. Mini mini terazi ararsın. Bunu tartmaz o. Ölürsün geberirsin. O büyük baskül, o mini mini teraziye muhtaç. O mini mini terazide o büyük basküle muhtaç. Anlatamıyor muyum? Bu âlemde cüz ü küll, yek diğerinden eyler istimdat-ı dad.

Sonra neden alakasını keser bir adam imandan? Neden, ne zararı var ona? İman bir taabbüddür[31], bir inkıyaddır[32]. Dikkat et bu tabire. Bir taabbüddür, bir inkıyaddır. Fakat cihet-i ilmiyete haizdir. Onun ilmi bir ciheti var. Tabbüddür, çünkü Hakk’a taabbüddür. Bir örfün konuştuğu iman var, bu hakiki iman bahsinden konuşuyorum, anlatabiliyor muyum acaba?  O bahis o. Hakk’a taabbüddür. Akliyet-i mahza[33], hani mahz-ı akil ile iş yok mu? Akliyi maniyi tabbüddür. Aklın fen çerçevesinde kalıp, aklı semavi cazibeden ayırdın mı, seni taabbüdden ala kor. Onun için bazı kimseler; “Aklım hâkimimdir, vicdanım amirimdir.” derler. Bunu mahsustan kaçamak söyler. Anlatabiliyor muyum acaba? Birden bire açılamaz ya... ama şimdi açılır ya. Vaktiyle, birden bire açılamaz, gayesi buraya dayanmıştır.

Akliyet-i mahza, mani-i tabbüddür. Hissiyet-i mahza da mani-i taakkuldur[34]. Hiss-i mahzada kaldın mı, aklı atacaksın. Bir aşkta aklı atmak var, o makbul; fakat histe kaldın mı, o mezmum[35]. Bir zor yere girdim, iyi de anlatamıyorum galiba, bilmem artık. Bu kadar dilim dönüyor. Zor bir yer burası. Fakat esas rükün burada… Bugün ki konuşmanın rüknü bu... Bir daha tekrar edeyim: İman, iman bir taabbüd, bir inkıyaddır. Fakat cihet-i ilmiyesi haizdir. Taabbüddür, çünkü Hakk’a tabbüddür. Seni alır o şimdi. Afaktan alıyor. Yükü oraya veriyorsun. Onun içün imanlı insan daima gençtir, daima dinçtir, daima safa içindedir. Neden? Kendi taşımıyor ki yükü. Verdi yükü. Yükü verdi. Ha, gelelim şimdi; akliyet-i mahza, bu nedir bu? Bu maniyi tabbüddür. Aklın tam içerisinde kaldın mı taabbüde manidir o. Aklı, mananın terbiyesine sokmadın mı, seni ala kor. “Halleder” derler, etmez! Ala kor.

Hissiyet-i mahziye gelince, his his mahzi his; o da mani-i taakkuldur. Ona manidir. Eee ne yapacağız şimdi? Taakkul böyle, taabbüd böyle, ayırdı yerleri, iman ise cam-i’ül hak’tır kardeşim. Cam-i’ül hak olunca Cam-i’ül hak ve hayır olunca, doğrudan doğruya ulûhiyete nazır olur. Beşer bu irtibatı kopardığından dolayı bocalayıp duruyor. İstediğin kadar iri iri kafaları topla… Ben mevzii konuşmuyorum, bütün dünya. Yok mu ya, insan haklarıydı bilme ne... Feza kadar boştur, hiç bir şey olmaz. Hiiiiç bir şey olmaz. Efendim tahdid-i[36] silah olurmuş da, bilmem ne... Öyle şey mi olurmuş?     [37]وَأَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ Sen onu kaldıramazsın. Onu tahrif edersin, kendini kurtarırsın, hakikate rücu ettikçe. Yoksa sen mesela bazı... işte şunu kaldırmak... yok olmaz. Büyük kitap onu resmen ilan etmiş. وَأَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ Taaa kainatın zahiri hayatını alıncaya kadar aralarına adaveti koymuşumdur. Sen onu kaldırabilir misin, Allah (cc)’un dediğini? Kalkmaz o. İmkân yok ona. Sen asude kalabilecek şekilleri var. Yapabilirsen.

Hülasa insanın, insaniyeti cisminden ziyade ruhuyla kaim olduğu içün fıtraten her hissinde, her tahattur[38]unda bir gayeyi kemal vardır. İşte onu bulmaya çalışmak lazım gelir. İnsanın musibetler arasında istimdat edeceği şey, nereden istimdat ederse etsin imandan edeceği istimdata benzemez. Doyurmaz. Hiçbir vakit doyurmaz. Kimden etsen doyamaz. Doyurmaz. Bu böyle olduğu halde niye birbirimizi yeriz acaba? Evet. Biz böyle değildik. O medeniyet âleminin insan hakları diye filan diye şöyle konuştukları feza kadar boş, hiçbir şey meydana getirmeyen sözlerini, senin... kaç sefer söyledim ya, nenen var ya nenen, ihtiyar, köylü, filan. Damı kocaman topraklı, çatısı böyle böyle ağaçlardan, isli odası filan… Fakat, evladım sakın kul hakkı olmasın... Nerden öğrenmiş onu o? Kim talim etmiş? Sana göğsümü helal etmem sakın kul hakkı… İşte insan hakkı… Kul hakkı olmasın. Ya.. Kaybettik bunların hepsini. Kaybettik, hepsini kaybettik.

Dedenin aleyhinde biri söylendi mi, “Sus senin şecereni yoklayacağım, şüphelendim.” de. “Senden ben şüphelendim, kanından şüphelendim” de. Tarihini çok iyi bil dedenin ya. Kâinat biliyor. Yok, o kadar parlak tarih yok.

Terbiye-i fikriyeyi, terbiye-i imaniyeyle birleştir de; her şeyin hakikatini öğren. O vakit itidale mizaç, mizaçta o vakit itidal hâsıl olur. Biz şimdi terbiye-i imaniyeden uzaklaştık. Terbiye-i imaniye ile terbiye-i fikriyye birleşecek o vakit işin şekli değişecek. Bunlar birleşmezse, hareketler nefsani olur. Nesfani hareketler olduğu içün ilerlemek olmaz. İlerleyemeyiz. Olmuyor. Biri getirir mesela şuraya kadar yürütür, ya ömrü vefa etmez yahut hasbel icab çekilir mekilir, onun yerine biri gelir... Buradan buraya kadar yürümüş. Buradan almıyoruz biz. Beğenmez onu. Ya hasedinden. Ne bileyim ben? Dünyada hiç böyle bir şey yok. Nüçün o? Bizim kadar akıllı mı garp? Ne gezer senin kafan onda. Allah (cc) bu millete hususi bir imtiyaz vermiş. Herif icat ediyor, götürüyor. O üç saniyede yaparsa Mehmetçik bir saniyede yapıyor, ağzını açıp bakıyor. Böyle bir kabiliyetin var senin. Buraya kadar getiriyor, hayır diyor tekrar buradan al. Yine baştan, şuraya geliyor… Ya ölüyor, ya bir şey oluyor. Hayır diyor silecen, yine buradan... E babam günah değil mi kardeşim? Al oradan buraya gel, öyle yürü git. İşte medeniyetini taklit ettiğin âlem öyle, buraya kadar öteki geliyor buradan alıyor buraya geliyor öyle gidiyor böyle gidiyor….

Sonra herhangi bir cemiyette iyi yapanla kötü yapan ayrılmazsa o cemiyet ilerlemez. Buna imkân yoktur. Bir şeyi iyi yapanla kötü yapanın farkı olmazsa, orada ilerlemenin imkânı ...... Yapmaz! Kudret vermez, âdeti değil. Olmaz. İmkânı yok.

Fıtrat-ı asliyemiz gayet güzel. [39] لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ diyor, Allah (cc) dimi ya? Hiçbir mâhluk hakkında böyle söylememiş. لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ   İnsanı en mükemmel bir, nasıl tarif edeyim? Bir şekl-i ahseni müstakim üzere yarattık. Sonra o kendisi sükûta başlar. Başlama, yaratılış, fıtrat ayrı.  Sonra kuvvet-i rabbaniye bu tahayyülat[40]-ı azimeyi şuun[41] içinde akla vicdana kendisini kabul ettirecek, gösterecek ne kadar burhanlar vaz etmiştir. Fakat gören kim? Dünya ne’vü beşerin elinden, bir elden bir ele geçmiyor mu? Baksana şuna, şu sahneye! Tarih okumadın mı? Niye, niye yaratırım diyorsun? Kimsenin malı değil, yaratırım deme. [42] وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ Mirasçı, benim benim, diyor. İki şahitle bana gel diyor, yalnız. Bana iki şahitle gel. Güzel söz, güzel hal… Konuşmayı hülasa ediyorum. İki şahit istiyor, Allah (cc). Bana iki şahitle gelebilirsen ne ala diyor. Güzel söz, güzel hal… Bizde de inadına aksi. Belki böyle ca’li[43] gülmelerimiz filan vardır, şöyle birbirimizi gördüğümüz vakitte. Şöyle dudaklarımız yalandan buraya kadar gerilir. Delide olur ya o. Ne o filan. Öyle değil: Güzel söz, güzel hal… Bu iki şahitle gelin diyor. Hele bu iki şahidi getirin de öbür tarafı kolay diyor, Allah (cc).  [44] فاتقوا النار ولو بشق تمرة، فمن لم يجد فبكلمة طيبة اتقوا النار ولو بشق تمرة  Belki lafızda bir hata olmuştur. Hafızam belki şey etmiştir, bozmuştur. Ama manası şöyle: Bir hurma tanesiyle hicran azabından, benim itab-ı subhanimden kendini kurtar. Bunu da bulamadınsa, yok mu bir kelime-i tayyibe, bir güzel söz hayatta. “Niçün sarf etmedin?“ der. Biz inadına bunun aksine hareket ederiz.

Neticede insan ne bırakabilir bu kainâtta? Hayat öldükten sonra bir hasret, dimi? Bir de nedamet. Bir de arkada kalarak hiçbir zaman sayife-i eyyam[45]ından silinmeyecek -eğer bu dediğim iki şeyi yapmamışsa- kötü bir şöhret… Başka bir şey kalmaz. Kendimizi koklayalım, koklayalım. Kestirmesi bu. Her şeyin rayiha-i kerihesi yahut rayihası, mutlak kokusu, o şeyin zatına kılavuzdur. Yakup aleyhisselam rayihadan maşukunu gördü de, buldu. İnsan sefa-i derununun güzel kokusunu duymazsa bir şey alamaz. Koklayalım kendimizi. O, başka bir burun istiyor. O burunu bulalım, koklayalım.
İnsan, bütün çirkinliklerini bir anda terk edemez. “O eder.” Müstesna. Fakat azmetse, senede üç tanesini terk etse beş senede temizlenir yav. İradesini sarf edecek ama. Sonra herkes kendi kendisini bilir dimi? “Benim şu şeyim var” der. Mesela gadaplanacak adam, gadaplanmazdan evvel bilir, diyor Allah (cc). Bak hiç mazeret kabul etmiyor. Efendim, “Tehevvüre[46] kapıldı da” deriz hani biz, tehevvür. “Yooook!” diyor Allah (cc). Tehevvürden evvel bilir, diyor. Neler söyler? Tevevvür etti de birden bire… “Yoook!” diyor Huda yok. “Yooook, yok!” diyor. Tehevvürden evvel bilir. “Şu şeyden, ben tehevvür edeceğim.” der bilir, onu bildiği içün terakki etmediğinden dolayı yıkarım, diyor. Sonra biz... âdetimizdir. Mazluma karşı böyle dayanırız. Zalimin karşısında el pençe divan dururuz. üüüü …… birde tehevvür dinler mi Hüda? Ya zalimin karşısında senin hiç mi asabın bozulmadı? Gücünün yeteceğini bildin mi, asabın bozuldu. Hadi bakalım azizim, olmaz.
Hülasa iman bilmeye, irfan görmeye davet eder. Bunların ikisi de bir derstir. Bunlar vücutta yerini aldıktan sonra, insan daha ziyade terakki eder, imandan sonra ittika gelir. Cenab-ı Hak ondan sonra doğrudan doğruya, o yerleştikten sonra derhal ittikayı insanın önüne kor. Ey iman ettim diyenler! Der:                            [47] يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ Hadi bakalım, şimdi ittikaya! İmanı biraz anlattık, ondan sonra ders geliyor,  ittikaya. Nedir ittika? Bütün mâhluk-u Huda’ya karşı rikkatle kalbi çarpmak. Nerdeee? O nasıl olur o? İnsanın büyün mâhluk-u Huda’ya karşı kalbi rikkatle nasıl çarpabilir? Her zerrede Hakk’ın vücudunu müşahede ile olur. Onu göreceksin ki, kalbin rikkatle çarpsın. Yoksa sözle olmaz ki o. Onu ben veririm diyor Huda; göreyim sizde o hali, onu ben veririm diyor.

Deden öyleydi. Eski konuşmalarda söylemişimdir ya: Aç bak dedenin kıymetini, gör. Vakıfnameleri aç bak: Medeniyetini taklit ettiğin garp delileri cin çarpmış diye yakarken, deden musiki heyetleri vakfetmiş. Vakıfnamelere bak… Tımarhanede musiki yapılacak diyor. Fasıl yapılacak ve en iyi tedavi usulüdür diyor. Bu günde medeniyet aklını başına almış yavaş yavaş dedenin yaptığı şeyi yapmaya başlamış, musiki... Asırlar evvel deden. Sonra aç bak, her sokakta yaşayan -o vakit köpeklere bir şey yapılmazmış- ciğer vakfetmiş. İşkembe, sırık sırık ciğerler. Nerdeee, anasına bakmıyor. Babasının nafakasını vermiyor. Boşanıyor evladının nafakasını vermiyor. Kardeşim, boşanmışsın; evladının nafakasını niye vermiyorsun? Neden husumet ediyorsun? Deden köpeğin nafakasını vakfetti Senin ara yerindeki fark bu. Evet, anladık boşanmışsın, çocuğun kabahati ne? Ne diye yaptın çocuğu? Kabahati ne, niçün vermezsin nafakasını? Bir milyon defa Allah (cc) de; her deyişinde “Lanet!” der Allah (cc). Vebal var üzerinde. Vebal vebal. Onu ne diye vermezsin? Anan, seksen yaşına gelmiş: “Kime ikram edeyim ya Resulullah? –Annene! “Ondan sonra kime ikram edeyim?” –Annene! “Ondan sonra kime ikram edeyim?” –Annene! Böyle soruyor, en sevgili eshabdan birisi, soruyor. Dördüncü seferinde “Babana!” diyor. “Ondan sonra bila kayd u şart[48] bütün mahlûkata” Duaa_ül vaalidi li veledihii ke duaa-in nebiyyi li ümmetihii [49] Formun Üstü
Annenin babanın evladı üzerine duası peygamberlerin ümmeti üzerine duası gibidir. Nasıl peygamber duası ret olunmazsa Allah (cc) tarafından, anne baba duası da ret olunmaz. Tabi o da, onun da bir sınırı var. İnsan böyle şeyleri söylerken de korkuyor da.
Emirler, sözler Hakk’a isyan babında olmayacak.   لاَ طَاعَةَ فِى مَعْصِيَةِ اللّهِ، إنَّمَا الطَّاعَةُ فِى الْمَعْرُوفِ[50] Mahluka itaat olunmaz o itaatten Allah’a (cc) isyan çıkarsa. O vakit ana baba kalmaz. Mesela geçenlerde biri geldi bana: Annem inkisar[51] ediyor. Niye? Ben birisiyle evlendim, illa onu boşayacaksın. Mesul olur muyum? Var mı, karının kabahati? Yok. Yani boşanma sebebi var mı, Hakk’a hakikate uymayan. Yok. Annem sevmedi. Ha. Şimdi bu… Allah (cc) der ki; sebepsiz olarak boşanma Yehtezzü'l arşı mine'l talak.[52] Şey evet, Yahtezzü'l arşı mine'l talak, sebepsiz olarak boşanmadan benim arşım titrer. Arşın titremesi demek; Allah’ın (cc) titremesi demektir. Senin annenin keyfi içün sen Allah’ı (cc) titretirsen, neticesini benim söylememe lüzum yok. Böyle de değil.
Mesela var öyle insanlar, var. Onu da tanıyor, onu da biliyoruz. Sen pek mümin olmuşsun. Daha senin zamanın mı bakalım? Eee neymiş zamanı? Ben senin ananım. Sen şimdi o bırak o şeyleri. Manayı filan bırak. Dinler mi? Olmaz o! Öyle de değil! Hani ikisinin ortasını bulamadım, denir ya.

Hülasa tek bir ölçü; ana baba hakkı; bütün hakların üstünde bir hak. Büyük kitap evvela der ki; Allah (cc), “Kendimden soracağım.” der. Onu da yanlış bilirler: Kul hakkı olmasın da Allah... Öyle bir şey yok! Hiç öyle bir şey demiyor Allah (cc). Hem öyle aksine diyor ki; “Kendimden soracağım.” diyor. Ben seni insan yaptım, gel bakalım benim hakkımı öde. Ondan sonra anasının babasının hakkından soracağım, diyor. Ondan sonra sıra ile geliyor. Hani bir imtihanlar vardır ya; bir yere girmek içün duhûl[53] imtihanı derler: İlk önce bundan verirse öbür suallere girilir. Onları verilmedi mi, öbürkilere lüzum gözükmez. Şimdi mesela, elli defa hacca gitmiş, alnı secdede çürümüş, her günde oruç tutmuş fakat annesi de yahut babası da memnun değil. İnkisar[54]lı. Geliyor oradan. Bunlar. İşte efendim bunun kitabında bu kadar ibadat, taatı… Bırak onları, ilk suallerin cevabı yok. Safirhane-i küfre haremini aratma beni[55]. Anlatabiliyor muyum? Bu, bu kadar ince… Bu kadar ince olmakla beraber, onun da ananın, babanın da teklifatı neticesi Hakk’a isyan çıkarsa, o reddolunur. Olmaz. لا طاعة لمخلوق    senedi bu  لاَ طَاعَةَ فِى مَعْصِيَةِ اللّهِ، إنَّمَا الطَّاعَةُ فِى الْمَعْرُوفِ “Mahluka itaat edilmez , o itaatten Allah’a (cc) isyan çıkarsa.” Nerdeeee?
Şimdi saymıyor bile. Saymıyor. Allah o saygıyı istiyor. İbadettir diyor saygı. Evlat babasının yanında ayağını ayağının üzerine atıyor, gayet mütehakkimehane[56] bir vaziyette: Neymiş bu, bir medeniyetmiş. Bırak şimdi sen o medeniyeti. O medeniyet seni çürüttü. Medeniyet servet-i eslafa[57] serveti ahlafı[58] ilave etmekle olur. Babanın parasına evlat; para, babanın mâlikanesine evlat; mâlikane, babasının sanatına evlat; sanat, babasının ilmine evlat; ilmini koymakla olur. Hani nerde? Hangi ilme mevzu verdin kardeşim? Söyle bakayım, beynelminel kürsüde yapılan bir kitabın mı var, okutulan? Hangi sanata model verdin, hangi fenne bir şey ortaya koydun da verdin? Henüz mukallitlikle vaktini geçiriyorsun. Olmaz. Bugün ki konuşma bu kadar yeter.




           



[1] Hezar : 1) Pek çok, 2) Bin 3) Bülbül
[2] Aşina:Farsça  1.Mâlumatlı, haberli olan. Arif. Bilgili. Mâlik. Tanıdık. Yabancı olmayan. 
[3] Hud’a: 1) Hile, oyun. Aldatma. Düzen. Mekir.
[4] Dil-şad: Farsça  Sevinmiş. Kalbi hoş olmuş
[5] Mecruhal-fuad (mecruh el-fuad): Kalbin paramparça olması, gönül yırtılması, yaralı kalb
[6] Teehhür: Geciktirme
[7] Bâhil: Cimri
[8] Tecessüs: İnsanların gizli hallerini, ayb ve kusûrunu merâk edip, iç yüzünü araştırıp öğrenmeye çalışmak, casusluk
[9] “Kişi anasından iki kere doğmadıkça, Göklerin Melekûtuna ulaşamaz.” Hz. İsa
[10]  Sinn: Yaş. Yaşanmış olan zaman.
[11]  Ta’yib: Ayıplamak. Kötülüğünü söylemek.
[12] İstigna: 1) Cenab-ı Hak'tan başka kimsenin minneti altına girmemek. 2) Gönül tokluğu. Elindekini kâfi bulmak. Zenginlik istememek. Muhtaç olmayıp, zengin olmak.
[13] Tezhib-i ahlak: Ahlaki süsleme
[14] Mezmume: Zemmolunmuş. Makbul olmayarak ayıplanmış. Kötü.
[15] Meknuz: Gömülü hazine, define, örtülü, gizli. Hıfzedilmiş, mahfuz.
[16] Mesnevi 1 cilt 1996 beyit :Yüz hayat içinde bir ayb bulunursa nebat şekeri arasındaki çöp saz gibidir (Tahir-ul Mevlevi şerhi)
[17] Matlab: 1.İstek, istenilen şey. 2.Hallolunacak mesele. Mebhas. 3.Kaziye. 
[18] Buhâri, Mezâlim 9, (III,204)
[19] İstiska:l 1 Hoşnutsuzluğu belli ederek karşı tarafı çekilmez görme. 2 Ağır bulup hoşlanmadığını anlatmak. Soğuk muamele ederek sevmediğini bildirmek. 3 Yüz vermeyerek kovma
[20] Teceddüt  tazelenme yenilenme
[21] Şeyn: Kusur, ayıp, noksan, kabahat. Yaramaz şey.
[22]   Menafi: Menfaatler, Yararlar, yararlı şeyler.
[23] Fevaid:Faydalar
[24] Menab: Birinin yerini tutmak, nâib olmak. Birisine vekil olmak. Vekillik yeri
[25] Muttali': Haberli. Bilgisi olan. Bir yüksek yerden bakarak görüp anlayan. Vâkıf. Derk eden
[26] Ebnâ: (İbn. C.) Oğullar. Çocuklar. Veledler. Ferzendeler
[27] Nev: (Farsça)  Yeni, tâze, cedid. Son zamanda çıkmış
[28] Küll: Hep, tüm, bütün. Çok. Cüz'lerden meydana gelen. Bütün cüzlerin şumul ve istiğrak üzere ifadeleri
[29] İstimdat : Medet ve yardım istemek.
[30] Dad : 1) Adalet, doğruluk. 2) İnsaf
[31] Taabbüd: İbadet etmek. Kulluk etmek
[32] İnkıyad: Boyun eğme. Muti olma. Teslim olma. İtaat etme. İmtisal
[33]  Mahza :Sâde. Hâlis. Katıksız. Tam. Baştan başa.
[34] Taakkul: Hatırlama. Zihin yararak anlama. Akıl erdirme. Hatıra getirme. (Bak: Dimağ)       
[35] Mezmum Zemmolunmuş. Makbul olmıyarak ayıplanmış. Kötü.
[36] Tahdid: 1.Hudutlandırmak. Sınırlamak. Sınırı belli etmek. 2.Tarif etmek. 3.Bir şeyi kastetmek. 4.Keskin etmek. Bilemek 
[37] Maide 64:وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّهِ مَغْلُولَةٌ غُلَّتْ أَيْدِيهِمْ وَلُعِنُواْ بِمَا قَالُواْ بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِ يُنفِقُ كَيْفَ يَشَاء وَلَيَزِيدَنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم مَّا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًا وَأَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ كُلَّمَا أَوْقَدُواْ نَارًا لِّلْحَرْبِ أَطْفَأَهَا اللّهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَادًا وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ 
Meali: Bir de Yahudiler: «Allah'ın eli bağlıdır.» dediler ve dedikleri yüzünden elleri bağlandı ve la'netlendiler. Hayır, O'nun iki eli de açıktır, dilediği gibi nimet veriyor. Andolsun ki, sana Rabbinden indirilenler, onlardan birçoğunun azgınlığını küfrünü artıracaktır. Bununla birlikte, aralarına kıyamete kadar sürecek olan bir düşmanlık ve kin bıraktık. Her ne zaman savaş için bir ateş tutuşturdularsa, Allah onu söndürdü. Onlar yeryüzünde bozgunculuk için koşarlar; Allah ise
[38]  Tahattur : Hatırlamak
[39] Tin Suresi 4. Ayet-i Kerime: لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
Meali: Biz insanı en güzel biçimde yarattık.
[40] Tahayyülat: Tahayyüller, hayale dalmalar, hayalde canlandırmalar.
[41] Şuun: İşler, fiiller. Havadis.
[42] Hicr Suresi  23. Ayeti Kerime: وَإنَّا لَنَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ  
Meali: Her halde Biz, kesinlikle hem hayat verir, hem öldürürüz. Hepsine varis de Biziz
[43] Ca'lî: Uydurma, samimi olmayan, sahte, düzme ve taklid
[44] (Buharî, Edeb 34. Müslim, Zekât 66)
[45]  Eyyam: Devirler, günler
[46] Tehevvür: 1.Korkusuzlukla düşünmeden hareket etmek. Sonunu düşünmeden birden bire karar vermek. 2.Kuvve-i gadabiyenin ifrat mertebesi; maddi mânevi hiçbir şeyden korkmamak hâleti 
[47] Ali imran 102 يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ meali: Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.
[48] Bila kayd u şart  kayıtsız şartsız
[49] Bizim Camiu's-sağir’ de bulabildiğimiz bu rivayete çok yakın olan hadis aşağıdaki gibidir. 
 2169. [3:525, Hadîs No: 4199]
Enes (r.a.) rivayet ediyor: Babanın çocuğuna duası, peygamberin ümmetine olan duası gibi­dir.
[50]  Muslim, Kitabu’l İmara 40. “Allah Resulü (a.s) buyurdular ki: "Allah'a isyanda (kula) itaat yok! Ancak taat ma'ruftadır!"
[51] İnkisar 1.Kırılma. Gücenme. 2.Beddua ve lânet okuma. 3.Şikeste olma.
[52] Ebu Davut ibnül-Humam, Fethul Kadir. c.2 sh.22
[53] Duhûl: İçeri girme. İçeri dahil oluş.
[54] İnkisar: 1.Kırılma. Gücenme. 2.Beddua ve lânet okuma. 3.Şikeste olma 
[55] “Kendinin ve kutsal bildiğin şeylerin, Cehennemdeki yerini söyletme bana (cehennemin dibine kadar yolu var)” gibi bir mana anlaşılabilir.
[56] Mütehakkimane / mütehakkimâne   Hükmedercesine, zorlayarak.  Zorbaca.  Mütehakkim bir surette. Tahakkümle, zorbalıkla. (Farsça)
[57] Eslâf: (Selef. C.) Selefler, evvelkiler, geçmişler.
[58] Ahlaf: Halefler. Sonra gelenler. Zürriyetler. Evvelkilerin yerine geçenler. Nesil. Evlâdın evlâdları. Nesl-i âti

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Şemseddin Yeşil - Tüm Hakları Saklıdır..
Designed by CruelKeSh | 2017