054 (19.07.1959) 70 dk. (271)
Birine vazifeden doğan ahlak,
diğerine de aşktan doğan ahlak tesmiye etmiştik. Vazifeden doğan ahlakın annesi
akıl, aşktan doğan ahlakın da … membaı, mastarı kalp. Her hafta tekrar ettiğim
gibi, tabi buradaki aşk, romanda okunan aşk değil. İnsan asude kaldığı zaman,
kendi aslını bir teharri[1]
hâsıl olur. Cismaniyeti itibariyle, atmış, yetmiş, seksen kiloluk kan ve kemik
torbasında ibaret olan vücudu nihayet iki metre uzunluğunda bir çukura sığar. Fakat
vicdan-ı kibriyası, mana-i ihtivası bütün kâinatı muhit. Bir an gelir sevinir,
bir an gelir yerinir, güler ağlar infialat[2]…
Birçok hadisat kendisinde tecelli ediyor. “Ben kimim” diye sual sorar. Benim bu
varlığım nedir? Ben kimim? Nereden geldim? Nereye götürüleceğim? Gelmemdeki
gaye nedir? Gelmemde gitmemde ihtiyarım yok. Öyle değil mi? Sormuyorlar, hiç
birimize sormadılar. Bilmem, içinizde belki sorulan vardır. Dünya denilen bir
âlem vardır: Bir dar-ı imtihan, bir dar-ı iptila, dirliği az, pek kısa,
ikbalinde hud’a[3], idbarında[4]
fecia gizli. Hezâr-Âşinâ[5] bir acuzeye[6]
benzer: Yüz gösterir, güler gibi gözükür, derhal gözünü başkasına kırpar. “Öyle bir sahne var, gider misiniz” diye hiç
birimize sormadılar. Buradan da tekrar bir âleme götürürler. Giderken de
sormazlar. Büyük rütbesi varmış, geniş kasası varmış, muazzam bir caha
malikmiş. Dalkavukları, silahşörleri, hadimleri, malikâneleri filan varmış.
“Beyefendi teşrif eder misiniz?” sorma yok. Zaten insan şurayı düşünecek olursa
ve bu düşüncesi yalnız kendisinde kalmayıp da, sirayete[7]
başlarsa, beşeriyete huzur gelir.
Bugün şu lacivert kubbenin
altında insanlık âleminde huzur yok. Mevzii konuşmuyorum, bütün dünya
sekenesinde. Hiç. Neden acaba yok? Gelişteki gayeyi beşeriyet unutmuş. Biraz
tenekecilikte ilerledi... Şöyle fen sahasında biraz adım atmaya başlayınca, bu
sefer Kudret’le azamet yarışına kalktı. Yaratırım sevdası geldi.
En akıllının bile taptığı bir put
vardır. Kendi iklim-i vücudunda asılıdır.
Çok akıllılar ona tapmaktan kendisini kurtaramamışlardır. Adına nefis
putu derler. Bilmem anlatabiliyor muyum? Çoook akıllıyım diyenler… Unuttu, ah
yığınları beşeriyette çoklaşmaya başladı. Eee, insana huzuru veren Allah’tır
(cc). Her vakit söylerim; servet bizatihi nimet değildir. “Git filan yerde
nimet ol” derse olur. Bizatihi.
Bazı insan vardır ki; “Benim şu
kadarcık servetim olsa ben bilirim ne yapacağımı.” Ne yapacan, hiç.[8]وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ Allah
(cc) öyle diyor; “Mirasçı benim” diyor. Herkes bana bırakacak. Ben zalime
mühlet veririm. Zalim kendisine mühlet verilmekle zannetmesin ki, benim
mülkümün haricine çıkabilir. Ben zalime çok mühlet veririm. Fakat benim ona
mühlet vermekliğimle o benim mülkümün haricine çıkamaz. Öyle zannetmesin ki
pençe-i kahriyyemden kurtulabilir.
Beşer yalnız cismaniyetini beslemeye başladı. Yani
insanlar yalnız tenimizi besleyeceğiz dedi. Hâlbuki o ten onun manasını
taşıdığından dolayı ona itibar etmek emri alınmıştır Kudret tarafından. İnsan
bu âleme yalnız tenini beslemeye gelmedi. Ten bir elbisedir. Beden yani ya şu
beden, bizim manamızın bir elbisesi. E elbiseye tabi riayet edilir. Fakat elbisenin
hüviyeti başkadır, insanın kendi hüviyeti başkadır, dimi ya? Nasıl “benim
gömleğim” dendiği vakitte bu gömlek ben değilsem, “benim bedenim” dendiği
vakitte de bu beden ben değilim. Vakıa dilim konuşuyor ama benim o dilim, ben
miyim? Bir şey anlatamıyor muyum?
Öyle uykunuz gelmiş gibi duruyorsunuz zevkim kaçıyor. Dinleyenle
söyleyenin kalbi birleşmedikçe Huda feyiz vermez. Mamafih sıcakta var ya, orda
haklısınız. Fakat şimdi dense ki, “şurada, bir para ikramiyesi çıkıyor,
dinleyin bakalım kimedir. On bin lira var” dense herkesin saçı göz olur. Saçı
göz... Acaba benim mi ismim okunacak
diyerekten herkes böööyle…. Hiç o vakit uyuklayan yok. Çekiliveriyor uyku.
Derhal çekilir. Başı ağrıyanın ağrısı gider. Hastalık mastalık kalmaz. Hiçbir
hap, hiçbir iğne yapmadan ağrı gider kendi kendine.
Neydi konuşmamız? Geliş ve gidişteki gaye. Niye geldik?
Niye getirildik? Niçün götürülüyoruz? Bunun karşısında bazen semayı deler gibi
bakıyoruz. Kendilerinde bir hal. Bazen yeri ezer
gibi basıyoruz. Ne semaya yetişebiliyoruz ne yeri açabiliyoruz. O bir kaç saye[9] arasında
da geçip gidiyoruz. İnsanın eli boş
gitmesi çok fenadır. Di mi? İnsanın eli boş gitmesi çok fenadır. İnsan Allah’a
(cc) makbul olarak gitmeli. Kabul ettirmeli kendisini. Allah’ın(cc) makbulü
olan kimse ölmez. Ben sizi, hepinizi inanmış zannıyla konuşuyorum. Tabi bu
sözler de, enfüs âleminden, kendi içinde sessiz sözsüz, bizsiz sizsiz konuşan
vücuduyla baş başa kalıp da ebed sedasını duyanlar içündür. Yoksa maddenin
kesafetinde kalmış, insan tekâmül etmiş bir hayvan diyerekten o tarifi kabul
etmiş... Ona ait bir şey değil. Ben Kudret’e muhatap olmuşum, Fatır[10]’ın
ilm-i huzurisinde çook kalmışım. Bana kıymet vermiş, beni ayine eylemiş.
Binaenaleyh, فَمَا لَهُ مِن قُوَّةٍ وَلَا نَاصِرٍ
﴿١٠﴾[11] يَوْمَ تُبْلَى السَّرَائِرُ ﴿٩﴾
Her işin
meydana çıkacağı bir gün var. Ben buna inanmışım. Çünkü neden? Adi bir insan
bile saltanatının geçici olduğuna inanmaz. Şey istemez, inanmaz demişim. Kabul
etmez, saltanatının geçici olmasını. Allah’ın (cc) saltanatı geçici olur mu?
Senin elinde üç kuruş malın olsa, onun gittiğini istemezsin. Kudret onu giderir
mi?
Binaenaleyh bir divan var, bir mahkeme-i dâd[12]
var. Bir gün hesap vereceğim ve hayatım da
ondan itibaren başlayacak. Şimdi biz... Hayat öyle kıymetli bir şey değil.
Neden? Uyuyoruz çünkü. Di mi? Uyuduğumuz vakit her şey elimizden alınıyor.
Bunları her konuşmada tekrar ediyorum ki yaysınlar diyerekten. Cemiyetle alakalı
olan, ahlak cemiyetiyle aza bulunan insan vazifelidir. Hayırda müsabakaya
çıkacak.
Ahlak yalnız bilmekle kâfi değildir. Hem bilecen hem
bildiricen der. Acaba anlatabiliyor muyum? Bilmişin; o kâfi değil der.
Bildiğini, bildirecen der. İman da öyledir. O da öyle. Efendim ben bildim, kâfi
değil. Vazifelisin, bildirecen. Ama
nasıl bildirecen? Kazık gibi değil. Bazı
insan bir şey bilir, o bildiğinden kendisine bir varlık gelir, etrafına
hakaretle bakar. Öyle değil. O nefisten gelen şeydir. Nefisten. Bazı insanlar
vardır, “ben kanaat ehliyim” der. Üç kuruş kazanır; ben der ehli kanaatim. E ne
olacak? Ben işte rızkımı aldım, evime dönüyorum. Öyle bir şey yok. Eğer, sana o
kanaat diye geliyorsa İblisten gelmiştir. Seni o yoldan yuvarladı. Yine
nefsinden. Anlatabildim mi acaba? Kanaat, kısmet-i edebisine
razı olmak demektir. Çalışmamak, az kazanmak, böyle değil. Böyle değil,
acaba anlatamıyor muyum? Bazı öyle insanlar var...
...Pekâlâ kendine ait kazandınsa, vazifedarsın. Artanı
varsa ver yimeyene. Bazı öyle tesadüf ederim de
ben. Ne o işi paydos… “Yeter efendim, yeter. Ölüm var.” Ölüm olduğu içün çok
çalışsana. Ahar[13]ın
zararına çalışma. Mezmum[14]
olan, kimsenin hukukuna tecavüz etme. Senin çalışman başkasının zararına
olmasın. Başkasına nâfi’[15]
olduğun müddetçe çalış. Öyle ters ters itikatlar vardır. Efendim benim ibadet
saatim var. İbadet saatin, çalışma saatin. Allah (cc) öyle der büyük kitabında; vakit bile ayırmaz. Gecenin kopkoyu
karanlığından gündüzün apaydınlığına kadar çalış der. Hani o... hep ters
anladık da böyle oldu. Bana on kuruş yetiyor, güzel on kuruş yetiyor. Sana
yetti ama sen yalnız kendin değilsin ki. Bütün mevcudatın insanda hakkı vardır.
Cüz’ü kül yek diğerinden eyler
istimdat-ı dad[16].
Sen bana muhtaçsın ben sana muhtacım. Herkes muhtaçtır, kâinata sahip
olsa yine muhtaçtır. Çünkü Allah(cc) öyle kurmuş. Muhtaç yapacağım ki ben
meydanda olayım diyor. Ben muhtaç değilim yalnız. Hatta bazen o kadar yüksek
şey, o kadar ufak şeye muhtaçtır. Bin kiloluk kantarla eczanede ilaç
yapamazsın. Evet, bu baskül iki bin, beş bin tartıyor ama orada gramlı terazi
lazım. Böyle cemaken içerisinde ibreli terazi lazım. Onun bir parçasını fazla kaçırdın
mı öldürürsün adamı. O büyük kantar o küçük teraziye muhtaçtır işte. Anlatabildim
mi misalden? Muhtaçtır. Öyle hiç kimsenin kafasını böyle kaldırmaya hakkı yok! Öyle
yapmış Kudret. “Efendim, bu bana muhtaç” der, sende ona muhtaçsın! Ne güzel
kurulmuştur tezgâh. Tabi Allah (cc) kurdu. Öyle şey olur mu? Öyle biçimlidir ki
o. O muhtaç olanların içerisinde, ruhunun izzetini muhafaza edenlerdir.
Hani herkes bilir, bir darb-ı mesel[17]
vardır ya: Bir darb-ı mesel vardır, herkesin bildiği şeydir. Bizim dedelerimiz,
ümmisinde bile büyük hikmetler var derler. Okumamıştır yazmamıştır, gayet basit
bir hizmette bulunur. Fakat hikmet kaynağıdır, kalbi başkadır. Bize eshab-ı
kalp denir. Dünya üzerinde bizim ırkın Allah (cc) hususi bir... Ne diyeyim bari
iltimas muamelesi diyeyim. Herkesin bildiği bir şeydir o. Haşa huzurdan birisi lağım kazıyormuş. Kazmış
olduğu çukurun içerisinde bir taş. Kazmayı vuruyor, vuruyor... Kirliliğin
içerisine girmiş, kirin içerisinde taşı oynatamıyor. Kızmış kendi kendisine,
çok zorlama demiş gönül seni işte filan yerden filan yere sokarım. Asrın
hükümdarı geçiyormuş, durmuş. -İşitmiş bunu- Durmuş, işitmiş. Allah Allah demiş
bu necasetin içerisinde yüzüyor, sonra diyor ki, sen daha şey etme, beni üzme; seni
necasetten necasete sokarım, diyor. Bu ne demek, demiş. Ne demek senin sözün?
Evet, demiş. Bu necaset değil demiş. Bu necaset değil olur mu, pislik. İyi ama
ben bu çukuru temizlerim. Ondan sonra demiş çıkarım, güzeeel bir yıkanırım.
Tertemiz demiş. İçimde duran bir hâkim arkadaşım vardır, “nasılım ben” derim. O
bana “aferin sana, alnının teri ile yaşadın, ah almadın, kazancında da hiç
kimsenin gözü bile yok. Ekmeği de elimle kırarım, zevk ile yemeye başlarım.” “Orayı
bırak” demiş, şu “nasıl demiş necasetten necasete sokulur.” “Necasetten
necasete nasıl sokulur bilir misin” demiş. “Gidersin o Hakk’ın nazargahı olan
gönlünü bir zalime uşak yaparsın. Kula kulluk edersin.” Anlatamıyor muyum
acaba? “Kula kulluk edersin.” Şaki mi şaki, deni[18]
mi deni. Seni istediği gibi kullanmaya başlar. Acaba demiş bizim çukurun
içerisindeki boka mı benzer o bok. Biraz terbiyesizce oldu ama anlatalım
diyerekten, kusura bakmayın, nezaketsizliğime vermeyin.
İnsan kula da kul olur ama o insanın bir yerin kulu olması
şartı ile. O ayrı iş o. Kulu kurbanıyım Allah’u Rasulus-Sakaleyn[19]in.
Bütün eshabı nebi ….. Aşağısı gelmedi, dur bakalım bekli gelir. Neyse aşağısını
da ben kendim, vezni uymasın ne çıkar. Söyleyenden müsaade alırız. Mana çıkar, meal
şey, elfaz[20]
belki bozulur. Geldi. Kulu kurbanıyım Allahu Resulü sakaleynin…. Fatıma
Haydar Hasaneynin. Muharrem dolayısıyla isimlerini yâd ettim.
Aciz insanla Hazreti İnsanı ayırmalı. Hazreti İnsan’ın
kendi vücudu yoktur, onun içün ayırmalı. Yoksa iş ademiyette hallolunacak. Âdem
olmak istersen Âdem ara, âdemi bul, Âdem ile Âdem ol.[i]
Seyyid-ül âlemdir Âdem, gayrıdan sevdayı kes.
Bazı insan, ben Allah(cc)’ı arıyorum der. Allah kayıp
mı? Niye arıyorsun Allah’ı (cc). İnsan...
İki arkadaş varmış, iki kardeş: İkisi de bir insan bulsak
da gönlümüzde zevk hâsıl olsa diye gezerlermiş. Çünkü insandan insana hal
geçer. Dimi ya? İnsandan bütün mevcudata geçer. Misal ister misin? Söyleyeyim
sana. İnsanın yanında dura dura çoban köpeği, çoban olur yahu. Anlatamadım mı?
İnsanın yanında dura dura çoban köpeği, çoban olur. Bırakırsın hayvanları
gidersin, çoban olduğundan. Ya insan, hakiki bir insan ile dost olursa, ne
olmaz? Hakiki bir insana tesadüf etmişler, dost olmuşlar, ahbab olmuşlar. O
adam gönül sahibi. Gönül sahibi eşyayı olmazdan evvel bilir. Hadisat olmazdan
evvel... Safa ehli yani… Ne demek ehl-i sefa?
Ehl-i safa kime denir? Kimlere denir? Keder ve tefrikadan hâli olan
adama ehl-i sefa denir. Anlatabildim mi? Bir daha tarif edeyim: Keder ve
tefrikadan... Şöyle idi, böyle idi, şöyle olacaktı, böyle olacaktı, ömür dedi
koduyla geçer gider. Onda safa yoktur, ehl-i kederdir o. Ama kaşanesi var, şusu
var busu var, bir şeysi yok, dış âlemi boş, Allah (cc ) derdi başlamamış.
Tecelli-i ilahi, ateşe benzer. Ateş nasıl kara tecelli ettiği vakitte eritirse,
Allah’da (cc) insana tecelli ettiği vakitte benliğini eritir, kendini verir.
Kardeşinin bir tanesi çok sevmiş, gönlünden dedikoduyu
kaldırmış. Malum ya: Hakikat sırrına vakıf olan geçmez mi kavgaden… Onu
şeyle okuyanlarda vardır. Melamet sırrına vakıf olan geçmez mi kavgaden.
Ne demek bu melamet? Büyük kitap öyle der; [21] لاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ Ben varken alçağın senin
aleyhinde konuşmasından korkma. لاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِم Eğer beni sayıyorsan, beni
seviyorsan, hakikaten bana gönül vermişsen, bana gönül verenlere benden uzak
olmak isteyenler daima levm[22]
ederler. Kaidedir bu der. Hazreti Musa (as) Allah (cc)’ye yalvardı dedi ki; “Ya
Rabbi, benim gücüme gidiyor, ne olursun, benim aleyhimde bulunan bir insan
olmasın. Dua ediyorum dedi, yalvarıyorum”. “Yook” dedi Allah (cc): Onu ben
kendimde de adet etmedim, benim aleyhimde de bulunurlar dedi. O Olmaz, öyle şey olmaz, öyle dua etme. Onu
ben kendime de yapmadım” dedi. Benimde
aleyhimde bulunurlar. Hem ben senin gibi de değilim; yaratırım, yediririm,
içiririm, sıhhat gibi afiyet gibi en büyük nimetleri veririm, yine aleyhimde
bulunulur. Sonra ehli hakikat eğer
aleyhinde bulunulmazsa ağlar. Bak ne tuhaf mesele. Bizim canımız sıkılır, o da
müteessir oluyor; “demek ki, ben iflas etmişim, bende bir şey yok ki, benim
aleyhimde bulunmuyorlar.” Anlatamıyor muyum bir şey? Demek ki, diyor bende bir
şey kalmamış. Artık ben iflas etmişim, benle meşgul değiller. Ne oldu bana Ya
Rabbi, ver ki yine bulunsunlar, der. Mağazada mal varken müşteri içeriye gelir,
yokken kim gelecek. Yok kapısı kapalı geçer gider. Melamet sırrına vakıf olan
geçmez mi kavgaden… Bunun büyük kitapta yeri, yani Kur’an’da yeri لاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِم Allah’ın (cc) beyanı öyle.
Benim sevdiğim insanlar, benim benimsediğim kimseler diyor, alçağın onların
aleyhinde konuşmalarından dolayı ürkmez. Ben varım ya. Şimdi ister öyle
söylenilmiş öyle oku, ister ilk önce konuştuğum gibi oku. Hakikat sırrına vakıf
olan geçmez mi kavgaden?
Ne demek hakikat? Geçen hafta konuşmada söyledik: Şeriat
ilim, yani din, hani vardır ya… Çünkü ahlak ile mana ikisi kardeştirler.
Birbirinden ayrılmaz. Hiç ayıramazsın. Neden ayıramazsın? Bir insan ebediyete gönül
vermezse, bir huzura gideceğine, aslına kavuşacağına inanmazsa, hayırda
müsabakaya çıkabilir mi? İnkâr sahasında geziyor, tesadüfen ben olmuşum diyor. Bu
adam nasıl hayır yapabilir? Fırsat eline geçtiği vakitte niçün üç günlük
hayatındaki ihtirasat-ı nefsaniyesini tatmin etmeklik içün çalışmasın? İnsanı
tutan nedir? Bir yerin tatlı korkusudur.
Ne irfandır
veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
Fazilet
hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden
çekilmiş farz edilsin havfı Yezdan'ın...
Ne irfanın
kalır te'sîri kat'iyyen, ne vicdanın[ii]
Buradaki irfan
örfün bildiği irfan. Bir de ahlakın tarif ettiği irfan var, o ayrı. Hani
cemiyete deriz ya, “Efendim, ilim irfan sahibidir.” Yani beş on kitap
okumuştur. Bu manadaki irfan. Örfün kullandığı
irfan üzerine söylemiş, söyleyen. Yoksa bir de, arif-i ilahi vardır, o
ayrı. O ayrı. Ne irfandır veren ahlaka
ülviyyet… Vermez diyor. Okur okur yine hal’en yükselemez. Satıh[23]dan
okumakla iş dönmüyor ki. O Allah (cc) korkusu da bizim hani bildiğimiz şekilde...
Şöyle yapar, böyle yapar.. Allah Cabbaar, öyle zalim hükümdar değil. Çok kerim,
çok merhameti var. O korku, beni insan yapmış, benimsemiş... Yüzüme bakmazsa
korkusu. Anlatabildim mi? Çünkü öyle
diyor kendisi;
فَاعْتَرَفُوا بِذَنبِهِمْ فَسُحْقًا لِّأَصْحَابِ
السَّعِير[24]ِ Gördünüz ya diyor: Kendisi
itiraf etmiştir, tamamıyla kendisi söylemiştir. Perde kapansın, görmeyeyim.
Huzur-i İzzet-i Cemal-i İlahiden kovulmak...
En ağır bir şey…
Nerede kaldıktı hatırlatın bana. Haaa. Evet sen bir yerinden
yakaladın ama ondan evvel ki konuştuğum yeri istiyorum ben. O çok evvel
söyledim onu. Ha, tamam çıkardın. Sizin hatırlattığınız yeri devam edelim:
İlim.
Hakikatte amel. İlmi var ama ameli yok. Ne fayda. Semeret-ül
ulum, el amele bin malum. Bilinenle amel etmek... İki konuşma evvel bir
misal vermiştim size. Hasta doktora muayene oldu, hastalığını bildi. Doktor,
şunu yemeyeceksin diye perhiz verdi. Biliyor. Yine hastalığını bilmiyor biri, o
perhiz yapmıyor, boyuna yiyor. Öteki de biliyor yiyor. İkisi arasında bir fark
var mı? O da muzırı yiyor, o da muzırı yiyor. Fayda yok. Bilmiş de amel
etmemiş, bir faydası yok. Bilinenle amel
edeceksin. Ondan sonra marifet gelir. Hakk’a vasıl olmak. Gelişimizdeki,
gidişimizdeki gaye bu… Anlatabildik mi acaba?
Bilecek, bulacak, olacak, Türkçesi. Niye geldin? Bilmeye.
Neyi bilmeye? Onu. Niye geldin? Bulmaya. Kimi? Onu. Niye geldin Olmaya. Kime?
O’nda. O kim? Biliyorsunuz kim olduğunu dimi? O... Kendi de kendisine öyle bir
isim koymuş. Hu der. Onun Türkçesi O. Anlatabildim mi? Her mevcudun iç ismi de
O’dur. Birisi gidiyor ismini unuttun, Ya Hu diye bağırırsın. Allah’daki (cc) olan
ismiyle çağırıyorsun. Anlatamıyor muyum ya? Oradaki ismiyle çağırıyorsun. Hep O?
Demek ki zahirde sen varsın ben varım, hakikatte ne sen varsın, ne ben varım, O
var. Varım ben ya. Var ama hani ya.
Yirmi sene sonra neredesin, elli sene evveli neredeydin?
Buna çok canlı misal getirmişimdir size. Zapt edin, yine getireyim. Direği dikersin,
zeval vaktine kadar bu direğin şuraya gölgesi çıkar. Fotoğraf makinesini getir,
hem o direği hem gölgesini çekersin. Direğinde resmini çekersin, gölgenin de.
Gölgenin vücudu var mı? Kendi kendine bu gölgenin vücudu var mı? Yok değil mi?
Ama görüyorsun. Zeval vaktinde bu gölge kalkar gider. Nereye gider? Buna gider.
Sende Kudret’in bir saye[25]sisin
kardeşim. Zahirde ben varım gibi gezersin ama direğin gölgesi gibisin. O öyle
bir gölge halinde durur, günün birinde yine gider buna. O halde, avlanma.
Bunu söylerken şuradan açıldıydı. Hakikat sırrına vakıf
olan geçmez mi kavgaden? Yahut biraz evvelki söylediğim gibi; Melamet sırrına
vakıf olan geçmez mi kavgaden? Yani لاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ Benim tarif etmiş olduğum
şekilde. Madamı ki sen insansın, madamı ki Hakk’a gönül vermişsin, senin
aleyhinde bulunacak olacak. E bunu sen kendi kendi gönlüne korda bunu tahlile
kalkarsan, vakit yok. Bırak kavgayı. Şöyleydi böyleydi, bunların hiç birisine
lüzum yok. Ya.
Temaşa-i Cemal
lazım ne hâsıl kuru davadan.
Bir şeyi görmeye geldin, gör onu diyor gör!
Temaşa-i
Cemal lazım ne hâsıl kuru davaden.
Hüve’l
evvel, hüve’l ahir, hüve’z zahir, hüve’l batın
Bunu anlatmak
içün çok uğraşmak lazım. Bende söyleyecek dudak yok. Bilmem sende dinleyecek
kulak var mı? Sende vardır ama bende yok. Zor bunun burası. En zor yeri bu.
Hüve’l
evvel, hüve’l ahir, hüve’z zahir hüve’l batın,
Hemen bir
zat-ı mutlaktır görünen bu merayadan.
Azıcık
türkçeleştirsene şunu, anlatamasan da. Hadi azıcık daha Türkçeleştireyim. İnsanlar
bir şey anlamak için bir evvel arar, bir son arar, bir iç arar, bir dış arar.
Aradığın evvel benim, son arıyorsan O da benim, görecek bir şey, zahir var
dersen yine benim, göremediğin batın varsa yine benim. Anlatamadım mı acaba? Ha
bu değil haa bu. Yenen yemişin atılmış olan kuru kabuklarından bir parça
elimize geçmişte koklamışız. O yemişi anlayama çalışmışız. Onun manası o kadar değil.
Eh işte anlatayım diye, Benim. Daha topluyor, ne diyor biliyor musun?
Hemen bir
zat-ı mutlaktır görünen bu merayadan.
Aynalardan
diyor görünen şey, hepsi, O da benim, Zat-ı Mutlak. Onun istilahi kelimesi var
ama orası da lazım değil.
İki tane kardeş
demiştik di mi? Şimdi oraya geldik. İnsan arıyorlar. Hani var ya Eflatun da
fener yakmış aramış, filanca da. Onların hepsi birer, hakikate remz. İnsan.
Ölçüsü var mıdır bu insanın? Nereden bileyim acaba hakikaten insan mı değil mi?
Vereyim mi ölçüsünü? Yanına gittiğim vakit yapmış olduğun kötülükler gözünün
önüne gelerek, içinde o fenalıklara karşı bir huzursuzluk ve bulunduğun an,
hayra doğru bir zevk, Hakk’ın kendisine ait bir saygı varsa, orada bir şey var.
Anlatabildim mi acaba? Orada bir şey var. Yok gittin, eski halinle yeni halin
arasında kazık gibi hiç bir şey yok. Eh o da benim gibi. Ölçüsü bu.
Bazı adam vardır, iyi ama şurası şöyle burası böyle.
Kardeşim yolda gidiyorsun, yolu bilmiyorsun, tehlikeli bir yer dediler. Şu
yollardan gidersen selamete çıkacaksın. Yolda birisine rast geldin. Yüzü gayet
çirkin. Sümüğü de akıyor. Arada sırada hırt diye yukarıya da çekiyor. Yine bırakıyor, yine çekiyor. Yüzü çirkin
filan… Bir yol istedin. Bu mühim gideceğin, gayen olan yola gideceksin ama
tehlike var. O sana soruyor, diyor ki; arkadaş sen nereye gidiyorsun? Böyle bir
yol var ama çok tehlikeliymiş. Ben onun kestirmesini bilirim. Tehlikesi olmayan
yerlerini bilirim. Bana ayak uydurabilir misin? Şimdi senin senelerce
dolaşabileceğin bir yolu, bir tarfet-ül[27]
aynda, gözünü açıp kapayıncaya kadar, kestirme selametten götüren bir adam, sen
onun beni yoldan götüreceğine mi bakarsın, yoksa suratı böyle diye, suratına mı
bakarsın? Anlatamadık mı bir şey?
Gitmişler, e insan iki kardeş olur da hepsi aynı ruhta
olmaz ya. [28]
قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلَى شَاكِلَتِهِ Büyük kitapta en muazzam ayet
budur. قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلَى شَاكِلَتِهِ Allah (cc) böyle emrediyor. Manası:
Ey indi ilahimde celaleti şan-ı ala-u evfer[29], Şefi'[30]-i
Rûz-i Mahşer[31],
seyyid-ül beşer. İlan et ilan. Herkes
şakilesi[32]
üzerine harekettedir. Şakile… Bu kadar
söyleyeyim de sonra bunu bir gün açarız. Şakilesi ne demek.
Biri gitmiş, tamamıyla gönlünü vermiş. İki kardeş ya,
tamamıyla. Temiz bir safiyetle, ihlas ile. Başlamış salah-ı hal, amel-i salih
dedikleri. Amel-i salih nedir, onun da tarifini yapayım mı, ister misiniz?
Amel-i salih? Herkes söyler öyle. (Evet) Nefsin, Şeytanin dahli olmayan,
olmayarak ve hiçbir ecir, sevap beklenmeksizin yapılan işin adına amel-i salih
denir. Bak yapabilirsen yap. Bir daha tarif edeyim: Şeytanın, nefsin dahli yok
ve yapılan işe karşı da ne dünyaca ne manaca ne Ahiretçe ne meşhudatca -şahadet
âlemi üzerine- hiçbir şey beklemiyor. İşte amel-i salih budur. Onun içün çok
zikreder bunu Allah(cc). Eee biraz tatlı ve biraz zor. Öyle hal başlamış. Böyle
hal başladı mı herkesin göremediğini görmeye başlar. Her kulağın işitemediğini
işitmeye başlar. Her elin yetişemediğine yetişmeye başlar. İnsan da böyle şey
istemez mi? İster tabi.
O halleri birer birer kardeşine söylüyormuş. Ağızla
naklederler, zamanımızda da vardır. Şimdi herkes eshab-ı kerametten.... Hele bazı
insanlar var, “Efendim, ben bu akşam Peygamber’i (sav) rüyamda gördüm, şöööylee.”
Adam olmadıktan sonra rüyanda Peygamber’i (sav) görmenin ne faydası var
kardeşim. Ebu Cehil uyanıkken gördü. Yanına gitti, elini tuttu. Fakat yine Ebu
Cehil oldu. Bir şey anlatamıyor muyum? Ben evliyaullahtan filancayı gördüm.
Güzel, kendinde kalsın.
Birisi birisine gitmiş, beni Hazreti Mevlana gördü, seni
daire-i terbiyeme alacağım. -Gittiği adam da arif adam- Öyle emir verdi,
emirlen geldim. O emri sana veren bana da verir, demiş. Bana vermedi ki. Sana
veren bana da verir o emri. Bunların hepsi Şeytani, nefsani şeyler.
Nefis, Şeytan insanı inkâr yolundan avlayamazsa, tasdik
yolundan da yıkar. Yaaa... Onun kaç türlü tuzağı vardır. Tasdik yolundan da
yuvarlar yıkar adamı. Bak sen de gençsin dinçsin, her şeye sahipsin, görüyor
musun? Ne kadar da abidsin, zahitsin. Senin eşin emsalin inkârda dolaşırken sen
Hak yolunda dolaşıyorsun. Bunun telkinini yaparken yaparken sende şöyle, “ya
öyle” diye bir kabarma başladı mı, vurdu tokadı, attı aşağıya. Nail oldu
meramına kerata. Öyledir o. Acayip bir şey.
İntikam alacağım diyor Huda’da müsaade etmiş. Ne
diyeceksin? Benim sebebi felaketim, Âdem oldu; Âdem evladından intikam alacağım
ben, diyor.
Sonra biz şeytana akıllı deriz. Âlim deriz. Hayır, Şeytan
gayet cahildi fakat gayet sofuydu. Biliyor muydun burasını? Âlim olsa böyle
yapar mı? Dünyada da öyle insanlar vardır: Zahirde böyle çok parlar marlar
filan şöyledir, böyledir fakat neticesi mahrumiyettir. Zekâ ile Şeytan’at
birbirine benzer. Ayırmak lazımdır. Zekânın neticesinde hayır gelir. Şeytan’atın
neticesi daima mahrumiyettir. Şeytan şeyi yok öyle. Yalnız çok sofi idi. Öff.
İrfanı yoktu, irfanı, hah. İrfanı olsaydı, Âdemin …(Kaset kesiliyor)…….............
...iyi anlatamamışımdır, bir daha bugün de söyleyeyim.
Belki anlaşılır mı anlaşılmaz mı yine bilmem ya. Neden yuvarlandı şeytan bilir
misiniz? İlm-i hakikate vakıf olmadığından. Neden ilm-i hakikate vakıf olmadı?
Secde emrini siz nereden aldı biliyorsunuz? -Allah (cc) secde edin diyor- O
emri Allah(cc) Âdem’in vücudundan söyledi. Anlatabildim mi acaba? Yoksa
bizatihi, zat-ı Ehadiyetiyle tecelli edip de dese konuşamaz ki. Âdem’in
vücudundan söylediği içün şaşırdı. Neyse yine burası zor bir yerdir dursun.
İnce yer. Sonra mesela zahirde şeytan Âdem’i iğfal etti, aldattı derler. O
zahirde öyle gözükür, hakikatte Âdem şeytanı aldattı. Aldattı tabiri caiz
değildir amma yani o yendi diyelim. Bu bahsi biraz inceleyeyim mi yoksa başka
yere dökeyim mi sözü? Ha, şöyle biraz inceleyeyim.
Cenab-ı Hak beyan eder... -Şöyle bir, iki yüz sayfa bir tarafa
bırakalım, bir yere girelim. Hepsini anlatırsak, saat almaz- Ben [33] وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا Bütün esma-i ilahimi Âdeme
talim ettim. Onun içün en medeni insan, Hazreti Âdem. Onu biz yanlış biliriz.
Böyle Cennetten çıkarıldı da incir yaprağından setri avret etti, bilmem hayvan
tüyünden... öyle değil o. Onun giydiğini kimse giymedi, daha o şekilde giyinmiş
adam yok. Bugün yok. Öyle mi? Tabi ya. Onun medeni tarzında, yaşayış biçiminde
hiçbir şey yok. Allah (cc) isimlerini talim etti. Ne demek isimler? Bütün
eşyanın hakikatini bildirdi. Ne kadar eşya, ne kadar varlık varsa Allah’ın
(cc)ismidir. Onu talim ediyor Allah (cc). Mesela eşyanın dış bakımından altı
köşesi vardır. Şu, bir, iki, üç dört, beş, altı. Şöyle biraz dikkatli bir adam
bunun altı köşesini görür. Fakat sathı bakan bir adam ya bir köşesini ya iki
köşesini görür. Anlatamıyor muyum? Âdeme bunu altı köşesini gösterdiği gibi,
bunun içini açtı gösterdi. E bizim gözümüzün önüne geliyor, hani böyle
resimlerde yaparlar, saç sakala karışmış, yalın ayak, elinde bir sopa, sırtında
bir deri… Öyle değil azizim. İlk önce medeniyet, sonra vahşettir. İlk insan
nübüvvetle tecelli etmiş, Allah (cc) ile gelmiş gitmiş. Tabi teali terakki
maaliyat[34]
onda........ (Kaset kesiliyor)
....o sonra zaman gelir, beşer kendi kendine başlar.
Biraz, Hindistan cevizi kadar muhafazanın içerisinde -yine Kudret koymuştur o
cevher-i akli- Ha. Kim bana aklını gösterebilir? Göster bakalım. Bazı adamlarda
vardır; görmediğim şeye inanmam. Beyefendi ben zat-ı alinizin aklını görmek
istiyorum, gösterebilir misin bana? Kendin gördün mü? Aaa, asar[35]ından
belli. Allah’ın (cc) asarından Allah
(cc) belli değil mi? Sen kırk paralık bir kâğıt yapmışsın da benim eserimde, bu
benim aklımın neticesi diyorsun da, bütün mevcudatı yapmışta o eser kâfi değil
mi Allah’a (cc). Anlamadığım işler bunlar.
İşte biraz irtibat kesilince, benlik geliyor. Benlik
gelince vahşet başlıyor yavaş yavaş. Düşer, düşer, düşer, düşer. Mesela
insanlar, şimdi yine öyledir. Dimi ya, canavarları utandırtacak kadar, üüü
cinayetler rezaletler… Allah (cc) buna bir nihayet verir. Ama ben görürüm
görmem başka. Bu tecelli böyle devam etmez.
Sünnetinde yok çünkü. Bu çıkar devam eder eder, buna nihayet verir. Yine
bir devr-i saadet açar. Beşerde bir muhabbet, bir merhamet, bir hürmet...
Melekler imrenmeye başlar. Şimdi canavarlar iğreniyor, o vakit melekût
imreniyor. Aradaki fark bu.
Söyleyeceğimiz yer, Esma-i İlahiyi Allah (cc) Âdem’e talim
ettim diyor. Gir cennete… O cennet bizim ahirette imanın hesabı verildikten
sonra girilecek cennet değil. Âdem’in kendine mahsus cenneti. Anlatabildim mi
acaba. Çünkü oraya Şeytan girdi diyorlar. Şeytan oraya giremez ki. Oraya duhul[36]
içün iman şarttır. O evvela kafirin bist[37]dir
olmaz. Âdemi kendi cennetinden çıkarttı. O ne o? Ooooo, o uzun sürer o. Dursun.
Hepsi birden olur mu beş dakikada? Gir cennetine, istediğin şekilde, istediğin
sefa ile istediğin hal ile yaşa. Külfetsiz ye iç, hepsi afiyet olsun. Yalnız şu
ağaca yaklaşma, dedi Allah(cc).
Şecereyi memnu. O ağaç ne? Hadi orayı da söyleyeyim
bari. Orası zor şey, onu pek bulamazsınız
da ben söyleyeyim size. Buğday ağacı derler, incir ağacı derler, şu ağaç…
Şecereyi kader, Hakikat-i Muhammedi. Öyle emredişi de yaklaşsın içündür. Allah’ın
(cc) tuhaf tuhaf sünnetleri vardır. Onu nehyediyor, insan bir şeyden men
olunursa, men olunduğu dakikadan itibaren ille o men olunduğu şeyi yapmak
ister. Onu daha şevk ile yapmak ister. Şuurlu yapmak ister. Anlatamıyor muyum
ya? Ona yaklaşma dedi. O işte şevk-i iştiha peyda etsinde yaklaşsın. Şimdi
matrud[38]
iblis... İntikamı var ya. İlle bir şey yaptırayım. İntikamı var. Sofunun
domuzundan iblis... Çok sofu ama…
Bir şey aklıma geldi: Bir defa daha söylemiştim,
söyleyeyim de gecelim. Vaktiyle Fatih’te bir hoca efendi varmış. Meşhur,
yoğurtçu hoca derlermiş. Emin efendi. İttika sahibi bir adammış. Ama, işte biraz
ifratta… Sigara içmeyin o işte şöyle… Sarahaten[39] hürriyeti
kitab-ı ilahide beyan olunmayan kısımda insanlar insanları kurtarmaya
çalışmalı. Ruhsat tarafı var bu işlerin. O öyle değil, gayet sıkı. İşte bir gün
tütünün aleyhinde bulunuyormuş. Bu mevzuları esasen dine bile sokmak doğru
değil. Herhangi bir şey insanın bedenine, edebine dinine zarar verir, ona din
müsaade etmez. Ama onun şey tarafına girme; mesela işte Cehenneme girersin... Bırak
sen, Allah’ın cehennem nazırı mısın sen? Ne karışırsın herkese. Nazır mı tayin
ettin kendini? Geçen hafta söylediği gibi şairin; hüner tütünün dumanını yasak
etmek değil, ahtan çıkan dumanı yasak etmek.
Yasak et de, adam oldun diyeyim sana diyor. Ahın dumanını. Aleyhinde
bulunurken, işte onu eken şu kadar ağır cezaya, taşıyan bu kadara, içen şu
kadara filan…. Bir selabetli[40]
bir insan varmış yanında, şaşırmış. Tütüncüymüş o. Ha tütüncü değil, yanlış
söyledim. Mezruatının[41],
anlıyorsunuz dimi, kelimelerini bulamıyorum. Şöyle kolon mu diyeyim, duvar mı
diyeyim, etrafını tütünle çevirirmiş. Tütüne domuz gelmezmiş. Şimdi o da yasak
ediyor ya. Doğru değil öyle ulu orta her şeyi yasak etmek. Öyle şey olur mu?
Anlatırken demiş efendim, bir müşkülüm var: Bizim tarlaların kenarına tütün
dikmezsek, tarladaki mahsulü domuzların elinden kurtaramayız. “Duuuur!” demiş.
Öyle bir adammış. Vurmuş elini kürsüye, “Dur!” mesele değişti. Ben sofunun
domuz olduğunu bilirdim ama domuzun sofu olduğunu bilmezdim demiş. Bir şey
anlatamadım mı?
İş şeytandan çıktı, iblis. O insana kaç şekilde gözükür
bilir misin sen? Cenab-ı Muhammed aleyhisselam diyor ki, kuvve-i hatie[42]dir
diyor, insanın kan damarında sereyan[43]
eder. Kan damarları içerisine sereyan eder.
Nasıl sen B vitaminini yaptığın vakitte, hemen ağzından kokusu geliyor. İğne
olunca ne çabuk geçti bütün ağzına. Hiç yapmadın mı, B vitamininle iğne. Buradan
hemen çıkar. O ondan daha süratli. İnkâr kapılarını kapamak için Kudret böyle
şeyler icat ettirir insana. İnkâr kapısını kapamak içün.
Cenab-ı Ömer bir gün sıfat-ı asliyesi ile temessül[44]
ettirip yakalamış. Ömer yapar O. Acaip
bir adam. Bir gün huzuruna dostlarından
biri gelmiş, canı sıkılmış. Gelirken mukteza[45]-i
beşeriye, bir kadına kötü nazarla bakmış. Gözler zina eder demiş. İşte onunda
beşeriyet bu ya, tuhafına gitmiş, sert bir eda ile galiba vahiy nazil oluyor
demiş. İster misin gözünle yaptığın çocuğu meydana getireyim? Huzurda birkaç
insan varmış “Aman, demiş yapma yahu.” Ömer öyle bir adam... Yakalamış, ben
yine de demiş mescidin direğine bağlayacağım, çağıracağım çocukları, seni
maskaraya alacağım. İblisin bir cevabı var: “Yapma Ömer, hem o kadar da mağrur
olma. Ben senin bir zata mülaki[46]
olmazdan evvel putlar önünde tapındığını çok bilirim. Benim secdelerimin içerisinde
en ufağı kırk bin senelikti. Sen onu bilir misin? Sen demiş kâm aldın,
sevgiliye yetiştin, o da seni benimsedi, habibin habibi oldun, şimdi
geriliyorsun demiş. Bırak beni halime, bırak.” Hadi git.
Nerede kalmıştık yahu? Unutuyorum ben. Unutturuluyorum.
Onlar bitti kardeşim. Onları söyledik, onlar bitti artık. Bıraktığımız yeri
arıyorum ama bulduk. Onların hepsi geçti. İki kardeş biri… Ha, orada değil mi?
Kemali ihlas, kemali huzur ile teslimiyet olmuş. Başlamış, insandan insana
geçer dedim ya. İnsandan insana geçer. Git kabuslu canı sıkılan bir adamın
yanında otur, on beş dakika sonra aynen olursun. Elektrik vardır insanda.
Huzurlu, zevkli, anlı, sohbetli bir yerde otur, gamunlan kederinlen git, yıkan çık.
Hallerini anlatmaya başlamış. Öyle uykuda değil uyanıkken. Uykuda şu oldum, bu
oldum, öyle değil. O da görüyor tabi, yalnız anlatmakla değil. Gören göz kılavuz
istemez derler, görüyor. Ya hakikat sende bir değişiklik var demiş. Sen bütün
keduretini[47]
atıyorsun. Sende kalp var, bir huzur geldi. Yaşayışından memnun, vicdanın
müsterih[48].
Ben demiş bir şey olmadım, adam olamadım demiş. Küstahlığın vardır senin demiş
kardeşim. Muhakkak bir şeyin var. Bu zat hasis değil, bahil[49]
değil. Senin bir küstahlığın var. Eee ne yapayım ben, demiş. Ben bu akşam
yaptığım hizmeti sana vereyim. Belki hoşuna gider, demiş. Ne olacak demiş.
Şimdi demiş nısf-ül-leyl’ de bu gece namaza kalkar. Abdest şurada alır, ben
bunu adet edindim kendime, suyu hazırlarım, murakebe[50]
ederim. Abdeste hazırlandığı vakitte suyu şey ederim, hizmet ederim. Ben
yapmayayım bu akşam sen yap, demiş. Olur demiş. O nısf-ül-leylde[51]
kendi âdeti, neyse. Kalkmış. Oda hemen su ilen gelmiş. Bakmış ki, o her akşam
gelen kardeşi değil. Ne o sen mi geldin, demiş. Evet. Hadi bakalım Allah (cc)
ihsan etsin demiş. Geç kaldın ama küstahlık yaptın da onun içün demiş. Efendim,
ne gibi bir küstahlığım var. Bana iki kardeş ikiniz de geldiniz demiş. İçeriye
girdiniz, sen de demiş zevahir[52]
nezaketini muhafaza ettin. Fakat içinden dedin ki demiş; yahu gezdik gezdik de
–benim demiş dudaklarım iri değil mi, demiş. Dudakları böyle iriymiş, böyle
filan- böyle kap kalın ip iri acayip dudaklı bir adama geldik demiş. O ses
senin kalbindeki gözünü kör etti, demiş. Hani dedim ya sana, sana bir adam yol
gösteriyor, neyine lazım âlemin şusu busu.
Senin demiş, şeyinin, kalbindeki gözünü, kör etti. Ama tedavisi inşallah
mümkün olur, demiş. Allah (cc) isterse tedavi eder. Ondan sonra diyor ki; “Gel
zulmaniyete âşık olma, cisim zulmanidir, ruh nuranidir. Nurunla niye alakadar
olmadın ya hu”, demiş. Anlatabiliyor muyum bir şey?
Evet bugün asıl ahlak mevzuunu tarif edecektim ama benim
sıhhatim müsait değil. Kusura bakmayın, fazla konuşamayacağım. Bugünlük bu
kadar yeter, sağ kalırsam haftaya ahlakın asıl hakikati hakkında bazı şeyler
söyleyeceğim. Şimdilik yeter, sağ kalırsak…..
[2] İnfialat (İnfial. C.) İnfialler. Gücenmeler. Aksi
te'sirler. Teessürler. Hareketlenmeler. Teessür ve hareketler.
[3] Hud'a Hile,
oyun. Aldatma. Düzen. Mekir. Bir kere aldanmak. Herkese aldanan. Safdil.
[4] İdbar Geriye
gitmek. Geri dönmek. İşlerin ters gitmesi. Talihsizlik.
[5] Hezâr-Âşinâ: Binbirsurat, “Yedikocalı” mecazı gibi,
mahallenin yosması, binlerce kişinin bildiği.
[6] Acuz(e): Çok yaşlı kadın. Kocakarı. Tahkir gayesi
ile, kadın.
[7] Sirayet: Yayılmak, bulaşmak, geçmek..
Meali: Her halde Biz,
kesinlikle hem hayat verir, hem öldürürüz. Hepsine
varis de Biziz.
[9] Saye:
(Frs) Gölge
[10] Fatır :
Yoktan var edip sistemini kuran, programlayan, her bir yarattığını ayrı bir
biçimde harika yaratan
[11] Tarık Suresi 9. ve 10. Ayeti kerimeler: فَمَا لَهُ مِن
قُوَّةٍ وَلَا نَاصِرٍ ﴿١٠﴾ يَوْمَ تُبْلَى
السَّرَائِرُ ﴿٩﴾ Meali: 9. Bütün sırların yoklanacağı gün, 10. O zaman ne bir gücü vardır, ne de
bir yardımcısı.
[12] Dâd Adâlet. Hak, doğruluk. İnsaf. Vergi, ihsan,
atiyye. Ömür.
[13] Ahar: Gayrı,
başkası. Diğeri.
[14] Mezmum Zemmolunmuş.
Makbul olmıyarak ayıplanmış. Kötü.
[15] Nafi' Menfaatli.
Faydalı. Yarar. Şifalı.
[16] Cüz’ü kül yekdiğerinden eyler istimdat-ı dad: Bütünü
var eden her zerrenin selameti, diğer zerrelerin selametine yaptığı hizmete
muhtaçtır.
“Mü’minler bir vücudun
organları gibidirler.” Hadisi Şerif
Cenab-ı Hakk, bir
şeyden her şeyi, her şeyden bir şeyi yaratırken, küçüğü-büyüğe, büyüğü-küçüğe
ihtiyaç halinde takdir buyurmuş. Her zerrede Cenab-ı Hakkın takdirini görüp
nazar-ı hakaretle bakmamalı.
(Vücuttaki, büyük küçük
her zerre, diğer zerreye yardımcı olurken, kendisine de hizmet eder. Mesela; hücrelerin
karaciğeri sağlıklı çalıştırmak için gösterdikleri çaba; aslında kendi
selametlerinin de gereğidir. Kendilerine de hizmettir.
Hücre dokudan, doku
karaciğerden, karaciğer vücuttan, vücut insandan, insan çevreden, çevre
Dünya’dan, Dünya Güneş sisteminden, ....ve nihayet Kainattan ayrılamaz. Hücre,
tüm evren mekanizmasının bir parçası olarak diğerlerinden ne daha değerli ne de
daha değersizdir. Büyük, küçük her parça var olabilmek için diğerine muhtaç ve
mahkum kılınmıştır.
Tam manayı veremedik.
Gücümüz anlamaya da tercümeye de ancak bu kadar yetti.)
[17] Darb-ı Mesel Misâl
olarak söylenen meşhur söz. Bir hâdiseye binaen söylenen hikmetli söz. Ata sözü
[18] Deni (C.:
Deniyyât) Soysuz, alçak, ahlâksız. Dünyaya âit, fâni ve geçici. Yakın, karib.
[19] Sakaleyn : İki kitle, İnsan ve Cinn topluluklarının
cem’i. Rasullissakeleyn: İnsanların ve cinlerin tamamına peygamber olarak
gönderilen Hz. Muhammed aleyhisselâm anlamında kullanılır.
[20] Elfaz: Lafızlar. Sözler. Lügatlar.
[21] Maide Suresi 54 Ayet-i Kerime يَا
أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي
اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ
أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ
اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ Meali
: Ey iman edenler, içinizden kim dininden dönerse, duysun: Allah onların
yerine, kendisinin sevdiği, onların da kendisini seveceği, mü'minlere karşı
boyunları aşağıda, kafirlere karşı başları yukarıda, Allah yolunda savaşan, dil uzatanın kınamasından korkmayan bir kavim
getirir. İşte o, Allah'ın bir lütfudur ki, onu dilediğine verir. Allah, ihsanı
bol, herşeyi bilendir.
[22] Levm
etmek: Çekiştirmek. Birisinin yüzüne karşı kötü söz söylemek. Zemmetmek.
Paylamak. Başa kakmak.
[24] Mülk Suresi 11. Ayet-i Kerime فَاعْتَرَفُوا
بِذَنبِهِمْ فَسُحْقًا لِّأَصْحَابِ السَّعِيرِ Meali: İşte günahlarını itiraf ettiler.
Kahrolsun, o halde çılgın ateş yarenleri!
[25] Saye: Gölge
[26] Meraya: 1.Aynalar. Mir'âtlar
[27] Tarfet-ül ayn: Göz kapağının bir kere açılıp
kapanması kadar geçen kısa an.
[28] İsra Suresi 84. Ayet-i Kerime: قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلَى شَاكِلَتِهِ فَرَبُّكُمْ
أَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ أَهْدَى سَبِيلاً
Meali: De ki: «Herkes
bulunduğu hal ve niyetine göre iş yapar. Bu durumda kimin en doğru yolda
olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir.»
[29] Evfer: (Vâfir. den) Çok. Bol.
[30] Şefi’: Şefaat eden; af için aracılık eden.
[31] Rûz-i mahşer: Mahşer günü, kıyâmet koptuktan sonra
insanların diriltilip hesâb için toplandıkları gün, kıyâmet günü.
[32] Şakile: Yol. Tarik. Meslek. Yaradılış. Tıynet.
Seciye. Mizac. Bir kimsenin yaratılışının temel hususiyeti.
[33] Bakara Suresi 31. Ayet-i Kerime وَعَلَّمَ
آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ
أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Meali : Ve Adem'e bütün isimleri
öğretti. Sonra o isimlerin delalet ettiği şeyleri
meleklere gösterip: «Haydi davanızda doğru iseniz, Bana şunları isimleriyle
haber verin!» buyurdu.
[34] Maaliyat: İnsan aklının yetişemediği veya zor
yetiştiği yüksek fikir ve derin bilgiler.
[35] Asar:
Eserler
[36] Duhul: İçeri
girme. İçeri dahil oluş.
[37] Bist:
Başıboş, yoksayılan,adam yerine koyulmadığı için özür dileme imkanı olmayan
[38] Matrud: Kovulmuş. Tardedilmiş. Uzaklaştırılmış olan
[39] Sarahaten: Açık ve sarih olarak. Açıktan açığa.
[40] Salabet: Metanet, katılık, sulbiyet. Peklik, dayanma.
Sağlamlık. Mukaddesatı korumak hususunda cesaret, metanet ve sebat gibi
sıfatlarla muttasıf olmak . (Bunun zıddı: Lâübalilik)
[41] Mezruat:(Mezru. C.) Arşınlanmış şeyler. Ölçülmüş
nesneler.
[43] Sereyan: 1)Yayılma, her yere sirayet edip etkili olma.
2)Geçme , sirayet etme
[44] Temessül: Benzeşmek. Cisimlenmek. Bir şeyin bir yerde
suret ve mahiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve surete girmek. Bir kıssa veya
atasözü söylemek.
[45] Mukteza: İktiza etmiş, lâzım gelmiş.
[46]Mülakî: Buluşan. Yüz yüze gelen. Görüşen. Kavuşan.
[47] Keduret: Bulanıklık. Gam, tasa, keder.
[48] Müsterih:
Rahat. dan) İstirahat eden, rahat bulan.
[49] Bahil:
Cimri
[50]
Murakabe Kontrol etmek. İnceleyip vaziyeti anlamak. Teftiş etmek. Kendini
kontrol etmek. İç âlemine akmak. Gözetmek.Hıfz etmek. Beklemek. İntizar.
Dalarak kendinden geçme
[i] Pak edip
dil levhını ceht eyle hak-i âlem ol
Her ceza bir cilvedir Hakk’tan bil anı hurrem ol
Sabrile verdi Eyyuba hayat-ı sıhhati
Her
cezaya sabır kıl esarar-ı Hakk’a mahrem ol
Bâkî Allah çok Süleymanlar geçirmiş dehri dun
Bak dünyaya aldanma gel ibn-i Âdem ol
Aldanıp emmareye
verme hevaya ömrünü
Düşmanın dost eylegil
dostunla yâr-i hemdem ol
Rahi rif’at bulmak istersen birader aç gözünü
Âdem ara âdemi bul âdem ile âdem ol
Ey Nigahi dinle gel
nutkun nasihattir sana
Kıssadan hisse budur,
hırkan başına çek ebsem ol
Diyarbakırlı
Nigahi Baba
[ii] Meâl-i
Celîli 2
«Ey müslümanlar, Allah’tan, nasıl korkmak lâzımsa
öylecekorkunuz...»
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdân’ın...
Ne irfânın kalır te’sîri kat’iyyen, ne vicdânın.
Ne irfânın kalır te’sîri kat’iyyen, ne vicdânın.
Hayat artık behîmîdir... Hayır ondan da alçaktır:
Ya hayvan bağlıdır fıtratla, insan hürr-i mutlaktır.
Ya hayvan bağlıdır fıtratla, insan hürr-i mutlaktır.
Behâim çıkmaz amma hilkatin sâbit hudûdundan,
Beşer hâlâ habersiz böyle bir kaydın vücûdundan!
Beşer hâlâ habersiz böyle bir kaydın vücûdundan!
Meğer kalbinde Mevlâ’dan tehâşî hissi yer tutsun...
O yer tutmazsa hiç ma’nâsı yoktur kayd-ı nâmûsun.
O yer tutmazsa hiç ma’nâsı yoktur kayd-ı nâmûsun.
Hem efrâdın, hem akvâmın bu histir, varsa,
vicdânı;
Onun ta’tîli: İnsâniyyetin tevkî’-i hüsrânı!
Onun ta’tîli: İnsâniyyetin tevkî’-i hüsrânı!
Budur hilkatte cârî en büyük kànûnu Hallâk’ın:
O yüzden başlar izmihlâli milletlerde ahlâkın.
O yüzden başlar izmihlâli milletlerde ahlâkın.
Fakat, ahlâkın izmihlâli en müdhiş bir izmihlâl;
Ne millet kurtulur, zîrâ, ne milliyyet, ne istiklâl.
Ne millet kurtulur, zîrâ, ne milliyyet, ne istiklâl.
Oyuncak sanmayın! Ahlâk-i millî rûh-i millîdir;
Onun iflâsı en korkunç ölümdür: Mevt-i küllîdir.
Onun iflâsı en korkunç ölümdür: Mevt-i küllîdir.
Olur cem’iyyet artık çâresiz pâmâl-i istîlâ;
Meğer kaldırmış olsun, rûh-i sânî indirip, Mevlâ.
Meğer kaldırmış olsun, rûh-i sânî indirip, Mevlâ.
Evet bir ba’sü ba’de’l-mevte imkân vardır elbette...
Bunun te’mîni, lâkin, bir yığın edvâra vâbeste!
Bunun te’mîni, lâkin, bir yığın edvâra vâbeste!
O cem’iyyet ki vicdânında hâkim havf-ı
Yezdan’dır;
Bütün dünyâya sâhiptir, bütün akvâma sultandır.
Bütün dünyâya sâhiptir, bütün akvâma sultandır.
Fakat, efrâdı Allah korkusundan bî-haber millet,
Çeker, milletlerin menfûru, Kıptîler kadar zillet;
Çeker, milletlerin menfûru, Kıptîler kadar zillet;
Me’âlî meyli hiç kalmaz, şehâmet büsbütün kalkar;
Ne hâkimlik tanır artık, ne mahkûm olmadan korkar.
Ne hâkimlik tanır artık, ne mahkûm olmadan korkar.
Şeref hırsıyle istihkàr-ı mevt etmişken ecdâdı,
Bırakmaz öyle bir pâkîze neslin şimdi ahfâdı,
Bırakmaz öyle bir pâkîze neslin şimdi ahfâdı,
Hayât uğrunda istihfâfa şâyan görmedik hüsran!
Gebersin tekmeler altında râzı... Çıkmasın, tek, can!
Gebersin tekmeler altında râzı... Çıkmasın, tek, can!
Yürekler en mülevves, en sefîl âmâl için çarpar;
Sinirler en muhâl endîşeden titrer durur par par!
Sinirler en muhâl endîşeden titrer durur par par!
Olur cem’iyyet efrâdınca şahsî menfa’at «ma’bûd! »
Sorarsan kimse bilmez var mı «hak» nâmında bir mevcûd.
Sorarsan kimse bilmez var mı «hak» nâmında bir mevcûd.
O, doymak bilmeyen, ma’bûda kurbandır hayâ hissi,
Hamiyyet, âdemiyyet hissi, ulvî hislerin hepsi!
Hamiyyet, âdemiyyet hissi, ulvî hislerin hepsi!
Bu hissizlikle cem’iyyet yaşar derlerse pek yanlış:
Bir ümmet göster, ölmüş ma’neviyyâtıyla sağ kalmış?
Bir ümmet göster, ölmüş ma’neviyyâtıyla sağ kalmış?
20 Ağustos 1330 (2 Eylül 1914)
0 yorum:
Yorum Gönder