024 (23.11.1958) 88dk. (275)
Sessiz sözsüz, bizsiz sizsiz konuşan vücuduyla baş başa olduğu an, kendi aslını taharri[1] etmeklik zevki hâsıl olur. Bu zevk yalnız insan sınıfına aittir. Biliyorsunuz ki dünya denilen bu feryat âlemi, bu imtihan sahrası, beşeri bir yerinden yakalamış olan bu sahne, beka âlemi değil. Buraya gelirken de bize sormazlar. Beyefendi bir âlemi şuhut vardır, geceli gündüzlü bir yer vardır, teşrif eder misiniz? Giderken de sormazlar. Yani gelmede gitmede ihtiyarımız yok. Bunu insan düşünecek olursa, uzun boylu terbiye tezgâhlarının çalışmasına, muazzam inzibat teşkilatının gayretine, en büyük iktisatçıların fikir yormasına, en büyük diplomatların üzerinde durmasına, en zeki kafaların birleşmesine bile ihtiyaç yoktur. Bu ufak cümlenin üzerinde durabilirse, derinliklerinin içine girebilirse....
Yine her hafta tekrar ettiğim gibi, ilim denilen malumat, gözlerimizi kamaştıracak kadar ilerlemiş, fen denilen bilgi, aklımızı durduracak kadar yükselmiş, felsefe denilen varidat, fikirlere veleh verecek kadar parlamış. Ne bileyim işte, semavat âlemine geçecek kadar beşer terakki göstermiş fakat iç âlemine de gelince, hiç kimsede huzur-u kalp kalmamış. Acaba bir şey anlatabiliyor muyum? Hiç kimsede. Huzur, huzur; örfün lisanıyla gönül rahatlığı… Gece olur, gündüz olur, gece ile gündüz Allah (cc)’nün kazayı ilahi makasıdır. Açar kapar, hadisatı doğrar. Bütün emeller doğranır, bütün elemler doğranır, bütün sevdalar doğranır. Acayip bir şeydir. Gece ile gündüz. Gece gündüzü, gündüz geceyi takip eder, buna kazayı ilahi mikası denir. Ne benlikler doğranır, ne firavunlar doğranır, ne nemrutlar doğranır, ne yaratırım sevdasındaki zalimler doğranır, ne hadiseler doğranır. Üüü. Son makas adama dokunur. Şimdi farkında olmayız fakat bir hayattan azl oldun diye bir makas vurulur, o doğranışta biraz insan uyanır. Gaflet şarabıyla şimdi ekseriyet mest olmuştur. O şarabın sarhoşluğunun ayılması, yirmi dört saat, on sekiz saat, iki gün, üç gün, beş saat, altı saat sürmez, taa ölünceye kadar sürer. O gün hayattan azl oldun emri gelinir, uyanır, uyanır amma fayda yok. Ondan sonra fayda yok.
Neyse biz gelelim mevzua… Neresindeydi iş. Şöyle insan asude kalıp, kendi içinde gözüyle göremediği, eliyle tutamadığı fakat daima hissettiği, ne kadar Kudret gizlemiştir? Dimi? Seni dinlemez o? Sessiz sözsüz bizsiz sizsiz konuşur, dur desen durmaz, sus desen susmaz, böyle akar. Acaba bu akıntının karşısında da hala maddeciler ne der ki? Ha. Bu da mı madde? Ampulü görüp de cereyanı görmemeye benzer o. Onun içün beşeriyetin fahri ebedisi der ki; en çok kime acımalıdır? Kime çok merhamet etmelidir? Sormuşlar, yine cevabini kendileri vermişler. Ebediyette helak olacaklara çok nazarı merhametle bakın. Ne de olsa hilkatte beraber, hakikatte biraderdir. Anlatabiliyor muyum acaba? Manaya gönül verememiş, geliş ve gidiş de ki gayeyi tanıyamamış, noktayı istinadın hak olduğunu duyamayıp da kuvvet diye tapınmış, hedefin fazilet olup, neticesinin mananın rızasına çıkacağını öğrenememişte hedefi menfaat diyerekten taşımış. Hayatı cidal diye kabul etmiş. Hayatın teavün[2] olduğuna bir türlü inanamamış. Nihayet maddenin kesafetinde bulunmuş, sahte benliğinde kararmış, ebediyet inananların olduğuna bir türlü inanamamış, bu şekilde gelmiş, geçmiş, göçmüş olanlara çok acıyın der. Anlatabildim mi acaba? Bunlara çok acıyın. Çünkü bu iş öyle ufak bir kayıp değil ki. Yüz milyar lirası var da bir anda yandı. Ne kıymeti var? Onun kıymeti yok. Ebedi mahrumiyet, o çok ağır bir şey. Kolay iş değil o. Böyle dinlerken insana tuhaf gelir amma şöyle bir düşün, akıbeti bir düşün. Kaç yaşındasın? Kırk. Ortaya bir şey koy beyefendi. Hiçbir şey koyamazsın. Bitti, serap. Elli yaşındasın, bir şey koy bakalım ortaya. Atmış, yetmiş koy, hiçbir şey koyamazsın. O halde ne diye yaratırım diye semayı delerim diye bakarsın? Niye ah alaraktan yaşarsın? Niçün zayıflarla oturup kalkmazsın? Niye bir günde gönlü kırık insana ait gezmezsin? Ya. Koy ortaya bir şey yok. Onun on misli daha bu suret âleminde otur bakalım. Yine bir şey koyamazsın. O halde yapılacak nedir? Ne yapmak lazım?
Kâm alabilmek için dört esasa ihtiyaç vardır demiştik. Geçen haftaki konuşmada o esaslardan bir tanesinin bir noktasını söylemiş gibi olduk zannındayım. Belki bu haftada biraz söylerim. ….
Gelmede gitmede ihtiyar yok, bunu üzerinde duruyoruz. Bu halledilirse her şey halledilecek. Canının sıkıntısı kalkacak, gam gidecek, yeis gidecek, keder gidecek. Değmez olduğunu o vakit anlayacaksın. Yoksa bu öyle bir denizdir ki… Doğumun tarifi nedir bilir misiniz, doğum? Filan adam doğdu, filan çocuk doğdu, ne demek o? Dalgasız denizden dalgalı denize düştü. Deryayı vahdetten deryayı kesrete düşmesine doğum derler. Doğumun tarifi bu… Bu denizde iki mühim dalga vardır. Birine cemal değerine celal denir. Biri çıkarır biri batırır. Eğer sen bu deryayı kesrette kendi kulaçlarına güvenir de ben kendi kulaçlarımla yüzer bir kenara çıkarım dersen, çook şaşılır, muhakkak boğulursun. İmkân yok, takat yetmez. Bu öyle bir denizdir. Yalnız Kudret acımış, kendisine muhatap tutmuş olduğu insan sınıfına yani bizlere… İnsanın çok büyük kıymeti var. Bir defa onu bilmek lazım, insanın kıymeti gaaayet büyük. Bir defa insan da emanet var. O emanet üzerinde tir tir titreyecek. Emanet. Allah (cc) kendisine bir şey emanet etmiş ve onunla imtiyaz almış. Emanet var. Kendisine muhatap tutmuş. Bütün sıfatlarını alabilmeklik hakkını bahşetmiş. Melekûtta bu iş yok, bu hakkı vermiyor ona… Şirazeli[3] bir misal verelim. Melek kuran okuyamaz. Anlatabildim mi acaba? Ne büyük büyük inceliktir. Yalnız insan olur der. O hakkı ona vermiş. Çünkü insan bütün mevcudatın fevkinde bir varlık. Ama bizim okumamız gibi değil. Biz okuruz, ölüye okuruz. Kuran okumak başka bir şey… Acaba anlatabiliyor muyum? Daha açalım mı onun için şey? Bugün geç başka bir gün. Sağ kalırsa. İnsanın kıymeti büyük hülasa…
Yalnız şurasını söyleyeyim de daha iyi anla. Onu okuyan kimse her şeyin hakikatini bilir. Bütün haklara öyle riayet eder ki, o riayetinde kendisinde zevk hâsıl olur. Bir nefsini cebr ederekten bir taat vardır, bir de zevk alarak taat vardır. Anlatabiliyor muyum? Bak şimdi misal vereyim sana. Ahlak mevzuuna giriyor da bu manadan buraya misal aldım. Kur’an… Şöyle bir kâğıt üzerine yazılır. Tebcil[4] edilir, tevkil [5] edilir, tekrim[6] edilir, hürmet edilir, hatta edebi terbiyesi yüksek olanlar mümkün oldukça yüksek tutar, içinden bir his ile onu bağrına basmak ister ki bunlar tabiatıyla layık olan şekillerdir. Fakat düşünelim. Neden biz o yazılmış olan, Kur’an yazılmış olan o kitaba hürmet gösteririz? Onun kâğıdı bir ağaçtan yapılmış, bir fabrikada çıkmış, mürekkebi avrupadan gelmiş, mürettibi belki mübalatsız, belki mübalatlı şahıs diziltmiş onu. Neden? O bütün kitab-ı kainatın hülasası olduğundan dolayı.. Allah (cc)’nün iki kitabı vardır. Birine kitabı tekvini derler, birine de kitab-ı tenzili derler. Anlatabiliyor muyum acaba? Belki kelimelerini anlamıyorsunuz yahut ben anlatamıyorum fakat misallerinden anlaşılacak. Kitab-ı tekvini; gözümüzle gördüğümüz göremediğimiz, havasımızla idrak ettiğimiz, ilmimizle bildiğimiz veyahut bilmeye üzendiğimiz, bilemediğimiz ne kadar varlık varsa bunun heyeti umumisi Allah (cc)’nün kitabıdır. Buna kitab-ı tekvini derler. Her göz o kitabı okuyamayacağından, her kulak o kitabı işitemeyeceğinden dolayı Allah (cc) merhamet etmiş, kendisine muhatap tutmuş olduğu insana o kitabın hülasası olarak kitab-ı tenzili denilen yani Kur’an-ı Mübin’i ikram etmiş. Bütün kitabın hülasası olduğundan dolayı…
Binaenaleyh o kitap neden bahseder? Bütün mevcudattan, başta senden benden bahseder. Sen o onun kâğıdını öper rafın en üstüne korsun da insanın canını nasıl yakarsın? Asıl ayet sensin. Bir şey anlatabiliyor muyum acaba? Kâğıdını öpersin korsun, en yüksek bir mevkiye ve öyle yapmanda lazım. Peki, asıl onun manası sensin bensin niye birinin canını yakarız. Böyle mi okuyacaktık? Bir şey anlaşılıyor mu? Mevzuun an yeri bu, en mühim nokta bu. Onu okursun ramazanda ölüne gönderirsin
…………. Öbür tarafta, bir şey söyleleyim mi sana? Söylemek gibi olmasın ama zem ediyorsun birisini. Böyle mi okuyacaktın? Kâğıdı öptün de ayeti ayağının altına aldın. Canın sıkılmayacak kardeşim. Kestirmesi bu, sıkılmayacak. Eğer manaya gönül vermişsen muhakkak her çirkinliğin altında bir güzellik gizlenmiştir. Kabuğunu aç lübb-ül lübü[7] bul. Cevizin dış kabuğu zehir gibidir, elini boyar, ondan bir kabuk daha tahtadır yenmez, içilmez. Onu da kırdıktan sonra içerisinden bir madde çıkar. Gayet kuvvetli vitamini vardır, sizin anlayacağınız tabirle konuşayım. Fakat işte onun kabuğu elin kirlenecek, kırarken azıcık elin acıyacak. Hadisatta da böyledir.
Hülasa doğum, vahdet denizinden kesret denizine, dalgalı denize düşmek… Ben bu denizde aklıma mağrur olurum, zekâma meftun olurum, riyasetime gönül veririm, kendi kendime kulaçlarıma dik dik ataraktan çıkarım dersen, orta yerde boğulursun. Çıkarmaz. Herkes bu denizin kenarına çıkacak. Ya diri olaraktan çıkar veyahut ölür şişer öyle çıkar. Çıkacak. Bu sahile muhakkak çıkacak. Ya ölü veya diri… Kendi kulaçlarına güvenip, manaya gönül vermeksizin, sahte benliğiyle kulaç atıp çıkarım diyenler, ölü olarak çıkar. Diri olarak nasıl çıkar? Bu denizin ortasında büyük bir sefine vardır. Yazar üzerinde ahlak der. Onun ücretsiz külfetsiz bir kaptanı vardır. Birinci mevki ikinci mevki, öyle şekilleri yoktur. İhlas vardır. Kim ihlasını gösterir, buyurun derler. Yalnız teslimiyet isterler, aciz isterler. Teslimiyet ve aciz isterler. Denize düşen adam aczini gösterir, ellerini yukarıya kaldırır. Bu denizde de ellerini böyle yukarıya kaldırdın mı Allah (cc) ellerinden tutar alır. Öyle mi? Ben varın dediğin müddetçe dibine yol olur gider. İşte ebediyette helak olacaklara nazar-ı merhametle bakın emri budur, buna işaret eder. Vardır öyle insanlar. Ne dedik? Teslim oldu mu, gam yok, keder yok. Yeis zaten insana yakışmaz. İflas yok ki yeis olsun. İflas yok. Sevdin mi sevilirsin. Sevdin mi muhakkak sevilirsin. Sevdiğinde ikilik kalkar. Men kâne lillâhi kânallâhü lehû. Belle bunu. Beşeriyetin Fahri Ebedisi (sav) diyor ki dostlarıyla bu uzun boylu bu incelikleri anlattıktan sonra Men kâne lillâhi kânallâhü lehû. Manası; kim ki Allah (cc) için olur, Allah (cc)’de onun içün olur. Kim ki Allah (cc) için olur Allah (cc) onun içün olur. Bunlar sana çok uzun boylu, pek zor şeyler de değildir. Vaka zordur amma insan zevkini aldıktan sonra zorluğu kalmaz onun. Tercih, işte bu. Bunu ister Kudret. Beni ve benim sevdiğimi her şeye tercih etsin. Yapabiliyorsan hiç korkma. Beni ve benim sevdiğimi her şeye tercih etsin. Ruhunu nefsinin esaretinden kurtarsın. Ruhunu nefsinin esaretinden kurtarsın. Geliş ve gidilecek gayeyi düşünecek olursak, olursa, ruhunu nefsinin esaretinden kurtarır. Kurtulur o. Düşmanı dost yapmak kolaydır, ihsan et. Hizmette bulun. En büyük düşman nefsindir. Bak öldür demiyor o. Bugün ki konuşma tarzı değişti. İhsan et diyor o. Ruhun yemeğini yedirmeye alıştır. Hizmet et. Ruhu götürdüğün yere onu da götür taşı. Acaba anlatabiliyor muyum? Öldür demiyor o. Gıdasını değiştir. Biraz ısrar ettin mi derhal yola gelir.
Eski konuşmalarda misal vermiştim, bazı azgın çocuklar vardır. Yüzde seksen ebeveynin tesiri rahatsız olmuştur, yüzde yirmi kendi istidadında vardır. Fakat yüzde seksen ana baba arsız etmiştir. Efendim terbiye ile bir şey olmaz, kendisinde olmalı. Doğrudur amma eksik yeri vardır. Kendisinde olan bir kazmada su çıkan yerdir. Kedisinde terbiye ile olan artezyenle suyu çıkan yer demektir. Acaba anlatabiliyor muyum? Herkesin istidadında bir ma-i marifet, bir marifet suyu vardır. Bir hazine vardır fakat kudret bazısına bir arşınlık bir metrelik yere koymuştur, bazısına da elli metrelik yer. Muhakkak çıkar o. Ve suyu da kuyucu koymaz. Ahlakı insana ahlakçı koymaz. Ahlak Küllu mevludün yüledu alâ fıtratil islam[8] herkes selameti fıtriyele meydana gelmiş emriyle… Dikkat ediyor musunuz? Ne demek? Herkes kudret tarafından ahlak hazinesine malik olaraktan bu âleme gelmiştir. Açar, açamaz. Onun içün kuyucu suya kuyu… Kuyuya su koymaz, suyun çıkmasına engel olan toprağı izale eder. Ahlakçıda bu işin muallimi, mübelliğide[9] tebliğ eder gösterir, o aşkı vermeye çalışır. O kesafeti ortadan atabilmeklik içün. Yoksa vergi Allah(cc)’nündür. Anlatabildim mi acaba? Terbiyenin tesiri olmaz derler. Olmaz olur mu? Hayvanda bile tesiri var. Hayvanda. Av köpeği yakaladığı avı istidadi ve sevk-i tabisi iktizası ile yemeklikle mükelleftir. İçi titrer. Yakalar onu yiyeyim diye. Fakat onu sahibine getirmeklik içün vaktiyle yemiş olduğu dayak onu alır böyle titireyerekten götürür, sahibine verdirtttirir. Anlatabiliyor muyuz acaba? Hayvanda bu olurda insanda olmaz mı? İnsanda da olur. Fakat ebeveyn ekseriyetle bu işi ihmal eder mübalağatsızlık başlar. Yalan söylemiştir, yalanını o çocuk yakalamıştır, katiyen yola getiremezsin. Çocuk ben seni bilirim dememeli. Anlatabiliyor muyum acaba? Birinci şart bu. Ben seni bilirim. Bana nasihat vereceğine kendine nasihat ver dememeli. Sen kendin yetişmemişsin ki beni yetiştirmeye çalışıyorsun şekline düşmemeli. Ahlak buralarda tutar adamı. Anlatabiliyor muyum acaba? Erişmemeli. Hâla[10] ahlak der ki; çocuk bir suç yaptı, yaptığı vakitte o suçu fazla üzerine tazyik ederek inkâr edip yalan söyletmek şekline getirme. Doğru söyle biz sana bunu bağışlıyacağız de, bir defa oradan alışsın. Bir şey anlatabiliyor muyum acaba? Kendinden utanmaklık şeklini kendine talim et de. Bunun bir devresi vardır, o devre geçtikten sonra sen onu dünyada yola getiremezsin. Meğer ki Huda’nın bir iltiması ola da mübarek bir göze tesadüf ede de o gözde onu seve de… Bu şartları çooook ağır. Evet, görünür bazen, kopkoyu bir şaki birden bire kocaman bir said olmuş. Kim bilir Huda’nın sevdiği kimin iltifatına uğramışta öyle olmuş. Bunlarla da meşgul olmaz ki insanlar.
Alır bir yetim kız, sekiz on yaşında çocuğu vardır, gücü ona yeter, tekmeyle vurur. Ben bunları gözümle gördüm de onun içün anlatıyorum. Gözümle böyle. Kavli mücerret değil. Vurur bacağını kanatır. Öbür tarafta o ağlarken anası güler, ona nasıl vurdu diyerekten. Babası güler. Sonra ne olur? Neticede cani olur tabi. Merhamet hissi kendi kendine körleniyor. Kalkıyor o. Kalkıyor. Onu diyordum. Arsız olur, yemek gelir ben bunu yemem der. Şunu getir. Bir daha onu getir. Sofraya tekmeyi vurur. Bardağı atar kırar. Tabağı fırlatır. Bugün tabağı fırlatacak yarın icap ederse o ahlak ile büyür, eğer birazda ilim tahsil ederse, bir camianın da başına geçecek olursa, ihtirasat-ı nefsaniyesi içün bir anda kocaman bir kütleyi uçurumdan aşağı atar. Hiç acımaz. Acaba anlatabiliyor muyum?
Onun içün İmam-ı Ali öyle demiştir. La tuallimü evlade sefelete bila ahirihi. Soyu, sütü, sulbu, şeceresi, kanı, manası, belli olmayan insanlara ilim talim etmeyin. Öğretmeyin. Çünkü ahlaksızın cahil kaldığı vakitteki ziyanı ile ahlaksızın ilim sahibi fen sahibi olduğu vakitteki ziyanı ölçüye girmez. Cahilken şu kadarcık adamın canını yakar fakat ilime marifete sahip olduktan sonra ahlaksız koca camiayı yakar. Adamın gönlünden manasını çalar, adamın gönlünden imanını çalar, adamın istidadındaki ahlakı bozar, zulme divan durdurur. Neler yapar, neler, yapar, neler yapar. Kayda girmez ki o. Mum gibi adamı eritir de. Haberi bile olmaz.
Nefsini teslim al dedim de buradan geçtik buralara. Ona eğer sabredip de lüzumsuz ağlayışında sızlayışında hayır senin dediğin olmayacak. Sen daha rüştünü ispat etmedin. Bunu yiyeceksin. Yemez o. Bir öğün yemedi iki öğün yemedi üçüncü öğünde kanaat gelecek ki benim dediğimi yapmayacaklar, bunu verecekler, başlar şapır şupur yemeye. Anlatabiliyor muyum? Şapır şupur yemeğe… İki üç ondan sonra hiçbir şey yoktur. İntizam yerine gelmiştir. Çünkü benim dediğim olmayacak. Ve öyle de o halde sende bulunacak ki bu anne baba beni hakkıyla sever, o kanaatte gelecek. Ama sen kapıyı kitler de sinemaya gidersen, çocukta içerde mangalda pişer de yanarsa, böyle olursa olmaz o iş. Hayatını bana vakfetmiş, benim için titriyor, yemiyor yediriyor, giymiyor giydiriyor, bu yükü üzerine almış kanaatiyle sana nazarı merhamet ile bakmaya başladı mı korkma, o evlat bütün cemiyete hayırlıdır. Çünkü cemiyet aileden teşekkül ediyor dimi ya? Evler de muhabbet olursa evlerde hattı zatında sadakat olursa, evlerde ne bileyim adalet olursa, zahirde de o adalet o muhabbet o saadet tecelli edecek, ondan sonra teali terakki olacak. Yoksa hiç, ne teali olur ne terakki olur. Hiçbir şey olmaz. Hiç. Vermez ki Huda olsun. Vergi Allah (cc)’nün. Toprağı istediğin kadar ek. Ol emrini vermedikçe bir şey olmaz. Bunu da söylerken korkarım, elbette söylettirildi ya yine, unutturulmadım ya.. Yine söyleyeyim. Bazı çocuklar olur, hasta. Hasta mecnun şu bu, zaten teklif yok bunlar içün. Kudret ayrı bir sınıf ayırmış, mesela hasta. Bir ağladı mı katılır. Hani ben bunu söylerken de ürkerim. İyi anlamaz, dediğini yapmayacağım der, katılan cinsindense o hastadır o. Onun şeyi ayrı. Öldürürsün çocuğu. Beni de sebep oldu dersin. O ayrı tabi. Mahiyesi ayrı, hasta dimi ya. Teklif yok. Allah (cc) teklif yapmamış. Hasta o. O ayrı. Tam-u sıhha. Hainliğinden yapıyor. Ondan sonra büyür, koca bir haydut olur, hah inle bakalım artık der. Boyuna inle. Yalnız sana da zararı olmaz. Şümulüşüne[11] zarar.
Çocukta böyle olduğu gibi bunu buraya getirmiştik misal, nefiste de böyledir. Nefis daima isyana sevk eder. Gıdası, öyle gıda arar. Süfliyattan[12] rızık ister o. Hayır hüre[13] yemini vereceğim dersin. Bir, iki, üç, ondan sonra onunda aklı keser, bana başlar çare yok, başlar ruhun yediği gıdayı yemeye. Bir de bakarsın ki temiiiz bir mana halinde oda huzur-u ilahiye çıkar. Hüner budur işte, insanlık buna deniyor. Bunu yapabilene. Nefsini öldürmek hüner değil o. Acizden o. Artık pek acizden insanlara mana onu emretmiş. Öldür nefsini… Yok öldürme, öldürme onu yaşat fakat ruhun gıdasıyla yaşat. Öyle büyük sana faydası olur ki çok yükünü taşır, çook. Yükünü taşıt.
Her eşya insanlarda değişebilir. Mesela; Yusuf (as)’ın hüsnü Yakup (as)’da gıdayı ruhani oldu, Zeliha’da da gıdayı nefsani oldu. Daha nasıl misal vereyim sana. En büyük misal… Hüsn-ü Yusuf, Yakub (as)’da gıdayı ruhani oldu, Zeliha’da da gıdayı nefsani oldu. Yani ayır onları. Yoruldunuz mu? Daha konuşmaya da başlayamadık.
Buralara nereden girdik? Gelmede gitmede ihtiyarı yok. Bunu düşündü mü insan derhal derlenir toplanır. Geldim gideceğim. Nereye götürüleceğim? Bu pek kolay bir şey değil o. Allah (cc)’nün en büyük merhameti, istikbali bize örtmesidir. Ya. O hakkını ödeyemeyiz Huda’nın. Bazı insanlar var efendim şunu bilsem. Ne yapacaksın bilip de ya? Ve dimağ-ı ilahinin en korktuğu şey odur. İstemez.
Şimdi mana ilmine girelim de böyle konuşalım biraz. Hakk’a nedim olan insanlarda sınıf sınıf rütbeler vardır. İlk önce bunlarda keşif denilen şey hâsıl olur. Yani eşyanın şekillerini görür. Keşif. Yarın ki hali, öbür günkü hali daha sonrayı şunu bunu görür. Buna da herkes bayılır, bende göreyim diyerekten. Ne yapacaksın görüp de. Ondan, o acayip bir şey, Hakk’ın mekridir o. En büyük nedim-i sübhani nazı geçerse Huda’ya yalvarır, al benden bunu der. Çünkü ona bağlar insan oldum sevdasıyla geçinir. Huda kendini gizliyor, onu veriyor eline giryan[14] olaraktan, benim maksadım yarın ki işi bilmek değil seni görmek. Acaba anlatabiliyor muyum? Ben ne yapacağım yarın ki işimi? O ne zor şeydir o. Onların içerisinde ehli kemal öyle bir hal oldu mu al der istemez, istemez. Ne yapacaksın onu. Mesela bir misal vereyim sana. Hadi sana bildirdi. Gün gelecek yirmi iki yaşında çocuğun, civan hattı zatında birden bire bir yerden düşüp ölecek. Bunu o andan evvel, elli sene evvel bildirdi. O ana kadar nasıl yaşarsın sen? Var mı sende bir huzur. İzliyor sende. İşleniyor. Öyle şey isteme Allah (cc)’den. Lazım değil. Bana kendi derdini ver de. Hangi adamda Allah (cc) derdi başlamıştır, o kimse kemale doğru yükselmiştir. Hem maddeye hâkimdir, hem manaya hâkimdir. Züğürt dedikten sonra başlamamalı o dert. Faydası yok mu ama her şey yakışıkken dimi ya?
Bunu her vakit söylerim, züğürtlük insanı maneviyata sevk eder. O makbul bir şey değil. Perdeyi gaflet açılmadan, kudret elden gitmeden, her şeye sahip iken, hüsn-ü ana maliksin kuvvete sahipsin, masaya maliksin, rütbeye sahipsin, cahın sana şey hamilisin. Öyle varken manaya doğru koşmak. Yoksa imkân var mı ki rücu etmesin? Rücu da fayda yok mu? Var başka. Ettaibu minezzembike mella zembeleh. Rücu eden, tövbenin manası rücudur, anlatabildim mi acaba? Filan adam tövbe etti, rücu etti. Ne demek? Rücu etti. Nereye rücu etti? Allah (cc)’ye döndü. Biliyor muydun böyle tövbeyi? Filan adam tövbe etti. Ne demek tövbe etti? Yüzünü Allah (cc)’ye çevirdi. İstemediği şeyi yapmıyor. Tövbenin manası budur. Burada bazı insanlar efendim gelirler tövbe ettirir misin? O sa’y[15] ile cemde[16] olur. Allah (cc) ile insanın arasına kimse girmez. Bizim manamızda sokmaz. O kadar naziktir ki. Biz bilmedik bu mananın kıymetini. Mesela Huda der ki; Günahından yalvarırken sakın ağzınla söyleme. Ben serair-i [17]zamair-i[18] hafayaya[19] muttaliyim.[20] Gönlünle yalvar. Ağzının kıpırdamasının fotoğrafı çekilir diyor. Yarın vücut bulur. Yani bir fenalık yaptın, aman Ya Rabbi benim şu fenalığımı affet diye ağzını açma. İçinden boynunu bük. Ben biliyorum diyor anlatabildim mi acaba? Bükmek fayda verir mi? Dön bana. İkinci bir sefer yapmaklık hevesi zevki elindeyken dönersen silerim diyor. Siler, siler. İşte onun içün diyor, Ettaibu minezzembike mella zembeleh. Tövbe eden yani rücu eden kime rücu eden? Hakk’a rücu eden, hakikate yüz çeviren, nefsine uşak olmayan kimse o fenalığı yapmamış gibidir. Yapmamış demiyor, yapmamış gibidir. İncelik burada. Anlatabiliyor muyum inceliğini? Yapmamış başka yapmamış gibidir başka. Ne var oradaki fark size söyleyeyim. Kaba bir misal vereyim de daha iyi anlaşılsın. En güzel kumaştan en yüksek terziye bir elbise yaptırdın. İki tane elbise yaptırdın. Altı yüz ellişer liraya sana mal oldu. Güzel. Biri dolapta duruyor, birini giyiyorsun. Derken lüzumsuz bir leke oldu. Lekeciye götürdün sildirttin temizlettin yine giyiyorsun. Tertemiz giyiyorsun. Cemiyette de kimse sana bunu çıkar demez. Her istediğin yere giyiyorsun. Sıkıldın ve yahut başka bir tanesini yaptıracağım dedin. Satılığa çıkardın. Aynı kumaştan aynı terzinin elinde aynı biçimde çıkmış. Götürdün. Kullanılmamışı götürdüğün vakitte buna iki yüz lira verir, buna bunada yetmiş lira verir. Canım aynı kumaştır. İyi ama kullanışmış der. Tövbe edende kullanılmış kuldur. Anlatabildik mi acaba?
Rücu’u anlattık, nefsin ıslahı şeklini anlattık. Geliş ve gidiş deki gayeyi duymadıkça beşere huzur olmadığını, bu duyulduktan sonra işlerin tamamen değişeceğini, hafifleyeceğini, bunu anlattık. Bunun üzerinde duruyoruz. Onun içün şu netice çıkıyor; İnsanlar ölecekleri içün gam yemesinler. Boşuna geçirdikleri ömür içün gam yesinler. Anlatabildim mi? Bu hesabı yap. İnsanlar öleceğiz diye gam yemesinler. Ahh boşuna geçirdiğim anlar var. Hak ve hakikatten uzak, gafletle geçmiş. Malum ya ömrü dünya bir dakika, ömrü âdem bir nefes… Orta yerde bir şey yok. Hiçbir şey yok. Ne kadar gafiliz ki her gün dostumuzu babamızı anamızı ecdadımızı götürür, boyunun aldığı kadar bir çukura melül melül bakaraktan bırakır döneriz. Bundan büyük insana tembih eden acaba başka bir şey var mı? Düşün bir defa. Eğer manaya gönül vermiş, hakikaten inananların ebediyet istikbal onların olduğuna inanmışsan ….. yok yok fakat böyle orta yerde kalmış. Ne yapalım? Muhasebeyi nefis yapalım. Yapılacak şeyin bir tanesi bu. Muhasebeyi nefis. Her gün kontrol et kendini. Ne kadar iyilik yaptın, ne kadar kötülük yaptın. Hasenat seyyiatı giderir. Acaba anlatabiliyor muyum? İyilik kötülüğü giderir. Karşılamaya çalış. Herkes kendisini bilir. Bilmez mi herkes kendisini? Bilir. Sonra en mühim şey, eğer bir kötülük yaptın da bu âlemde o kötülüğün cezasını görüyorsan sevin. Kaşını çatıp da hop ne oldu filan deme. Ahhh merhamete uğradım. Allah (cc) bana bunun cezasını burada veriyor. Yine benim yüzüme bakıyor. Anlatabildim mi? Çünkü çok kuvvetli zalime Allah (cc) burada ceza vermez. Büyük zalimler burada cezasını görmeden giderler. Tarihen de öyledir. Çok büyük zalim mi? Zulmün çok büyüğü var. Ona vermez Kudret. Firavun ömründe baş ağrısı görmemiştir. (46:07)……………48:20)
Belki maddenin kesafetinde kalmış insan varsa bu söze belki şöyle yapar ama yapmasın. Günün birinde onların hepsi zuhur eder. Kudret fen ismiyle zahir olmuştur. Atmış olduğu ok kanlı dönmüştür. Oraya birisini mi vurdu? Hayır hiçbir şey vurmadı. Fakat Kudret, onun hevesi, onun emeli böyle bir isyandı ona öyle gösterdi ki son yapacağımı yaptım dedikten sonra tepelemiştir. Öyledir, âdeti öyle. Acaba bir şey anlatabiliyor muyum? Büyük zalim oldu mu, zulmün zirvesine çıktı mı, Kudret bu âlemde bir şey yapmaz. Hani dünyada da öyle yeridir ya. Bazı insanlar te’dip [21] edilir de çok defa onu sen bana bırak derler. Dursun şimdi o. Ondan sonra büyük hesabımız var. Bazı ufak tefek azarlar mazarlar, şöyle olur böyle olur tazyi[22] edilir filan, bir de azılı bir şey olurda onu bırak, şimdi değil onun sırası. Onunla görüşeceğim der. Allah (cc) ‘da zalime öyle diyor. Onunla ben görüşeceğim diyor. Ben görüşeceğim. [23] كَيْفَ كَانَ عَذَابِي Nasıl diyor. Nasılda yaparım? Kendisi öyle der. Sevgilim, sana dil uzatanlara nasıl yaparım bilir misin sen diyor, nasıl da yaparım? Öyle. Âdeti öyle onun. Asıl bize lazım olan yer, ufak tefek hatan olmuş, çekiyor musun burada? Ooo kadar sevin ki, o kadar sevin ki, oh de, Allah (cc) yüzüme bakıyor. Benim yüzüme bakıyor der. Zulüm muhakkak yerine gelir.
Birisi daima dermiş ki, Ya Rabbi! Sakın sen öyle niyaz etme Allah (cc)’den. Ne lüzumu var, kolay kapı varken zor kapıya niye gidersin? Adlinle bana muamele et. Öyle dua edermiş. Adlinle bana muamele et. Adlinle bana tecelli et. İktizayi hal, her neyse, günün birinde, bir hüküm sadır olmuş, o günün ananesine göre, kazığa çakın demişler. Kazık mıhlayın. Gönlünden geçmiş, öyle yalvarmıyordum sana. Dediğini yaptım diyor sırra hitaben. Ne istemişsen onu veriyorum. Adlinle muamele et demedim mi işte, adlimle tecelli ettim. Neydi benim suçum? Sineği diyor iğneği yapardın değneğin ucuna, sineğe batırırdın, vızzzz, ondan zevk alırdın. Sana kazık batırtıyorum diyor, kısas yapıyorum. Bir şey anlatabiliyor muyum acaba? Sineğe böyle diyor böyle değnek yapardın, ucunada çiviyi mıhlardın, ondan sonrada sineğin göğsünden böyle batırırdın, vızzzz yaptıkça gülerdin, hoşuna giderdi. Şimdi aynı şeyi sana yaptırıyorum. Bir şey yok. Onun içün sakın öyle adlinle filan deme. Keremine dileniyorum de. Lütfunla bana muamele et de. Anlatabildim mi? Bab-ı lütfu çal. Başka kapı yok. O bazıları efendim, Allah (cc) senden razı olsun der. Allah (cc) kulundan razıdır, o kapıyı ne lüzumu var? Sen Allahtan razı ol. Anlatabildim mi inceliğini? Allah (cc) senden razıdır, razı olmasa seni meydana getirmez. Sen Ondan razı olmadığından dolayı böyle olmuşundur. Ondan nasıl razı olunur? Kazayı ilahisine karşı rıza gösterir, belasına sabreder, nimetlerine şükreder…. Nimet. Onun verdiği nimeti kimse veremez. O öyle bir Kudrettir ki onun verdiği nimeti hiç kimse veremez. Misal vereyim sana. Belki bir çuval altın, namütenahi bir para verirler fakat o altındır el değildir ki sayamazsın ki eli vermezse. Altın el nimetine mi benzer? Acaba anlatabiliyor muyum? Onun verdiği nimeti kimse veremez. O verir O. Hiç kimse veremez. Devam edelim mi?
Şuradan açıldık buralara kadar… Geliş ve gidişteki gaye. İnsanı… Çok eski konuşmalarda söylemişimdir, canlı misaldir o. Bütün şah olsun geda olsun, bey olsun hanım olsun, kim olursa olsun, Kudret bir caddede yürütür. Muazzam bir cadde… Caddenin nihayetlerine doğru bakacak olursanız, bir adem bir idam sehpası vardır. Her gün adamı asar. Gaflet perdesini kaldırdı mı onu görürsün. Tabi tüyleri ürperir. O dehşetle arkasına doğru baktığı vakitte arkasında da en süratli bir aslan kükremiş geliyor. Bu dehşetle vahşet bir araya gelir. Titremeye başlar. Yalnız dikkat ederse caddenin sağ tarafında bir zat-ı emin korkma der. İki bilâd[24] var, birine tevekkül birine sabır denir. Bunları al bu bilâdları ilerde o idam sehpasına verdikleri vakitte sana bir mesirenin salıncağı olur. O aslanla gelen kükreyen aslanda emrine amade müsahhar bir binek olur.
Hakiki mütevekkil, tembel manasına değil, bizde bunlar hep ters anlaşılmıştır. Tembel değil o. Mini mini yavruya benzer. Nasıl mini mini yavru her sahada sıkılınca anne der, hakiki mütevekkilde her sahada sıkılınca yaparım diye kalmaz, Allah (cc) der. Mini mini yavru, üç yaşında beş yaşında, ne vakit ki sıkıldı bir şey ürktü bir şey oldu mu, Allah (cc) diyerekten, yavru annesine irtica eder. Hakiki mütevekkilin manası bu… Yoksa bir kenarda oturmuş miskin miskin manaya değil. Haktan gafil olmayan adam… Sen Allahsız yaşamıyorsun dimi? Ne korkuyorsun diyor. Al bunu yaşamadığının vesikasını git orada göster. Ben Hakla yaşadım, ben zulme divan durmadım, ben beşeriyeti inletene uşak olmadım, ben hiçbir vakit insanlığın haklarını ezenle beraber yaşamadım. Ben elestü bezminde vermiş olduğum sözde yüzüme el sundurmadım, ruhsara toz kondurmadım, zulme divan durmadım ve seni böyle ikram ile, buyurun şimdi salıncağa derler. O arkadan gelen köprü eceldir o, önündeki de ölümdür anlatabildim mi? Misal bu. O ecelde sana öyle ikram ile gelir ki, emrinize amadeyiz efendim. Ölüm vuslattır vuslat, bu şekilde yaşayan insan içün. Vuslat. Değer mi? Değmez.
Her dem ararım geçen zamanı, bin ömre değer anın bir anı, artırsa beca[25] gönül figanı, müstakbel-i fikr üçün ne hak var, maziye anıp da ağlamak var. Dimi ya. Viran şüde[26] gül fidan-ı ömrüm, hicran dolu dâsiyânı[27] ömrüm, Haksız geçiyor hazanı ömrüm, , müstakbel-i fikr üçün ne hak var, maziye anıp ta ağlamak var. Öyle değil mi ya. Geçirmiş olduğun ömrünün bir dakikasını milyar versen geri alabilir misin? Onun içün yakut vakitle satın alınır fakat yakutla vakit satın alınmaz. Dikkat et. Eyyamı visali eyleyip yad, bülbül gibi etmeyim mi feryad, ferda beni hiç eder mi is’ad[28] … di mi? Kudret elindeyken, her şeye sahip iken, Hakk’a arkanı döndün de geçirdin. Ağlasana şimdi. Ruyümde fulu solmak üzere, toprak bana mesken olmak üzere peymaneyi[29] ömr dolmak üzere, müstakbel-i fikr üçün ne hak var… bir tarafına nüzul isabet etmiş, bir tarafında hattı zatında işitmemeklik arız olmuş, şöyle olacak böyle olacak. Kalp sağlamken ne oldu? Artık kuruyor nihal-i ömrüm, zülnaverken meali ömrüm, rusen meni zevali ömrüm. Faniyetli cümleden ziyade, ak saçların eğiliyor ifade. Ben vermişim aaah ömrü bade. Rüzgâra… Bi-rind-i bi garib-i sinesafım. Her an yaşamakladır mesafım. Ferdayı düşünmeden meafım. Bi- rind-i garib-i sine safım. Her an yaşamakladır mesafım. Ferdayı düşünmeden meafım. müstakbel-i fikr üçün ne hak var, maziye anıp ta ağlamak var.
Kâm alabilmeklik içün, dört esas dedik. Biri iman. İnanmak. Asude kaldığı vakitte böyle, kendi aslını aramak aradıktan sonra içinden ebet sedasını duymak ve bu sedaya gönül vermek… İmanın yemişi vardır. Bazı insanlar der ki; efendim inandım ebediyete. Burhanı, yemişi, yalnız böyle inandım da değil. İnandığıyla azayı cevahir ıslah olur. Bütün uzuvlar salah halindedir. İnanan adamın elinden kötülük gelmez. İnanan adamın gözü yalnız görmekliğe ait olan şeyi görür. İnanan adamın aklı isyana inkılap etmez. Asayı hakikat olur. İnanan adam kazancını taharri eder, aslını arar. Nasıl misal getireyim? İnanan adam Hakk’ın sıfatlarına girer. Sıfat-ı ilahiyeye… Afüv sıfatı tecelli eder, settar sıfatı tecelli eder. Üüüü. Sahi olur, cömert. Kendisine layık görmediği bir şeyi katiyen başkasına layık görmez. Göremez. Bunu geçen konuşmada epey uzun boylu söyledik. Geçiyorum ikinci maddesine. İkinci maddesi takvadır. Ne demek? Bizim manamızda iki büyük esas var. Bunları da söyleyeyim de keseyim konuşmayı. [30] كلكم راعٍ وكلكم مسئولٌ عن رعيّته Beşeriyetin Fahri Ebedisinin bu emri celili ile istibdada[31] nihayet verir. İnsanın bu âlemde insanca yaşayabilmesi içün, iki şekle ihtiyacı vardır. Bir istibdat altında yaşamamak, ikincisi adaletle tahdid[32] edilmiş hürriyete malik olmak. Hülasa edebildim mi acaba? Kestirmesi bu. Bunu da iki büyük esasla, iki büyük, kelime bulamıyorum ki zevkimden. Ne kelime söylesem? Hata olur hata. كلكم راعٍ وكلكم مسئولٌ عن رعيّته Maddenin biri bu. Diğer madde; لا طاعة لمخلوق في معصية الخالق [33] yahut لا طاعة لمخلوق في معصية الخالق [34] Elfaz da belki hata etmeklik ihtimalim vardır. Hafızamdan çıkmış olabilir. Her biriniz çobansınız, her çoban eline teslim edilen matahından mesuldür. Bu neyi kaldırıyor? İstibdadı kaldırıyor. Neden istibdad kalkıyor? Herkes mesul. Kimse keyfi üzerine hareket edemeyecek. Anlatabiliyor muyum acaba? Ben şuyum buyum yok azizim yok. Herkes mesuldür diyor. كلكم مسئولٌ Birer birer. Tam meal alınacak olursa, her fert birer birer mesuldür. Kendi sahasına teslim olunanı da. Başı boş hiçbir kimse yok. Biri çıkar der; evladım yok, ıyalim yok, maaşım yok, didinmem yok, arzum yok, emelim yok… Bulunmaz ya ben söylüyorum. Farz-ı muhal. Emelim yok, şöyle sayılı nefesimi bitirip gidiyorum. Bende mesul müyüm? Mesulsün ya. Bana ne teslim edildi? Azayı cevarihin. Elin, gözün, aklın, düşüncen, bunların hepsi sana teslim edildi. Bunların her birisinden mesulsün. Kurtulmanın imkânı yok. Bir şey anlatabildik mi? Hepsinden mesulsün. Birer, birer. Huda soracak, babanın malı değildi bu kulağı verdim ne işittin? Ver hesabı.
O amel sandığı denilen kabir çukurunun başında bir telkin verirler. Bir de manadan misal vereyim size. Maddenin kesafetinde bulunanlar eğlenirler, acaba işitir mi oradaki derler? Hani böyle dank der kafasını vururmuş filan. Öyle bir şey var mı? O kafa değişti. Vuracak kafadır ama oradaki kafa değil. O vesikadır o. Anlata… O kafa değişti senin bildiğin gibi öyle, bunun kafası değil, vurulacak. Kudret inkâr etmeyesin diyerekten de bir âlemi misal halk etmiştir. Âlemi misal sen uyuduğun vakitte ruhunun gezindiği yerdir. Onun adına âlemi misal derler. Ali-u âlem cok ki, adede mi girer. Ne âlemler, ne âlemler. Bizim bildiklerimiz hiç. Evlenirsin, boşanırsın, mahkemeye gidersin, hâkim olursun, mâhkum olursun. O bu yine duruyor yine olduğu yerde durur. Anlatabiliyor muyum? Haa. O ufacıcık ders kaçırmaktır Kudret’in. O ikinci hayat öyle bizim bildiğimiz rüya değil o. Rüya gibi değil. İnkâr etmeyesin diyerekten, merhamet etmişte böyle bir misal vermiş. Bak demiş, şöyle bir bak. Sonra onun inkâr sahası da kalkmıştır. Mesela efendim midesinde tebahhur[35] buhar şu bu filan. Tazyik etti de filan, ona abide-i saiyan diyorlar. O ayrı. O âlemi şuhud da olan bir kabus. O ayrı. Onun bazı öyle acayipleri oluyor ki mesela; amerikada maktul, katili haber veriyor. Varisine, beni filanca adam öldürmüştür. Rüyasında. Bulun itirafta edecektir. Neredeki vücudu söyledi bunu. Filanca adam öldürmüştür. Neyse bize şimdi oraları lazım değil. O esasen, oradaki insan, hayattan geçmiş olan adam, kayıttan kurtulmuştur. Onun kalbi bütün dünyadır. Bu sahnedir o. Yaşarken bu kabrindeydi, kabrini üzerinde taşıdı zavallı. Anlatabildim mi? Bu tabutu yıkıldı, başka bir tabuta girdi. Kudret adamı kaç tane ana tebdil[36] ettirir. Tecelliyatı ayrı ayrı şeyler. Durur akıl böyle. Ve durduktan sonra Allah (cc) dersen zevk alırsın. Durmadan dersen bir şey anlamazsın ha. Duracak. Aklı boşayacaksın Allah (cc) diyeceksin, o vakit zevk alırsın. Akıl durur. Sonra o asıl dirileredir o telkin dirilere. Götürenlere. Ey, hala gafilsin der. Vardır öyle insanlar. Götürür de götürdükten sonra üç kişi bir tarafa çekilir güler konuşur, dört kişi bir tarafa çekilir konuşur. Onu kim götürdü onu? Dedi kodu olmasın diyerekten işte canım. Kim bilir içinden de ne kadar kızdı. Ölecek zaman mıydı, yağmurlu gün. Gitmesek bir türlü, gitsek bir türlü… Gitmesek bir türlü gitsek bir türlü… Ama kar yağıyor ya. Hafif de nezlem de var. Acaba artar mı, artmaz mı? Kıza kıza, daha başka şeyler söyleye söyleye. Öyle bir zaman ki samimiyet kalkmışta, üç tane hamal taşısa daha güzel… Para verirsin taşır götürür. Çünkü belli oluyor. Neden? Sen bu hükmü nereden verdin diyerekten belki birisi bir sual sorabilir. Neden verdin? Eğer içinde bir zevk, bir iman, bir muhabbet, bir ışk varsa, onu mader-i aslisi olan toprağa vesikasını teslim ederken, bir heyecanla orada ona ait… Anlatılmaz ki o hal. Konuşma gibi değil ki, bir hal olur. Sigaranı yakar, ecdadının mezarının taşının üzerine çıkar, iki kişiyi de yanına alırda günün hadisatını konuşursan, niye geldin kardeşim? Niye geldin? İşte, Kudret onu bildiğinden dolayı, intibaha[37] davet ediyor. İçerdekine değil telkin, dışardakinedir. Senin de bir gün başının üzerinde böyle bağrınılacak. Rütbenden, cahından hatta babandan da sayacaklar. Ahmed’in oğlu Mehmet demeyeceklerde, Nuriye’nin oğlu Veli. İfade verebiliyor musun? Acaba anlatabildim mi? Sana güler. Ne gülüyorsun azizim? Sende kendine göre telkinini yapıyorsun. Yapmıyor musun? sen ölmedin. Başının ucunda, içimizde yaşıyorsun. Eğer hakikatte bir şey varsa. Yoksa… Deli misin ne konuşuyorsun kendi kendine? Evet, hakikaten inanmışsa ölmemiştir. Ama gönüllerde yaşar, gönül varsa.
Mevlana öyle demiş. Benim adresim, Konya’da filan toprağın içerisinde değildir. Ben huzur-i ilahiyede seyahat ettim. Meydanda beyazladım ben. Beni toprak altında arayanlar aldanırlar. Yaa. Beni gönüllerde arayın. Beni sevenler vardır, bende yok olmuşlardır, oradadır benim adresim. Oraları gezin. Acaba anlatabiliyor muyum? Ne malum, hangi gönül dedik. Kim onu anlatabilirse, kim o hali sözünü değil, bildirebilirse... Büyük insanın halini giydirmek vardır. Haberi olmadan adamın, haberi olmayacak. Hani çağırırsın da şu fenalığı bırak, şu fenalığı vıdı vıdı iş yok. Haberi olmadan çağrıcaksın onların hepsini. Haberi olmadan. O hali giydirir. Hah demek ki Mevlana orada yapıyor. Öyle demiş…
… Ne dedik? Takva. Buradan istibdadı yıkan bir misal okuduk. Söyledik size. كلكم راعٍ وكلكم مسئولٌ عن رعيّته Mesul olmayan kimse yok. Mesul. Hesap verecek. İkinci düştür, tadî[38] u adaletle hürriyeti tahkik. Mahlûka itaat edilmez, o itaatten Halık’a isyan çıkarsa. Hürriyet budur. Anlatabildim mi acaba? Belle. Hürriyet bu. Mahlûka itaat edilmez, o itaatten Allah (cc)’ye isyan çıkarsa. Bir şey anlatabiliyor muyum acaba? Uyuyor musunuz ya? Gözler bir tuhafta onun içün. Ondan söyledim. Nerede kaldık diyerekten sormuyorum bu hafta. Çünkü; mahlûka itaat edilmez, o itaatten isyan, Allah cc)’ye isyan çıkarsa. Olmaz. İşte adaletle tahkik edilmiş hürriyet… ….. esası Beşeriyetin Fahri Ebedisi bunu kaybetmeyin demiş. Bunu ne vakit kaybederseniz, yıkılırsınız.
Tarihin en büyük efendisi olan dedelerimiz…. Biliyor musun dedeni? Deden çok büyük adam. Üüüü, hiç öyle dede hiç Allah (cc) hiçbir kavime vermemiş. Bizim dedemize Allah (cc) öyle kıymet vermiş ki, büyük kitapta sizi ben insanlar üzerine şahit kıldım der. Ben yarın huzurumda sizi çağıracağım, bütün insaniyet âlemini sizi dinledikten sonra hüküm vereceğim. Şahit kıldım diyor. Şahit ne demek biliyor musun sen? O kadar mühim şeydir ki şahit. Bak misal vereyim de daha iyi anla. Hâkim müddeinin sözünü şahidin sözüne uyarsa kabul eder. İnceliğe bak. Hâkim, kadı, hâkim, hükmü veren, anlatamıyor muyum acaba? Müddeinin sözünü, davacının sözüne, şahidi dinler o söz şahide uyarsa, onun içün ulu orta herkesin şahidini bu dedenin kabul ettiği manada yoktur. Ömründe yalan söylemediyse tahakkuk edecek şahidin. Adil olması şarttır. Şimdi gel azizim şahittir, öyle değil, öyle değil. Şahit muazzam, şahit göz, şahit, kulak. Gördüğünü bozmadan, işittiğini yaymadan, biçimini değiştirmeden aynen verebilecek kabiliyette olan adil insana denir diyor. Yaa. Mesela İslam ananesinde insanın hakkı alındı dendi mi şehadeti kabul olur gelir. Ne kadar ağır… Şehadetini kabul etmem der Allah (cc). Senin dedenin ebediyet âleminde bütün beşeriyet üzerine şahit olaraktan kabul ettiriyor. Sizin üzerinize de Muhammedimi (sav) şahit kılıyor. Sizin üzerinize de onu şahit kıldım. O şehadet ettikten sonra ben karar vereceğim. Anlatabiliyor muyum acaba? O şehadet ettikten sonra, ben hükmü vereceğim. Sizi… deden öyleyse deden öyle. Onun için denen bire on döğüştü, onun içün deden zulmü gördüğü yere adli koydu, onun içün deden hattı zatında cehli gördüğü yere ilmi koydu. Sen öyle ufacık türedi üredi insanların çocukları değilsiniz. Kökün çok muazzamdır. Yalvar yine o azameti Kudret sana versin. Verir, verir. Biraz dön rücu et… Taklit afetin büyüğüdür. Kurtul taklitten. Kendi bünyende her şey var niye taklit ediyorsun kardeşim. Taklitten kurtul, kendi bünyende hepsi var. Nerede bir büyüklük bir şey buldun mu bana getirirsen dedenin olduğunu göstereyim sana. Ne varsa makbul olanı hep dedenin malı. Almışlar biçimine koymuşlar sana vermişler. Kötüsüyle beraber. Üç kötü, bir iyi… Taklidi bırak. Nenen gibi anne var mı? Her vakit söylerim. Yayarsın diye söylerim. Meydan-ı gazaya evladını götürürken alnından öper, buradan şehit olduğunu isterim der. Kim diyebilir bunu. Bu ne gördü de bunu dedi. Aptal insan değil ki o. Hani diyebilirsin ki efendim zavallıymış. Ne zavallısı azizim. Zavallısın. Nazımla hırsız yakalamıştır hırsız. Öyle kadın ki, Fahrettin-i Razi gibi Fransızlar Razo diyerekten şapsakasını çıkarır, hattı zatında iki yüz küsur ne ikiyüz küsur üç yüz beş yüz eseri olan bir adam. Tıpta, heyette, sema ilminde, yer altı ilminde, ne bileyim ben, üüüü akıl durur. Biz bilmeyiz ne vakit geldi ne yaptı ne gitti fakat frenk bilir ve ismi anıldığı vakitte de böyle şapkasını çıkarır hürmetle eğilir. Size ait değil der, bütün insanlığa ait bir adamdır der. Böyle bir adamı nenen mağlup etmiştir. Yenmiştir yani. Geziyor seyahati esnasında da, işte tabi asrın feridi bir adam, herkes ziyaret ediyor, acaba gelmeyen var mı demiş. Bir münasebet aldı da var demişler bir hanım gelmedi. Yok o da. Hayret demiş, ben gideyim demiş, gitmiş. Bir biçimine getirmiş. Ben bin bir delille Allah (cc) ispat eden bir şahsım sen bana gelmedin demiş. Onun içün gelmedim demiş kadın. Bir defa sen bin bir delil bulduktan sonra Allah (cc)’ye demişsin. Biz öyle delilsiz Allah (cc) diyenlerdeniz. Sonra ne kadar sakat konuşuyorsun demiş. Allah (cc) muhtacı ispat değildir. Allah (cc) ispattan münezzehdir. Her şeyden onun kayyumiyeti zatiyeti meşhuttur. Her şeyde varlığı gözüken bir şey ispat olunur mu? Başlamış ağlamaya Fahrettin-i Razi. Anlatabildim mi? Böyle titretiyor adamı. O söz hangi boyaylan çıkıyorsa bir sözüyle yetmiş yaşında adamı titretiyor. Öyle senin bildiğin gibide değil. Enbiya öyle diyor, Allah (cc)’yü ispata değil, beyana gelmişlerdir. Tahakkuk et bu fikrini, bu söz, çok küçük bir sözdür diyor çook ağar bir sözdür diyor. başlamış ağlamaya….. Böyle annenin çocuğusun sen, böyle annenin çocuğu.
Birde adalet vaaz eder. Ne dedik bir defa? İstibdadı şu emriyle yıkılmasını ister. Salik olursan yıkılır kendi kendine. Çünkü zalimi yetiştiren mazlumdur. Firavuna iman edenler, firavundan kırk sene evvel âlemi nara gideceklerdir dedi Peygamber. Çünkü firavun vaktiyle öyle değildi dedi. Firavunun etrafında durdular, el pençe divan durdular, sensin dediler, sen yaratırsın dediler. Nihayet bunların bu sözleri karşısında firavun kabardı, kabardı, kabardı, أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى[39] dedi. Zalimin etrafında mazlum olmasa zalim yetişir mi? Kendi kendine yıkılır o. Anlatabildim mi acaba? Yaa. Öyle diyor. Zalimi mazlum yetiştirir. İkincisi adaletle tahrir[40] edilmiş olana dedik. Bu takvaya……. Öyle diyor beşeriyetin Fahri ebedisi. Rabbiniz bir. Baba cihetine girecek olacaksa beşeriyet, babanızda birdir. Binaenaleyh ne beyazın siyahiye, siyahinin kırmıziye, kırmızinin sarıya hakkı tercihi yoktur. Masa kasa rütbe cah tercih hakları değildir. Hakkı tercih, hakkı tercih, hakkı rüchan[41] takvası olandadır. Sormuşlar nedir diye. Kimin kalbi bila kayd vela şart, kayıtsız şartsız, ivazsız garazsız, Allah (cc)’nün mahlûkuna karşı rikkatle çarpar, o rükn[42] üzerine göçer. Bir şey anlatabildim mi acaba? Bugün ki medeniyet daha bunu verememiştir. Renk farkı var. Değil mi ya? Bugün ki medeniyet insan renginde bile fark görüyor. Koca dedenin tanımış olduğu manadaki büyüklüğe bak ki hiçbir yere bağlamıyor.
Şunu da söyleyelim de konuşmaya nihayet verelim. Cenab-ı Muhammed (Sav)’in mescidi, camisi yani ya… O yalnız cami diyerek bırakmayın, orası mahkeme, orası meclisi meşveret[43], orası erkân-ı harbiye dairesi, orası efendim üüüü bambaşka bir şey. Dertler dinlenir, o toplantıda kim gelinmemişse merak eder, aranılır. Oranında bir hizmetçisi var, siyahi bir kadın. İmre-i Sevda, temizlermiş. Renk farkı dedim de oraya misal veriyorum. Temizlermiş. İmre-i Sevda. Vefaat etmiş. O vakit emri peygamberi öyle, bekletmeyin diyor. Derhal getirin. Efendim ya ölmemişse böyle bir kan tutukluğu filan. Gayet sıcak suyuyla yıkama var bizde. Başka edyan[44] gibi değil ki. Acaba anlatabiliyor muyum? Onun yıkamasının bir amiri de o, ova ova diyor ova ova böyle kullanılmamış böyle iplerden gayet sıcak sıcak suylan bir saat ova ova yıkananda eğer içerde hayat varsa acaba harekete gelmez mi? Acaba anlatabiliyor muyum? Bunların hepsini düşünmüş. Neyse biz dayanamıyoruz da bir gün daha kalsın filan diyoruz. Şöyle ediyoruz filan açıp açıp bakıyoruz. Vefası olanlar, birde kapıyı kitler görmeyeyim der. Onlara da rast geldik. Niye, sen ölmeyecek misin? Hangisini anlatacaksın? Bitmez ki? O vakit öyle, gece olsa gece bitiriyorlar, gündüz olsa yani namazını kılıyorlar. Siz bilmezsiniz diyor Beşeriyetin Fahri Ebedisi. Hakiki insan için ölüm diri olmak. Muhabbeti tekâmül etmiş olan bir gelinin günler geçerek beklemesinde zevki azalır. Bu öyle bir gelin ki Allah (cc)’ye gidiyor bu diyor. Onu sen tuttuğun müddetçe sıkılır. Beni bir an verin. Anlatabiliyor muyum bir şey? Neyse. O günde, yoruldunuz mu keseyim mi? O günde çok yorulmuş, çok meşgul olmuş, Sultanı Resul, fukara ile gureba ile işlerle çok meşgul olmuş. Haberde gelmiş İmre-i Sevda vefat etmiş. Haber verelim demişler. Hazreti Ebu Bekir çok yoruldu demiş, şimdi geç vakitte geceleyin kendisine haber vermek, ben demiş o vazifeyi yapayım. Tevcib[45] edin tekvir[46] edin, namazını kıldıralım, kendisini gizleyelim. Yapılmış, namazını kıldırmış, gizlenmiş, hükümeti sübhanilerin büyük sefiride Cibril Rasul-ü Ekrem (sav)’e gelmiş. Selam-ı ilahi var. İmre-i sevdanın namazını benim habibim kıldırmalıydı. Onun bulunması lazımdı.. Onun benim indimde büyük mevkii var. Siyahi hizmetci kadın anlayabiliyor musunuz acaba? Onu anlatmak için söylüyorum, işin ruhu burada. Siyahi, siyah renkli, zenci, hizmetçi… Fakat Beşeriyetin Fahri Ebedisine taraf-ı ilahiden Cibril’i gönderttiriyor. Ebu Bekir derki; hayatta bir defa peygamberden azar işittim, bu hadisede. Bir hiddet geldi celal ile Efela küntüm azentüm muni. Bana haber vermek yok muydu? Allah’ımdan azar işittim. Özür dilediler efendim sizi rahatsız etmemekliğe. Hayır, hayır bana haber vermek yok muydu diyor. Rabbim beni azarladı. Li ruini ‘ala kabrina. Gösterin bakalım kabrini de gideyim onun namazını kılacağım. Tekrar o muamele yapılacak. Daha bugün ki medeniyet, yarın ki medeniyet, öbür gün ki medeniyet, daha sonra ki medeniyet böyle bir şey yapmaya niyeti bile yok. Ve yapamaz, o ayrı bir şey. Anlatabildim mi acaba? Bugün ki konuşma bu kadar yeter.
Cenab-ı Hak bu mevcudatı halk ettiği vakit, mevcudat içerisinde kendisine muhatap, bütün sıfatlarına layık, en güzel surette seçerek, imtiyaz vererek büyük bir aile olarak insan sınıfını ayırmış. İnsan tabiri caizse Hakk’a ayine olmuş. Bu sureti elli atmış kiloluk kan ve kemik torbasından ibaretse de manası bütün kâinata muhit olabilecek şekilde taraf-ı ilahiye de halk edilmiş. Sonra mevcudat içerisinde nikâhsız hiçbir zerre yok. Esas itibariyle dört türlü nikâh var. Evvela Allah (cc) bu kâinatı kendisine nikâhlamış. Sonra kün emriyle mevcudatın oluverme tecellisinde her zerreyi bir birine nikâhlamış. Ondan sonra inanları muhabbeti ilahiyesinin sureti olarak yaratmış. Mevcudatta ne varsa insanda onun hülasası olduğunu beyan etmiş ve nikâh bizim dinimizde ibadetlerin en büyüğü olarak kabul edilmiş. Bunu bilirse, bunu duyarak evlenmekle eğlenmeyi ayırarak, bilmem tabirlerimi anlatabiliyor muyum? Bir eğlenmek vardır, birde evlenmek vardır. Tabi bunlar insanın içerisinde kalbine ait âlemde gizli olan niyetleridir. Onu Allah (cc) bilir. Yalnız işte biz konuşuyoruz, ikaz ediyoruz, siz Allah (cc)’nün kitabında تَنَاكَحُو[47] emrine imtisalen [48] Peygamber (sav)’in şirareküm üzrabüküm en hayırsızlarınız evlenmeyenlerinizdir diye buyuruyor. Şirareküm üzrabüküm. Tabiri caizse evlenmeyenleriniz edepsizlerinizdir diyor. Siz bu emirden hisse alarak, [49] إذا تزوج العبد فقد استكمل نصف دينه، فليتق الله في النصف الباقي yani evlenenler dinlerinin yarısını yapmıştır, yarısı içün de çalışsınlar buyuruluyor. Bu emre gönül vererek… Böyle bir ev yapıldıktan sonra yarısı yapılınca içine girip oturulabilir. Öbürki de nasıl olsa olur. Bir insanda demek ki iyi bir milletle Allah (cc)’nün nikâh dairesine kendimi vakfediyorum, hayırlı neticeler alacağım, hadimi din olacak, hadimi peygamber olacak, hadimi kitap olacak, insanlara hizmet edecek, bütün düşmüşlerin elinden tutabilecek ruhta yaratılacak, Allah (cc) bana çocuk ihsan edecek. Gayem budur. İnsanlığa hizmet edecek yerime bir insan bırakacağım aşkıyla evleniyorsanız şimdi bu nikâhın suretini başta Cenab-ı Hakk bizzat kendisi addeder, kendi kıyar. Onun içün siz şu andan itibaren müstakil vücudunuz yoktur. Gerek senin gerek bu hanımın. Senin vücudun onun, onun vücudun da sizin oluyor. Kur’an’da öyle diyor. Evlenen kimseyi birbirine elbise yaptım. Gayet ……..
[1] Taharri: (Hary. dan) Aramak. Araştırmak. İncelemek. Araştırılmak.
[2] Teavün: Yardımlaşmak. Birbirine muâvenet etmek.
[3] Şiraze: düzen, nizam, esas.
[4] Tebcil :Ağırlamak. Yüceltmek. Birisine ta'zim etmek. Hürmetle hareket etmek.
[5] Tevkil: Kendine birisini vekil etmek. Vekil tâyin etmek.
[6] Tekrim: Hürmet ve tazim göstermek ve görmek. Saygı göstermek, lütuf ve kerem icrasında bulunmak.
[7] Lübb-ül lüb: Özün özü
[8] Buharî, Cenâiz 80, 93; Sünne 17; Kader 3; Müslim, Kader 22, 23, 24, 25; Ebû Davud, Sünnet 17; Muvatta, Cenaiz 52; Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 233, 275, 315, 346, 393, 410, 481; III, 353
[9] Mübelliğ : Tebliğ eden, bildiren, duyuran, ulaştıran.
[10] Halâ: (Harf-i cerrdir) İstisnaya delâlet eder.
[11] Şümul: Kaplamak. İhtivâ etmek. İçine almak. Hükmü altına almak.
[12] Süfliyat: Dünya ile alâkalı işler. Nefsâni, heva ve hevese tabi olan kimselerin işleri.
[13] Hüre: Eşşek yavrusu, sıpa
[14] Giryan: Gözyaşı
[15] Sa'y: Çalışma, Çalışıp çabalama. Gayret sarfetme. Bir maksadın meydana gelmesi için elden geleni yapma.
[16] Cem': Farklı şeyleri bir yere getirmek mânasına mastar. Az olarak cemaat için isim olur. Toplama. Bir yere getirme, biriktirme. Yığma. Gr: Arabçada (ve tesniye olmayan dillerde) ikiden çok olan şeylere delâlet eden kelime. (Kitabın başındaki cemi' hakkındaki izahata bakınız) Tas: Bütün eşyayı Cenab-ı Hak ile görerek kendi havl ve kuvvetinden teberri etmek.
[17] Serair: (Sır. C.) Gizli şeyler, sırlar.
[18] Zamair: (Zamir. C.) Zamirler. Bir şeyin iç yüzleri. İsim yerine kullanılan kelimeler.
[19] Hafaya: (Hafi. C.) Gizli şeyler. Sırlar.
[20] Muttali': Haberli. Bilgisi olan. Bir yüksek yerden bakarak görüp anlayan. Vâkıf. Derk eden.
[21] Te'dib: Edeblendirme. Terbiye verme. Haddini bildirme.
[22] Tazyi': (C.: Tazyiât) (Ziyâ. dan) Kaybına sebeb olma, bırakıp kaybetme. Boşuna harcama.
[23] Kalem Suresi 16. Ayet-i Kerime : فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Meali: azabım ve uyarılarım nasılmış!
[24] Bilâd: (Belde. C.) Beldeler. Diyarlar. Memleketler. Şehirler.
[25] Beca': Geniş, bol.
[26] Şüd: Farsça Geçti, gitti; gidiş, gitme. Oldu, olma. Amed şüd $: Geldi gitti
[27] Dâsitân: (Dâstân) f. Destan, sergüzeşt. Geçmiş hâdiseleri anlatan nesir veya nazım halinde yazı. Şöhret.
[28] İs'ad: Mes'ud etmek. Mübarek eylemek. İâne, yardım etmek.
[29] Peymane: Büyük kadeh. Ölçek, kile.Şarap bardağı.
[30] (D.İ.B.Y. Sahihi Buhari; 3/40)
[31] İstibdad: Başlı başına olmak. Keyfî idare sistemi.
Zulüm ve tahakküm. İdaresi altındakilerin istemediği şeyleri yalnız kendi keyfine göre zorla ve zulümle yaptırmaya çalışmak. Kanun ve nizamlara bağlı olmayarak, çok defa da kanun namına kanunsuzluk yaparak, keyfi hükmünü icra ettirmek. Kimseyi tanımadan kendi dediğini ve keyfi emirlerini kuvvet ve cebir kullanmak suretiyle yaptırmaya çalışmak. Allah'ı ve adaletini unutarak dinsizdarane bir zulümle hüküm ve idare etmek.
[32] Tahdid: Hudutlandırmak. Sınırlamak. Sınırı belli etmek. Tarif etmek. Bir şeyi kasdetmek. Keskin etmek. ilemek.
[33] Muslim, Kitabu’l İmara 40. “Allah Resulü (a.s) buyurdular ki: "Allah'a isyanda (kula) itaat yok! Ancak taat ma'ruftadır!"
[34] Muslim, Kitabu’l İmara 40. “Allah Resulü (a.s) buyurdular ki: "Allah'a isyanda (kula) itaat yok! Ancak taat ma'ruftadır!"
[35] Tebahhur: (Buhar. dan) Buharlaşmak. Tütsülenmek. Buğulanmak. Kokmak.
[36] Tebdil: Değiştirmek. Tağyir etmek. Bir şeyi başka bir hâle veya şeye değiştirmek.
[37] İntibah: Uyanıklık, göz açıklığı. Hassasiyet. Agâh ve münebbih olmak. Hakikatı ve hakkı anlayıp yanlıştan, fenadan dönmek. Sinirlerin uyanması. Uzuvların harekete gelmesi.
[38] Tadî: Adalet
[39] Nazirat Suresi 24. Ayet-i Kerime. فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى Meali: Benim en büyük Rabbiniz! dedi
[40] Tahrir: Yazmak. Yazılmak. Kaydetmek. Hürriyete kavuşturmak.
[41] Rüchan: Üstünlük, yükseklik, üstün olma. Fazilet, haslet veya her hangi bir şey cihetiyle diğerinden üstün olmak.
[42] Rükn: Direk. Esas. Kuvvet. Bir şeyin en fazla sağlam olan tarafı veya köşesi veya temeli. Bir cemaatin ileri gelenlerinden olan. Nüfuzlu, kuvvetli ve ehemmiyetli kimse.
[43] Meşveret: Danışma. Konuşup anlaşma. Fikir edinmek için konuşup görüşme. Görüşme meclisi. (Bak: istişâre)
[44] Edyan: (Din. C.) Dinler.
[45] Tevcib: Lüzumlu yapma, lâzım etmek, gerektirmek. Bir iş için vakit belirlemek.
[46] Tekvir: Yuvarlaklaştırmak. Kıvırmak. Sarmak. Toplamak. Cemolmak.
[47] Tenakehu: تَنَاكَحُو : Evlenin (Aşağıdaki hadis-i şerifte geçmektedir.)
تَنَاكَحُوا تَكْثُرُوا فَاِنّ۪ى أَبَاه۪ى بِكُمُ الْأُمَمَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ حَتّٰى بِالسَّقْطِ. “Evlenin çoğalın. Zira doğan çocuk düşük de olsa, kıyamet günü ben sizin çokluğunuzla iftihar ederim. (İhyâu Ulûmid- Dîn, Cild-2, Hadis No: 74, Sayfa 61)
[48] İmtisalen: Bağlı olarak, imtisal ederek, uyarak, tâbi olarak.
[49] “Kişi evlendiği zaman dininin yarısını korumuş olur. Geriye kalan yarısı içinde Allah’a Karşı gelmekten sakınsın.’’ (Heysemi, Mecme’u’z Zevaid, No: 7310; Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, 2/239)
0 yorum:
Yorum Gönder