284 Nolu Band (08-11-1959 65 dk.)
Mevzuu
başlıca iki esasa ayrılmıştı. Birine vazifeden doğan ahlak, diğerine de aşktan
doğan ahlak tesmi’ edilmişti. Vazifeden doğan ahlakın membaı akıl, aşktan doğan
ahlakında mastarı kalp olduğu söylenmişti. Gerek aşk, gerek kalp, vazife, akıl,
bunların hepsi manayı insaniyeye ait birer vasıf olması hasebiyle, mevzuu
doğrudan doğruya insan mefhumu ile alakadar. Ve en zor kısmını da burası teşkil
ediyor. İnsan. İnsan nedir? Zahirde bakılınca elli atmış kiloluk kan ve kemik
torbasından ibaret bir varlık. Fakat manayı enfüsisi itibariyle, hakikati
itibariyle, hürriyeti zatiyesi itibariyle, insanın kendisi ne? En zor yeri bu…
Bunu her konuşmamızda tekrar ediyoruz. Yani sofranın ekmeği… Yemek değişir ama
ekmek değişmez. Yani ana mevzuu vaz ederken bunları her konuşmada birer birer
tekrar ediyoruz. Bazen yenisini söylüyoruz, bazen aynı manayı ifade ediyoruz.
Gelmede
gitmede hiç birimizin ihtiyarı yok. Dalgasız bir âlemden dalgalı bir âleme
düşmüşüz. Gelirken de hiç birimize sormadılar. Beyefendi böyle bir âlemi şuhut
vardır. Yani dünya denilen bir bela yeri vardır. Dünya öyle mi? Evet öyledir. Burası öyle.
Burası feryat âlemi. Burada insanlar elem ile emel arasında yoğrulurlar. Ya
elemin var ya emelin var. Şöyle bir düşün. Daima recadayız[1].
Ümit. Onun içün iman lazımdır. Çünkü ümidi besleyen şeyin adına iman derler.
Ümitsizlik yeise götürür, yeiste inkâra götürür, inkâr zulme götürür, zulümde
vahşete götürür, nihayet cinayet kapıları açılır, rezalet kapıları açılır.
Meyus çünkü, hiçbir şeyede ümidi yok. Hakk’ın rahmetinden gönlünü kesmiş.
Tesadüfün neticesiyim ben diyor. Binaenaleyh gözümün ününe herhangi bir fırsat
geldiği vakitte, ufacık zevkim içün ben bir kâinatı yakarım der. Hiç dinlemez.
Adi, gayet ufak bir zevk içün, milyarlarla insanı yakar. Bir adam imandan çıktı
mı, yeise kapıldımı… Kâfi insanlar efendim, iman derde şöyle dudağının ucundan
büker. Bu asır da o bükülen dudakları, medeniyetini taklit ettiğimiz garp da
koparıp atıyor. İnkâr kapısı kapanmıştır. Bu moda oradan geçmiş. Bize uğramış
fakat oradan geçmiştir. Derleniyorlar, toplanıyorlar, ne yapacağız diye
kıvranıyorlar ama yolunu çıkaramıyor.
İman
adama bir defa ölümü tanıttırır. Korkutmaz sevdirir. Umumi tevhit şenliğidir der. Anlatabiliyor muyum? Hani
bir asker askere giderde yorulur, hizmetini yapar ben artık vazifemi yaptım
der. Meydan harbinde bulundum, düşmanı tepeledim, memlekete memleket
kazandırttım, can kazandırttım, binaenaleyh artık ben gideyim de çocuklarımın
yanında bir huzur yapacağım dediği anda bir tezkere çıkar bir şenlik olur ya,
bu ölümde hakiki insan içün umumi terhis şenliğidir. Onun böyle olduğunu anlattırır.
Onun yalnız söz halinde değil, umuru haricinde misalini verir. Gönlüne huzur
verdirttirir ve yakinen bu böyledir dedirttirir. Onun içün inananın gözünün önünde bu
kâinat bir mezbaha değil, inanmayanın gözünün önünde bu kâinata mezbaha
nazarıyla bakar. O da ben ne vakit bir cinayet irtikâp ederim, ne vakit
benim elime böyle bir şey geçmiyor der. İnananın nazarında bu kâinat bir zikirhane.
Nasıl anlatayım sana acaba bilmem ki. İnsan talimgâhı. Bir şey
anlatabiliyor muyum? Geniş kurulmuş bir meydan. Bunları anlatır iman. Onun içün
iman ahlakla kardeştir, beraber gider. İmansızlar hayasızlar, hayasızlar
imansızlar. Yap gönlünün önünde bir şey. İlla hayat.
Kudrete gönül vermeyenler, ikinci hayatta bir varlık bulamayanlar, manayı insan
haklarını inkâr edenler, insanda gizlenmiş olan bir varlık var onu
göremeyenler, sen kork kendin, müsavi de bir şey koy. Usul böyle.
Yeis
olmazsa edepsizlik olur mu? Ümitsizlik olmazsa olur mu? Beşer bunun üzerinde
bir türlü duramıyor, başka yerlerde arıyor. Yaz-çiz fayda yok kardeşim, tutmaz onda, hiç birisi
tutmaz. Cicili sözlerle bu iş yürümez. Tattıracaksın. İlk önce kendisini
kendisine kabul ettireceksin. Biz kendimizi bilmediğimizden dolayı fena oluyoruz. Bela burada, bir
defa insana kendisini bildirecek. Ben neyim? Bunu düşündürme yollarını
aramıyoruz. Bütün dünya aramıyor. Onun içün beşeriyet inliyor ve inleyecek. İnsan
tek başına yaşamak için gelmemiştir. Kudret öyle bir adet kurmamış.
Bir defa bunu düşünmek lazım. Böyle tek başına yaşamayı Allah (cc) adet edinditmemiş,
yok. Kaidesinde yok. Cüz’ü kül yek diğerinden eyler istimdat-ı dad[2]
Bunu idrak ettiği vakitte insan hiçbir şeyi abes görmez, hiç kimseyi hakir
görmez. Eski konuşmalarımda misal getirmiştim size. Bin kiloluk kantar baskül
bir gram ilacı tartmaz. Bende bin kiloluk var diyerekten bir grama nazarı
hakaretle bakma sen ona. Muhtaçsın sen ona. Anlatabildim mi acaba? Bir gram
tartanda bin kiloluk tartmaz. Oda ona muhtaç. Zincirleme birbirimize
muhtacız. O halde birleşmek lazım. Gönül birleşmesi lazım. İlk önce evlerden
birleşmek lazım. Komşulardan birleşmek lazım. Arkadaşlardan birleşmek lazım.
Bir dostluk tesisi lazım. Bunu yapacak camiayı insaniye lazım. Nasıl
anlatayım? Vakit yok ki, zaman kısa müddet az. Ömür denilen şey… Vakit yok
bunun. Yapmalı valla, olur inşallah. Yapalım. Hep böyle gidiyor. Benim
tarifleri böyle tekrar ediyorsun.
İnsanların
hakiki insanların sohbetleri kuzudur. Samimiyet kalktığı vakitte konuşmak kurt
olur. Misal getiriyorum sana bak,
anlatabildim mi? Konuşmalar,
sohbetler, birleşmeler, muhabbetler, manevi çocuk meydana getirir. Ya kurt doğururuz, ya kuzu doğururuz. Eğer samimiyetimiz, birbirine karşı alakamız,
içimize gizlenmiş hususi vaziyetlerimiz yoksa Allah (cc) için birleşmişsek,
muhakkak bize Allah (cc) bir veled-i kalbi verir, o veled-i kalbi, ben misal
olarak kuzu dedim. Anlatabileyim diyerekten, tefhim[3]
makamında. O veled-i kalbi ya bizim için bir mahz-ı hayr olur, ya bizim için
bizi çöktürecek büyük bir şer olur. Bunu herkesin bileceği şeyler. İki
şahitle gelin bana diyor Allah (cc). Nasıl mahkemeye insan şahit götürür. Benim
mahkememe şahitsiz gelme diyor. Bana iki tane ne yap yap, şahit al gel. Bunları
dinlerim, sana berat kararını veririm. Allah (cc)’nün âdeti öyle. Bana iki tane
şahit getirmeden gelmeyeceksin diyor, iki şahit isterim diyor. Söyleyeyim mi
şahitleri? Gideceğiz ya, hepimiz gideceğiz. Ölümü öldüremiyoruz. Hiç merak
etmiyorsunuz. Çünkü ben bu kadar sene çalıştım, çok çalıştım ben, kendimce
bilmiyorum ya. Çok çalıştım, çok konuştum, çok yazdım. (11.02)? kendi cilmime
kadar. Hatalı kısmını Allah (cc) affetsin. Hatasız kısmında insanlara lazım
gelen faideyi verdirtsin. Yemiş vermedi. Yok yemişi yok. Olmuyor. Olmuyor. Onun
yemişi nedir biliyor musunuz? Daha içeriye girerken birbirimizi itiyoruz. Daha
otururken birbirimizi tenkit ediyoruz. Daha dinlerken gönüller birbiriyle kavga
ediyor. Burda, burada… Evet arada bir hararet oluyor. Bazen gözler kızarıyor, belki
yaş geliyor. Bu neye benzer bilir misiniz? Demirin bir ocak başında ateşe
inkılap etmesine benzer. Demiri alırız, veririz körüğü kıpkırmızı çıkar. O
dakikada ona demir diyemeyiz, ateş deriz. Onun içün sıfat aldı yakıyor. Ateşin
sıfatı yakmak değil mi? Beş dakika sonra soğur yine demir olur. Ateş olamadık,
misal yani ya? Ateş makbul bir şey değildir ya. Misal olaraktan söylüyorum.
Evet kızar bir şey olur filan, kapıdan çıktıktan sonra buz gibi demir. Dağınık şeyler. Buna manadan,
ahlakçıların sertac-ı ibdihacı[4]
olan zat-ı aladan misal getireyim, daha iyi anlaşılsın. Elfazı söylemeyeyim de
manasını söyleyeyim, vakit şey etmesin. Der ki Hazreti Muhammed (sav); bir
zaman gelecek, sizi sizden olmayanlar, iyi dinleyin bunu, sizi sizden
olmayanlar, misafirlikte bir sofrada oturan misafirlerin bir birine yemek ikram
etmesi gibi birbirlerine ikram edecekler. Anlaşıldı mı buraya kadar olan acaba?
Cümle biraz, dolaştırdım mı acaba? Bir daha söyleyeyim. İyi yer bu. Sizi sizden
olmayanlar… Nasıl ki bir cemiyet olur bir davet olur bir sofra kurulur,
misafirler birbirlerine buyursanız ya efendim derler, öteki sizde buyurun filan…
Nasıl böyle bir sofrada, bir cemiyette, bir davette bir sofrada oturan misafirler
yemeği birbirlerine davet ettikleri gibi sizi de sizden olamayanlar
birbirlerine davet edecekler. Testideki kırık çizik gibi diyor. Ala
kadt’atiha[5] O büyük
zatın dostları, gözleri yaşarmış, çok sıkılmışlar. Kunna e min qiletin bina
yevmeizin ya Rasullalah. Biz o kadar çok az mı kalacağız da bize
böyle şeyler yapacaklar? Yani, biz pek mi azalacağız? Hayır, şimdikinden pek
çok, pek çok, fakat o kadar çok olduğunuz halde niye benzeyeceksiniz biliyor
musunuz? Teşbih o kadar güzel ki işte o kadar olur. Nehir üzerinde saman
çöpünün akmasına benzeyecek. Nehrin üzerini saman kaplamış, böyle akıyor. Ne
misalinde.. Neresinde misalin güzellik var? Saman çöpünün içi boştur. Kalpsiz
yaşayacağız. Selin içindeki saman çöplerini
böyle birleştirebilir misin? İmkânı var mı? Yok. Öyle akar gider. Çoksunuz, sel
üzerinde, nehir üzerinde akan, cereyan eden bir nehrin üzendeki saman çöpü
gibisiniz. Öyle olacaksınız. Boş. O hal geldi mi insanda insanlık vakarından
insan olmayanlara karşı bir Huda’nın vermiş olduğu gizli bir kuvvet vardır. Nazarıyla yakar,
haliyle sarsar, ona mehabet[6]
denir. tenzeul mehabetin min kulubikum Mahz-ı mehabet sizin kalbinizden kalkacak. Siz
onlardan korkacaksınız, onlar sizden korkmayacak. Ac’alu kulubekumul vehin[7]
Kalplerinize vehin tarih[8]
olacak. Yanında bulunan dostları; vehin nedir efendim? Alçakça yaşamayı
insanca ölmeye tercih edeceksiniz. Her zillete rıza göstereceksiniz. Arişin
gölgesinde kalmayı arşın gölgesinde kalmaya tercih edeceksiniz. Bir şey
anlamadınız dimi? Arîşin gölgesi… Ariş çerden çöpten yapılmış derlenmiş
toplanmış bahçelerde yapılmış bir gölgeliktir. Aman bize bu razı diyeceksiniz.
Büyük bir arş varmış, büyük bir mana varmış, insana asıl bir mana varmış,
geçtikten sonra orada bir huzur varmış, bunlar sizin gönlünüze uğramayacak bile.
Arîş’in gölgesinde kalsak yeter. Üç kuruş alıyorum ya faziletim de gitsin, şunu
buldum ya o da gitsin, bu da gitsin, böyle geçecek diyor. Bir arşın, gölgesi
arîşin gölgesine benzer mi?
Neyse
gelelim mevzuumuza. Kendi heva-ı nefsinle kendine yol ayırma. Selsebili[9]
Allah (cc) den iste.… Çıkmaz.. Ne oluyor? Görüyoruz, kâinat ne oluyor? Nedir
yani netice ne? Boyumuzun aldığı kadar bir çukura girmek değil mi? Niye
birbirimizi yiyoruz? Niye gönüller kırıyoruz? Niyet etmiyoruz. Bizim dedemiz
böyle değildi. Dedemizi şöyle düşünecek olursak, ecdadımızı. Bir defa hale nefsi halim, âlim dendiği vakitte katip gibi kitap
okumak değil. Kalb-i münaakkah[10]. Kalp ilmi öyle bir şeydir ki, bak bir misal
vereyim de hoşunuza gitsin.
Ben
yetiştim, mini miniydim elini de öptüm. Öyle mini mini bir eli vardı, bir zat, öyle bir zat. Üç beş sene okumuş. Eskiden mahalle
mektepleri vardı işte, orada ne aldıysa o kadar okumuş. Okuması o kadar. Fakat
kalp ilmine sahip olmuş, o günün çok yüksek rütbeli adamları, çok fen adamları,
çok kafası işleyen insanları, gidiyor, imtihan kastıyla acaba ne var ne yok,
hakikaten bu adama herkes hürmet ediyor, hürmete değer mi, şey eder mi?
Getirdiği vakitte ne söylüyor o adam. Ben tesadüf etmişim çocuktum. İlk bir
adam geldiği vakitte sorar. Evladım sen ne iş yaparsın der. Hiç filan dedi mi?
İnsansın çok ayıp der. Hilkat senden bir şey bekliyor, hem Allah (cc) bekliyor,
hem insanlar bekliyor. Bu sayılı nefesini bu sermayeyi ne diyerekten
tüketiyorsun? Bir şey öğrenmeden bir şey yapmadan lütfen bir daha benim kapımı
çalma. Ama o benim gibi söylemez, yakar adamı. Anlatabiliyor muyum acaba? Ve sualler
herkesin seviyesine göre tevcih edilir. Herkese aynı sual değil. Mesela şu işi
yapıyorum de. İyi ama senin kabiliyetin o işte tahdid edilecek bir kabiliyet
değil. Hem kendini hem insanlığı ne diye mahrum ediyorsun. Niçin o kapıyı
bırakıp da bu kapıdan içeriye girmiyorsun? Ve yol gösterir, böyle. O günün ilminde… İlmine
mağrur, isim verirsem dedikodu olur, adetim değildir. Ve hakikatende dış
ilimleri biliyor, mağrur. bir zatın yanında bahsetmişler. Yahu ben bunu çok
işittim demiş. Hakikaten böyle ismi çok geçiyor, meclislerde filan. Şu zata
beni bir götürün demiş. Bir iki sefer atlatmışlar. Neden? Nadan adam. İnsanlar
kalp ilmine agâh olmazsa, gönül kitabından bir harf olsun okumazsa veyahut
görmezse ufacık bir şey bildiği vakitte yaratırım diye gezer. Bu işe benden
başkasının aklı ermez der. Canım öyle deme. Bu niye benzer? Hazreti Ömer’i
görmeyen Haccac-ı Zalime adil demeye benzer. Ömer’i görmedin de Haccac’ı görünce
aman ne adil adam dedin. Ömer’i gör bir defa. Kâinat bu. Birisine takılmış.
Beni götür demiş götür.. Beni götür, götür beni göreyim o adamı. Götürmüşler.
Şu kadarcık bir adam.
Gözümün önüne geliyor. Temiz, temiz,
temiz… İçi temiz, dışı temiz. Nur gibi bir adam. Ben gördüğümde doksan beş yaşındaydı. Üüüü, gözlüksüz,
değneksiz. Konuşurlarken o ilmine mağrur olacak; efendim nereye kadar okudunuz
siz demiş. ”Maksud’a kadar okuduk” demiş 24:30…….. Hiçbir şey demiş. Pek tuhaf
bir şey. Anlamıyor adamın verdiği cevabı. O günün usul-ü tedrisinde din ilmini
tahsil edenlere emsile, bina ve maksut
okuturlarmış. Mesleklerde de okuturlardı onları maksut. Ondan sonra artık büyük
dersler filan gelir. O gayet i işte ilk mektebin şeysi, dersi. O sahanın o
mesleğin ilk mektebinin dersi. Maksuda
kadar okudu mu? Gülmüş. Söylerken maksuda kadar okuduk efendi demiş. Pek az
okumuşsun. Ne yapalım maksuda kadar okuduk. Uyanmıyor herif. Üç beş sefer
söylüyor, yine uyanmıyor. Maksuda kadar okuduk filan. Neyse çıktıktan sonra, o
getiren adam başlamış ağlamaya. Çünkü nazlı bir adama nadan bir adam götürüldü
mü o onu cehenneme sokmak demektir. Ben niye bu işe sebep oldum? Niye
müteessirsin demiş. Kardeşim darılma ama demiş, iki küfe hayvan yükü kitap
okudun onların hepsini yak demiş. İnsan olamamışsın, beni de mahcup ettin. Cevap verdi, durdu durdu maksuda kadar dedi
güldü. Hiçbir şey anlamadın mı? Demin üç sayfalık bir şey okudu. Yahu hayattan
gaye maksut Allah (cc) dür. Allah (cc) ye kadar okudum anlamıyorsun demiş.
Anlatabildim mi? Maksut nedir? Allah (cc) değil mi? Duruyor duruyor demiş,
tebessüm ediyor gülüyor, halli bir vaziyette ya efendi ne yapalım maksuda kadar
okuduk diyor sen hala uyanmıyorsun demiş. Ondan sonra düşünmüş uyandım bir daha
gidelim. Yook, geçti artık.
İşte
bizim burada şimdi genç arkadaşlar çoğalmaya başladı. Bunların hepsi
vazifelidir demektir. Genç. İnsanlığa
lazım olan hizmeti yaymayı vazife edinmeliler. Ve ahlakın taliminde,
insanlık taliminde, insanlar çok tecavüze uğrar. Hakaret ederler, eğlenirler,
hala o kafada mısın derler. Bunların hepsi ona gayet güzel bir zevk vermeli.
Müteessirde olmamalı. Bu âlem darılma pazarı değil dayanma pazarıdır. Ufacıcık
sarsıldın mı yıkıldın demektir. Evet kolay değildir bu hal ilmini bu insan
ilmini, nam-ı diğerle ahlak ilmini, beşeriyet üzerinde tecelli etmek hususunda
çalışmaklık pek kolay değildir. Çok tecavüze uğranır, çok hakarete uğranılır,
çok eğlenen olur. Bunların hepsine karşı sen haklısın diyeceksin. Gözlüğünün
camı öyle. Gözlüğün camı değişinceye kadar bunları demekte sen haklısın.
Gözünde siyah, siyah cam var, tabi siyah göreceksin. O yahut sarı cam var,
kâinatı sarı göreceksin. Yeşil cam var yeşil gereceksin. Hakiki rengini
buluncaya kadar sen ne dersen haklısın diyeceksin. Böyle çalışacaksın. Anlatabiliyor muyum
acaba? Böyle olur, başka türlü olmaz. Genç sudur, muhit kaptır, su kabın
şekline göre girer. Anlatabiliyor muyum acaba? Harici misal vermek lazım
gelirse, genç sudur, muhitte kaptır, su hangi kaba, hangi kaptaki renge girerse
onu gösterir. Binaenaleyh, o muhiti o gencin değiştirmesi yani iyi yapması,
güzel çalışması iktiza eder. Biz bu işi yapmıyoruz.
Bir
defa dost bulacaksın. Hiç olmazsa üç kişi bir iyi hukuk tedarik etmeli. Yahut
bir kişi iki kişi ile başlamalı. Gayet iyi bir böyle tam can olaraktan. İyilik
üzerinden hukuk. Hani var ya bazı şeylerde inat. Buna inat demeyelim de ne
diyelim? Azim diyelim ona. Batıl isim almasın. Şu hayrı meydana getirmeklik
için bir yok mu kâinatta hayır mefhumları? Herkes bir hayır mefhumu alsa,
ben bunu dirilteceğim, bu dirilecek. Zannetme ki niyetler döndüğü vakitte sen
yapacaksın. Allah (cc) yapacaktır. Sana bırakmaz onu. Yalnız senin gönlünün
üçünüzün birleştiğini, hiç ara yerde fark olmadığını, renk olmadığını gördüğü
an derhal Huda, mal onundur, kendisi yapar. Bunlar yine zannetme ki kendin
yapacaksın. El verir ki selametlik kalsın. Selametlik kalsın.
Deden öyle muvaffak oldu. O
muhabbetler kalmadı, o zevkler kalmadı.
Bak
size bir misal getirmiştim, iki üç sene evveli, hafızam aldatmıyorsa. Ne ne nebiçim
kan taşırmışız biz. Dünyanın neresinde var azizim bu kan. İmkân var mı böyle
insan bulunsun? Bir lort adam, namütenahi serveti var. İşi muntazam. O günün
giran-baha kadifelerinden, altın sırma işlemeli muazzam bir elbise yapmış
karısına. Yapar ya, parası onun. Düğün olmuş, düğüne giyilmiş. İkinci düğünde
aynı elbiseyi aynı kumaştan başka birisi yapmış. Kadın gelmiş eve, ben bu
elbiseyi bir daha giymem demiş. Cahil, ne içün? Filancanın karısı da bu
kumaştan aynını yaptırdı. Kim? Filancanın. Sen getirsene bana o elbiseyi demiş.
Almış makası şak şak şak şak şak şak, “basma elbise giyeceksin bundan sonra”
demiş. “Ben bu memlekette ahlaksızlığı yayamaya memur değilim. Benim vaziyetim
müsait bunu yapsam, onun vaziyeti müsait değil uşağınızdır,
ahlaksız çıkar meydana”. Bir şey anlatabiliyor muyum acaba? Kadife
değil, yünlü değil, basmadan fazla sana bir şey sana giydirmem demiş. Geçti
artık. Ben ahlakı yıkmaya, indi ilahide büyük bir zillete mahkûm olmaya kendimi
vakfetmedim. Benim param müsait, fakat ben bunu düşünememişim. Yarın orda öbür
gün burda şurda filan derken olmaz.
Kocası memursa parası yetişmeyecek, rüşvet alacak. Ufak esnafsa tüccarı
dolandıracak. Ahlakı biraz daha düşükse şerefini satacak, ben bunlara sebep
olacağım sen kadife entari giyeceksin…. Bu dedenin çocuğusun sen, anlatabiliyor
muyum? Evet insana bazen rızık diye gözüken şeyler tuzak olur. Zahirde güzel
gözükür amma tuzak olur. Adamı şey eder.
Bunlarında meydana gelebilmesi için kalbe sahip olmak lazım gelir. Büyük kitap
öyle der. [11] لِمَنْ
كَانَ لَهُ قَلْبٌ der. Allah
(cc) konuşur konuşur konuşur da o kadar tatlı konuşur ki.. Ah bir içerisine
girsen de bayılsan. Öyle konuşur. Söyler söyler söyler ondan sonra لِمَنْ
كَانَ لَهُ قَلْبٌ Ben bunları
anlattım ama kalbi olanlara der. Demek ki hepimizde kalp olduğunu Allah (cc)
kabul etmiyor. Kalbi olan içündür der لِمَنْ كَانَ
لَهُ قَلْبٌ Ondan sonra söyler
söyler bir yerde . وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ
الْوَارِثُونَ[12] der. Bu kafidir insan içün, şu ufak
cümle kafidir. Ne iddia ediyorsunuz diyor. Her şeyin varisi benim. Ben
mirasçıyım diyor. Herkes bana bırakacak. Anlatabildim mi? وَنُم۪يتُ
وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ Benim varis olan. Herkes nesi varsa
bana bırakacak. Hiç kimseye bir şey bırakmam. O halde değer mi? Değmez ama nasıl
yıkalım perdeyi? Gaflet perdesini nasıl yıkalım? Kalp olunca. Çok eskiden
okumuştum ya size bir şey okuyayım. Kalp dedik ya meşhurdur ama olsun. Bir defa
anasır bizi hak dostluğundan ayırdı. Biz bu anasıra bürünmezden evvel çok büyük
mevkiimiz vardı. Anasır. Hakkın gayesiyle bir dost
bitti. Neyimiz varsa iblis çalar. Ne yap yap elinden çaldırdığını al.
Anlatabildim mi acaba? Bir hesap yap neyini çalmışsa bahane et, güzellikle mi
alacaksın, kovarak mı alacaksın, yakasına yapışıp mı alacaksın, bir defa çaldırdığın
şeyin hepsini al. Çünkü Hak ile aşina olana sebep kalb-i selimdir. Onunla
Hakk’a aşina olabilirsin. Hiçbir azayı cevarihinle değil. Huda oraya nazar
ediyor.
Şimdi yine size bir misal vereyim.
Bugün zevkim var çok. Büyük kitapta der ki; anlat. Kur’an bir sır kutusudur.
Onu herkes iddia eder, Arapça mıdır,
Arapça mevzuusu filan. Bırak şimdi sen Arapçasını Türkçesini. Bir defa
Kur’an’ın kendisi var. Mesele bu. O Arapça olsaydı her Arab’ın anlaması lazım
gelirdi. Sır kutusu sır sır. Erbabına açılır. Şimdi bir misal vereceğim size.
Habibim anlat, İbrahim (as) ile İsmail (as)’ın beytin, Kabe-i Muazzama’nın
yani, temellerini yükselttiğini anlat. Şimdi ne kadar bunu tefsir eden kitap
varsa hepsini aç böyle anlar. Başka bir şey yazmaz. E ne çıkar bundan? Devam
edeyim mi yoksa başka şey söyleyeyim mi? Merakla dinliyor musun Bilmem ki?
Şimdi manaya düşman herhangi bir adam geldi. Açtık bunu, anlat. İbrahim (as)
ile İsmail (as) Beyt-i Şerifin temellerinin taşlarını yükseltin dedik
yükselttiler. Anlat. Onlarda yükselttiler, ondan sonra orada dua ettiler. Der,
insan pişirici bir iklimde basit taştan yapılmış bir bina bunun taşlarını
yükselt diye söyledi onlarda yükselttiler. Bundan ne çıkar bana? Belki senin
imanın kuvvetli ondan zevk alırsın durursun. Boynunu kesersin teslim olmuşsun.
Bu tarafta bir acayip biri çıktı karşınıza. Şimdi bak misal getireceğim de daha
iyi anlayacaksın. Her emirde, mananın her varlığında, bir iç vardır, birde dış
vardır. İnsan dendiği vakitte, beni gözünün önüne getiriyorsun yahut şunu
getiriyorsun, bunu getiriyorsun, hepimize insan deniyor ya. Bu görmüş olduğumuz
dıştır. İnsanın kendisi değil bu. Bunun var olduğuna bir vesika. Kaç defa
söyledim, can’e, elbise, bu tenden agâh mıdır? Bunu bilir mi bu benim ceketim?
Bilmez. Bu tenim buna muhtaç. Bunu muhafaza edecek. Nasıl bu elbisem, bu
ceketim, bu tenimi bilmiyorsa, agâh değilse, benim asıl bir varlığım var,
insanlığım var. Bu elbise de bu. Bir şey anlatamadık galiba? Bu ceket bu tenden
agâh olmadığı gibi, bu ceket bu tenin elbisesi olduğu gibi, teninin de canının
elbisesi olduğunu bil. O benim manamdan haberdar değil. Agâh değil. Emirlerin
de, nehiylerinde manada ki cümlelerinde, bir içi vardır, bir dışı vardır. Bir
misal daha vereyim, daha iyi anla. Verdim bunları ben sizlere ama şimdi
münasebet aldı da tekrar ediyorum.
Beşeriyetin Fahri Ebedisi der
ki; inanan bir insan abdest alırsa, şeytanlar onlardan uzaklaşır. Ve kat’idir
bu. Ben alıyorum uzaklaşmıyor. Kimseyi karıştırma. Ben, ben… E bu, Zeyd’in
yahut şunun bunun sözü değil ki bu. Bu onun sözü. Bu katiyet ifade eder. Eder
ama ben alıyorum uzaklaşmıyor. Acaba alamıyor musun? Yok, ellerimi gayet güzel
yıkıyorum, yüzüme lazım gelen şekilde o tadili erkâna riayet ederekten yapıyorum
ama iç abdestini alamıyorum. Ya!. Birleşmesi lazım. O ne demek. Evet bak şimdi
yıkarken ilk önce elimizi yıkarız. Neden? El icra memurudur. Dünyadan el
kalksın bütün işler durur. Kıpırdanma yasak. Biz buna kıymet vermiyoruz bedava
bulduğumuzdan dolayı. Eli kaldır bütün iş durdu. Onun içün ilk önce eli yıkarız.
Dışta da içte de nasıl yıkanması lazım? Şuunat-ı kevniye kalbe akseder veyahut
kalp onu arar bulur. Oradan dimağa gider. Kalp aşktır, dimağ levh-i mahfuzdur,
kürsidir. Anlatabiliyor muyum bir şey? Biraz şöyle iş derinleşti. Mevzuu
kısaltıvereyim. Eğer bu el ruhtan gelen emirlere itaat ederde, nefisten gelen
emirlere karşı, yooook ben sana uşak olamam der kendini kullandırtmazsa iç
âleminde el yıkandı. Hayır diyor, ben ruhtan, kalpten gelen emirin bendesiyim.
Senden heva-i nefisten geleni kullanmam seni. Sen şu yumruğu al, şu mazluma
benim keyfim için vur diyorsun. Bende öyle hazırlayacağım, vuracağım, öyle şey
yok diyor. Şimdi birazdan gelecek bana ruhtan bir emir, O zalimin kolunu
koparacağım. El böyle hazırlandı. Birde dıştaki şekilde yıkandı mı, eli yıkadık.
Ağzımızı yıkarız. Yalan söylemedik, hak ve hakikatten başka bir şey konuşmadıksa
ağızımızı da yıkadık. Buy-i rahman[13]
iştimam[14]
edebilmişsek, burnumuzu da yıkadık. Yüz, imza-i ilahi var. Allah (cc)’nün
imzası var, yani ya. İnsanda fatiha-i kitaptır. Eğer
bu sözü ezel âleminde vermiş olduğumuz söz üzerine hiçbir vakit bir münafığa,
bir zalime, bir haine, çevirmemişte daima Hakk’a döndürmüşsek, yüzümüzü de
yıkadık. Allah (cc)’nün istediklerini başımızda taşıyorsak başımızı da mest
ettik. Kâinat getirdi bütün menfaati önümüze döktü, bizim ayağımızı kaydırmak
istiyor, hayır bizim ayağımız bir yerde sabit kalmıştır diyerekten dönmemişse
ayağımızı da yıkadık. Dış da ki yıkamalarla beraber birleşirse, ne hin gelir,
ne cin gelir ne iblis gelir, ne nefis gelir. Hiçbir şey gelmez. Toplayabildim
mi? Ya, mesele bu. Bunları niye söylüyorum? Bazı insanlar konuşuyorlar, evet
doğrudur amma diyor ki namaz şöyle yapar böyle yapar, şöyle işte fenalık
yapmaz, şöyle etmez, şöyle… İyi ama onun lazım gelen yerini söylemiyor. Öbür
taraftan dinleyen adamlardan da benim tanıdıklarım var. Sen öyle diyorsun ama
filan namaz kılıyor diye yaklaştım,
yaktı beni yaktı. Beni yaktı mahvetti. E bunu anlattın mübarek adam, onun
gerisini de anlatsana. Bunlar hep kaide içerisindedir. Bu adam namaz mı kıldı
yattı kalktı mı? O zavallı kendini de aldattı. Konuşmayın. ….men lem tenya selatehu anil fahşai vel
münker, lem tezdedhu minelllahi illa bu’den[15]
Gönlümüzü verdiğimiz mana öyle haminne[16]
manası değil. Hikmetle doludur. ……… Bir adam o ibadeti yaptığı halde yapmış
olduğu ibadet onu kötülüklerden alıkoymuyorsa, bilsin ki o onu Allah’ından
uzaklaştırıyor. Aynen maddi şey gibidir, kalp hastalığın var, gittin doktora,
verdi bir ilaç, kullandın dikkat edersin. Yahu ben bakayım iyiliğe doğru
gidiyor muyum gitmiyor muyum? Baktı ki daha fena diye derhal keser.
Anlatabildim mi? Bütün ibadetler ta’atler de Kur’an eczanesinden yapılmış, Hazreti
Muhammed (sav)’in ser-tabâbetinden[17]
geçmiş, edviyeyi[18],
şifaiyeyi maneviyedir. Nasıl anlatayım sana?
Beyt-i şerifin taşlarını…
Bunun zahirdeki manası tasvir edildikten sonra ilk manası nedir biliyor
musunuz? Oradaki İbrahim iç manada ruhtur, İsmail de ruhun sıfatıdır, beyt de
kalptir. İnsana hilm-i buluğunda nefs-i emmare ordusu bütün vücudunu kaplar. Yaşı
ilerledikten sonra ihtiraslar başlar, şunlar olur, bunlar olur. Söylerim diyor.
Merkezi hükümeti insani kalptir. Kalıbında beşeriyet hali bazı çirkinlikler,
çıkıklıklar olur ama sakın kalbi boğulmasın. Kalbini anasır-ı erbaanın
fevkine doğru vereceğim emirlerle yükselttin, oraya hiçbir şey girmesin. O beyt
o duvarların yükselmesi demek verilen emirlerle, ahlaki kaidelerle kalıp
âleminde çıkıklıklar başladı. Birden bire merkezi hükümet sükût edip de o adam
sükût etmesin. Kalıbından def edebilir fakat merkez düştü mü her taraf düşecek.
Anlatabiliyor muyuz acaba? Kalbi ayır onun için ne dedik? Kalbinle kalıbının
vazifesini ayır. Öyle yaşa.
İnsanlar azıcık vücut
testisinden içip mest olmalı. Hep hariç de ki badeyle mest olmamalı. En büyük
meyhane senin iklimi vücudunda vardır. Kalp kadehiyle iste de doldurup doldurup
bak neler var. Anlatabiliyor muyum acaba? En büyük, üüüüü. Cemden evvelki alel serdarının sarhoşuyum de. Dağ bağ yok iken ben
sarhoştum de. O meyhanenin şarabını içtim de. Anlatabiliyor muyum? Dağ bağ
yoktu, üzüm yoktu, bağcı yoktu, bag-ban yoktu. Ahh ah de. Nıfs-ül leyl de bütün
şeyleri sökersin. Ne kadar tuhafıma gider.
Size bir defa daha anlatmıştım
ama bulursam yine anlatayım. Bulamam arayınca bulamam. Kaba bir misal
getirecektim. Avam-ı nasta Hakk’ın adı Allah, sadıkın da eyvah, aşığın da ah.
Onun için büyük insanlar vaktiyle belki yetişenleriniz vardır, birisi ah dedi
mi ah deme derler. Onun manası vardır. Çünkü o bir makamdır. Oraya çıkmadan
adam şöylerse o ah diyen adam onu bilerek söyleyecek
olursa, Yarabbi bütün insanlara vereceğin belayı bana ver. Beni siper-i saika
yap. Yıldırım düşerken hani şey vardır ya böyle. Anlatabildik mi acaba? Onun
içün, sen onun ehli değilsin derler. Onlar bir acayip insanlar. Bu lacivert kubbe
neler getirdi.
Oradaki aşkı anlıyorsunuz
dimi? Romanda okunan aşk değil. Bunun kökü ezelde. Dalları ne arşta ne fezada. Öyle bir şey. Biraz, çoook boynunu bükmeli.
Ben rast geliyorum, oldum sevdasında ne adamlar var. Hakikaten böyle şey oldum.
Olanların başında, böyle tabirde caiz değil ya… Biraz beni affedin. 50,18 Mahbub-u Nebiyy
İmam-ı Ali der. Bak birkaç
cümlesini söyleyeyim de insan önüne bakmaktan başka bir şey yapamaz. Uzunca
birkaç yerinden söyleyeyim şöyle. Ya Rabbi, bir gece yarısı söylüyor bunu. Ya
Rabbi affın iyilik yapanlara mahsussa, kötülük yapanların gaffarı kim olacak?
Hakkıyla sana kul olamadım, etkıyayı[19]
ümmetten bulunamadım. Biliyor musun? Sözün sahibi kim? Günahkârım, onun içün damin-i[20]
affına sarılıyorum. Ve herkesten daha haşiane sarılıyorum. Tekrar ediyorum.
Silahın büyüktür fakat senin affın ondan daha büyük değil midir? Yarabbi şanına
yakışan benim gibi hatasını tahakkuk eden kimseyi affetmek değil midir? Ali’yi
bab-ı maaliyi maad-ı fazlından başka bir yere
müracaat edemeyecek bir tabiatta yarattın. Beni diyor öyle yaratın ki yalnız
senin kapınan başka bir yere gidemeyecek bir şekilde yarattın. Senin kapını
çalıyorum. Ne umarsam senden umuyorum. Bu bize gayet büyük edep talim eder.
Şöyle böyle bir parça bir şey olup da… Oldumdu, verdimdi, yaptımdı… Şimdi
herkes evliya. Kadınlardan daha çok. İşte bu
Hazreti Ali’nin bu sözünü gözünün önüne getirsin, ona göre konuşsun, ona
göre edep tahsil etsin. Sonra bak ne kadar tevazua bak. Ey Resuller gönderen
Allah’ım; Resul-ü Haşimi hakkı içün, seni daima takdis eden ebrar-ı ümmet hürmetine…
Bak bak tevazuya bak. Beni Muhammedî olarak getirdin Muhammedî olarak götür. Ya
yakar adamı yakar. … mu keselim mi ne yapalım ya?
İhlas ile olan ah insanın
bütün hatasını siler. Bir ah anahtarı yok mu geceleyin diyor. Muradının
kilidini açamıyor musun? Var ama ucu kırık. Olmaz. Ufacıcık bir yeri kapıya
anahtarı girer takılıyor dersin açamazsın. Takıntı olmayacak. İhlas rendesi,
törpüsüyle törpüle. Manastırlı Ahmet baba vardı. Hani o biraz evveli
söylediğim, maksude kadar okuduk diyen zatın çapında. O da omuz başı giden
insanlardan. Âşık bir adam. Dostlarını çağırıyor, bugün filana gidelim size bir
ziyafet vereyim diyor. Bugün yıkanalım diyor. Ziyafet veriyor. Filan yere
gidelim diyor. Gidiyorlar. Ona da bir Allah konuşması oluyor. Bak adam ne biçim
adam, ne dolgun adam. Sabahleyin hepsini yapıyor ediyor, konuşmanın bir
yerinde, kalp dedim onun için misal getiriyorum. Kalbi selimden murat nefsi
natıkayı kainâtın kalbi olan Hazreti Muhammed’(sav) dir diyor, huuu diyor düşüyor.
Örtüyor üzerini yine sohbet devam ediyor. Yaa, bu kubbe acayiptir. Çok acayip insanlar
yetiştirmiş. Sanma ey hâ, o ah… Onun
ahını söyleyeyim de. Bir gün konuşurken bir genç efendi, efendi baba kaç defa
hacca gittin demiş. Bu yedinci demiş. Ahh, bir defada ben gidebilsem. Şöyle
kalkmış alnından öpmüş. Şöyle kalkmış alnından öpmüş, oğlum o ahı bana ver sana
yetmiş hac vereyim ben. Bir şey anlatabildim mi acaba? O ahını bana ver sana
yetmiş tane haç vereyim. O ne ahtır demiş.
Sanma ey hace ki
senden zer ü sim isterler. Yevme la yenfau da kalb-i selim isterler. Bunu nihayetine kadar
okuyacaktım ama yoruldum. Kusura bakmayın, haftaya yalnız bir şeyi yerde
bırakmıştım. Hatırınızda mı nerede bıraktım? Hah. İyi teşekkür ederim.
Söylemeseydiniz söylemeyecektim. Bana iki tane şahit getir. Allah. Bizim
mahkemeye iki şahit getirmezseniz yok. Yalansız güzel konuşmak üzere hayatında
konuştuğun sözleri şahit getireceksin diyor. Bir. Halini de şahit getireceksin diyor. Halinin
esrarını ben Kudret tarafından, kudretim tarafından onun hepsini temessül
ettirdim, yani filmini çektirdim. Bunları bana şahit olarak getir. Eğer bunlara
bakacağım, bunları dinleyeceğim, ona göre sana karar vereceğim. Zararın
neresinden dönülürse kâr orasındadır. Bugünden itibaren, insan her çıkıklığını
birden atamaz. Tekâmül kaidesi vardır. Köpek nefsi diriltmemeye çalışalım.
Anlatabildim mi? Kestirme bu. Dizginleyelim. Zordur o. Bir defa sabır lazım. En
zoru o. Sabır nefse yılan gibi gelir, çok fena, mar-yılan.
Ondan sonra herkes kendi kendinin çıkıklığını bilir. Nadansa azaltmaya
çalışsın. Dedikoducuysa, ağzını kilitlemeye başlasın. Kibri varsa ezsin.
Olmasa kibr ile riya sensin ol
beyti Kibriya. İnsanı
yıkan o dur. Sen onu bil ki muhakkak senden aktar insan vardır. Üüü niyegüveniyorsun.
Sonra Hak’tan başka bir yerden bir şey beklememeye alışalım. Bizi yıkan
şeyin biride o dur. Haktan başka… Vaktiyle birisi padişahların selamlıkları
vardı. Orada müracaat ederlerdi de ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlardı. Gitmez
ya, insan insana ne yapabilir? Bu işin en büyük şeyi,
ilmi misal getirirsem daha iyi anlarsınız. Mesela kilisede loca vardır. Herkes
sınıfına göre yer alır oturur. Her, her dinin ibadethanesinde öyle herkese yer
vermezler. Sonra her din mukakkak bir yerde ibadet yapmak ister. Bizde öyle
değil, Allah (cc) der ki; Her toprak size bir seccadedir der. Ayrı sınıfı ya,
bambaşka bir şey. Loca vardır orada yeri yok. Bizim mabede girdi mi,
hükümdar ile reis ile köle, hizmetçi, çöpçü, mareşal filan, huzur-u ilahide
rütbe yok. Yan yana durur. Sen şöyle biraz geri dur diyemezsin. Sonra o
kadar bu hususa dikkat etmiştir ki, Cenab-ı Peygamber diyor ki; bir insan
mabette mahsus kendini tanısınlar diye bir köşe ittihaz ederse o adam benden
değildir diyor. Sakın bana kendisini izafe etmesin diyor benimle alakası
yoktur, hususiyet yapıyor o diyor. Anlatabiliyor muyum acaba? Yan yana durur,
geri git diyemezsin. Hem nefsi ilahide kim rütbeli kim
rütbesiz ne bilinir o. Orada neticede herkes bir elini kaldırır.
Bakarsın ki en büyük rütbenin sahibi de elini kaldırmış boynunu büküyor, öbür
tarafta en zayıf da. O ona ders veriyor Kudret. A herkes bir yerden istiyor,
buda benim gibi dilenciymiş. Anlatabiliyor muyum? Bu da benden dilenci, bu da
istiyor demiş. Herkes eksiğini ondan istiyor. Hani vardır ya meşhur, Bektaşi
ile bir sofu hacca gitmişler. Bektaşi elini açmış, Yarabbi, dermanlık yok
demiş, para yok. Öteki Yarabbi iman. Onun dermanlık yok, para ver dediği
vakitte şöyle bir bakmış, yahu sen ne terbiyesiz adamsın demiş. Bu huzurda da
böyle yapıyorsun demiş. Ne istiyorsun? Canım insanın nesi eksikse
onu ister Allah (cc) den. Benim param yok para istiyorum, senin imanın yok iman
iste. Benden ne istiyorsun sen. Sonra işte bir fakir adam o vaktiyle, bugün ki
âdete göre şeye çıkıyor. Padişah cuma selamlığına çıkacak ondan bir şey
isteyecek. O günün polisleri açılın açılın diyerekten halkı açarken, elindeki
cop herifin kafasına değmiş acımış canı. Senin hayrından kafam yarıldı demiş,
şerrin kim bilir nasıl olur. Hadi… Bugünlük bu kadar yeter.
[1] Reca Emel, ümit, yalvarmak. Cânib, taraf. İstek,
arzu, dilek.
[2] Cüz’ü kül yekdiğerinden eyler istimdat-ı
dad: Bütünü var eden her zerrenin selameti, diğer zerrelerin selametine yaptığı
hizmete muhtaçtır.
“Mü’minler bir vücudun organları gibidirler.” Hadisi
Şerif
Cenab-ı Hakk, bir şeyden her şeyi, her şeyden bir şeyi
yaratırken, küçüğü-büyüğe, büyüğü-küçüğe ihtiyaç halinde takdir buyurmuş. Her
zerrede Cenab-ı Hakkın takdirini görüp nazar-ı hakaretle bakmamalı.
(Vücuttaki, büyük küçük her zerre, diğer zerreye
yardımcı olurken, kendisine de hizmet eder. Mesela; hücrelerin karaciğeri
sağlıklı çalıştırmak için gösterdikleri çaba; aslında kendi selametlerinin de
gereğidir. Kendilerine de hizmettir.
Hücre dokudan, doku karaciğerden, karaciğer vücuttan,
vücut insandan, insan çevreden, çevre Dünya’dan, Dünya Güneş sisteminden,
....ve nihayet Kainattan ayrılamaz. Hücre, tüm evren mekanizmasının bir parçası
olarak diğerlerinden ne daha değerli ne de daha değersizdir. Büyük, küçük her parça
var olabilmek için diğerine muhtaç ve mahkum kılınmıştır.
Tam manayı veremedik. Gücümüz anlamaya da tercümeye de
ancak bu kadar yetti.)
[44] Cüz’ü kül yekdiğerinden eyler istimdat-ı dad:
Bütünü var eden her zerrenin selameti, diğer zerrelerin selametine yaptığı
hizmete muhtaçtır.
“Mü’minler bir vücudun organları gibidirler.” Hadisi
Şerif
Cenab-ı Hakk, bir şeyden her şeyi, her şeyden bir şeyi
yaratırken, küçüğü-büyüğe, büyüğü-küçüğe ihtiyaç halinde takdir buyurmuş. Her
zerrede Cenab-ı Hakkın takdirini görüp nazar-ı hakaretle bakmamalı.
(Vücuttaki, büyük küçük her zerre, diğer zerreye
yardımcı olurken, kendisine de hizmet eder. Mesela; hücrelerin karaciğeri
sağlıklı çalıştırmak için gösterdikleri çaba; aslında kendi selametlerinin de
gereğidir. Kendilerine de hizmettir.
Hücre dokudan, doku karaciğerden, karaciğer vücuttan,
vücut insandan, insan çevreden, çevre Dünya’dan, Dünya Güneş sisteminden,
....ve nihayet Kainattan ayrılamaz. Hücre, tüm evren mekanizmasının bir parçası
olarak diğerlerinden ne daha değerli ne de daha değersizdir. Büyük, küçük her
parça var olabilmek için diğerine muhtaç ve mahkum kılınmıştır.
Tam manayı veremedik. Gücümüz anlamaya da tercümeye de
ancak bu kadar yetti.)
[3] Tefhim Anlatmak. Bildirmek.
[4] İbtihac Sevinç, sevinme. İç açıklığı.
[5]
Ebu Davud, Melahim 5, (4297) وعن ثَوْبَانِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال:
]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: يُوشِكُ ا‘ُمَمُ أنْ تَدَاعِى عَلَيْكُمْ كَمَا
تَتَدَاعَى ا‘كَلَةُ الى
قَصْعِتِهَا. فقَالَ قَائِلٌ: مِنْ قِلَّةٍ
نَحْنُ يَوْمَئِذٍ؟ قَالَ: َ. بَلْ أنْتُمْ يَوْمَئِذٍ كَثِيرٌ، وَلكِنَّكُمْ
غُثَاءٌ كَغُثَاءِ السَّيْلِ، وَلَيَنْزَعَنَّ اللّهُ مِنْ صُدُورِ عَدُوِّكُمُ
الْمَهَابَةَ مِنْكُمْ، وليَقْذِفِنَّ في قُلُوبِكُمُ الْوَهْن. قِيلَ: وَمَا
الْوَهْنُ؟ قَالَ: حُبُّ الدُّنْيَا وَكَرَاهَةُ الْمَوْتِ[. أخرجه أبو
داود.»التَّدَاعِي« التتابع: أى يدعو بعضها بعضاً فتجيب.و»ا‘كَلةُ« جمع
آكل.و»الغُثَاءُ« ما يلقيه السيل
.
Hadisin Manası: Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem) buyurdular ki: “Size çullanmak üzere, yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya
çağrışan yiyiciler gibi, birbirlerini çağıracakları zaman yakındır.” Orada
bulunanlardan biri: “O gün sayıca azlığımızdan mı?” diye sordu: “Hayır,”
buyurdular. “Bilakis o gün siz çoksunuz. Lakin sizler bir selin getirip yığdığı
çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan çer-çöpler durumunda olacaksınız.
Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin
kalplerinize zaafı atacak!” “Zaaf da nedir ey Allah’ın Resulü?” denildi. “Dünya
sevgisi ve ölüm korkusu!” buyurdular.
[6] Mehabet: Heybet. Hürmetle karışık korku.
İhtiram. Azamet. Büyüklük.
[7] Vehn: Meşakkat, zorluk, darlık,
sıkıntı, yük, Gevşeklik, kuvvetsizlik, zayıflık
[8] Tarih: Tarh edilme, bir
mükellefiyetin üzerine yazması, borçlandırma
[9] Selsebil : Cennet'te bir çeşme veya ırmak.
Mc: Tatlı, lâtif, leziz su.
[10]
Münakkah : (Nakh. dan) En iyileri
seçilmiş. Müntehab, güzide. Soyulmuş, temizlenmiş, ayıklanmış.
[11] Kaf
Suresi 50 nci Ayeti Kerime اِنَّ
ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ
اَوْ اَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَه۪يدٌ
Meali: Şübhesiz ki bu söylenende kalbi olan yâhud
şuhud halinde kulak tutan kimse için uyandıracak bir ıhtar vardır
[12] Hicr
suresi 23 ncü Ayet-i Kerime وَاِنَّا
لَنَحْنُ نُحْـي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ
Meali: Elbette biz diriltiriz ve biz öldürürüz! Ve
hepsinin varisleri de biziz.
[13] Buy-
Rahman : Rahman’ın kokusu
[14] İştimam : Gereği gibi koklamak. Koku
duymak.
[16] Haminne : Hanım nine sözünün bozulmuş şekli,
büyük anne.
[17] Ser-tabâbet
: Baş hekim
[18] Edviye (Devâ.C.): İlâçlar, devâlar.
[19] Etkıya (Taki. C.) :
Çok takvâ sâhibi olanlar. Takiler. Takvâda çok ileri giden mes'ud kimseler.
1 yorum:
Böyle bir hizmette bulunduğunuz için çok teşekkür ederim. Allah yardımcınız olsun,kabul buyursun...
Yorum Gönder