285 (07.12.1966) 65 dk. (285)
… vazifeden doğan ahlakın
annesinin akıl olduğunu, aşktan doğan ahlakın mastarı, membaı kalp olduğunu söylemiştik.
Gerek akıl, gerek aşk, vazife, kalp, bunlar mana-i insaniyeye ait birer vasıf
olması hasebiyle, insan doğrudan doğruya mevzu, insan mefhumu ile alakadar.
Acaba elli atmış kiloluk kan ve kemik torbasına taalluk[1]
etmiş olan bu varlık nedir? İnsan denilen mefhum, bunun manası ne? İşte görüyorsun
ya bu. Yok o değil. İnsanın kendisini, hakikatini
bildiren şey nedir? İnsanı hakkıyla kim tarif edebilir? Bunun üzerinde
duruyoruz.
Bunun zahiri görünüşü nihayet iki
metre uzunluğunda bir çukura istiab[2]
edebilir. Fakat içinde sessiz sözsüz bizsiz sizsiz konuşan vücudu nereye istiab
edebilir? Neresi onu alabilir? Hemen hemen iki üç konuşmada bir tekrar ettiğim
gibi, daha iyi anlaşılsın diye bir misal veririz: Mesela şu gömlek benim tenimi
kaplamış fakat bu gömlek benim tenim midir? Değil. -Çok öksürme oluyor, …... Orda
hastalık bol- Nasıl bu gömlek benim tenimin aynı değilse, benim tenimde benim
vücudumun gömleğidir, aynı değildir. Anlatamıyor muyuz acaba? Şu benim gömleğim
dendiği vakitte tenim manası anlaşılmıyor di mi? Fakat tenimi örtmüş. Bu benim
tenim de bizim zahirde madde namıyla kabul ettiğimiz şu varlık da benim
hüviyetimin gömleğidir. Kendim değilim. Acaba kendim ne? İşte insanlık âlemi
bununla meşgul olmadığından dolayı bugün inliyor. Ne vakit bununla meşgul olmaya başlar, kendi
kendine inlemesi kalkar. Semaya çıksa da inleyecek, yerin dibinde gezse de
inleyecek, denizleri yarsa yürüse de inleyecek, çaresi yok. Neden? Hakikatini
aramıyor. Hakikatini buluncaya kadar bocalayacak. Hakikatini bulduğu vakitte
Hakk’ı bulur. Hakk’ı bulan kişi herhangi bir gaybını bulana benzemez.
Anlatamadım mı acaba? Hakk’ı bulan insan herhangi gayb ettiği bir şeyi bulana
benzemez. Hakk’ı bulmakta başka türlü bir tat vardır. Evet, bir şeyini kaybedersin
bulursun ama bu öyle buluş değil. Hakk’ı bulmak -sırf bu cümleyi söylemek için
çıktım- iyi dikkat edin. Hakk’ı bulmak herhangi gayb ettiği bir şeyi bulmaya
benzemez. Biz onu bulmaklık zevkini, yani mevzii konuşmuyoruz, bütün dünya
sekenesi üzerinde bir arr[3]ık
geldi, o zevk kayboldu, evet. Kudret de fen sahasında ilerletiyor ama
öbür zevki vermiyor nedense. Neden? Sermayesini kaybetti. Neydi sermayesi? -Bir
seneden beri aynı mevzuyu konuşuyorum.- Muhabbetti. Bunu kaybetti. Bunu bulduğu
gün… Her işi yapan Allah’tır. Sen, ben yaparım filan dersin. Hayır! Sana
yaptırır. İstidadında görürse ki; rikkat, merhamet, şefkat, adalet, insan
hakkına hizmet, büyüğe karşı bir tevkil[4],
küçüğe karşı bir terhim[5],
bunlar meydana geldi mi Huda derhal açar. Veren o.
Hülasa, وَمَنْ
يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟ Bana sarılmadıkça, gaye ben olmadıkça daha
açıkçası ne kadar çalışsanız huzur vermeyeceğim. Ve vermiyor bütün dünyaya.
Dimi? Bugün en yüksek masaya sahip olan insanı gözünün önüne getir. En büyük
rütbelerde gezinmiş insanı getir. Uyumuyor yahu! Ne kadar acınacak hal, ne
zavallı, ne kadar aciz? En geniş servete malik olan, en büyük kasanın sahibine
malik olan insanları gözüne getir. Uyumuyor.
Huzuru yok. Belki vücudunun tahammülü ile alnının teri ile geçinmiş olan
muhterem bir hamal huzur içinde yaşayıp uyuyor fakat o uyuyamıyor. Bitti işte
bitti. “Azl oldun!” dedikten sonra çukurun içerisine. Hiç kimsede beraber
girmez. Emri aldığın vakitte “Eyvah!” dersin ama iş işten geçer.
لَوْلَٓا
اَخَّرْتَن۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ[13] tarif
eder bunu büyük kitap. Hiç bir kimse var mıdır ki veyahut hiç bir haris var
mıdır ki yahut hiç bir zalim var mıdır ki veya hiç bir inkâr eden var mıdır ki
ben ona “Azl oldun!” emrini göreyim de o lisanı haliyle veyahut lisanı kâliyle,
“Bir an müsaade et. Gördüm şimdi dediğinin tamamını yapacağım” bir lahza-i
tahakkuk bir şey yap, bir an bir parça….
“Yoook der Kudret, geçti o teklif sakıt[14] oldu artık.” Bunlar Kudret’in insanlar üzerinde
muazzam birer cezası. Bunu kendim yapıyorum der; değil ceza o. Bir adamdan aşk
sevgisi kalkarsa…. Aşksız adam hayatsız adam demektir. Ahlakın tarifine göre.
Tarif böyle. Aşkı olmayan adama hayatı olmayan adam der. Yaşadığı halde onun
hayatını kabul etmez Kudret. Kabul olmaz. Ama tabi anlıyorsunuz buradaki aşk
romanda okunan aşk manasına değil. Romanda okunan aşk değil o. İnsan böyle
asude kaldığı vakit… Size her konuşma tekrar ediyorum ya, sofranın ekmeği
olduğu için yemek değişir de ekmek değişmez. Şöyle kendi kendine kaldığın
zaman, iç âlemine girersin. Eğer…
İnsanda iki derya vardır iklim-i vücudunda. İnsanın
derununda iki derya vardır. Birine deryayı can denir, ruha sefa verir. Kalbe
hayat ve letafet getirir. Birine deryayı hareç[15]
denir. Derune elem ve zahmet verir. Anlatabildim mi acaba? Sen şimdi ilk
deryada yüzen bir kimse isen söylediğim yani bahr-i canda yüzen bir insansan o
yüzerken kendi kendine sualler sorarsın, ben muhabbet âleminden mihnet âlemine
getirilmişim. Dimi ya? Doğum demek, muhabbet âleminden mihnet âlemine gelmek
demek. Başlangıcı da… muhabbet âleminden ne biliyorsun? Annen baban muhabbet
etmeseydi gelmezdin. Kudret remzini kaçırdı. Anlatamıyor muyum? Remzini
kaçırdı. Onun daha enfüs[16]üne
geçecek olursan, düşersin tâkat kesilir. Bilenin ağzını Kudret dikmiş,
söyleyemez ki. Sorarsın kendi kendine, şöyle bir düşünürsün: Geldim gidiyorum
dersin, ortada ne var? Ne kazandım? Eee işte, milyon, milyar, debdebe, tantana…
Ama fayda yok ki. Kireç kerpiç. Can âleminde ne kazandın? Anlatabildim mi?
Yanlış anlaşılmasın, onlar olmasın manasına değil. Ahlak daima hem maddi hem
manevi zenginliğe amirdir. Maddeten de çok zengin ol, manen de çok zengin ol
der. Maddeten zenginliğinin zevkini bulamazsın. Çünkü hiçbir vakit ihtirasat-ı nefsaniye tatmin olmaz, manen zengin
olmadıkça. İlk söylediğim cümledir, dikkat et: Manen zengin olmadıkça
maddeten zenginliğinin zevkini bulamazsın. On bin yüz bin yine bir huzursuzluk,
yüz bin milyon, yine bir huzursuzluk, nüvilyon yine bir huzursuzluk. Ama manevi
zevk geldiği dakikadan itibaren o geminin denizi olur, geminin içinde oturan
kalp de ayrı yerde bulunur. Kalıbınla kalbin vazifesi ayrılır. Birinde başka
bir muhabbet olur, birinde bir başka muhabbet olur.
İnsan böyle asude kalınca sorar kendisine: Ben kimim, nerden
geldim, ne olacağım, nereye götürüleceğim. Bu o kadar kolay geliyor ama insan
şöyle bir düşündü mü, birden bire toplanır yahu. Nerede babam? Hani dedem? Hani
üç kıtada hükümran olan ecdadının satveti, nerede o şevket? Bir böyle bakar,
bir de kendi kendine bakar. Konuşamıyordum, kendimi bilmiyordum. Elimden
tutmasalar, herhangi bir sahadan düştüğüm vakitte mahvolacaktım? Şimdi muvakkat
bir zaman için ayakta durabiliyorum. Ayakta durmayı da hiçbir fen adamı
anlatamaz. O kadar da acizsindir ha… Yaratırım diye gezersin, sert basarsın ama
bana fennen ilmen böyle ayakta durmayı kimse anlatamaz. Hiç kimse anlatamaz. Hiç
kimse anlatamaz, anlatamaz. Beni öyle tuttular. Acaba ben neyim demeye başladı
mı, o yanarak ararsa, aslını arıyor demektir. Kendisinde bir dert başladı, o derdin
adına Hak derdi derler. Allah (cc) hepimize versin. (Amin) O dert başladığı
günden itibaren insan hürriyetini ilan etmeye başladı demektir. Artık hür
oluyor.
Hür olanda makam-ı aman olur. Hür olan adam, adam ezen
adam değildir. Ezilen adamı kurtaran adama hür adam denir. Anlatamadım mı acaba?
Biz onu tersine biliriz. “Hürdür” der, vurur kırar. Yok azizim hayvandır o.
Zalimdir kuvvete sarılan, mazlum kuvvete sarılmaz. Kuvvet onun içinden kaynar.
Anlatamıyor muyum acaba? Kuvvet ondadır daha doğrusu. O kuvvette değildir,
kuvvet ondadır. Madamı ki Hakk’ı tanımıştır, madamı ki hatt-ı zatında zulme
divan dur… Zalimdir sıkıştığı vakitte kuvvete sarılan. Katiyen hakiki hür adam
sarılmaz. Hür demek aman demektir. Ona sahip olmuştur, yetişiyor, can
kurtarıyor. Hür çünkü o. Onun istidadında Huda ayrı bir muamele… İstifa
kanununa tabi tutmuş. Kolay mı zannediyorsun? Zevkim var dinle. Yaa.
Yeni bir tarif yaptım size. Hürriyetini ilan etmiş...
İnfialatına[24]
, hissiyatına, nefsine kul olmamış, semadan inen bir cazibeye tutulan adama,
hür adam denir. O cazibe çünkü onu çeker. Aşk derecesinde tutuldu mu, felah muhakkaktır. Nefis o kadar belalı bir
şeydir ki… Büyük kitap da Huda öyle emreder; [25] يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا عَلَيْكُمْ
اَنْفُسَكُمْۚ İla ahirihi. Mana vermek lazım gelirse;
İnananlar, ey istikbal inananların olduğuna inanalar, olanı görenler. Kimdir
inanan? Olanı görendir. Bak tarifler birbirine bağlı. Bir adam olanı göremezse,
mümin olamaz, inanamaz. İnandım dese de, o ağzıyla söyledi, fayda yok. İki kere
iki adam konuşur cubbadak düşünür. Olanı göreceksin ki, inanacaksın.
Anlatamıyor muyum? Olanı görecen. Olanı gör.
Kendinize gelin. Bir adam kendisine nasıl gelir? Ne vakit
ki taatin sıcaklığını duyar, duyar, ma’siyyet[26]in
soğukluğunu duymaya başlar, kendine geldi demektir. Hep ölçülü konuşuyorum.
Tarifi ile beraber. Kendine gel! Ne demek kendine gel? İç âleminde herhangi bir
güzel bir şey yaptığın vakitte sıcaklık, mukteza[27]yı
beşeriyet herhangi çirkin bir şey yaptığın vakitte soğukluk hissediyor musun?
Kendine geliyorsun demektir. Kendinize geliniz. Gelin ah almayınız, yapmayın.
Benim meydana getirmiş olduğum mevcudatı da küçük görmeyin. Kimseyi incitmeyin.
Benden ibret alın, diyor. “Ben Allah’ım (cc), ne kadar naziğim. Ne kadar isyan
ettin de bir gün suratına vurmadım ya hu, diyor. Beğenmedin, idaremi
beğenmedin, yaptığım işlere şey ettin, hal’en benim aleyhimde bulundun, kâl’en
bulundun. Bir gün de kafana böyle dürtmedim senin.”
Öyledir, biz Hakk’ı hakkıyla sevemeyiz. Ya? O bizi çok
sever. Onun için kurtuluruz. Öyle mi? Allah (cc) bizi çok sever. Bahaneyle afif[28] eder.
Ama birde vardır ki çook kuvvetli anud[29].
Artık azamet yarışına kalkmış. Tabi tepelenir geçer gider. Bizi çok sever, çok.
Settardır, af edicidir. Gaffardır. Tevvabdır.
Tevvab ne demek? Kabahat yaptıktan sonra kabahatin
affolunma yolunu öğretip de affeden demektir. Yolunu da öğretir. Sebekat
rahmeti ala gadabi[30]
der. Benim rahmetim gadabımı sebk[31]
etti. Kulumun suçu ile benim afüvv[32]
sıfatım müsabakaya çıktı. Elbette ben geçtim, diyor. Anlatamadım mı acaba? Ben
geçtim, diyor. Allah (cc) yalnız sıyrığ[33]ı
sevmez. Hiç. Hayâsıza düşmandır, kestirmesi bu. Suçu yapıp utanmak başka,
yaptıktan sonra iftihar etmek “adam sende” demek başka. Biri kabahattir. Öbürü
cinayettir, affolunmaz. Fena şeyler. Nemmamı[34]
sevmez. Nemime[35]
yapar. Hiç sevmez. Dedikodu, kusurunu arar, onun şusu vardı, busu vardı,
şöyleydi böyleydi. Sana ne faydası var kardeşim? Sen kendi hatanı tashih etmeye
niyet etsen, acaba ömrün kifayet eder mi kendini düzeltmeye? Hazreti Fahr-i Âlem
öyle dedi; tabi onun dediğidir: “Hiçbir kimse kendi hatasını tashih için hayatını
vakfetse, layıkıyla tashih ederekten gitmez. Meğer ki Huda affede” der. Sen
şöyle niyet et, bütün sayılı nefesimi, kendimi düzelteceğim, tamamen hakperest
olarak yaşayıp gideceğim. Ömrün kâfi mi? Değil. Sen âlemlen ne uğraşırsın?
Âlemlen ne hakkın var uğraşmaya?
Bazı kurnaz insanlar vardır, ağzıyla söylemezde haliyle
söyler. O daha fena. Dinleyen daha berbattır. Dinleyen olmasaydı, o melunluğunu
yapmayacaktı. Ben söylemedim dinledim… Dinleyen de merak eder, nefisten geldiği
içün daha bakar. Uykusu varken bir gıybete başla böyle gözleri açılır. Başla
birisini çekiştirmeye derhal böyle açılır. Atalet vardı der, vücudum şöyle idi
kırıktı mırıktı… Hele yap bir dedikodu, ilaçtır, ilaç. Fena ilaç ama. Manasını
zehirliyor. Bir ilaç vardır, adamın maddesini zehirler o da manasını
zehirliyor. Öyle ıhh diye inlerken başla, dirilir böyle durur. Hiçbir şeysi
kalmadı. Men qefa mü’minen bima leyse fihi, hebesehullahu taala fi ragdetil
hibar hatta ye’tiye bil mahreç. Bir kimse bir kimsenin aleyhinde bulunsa,
bulunduğu şey de o kimsede olmasa. Olur a. Zannedersin, işittim de dersin… Bir
kimse bir kimsenin aleyhinde bulunsa, bulunduğu şeyde o kimsede olmasa…
Anlatamıyor muyum? Yarın divanda dosyası gelir, Huda’nın önüne. Filancanın
aleyhinde bulunmuşsun, ispat et. Et ispat. Yok ki, neyi ispat edeceksin? Sen de
dinlemişin, “Gel dinlemişsin.” Hakikati olmayan bir şeyi dinledin, sende
dinlediğini ispat et bakalım. Varmış gibi dinledin sende. Hımmm diyordun böyle.
Hadi azizim. İrin çamurunda ispat edinceye kadar… O tabi irin çamuru, kerahatin
biçimini anlatmak içündür. İkinci âlemin azabından bu âlemde azap yoktur. Fakat
beşer gönlüyle bir şey görmek gibi bir şey ister böyle umur-u hariciyede, umur-u
hissiyeye ait bir şeyi bulmak ister, onu beyan içündür o. Yani tahammülü
olmayacak bir şekil demektir o. İrin çamurunun içerisinde ben sizi hapis edeceğim.
İspat eder, çıkarsınız. Ne lüzumu var âlem hesabına irin çamurunda? İspat olunmaz
ki o. Namütenahi kalırsın işte. Namütenahi kalırsın. Ama sen dinlemeseydin, o
söylemeyecekti? Hem kendini kurtaracaktın hem onu kurtaracaktın. Dinleme.
Sonra dikkat edin, -Daha buralarını fen bilmiyor. Belki
ilerde bilir.- İnsan hayattan azl oldun emri geleceği vakitte, gözüyle görmüş
olduğu, eliyle tutmuş olduğu bütün işler tamamıyla silinir, diyor. Yalnız kulağıyla işittiği silinmez. Vızıldıyla
gelir böyle ne işitmişse, ne kadar çirkinlik varsa… Hakk’la mı meşgul olup
gideceksin? Âlemin kötülüğünü dinlemekle gelmiş olan şeylerinle kendini ayırıp
temizleyip gitmek vaziyetiyle mi meşgul olacaksın? Azabı çok olur. Ne lüzumu
var? “Bunlar hep Hak da gönlü meşgul olmayan insanlarda olur diyor Hazreti
Muhammed (sav).” Hangi adamı Allah (cc) kovmuştur, gıybetle meşguldür. Ama alnı
secdede çürüsün, bin defa hacca gitsin, kovulmuş. Anlatamadık mı acaba? Emri
Muhammedi öyle… Hangi insanı diyor Huda kovmuştur; huzuru izzeti cemalinden,
gıybetle şununla bununla, içi götürmez içi içi çekmez. Fena … Oluyor. Evveli bu
iş kadınlarda olurdu, şimdi erkeklerde de oluyor. Onlarda yapıyor. Gıybet
filan… Hade kadın… Neyse kadın diyelim. Allah (cc) yanında kadın yok ya. Hepsi
bir. Dinlemez o. Hiç mazeret kabul etmez. Allah (cc)’nün bir adı var, mazeret kabul
etmez. Affeder başka, fakat bu gibileri de af etmez ya. Mazeret katiyen kabul
etmez. Affetse de emir gayet ağır:
Gıybet eden kimse gıybet ettiği kimseyi bulsa, helallik alsa, helal ettim dese,-güzeeel-
tövbe de etse, tövbesini de kabul ettirtmiş olsa; âlem-i ahirette en son dar-us
selama girer. Şurada otobüs bekliyoruz da canımız sıkılıyor. Nihayet beş dakika,
on dakika. Adi dünya hayatında. Sen ebediyet âleminde senesi, ayı, günü ne bileyim
be n vakti namütenahi olan bir âlemde en son bir felaha kavuşmaklık ne ağır bir
meseledir. Eğer bundan mahrum olarak gidecek olursa iptida âlemini aratır olur.
Hicran azabına deruhte olur.
Bunlar hep nereden ileri geliyor? Cehaletten ileri
geliyor. Ahlaka göre de cahili tarif ettik dimi ya? Cehalet deyince şimdi
ekserimiz, işte okumamış yazmamış. Yoo o, okumamış yazmamış insanlarda öyle
âlim var ki… Üüüüüh, insan hayrette kalır, hayrette. Ahlaka göre cahil, doğru
histen mahrum olan kimsedir. Doğru hisse sahip değil. E doğru histen mahrum
olan kimse, ömrünü şuyla buyla vaktini geçirir, dimi ya ? O okumuş okumamış, o
manada değil.
Bak bir misal vereyim de daha iyi anlayın. İki misal
vereceğim size bunları verdim ya, mevzuu ile daha iyi anlaşılır diyerekten.
Vaktiyle Be-nam[36]
ilim adamlarından, kalburüstü gelen yine bir zat tefsir okutuyor. Yani
Kur’an’ın manasından mana veriyor, tefsir demek bu demek. Orada bir nazm-ı
kerimde bir ayeti celile de بِبَكَّة[37] bekke kelimesi geçiyor,
Bekke. Mana verirken ey Mekke diyor. Burada Bekke’den maksat Mekke’dir. Ve
bütün tefsirlerde öyle yazar. Dersi bitiriyor. Bir zat, O da herkesçe tanınmış,
okuması yok, yazması yok fakat mücessem-i[38]
edeb-i vefa. Dab-ı Hak[39]
derler hani, yok mu ya Allah (cc) vergisi, irfan. Onun mektebi de yok. İnsan
bulacak, insan ona insanlığı öğretecek, istidadı da olacak. Kabiliyet meselesi.
Adem olmak istersen; Adem ara, Ademi bul, Adem ile Adem ol. Neyse bu
mevzuu uzun ya adamın okuması filan yok. Demiş “Efendi Hazretleri, bugün ki takrir-i
alinizde بِبَكَّةَ
مُبَارَكًا nazm-ı celiline ey Mekke diyerekten mana verdiniz. Bu böyle
midir? Evet efendim, demiş. Oda ….. “Öyle gördüm” Evet efendim değil. “Eserlerde
öyle gördüm efendim.” “Üzerinde hiç durmadınız mı? Cenab-ı Hakk’ın Mekke diye
dili dönerdi. Neden Bekke dedi?” Anlatabiliyor muyum acaba? Zevk alıyor
musunuz? Devam edeyim mi, yoksa… Varlığından soyunarak, ilmi, Hakk’ın sıfatı
olarak gören adam oldu mu, derhal boynunu keser. O bazı ass[40]ın
adamları vardır; üç beş diyor ya, “Burası
benim dediğim gibi olur.” Onu iblis dedi ilk önce. [41]
اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۚ
Hak, sıfat olan insan, öyle demez. Anlamış ki burada bir iş var. İkram ediniz
demiş. Evet, bu Mekke manasına ama benim anlayışıma göre Hakk’ın benim gönlüme
verdiği varidata göre, mü’minin zahirde kıblesi Beyt-ül Muazzama, hakikatte
kıblesi Hazreti Muhammed (sav), sırran kıblesi Allah-ü Azimüşan. Burada demiş
ince bir sınıfa işaret var. Sırran o kıbleye mazhar olan kimseler Cemal-i
Sübhaninin zevkinden bükâ[42]
başlar. O huzurda dururken ağlarlar. Buradaki Bekke, o bükâdan müştaktır. Anlatabildim
mi acaba inceliğini? Yaa. Bunun kitabi yok, iş başka…
Dedik ya ilim irfan mevzuu
üzerinde. Bir misal daha vereceğim şimdi size: [43]
حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ Bir emir.
Manası şöyle; deve iğnenin deliğinden geçerse diyor Huda, o kimse af olur diye…
O mahrumdur, deve iğnenin deliğinden geçer mi? Şimdi iki tane ilim adamı almış
bu Ayet-i Kerimeyi. Böyle ama murad-ı ilahi tahakkuk etse, deveyi iğnenin
deliğinden geçirmeklik, acaba deveyi küçültür de mi iğnenin deliğinden
geçirtir, iğneyi büyültür de mi deveyi geçirir? Konuşuyor. Dava büyümüş, deveyi
küçültür, iğneyi büyültür, deveyi küçültür, iğnenin deliğini büyültür… O tabi
kaideler kuruluyor, uzun boylu şeyler. Bir arif, ümmi bir adam geçiyor, durmuş
böyle: “Hayret demiş, bunlar kaç hayvan yükü kitap okudular, yine hayvan.”
Bunlar da muazzam adamlar, muazzam. “Niye hayretle bakıyorsun?” demişler ona. “Nasıl
bakmayayım” demiş, “Acıdım size.” “Niye?” “Boş. Kıyl ü kalle vakit
geçiriyorsunuz.” “E senin imanın nasıldır peki?” “Benim imanımı sorarsanız, siz
o okuduklarınızın hepsini yakmanız lazım demiş. Sizin bu anlatışınıza göre onların
hepsini… ömürde çürümüş.” “E anlat bakalım.” “Sen bu mevzuu ne üzerine
konuşuyorsun? Hud’a[44]
öyle mi? Benim imanım şöyledir demiş: Allah (cc) ne iğnenin deliğini büyütür,
ne deveyi küçültür, “Geç!” der geçirir. Çünkü Allah’dır(cc).” Anlatamadık mı
acaba? Ne iğnenin deliğini büyütür, ne deveyi küçültür. İğnenin deliğini
büyütmeden, deveyi küçültmeden, “Geç!” der, geçirtir. Benim imanım öyle.
Bir adam kısas olununca nasıl
günahı silinip süpürülürse, tig[45]-ı
aşk ile tig-ı muhabbet ile vurulunca onun da vücut zenbi[46]
silinip süpürülür. O vakit bu manalar tahsil olunmaya başlar. Esas bu. Benliği
üzerinde durduğu müddetçe hiçbir şey olmaz. Ne vakit ki insan -tarihi açın
bakın- Hak namına hizmet etmiştir, orada Hakk’ın eli olmuştur, onun yapmış
olduğu zafer namütenahi kalmıştır. Görürsünüz, bir Musa (as) gelmiş, bir de
karşısına muazzam bir firavun gelmiş. Firavun öyle ufak bir adam değil.
Kuran’ın müteaddit yerlerinde Huda tenezzül edip de bahsediyor. Ama zemmen bahsediyor
ama şöyle böyle bahsediyor. Zemmen de bahsetse, orada ismini zikrediyor. Demek
ki bir kıymet ifade ediyor, anlatabildim mi? Şekavet[47]te
bir kıymeti var. Kaç tane şakinin isminden bahsetmiştir Cenab-ı Huda. Pek mahdud[48]dur.
O kadar mı şaki geldi kâinatta? Demek ki çok mümtazlarından bahsetmiş.
Debdebesi var, tantanası var, üüüü, meşveret adamları var, şurası var, ne
bileyim nesi var nesi var? Ama şimdi kimi var? Musa(as) lâl bir peygamber.
Milyonla adam peşinde gider. Sen de iman ettiğin müddetçe...
- [49]
لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ
اَحَدٍ مِنْ رُسُلِه۪۠ ferman-ı süphanisinde
enbiya arasında fark yoktur- benim peygamberimdir dersin. Ebu Cehil de geldi
öyle, ufak bir adam değil o. Beşeriyetin Fahri Ebedisi de geldi. Gününde Ebu
Cehil’in o kadar muazzam etrafı muhiti vardı ki, fakat ne oldu? Kim var?
İsminden adamın ruhuna kasvet gelir. Fakat Hazreti Muhammed (sav) dendiği
vakitte ve günün birinde herkes onun etrafında toplanacak. Çare yok ki, muhakkak
bakacak. Beşer oradan kafası yaralandı, buradan kafası yaralandı… Yahu insanı
hakkı ile kurtaran adam kimdir? Bu âlem-i insaniyet kurulduğu günden bu güne
kadar böyle bocalayıp duruyor. “Bunun bir hakiki kurtarıcısı kimdir?”, bunu
arayıp bulacak, karşısında minnetsiz, külfetsiz yine o feyzi alaraktan âlem-i insaniyet
dirilecek. Şimdi bugün insaniyet âlemi ölüdür. Ölü… Her konuşmamda dediğim gibi:
Bir düğmeye basta bir milyon adamı öldür, o terakki değil ki o. Öyle terakki
olmaz. Ölüdür. Ve o kazanda kaynıyor dünyanın, o yemek pişmek üzere, kokusu çıkıyor onun.
Gönül ister ki senden çıksın. Bilmem. Yoksa o çıkacak. Gönül ister ki senden
çıksın. Deden nasıl meydana getirmişti kâinatı? Yine senden o satvet[50]
çıksın. Çıkacak.
[55] اَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِبِلِ كَيْفَ
خُلِقَتْ۠ Bir
deveye de mi bakmadılar, der. Bir deveye de mi bakmadınız? “Sahrada büyüdüm.” “Peki,
bir devede mi görmedin yahu?” Hilkatine bir bakmadın mı diyor, nasıl halk
olunmuştur, bir bakmadın mı? Onun şöyle “boynun niçün eğri” filan, bizde de
konuşurlar. Hepsi bir hikmete bağlı… Bir defa ayakkabısı, ayağı güneşin mümtaz
sıcağı vurmuş olan kumda, ateşten yapılmış bir döşek zannet, üzerinde
yürüyebilecek vaziyette yapılmış. Şuursuz bir şey, böyle bir şey yapar mı? Bak
ayağa bak ayağa. Güneş mümtaz sıcağını vurur, o kum çölü bir ateşten döşek olur.
Onun üzerinde nasıl yürüyebilecekse o biçim bir ayak. Deve yükünü çökerek alır.
Çöker, yüklenir. Kalkmaklık içün boynunu geriye çeker. Ön ayaklarını kurtaracak
bir fizik hadisesi yapar, ayaklar kurtulur. Ön ayaklar kalkar. İkinci bir fizik
hadisesiyle boynunu ileriye verir, arka ayaklarda kalkar. Yürür. Suyu az
bulunan bir muhitte yetiştiği için içinde su kırbası vardır. Anlatamıyorum
galiba. İçinde bir su kırbası var. Yediğini daima
çıkarır, tekrar yiyerekten geviş getirir, o suyu içer, idare eder kullanır.
Sırtında çirkin duran -sana göre, bana göre çirkin duran- bir hörgücü vardır. Ama
o çirkin değildir, hikmeti vardır. O yağ tulumudur, eğer gıdayı bulamazsa onu
eritmeye başlar. Oradan gıdasını alır. Artık o kırbada o su bitinceye kadar, o hörgüçdeki
yağ bitinceye kadar da yenisini Kudret hazırlar.
Şimdi konuştuklarımızı biraz hülasa edelim. Evvela yarın
deme. Birinci şart. Hem manen hem maddeten terakki teali etmek istiyorsan,
bugünün işini öyle yarınla geçirme. Yarın deme. Çünkü düşün, kaç yarınlar
geçirdin? Olmaz. Sonra bunu daha iyi anlamak içün… Niçün yarın diyoruz? Ziraat
günleri var dimi ya?
Bir emri nebi vardı, bakayım aklıma gelirse okuyayım. Tahau Şeceretun min eşcar-ih cenneh,
aksanuha mutedelliyatun fiddünya fe men ahazaha
bi husnin minha kadetun zalikel gusb ilel cenneh. Manası; her
hangi bir şeyi, bir iyiliği yapacağın vakitte… Her iyilik bir cömertliktir.
Anlatabildim mi? Sehadır. Her kötülüğü terk etmeklik bir cömertliktir.
Cömertliğin çok manası var. Zaten en makbulü kötülüğü atmaklıkta. Kötü malını
at, sana en birinci cömert derler. Ahlakında haset var, attın mı, ooo cömertlik
sınıfına giriyorsun. Buhul[56]
var attın mı? Bu sıfat diyor Allah’ın (cc) dar-üs selama ait olan ağaçlarının
dallarından bir daldır. Kim ki ona yapışırsa muhakkak huzur-u ilahiye çıkar.
Herkes çıkacak ama öyle değil. İkramlı kısmına, zaten bütün hayatta çektiğimiz
şeyler bir ümit ile, değil mi? Son nefesteki karara. Sen öbürkilerini bırak.
Allah (cc) öyle Allah’dır ki malını kimseye vermez kardeşim. Yook, vallahi
vermez. Hiç kimseye vermez.
Ne yapalım? Teslim olalım. Muhasebeyi nefis yapalım. Her
gün ki varidatı, ufak bir esnafın gibi hesabını yapalım. Limoncu bir sandık
limonu satar, sattıktan sonra şöyle ayırır. Onların hesapları benim hoşuma
gider. Şöyle şöyle şöyle şöyle ayırır. Ondan sonra şöyle bir ufak parayı şöyle
çeker, işte bu anaparam buda benim der, zevk alır. Çıkınını eline alıp, tıkış
tıkış tıkış tıkış gider. En mesut adam. En bahtiyar adam. Eğer bir de temiz hak
derse böyle tutar Allah (cc). Hesabını yaparsın, bugün gönlümden şu kadar
çirkinlik geçti, şu kadar iyilik geçti, bu kadar şu. Şunun yarın bu kısmını
kaldırayım dersin. Hepsini birden kaldıramazsın tabi. Tekâmül kaidesi var, her
yerde öyle. Bir parçasını bugün kaldırırsın, bir parçasını… Niyetini gördü mü
Huda seni kaldırmış gibi kabul eder, sen merak etme. “Bu kaldıracak!” der sana
lazım gelen şeyi verir, ihsan eder.
Bunun derununda iki derya olduğunu söyledik. Yarına
bırakma dedik. Semadan inen bir cazibeye ihtiyacı vardır, o cazibeye tutulan kimse
için felah vardır dedik. Bu kadar yeter dimi? (Hayır,hayır)
Muazzam bir emr-i peygamberiyi söyledik. Men rea minkum münkeren Hayatında bunu program ittihaz et. Bunu
ittihaz ettiğin gün çirkinliği dinlemezsin, görmek istemezsin. Emir böyle.
Herhangi bir çirkinlik, insanlığa zararı var. Gücün yetmezse o zararı
kaldırmaya kalbinle buğz ediyorsun, dinler misin? Yakanı kurtardın. Ufak bir
şey işte. Ufacık bir şeyle yakanı kurtarırsın. Rıza-i ilahi baha ile değil
bahane iledir. Anlatabildim mi? Baha ile değil. Baha ile şey edemezsin. Alnın
çürür secdede de gene bir şey koklayamazsın, bazen. Öbür tarafta bakarsın ki ufak
bir şey… Küçük görmeyeceksin hiçbir mevcudatı, küçük görmeyeceksin. Kaide-i
külliye. Bunu unutma. Küçük görmemeklük içün günde beş defa felaha davet
edilir. Niçün mesela İslam ananesinde beş defa felaha davet eder. Biz geri
kalırız, gene ona kabahat buluruz. Yahu beş defa felaha koşun diyor, daha ne
yapsın sana, resmen? Öyle değil mi? Koşturur, huzura girersin, böyle tutarsın . Senden başka yok dersin. Daima hatırlatıyor.
Neden? Günde insana beş defa tefahur[58]
gelirmiş. Onu biliyor, erbabı biliyor, mütehassısı biliyor. Bir adama günde beş
defa hiss-i tefahur uğrarmış. Hayalinden uğrar, manasından uğrar, hafa[59]sından
uğrar, artık sınıfına göre. Tefahur tekebbüre götürür. Kibir zulme ayak
attırır. Adamda zalim olursa mahvolur gider. Bunu düşünüyor musun? Bu mezahir[60]i
yıkmak içün Huda şekiller vermiştir. Koy başını makam-ı zillete der, türab-ı
zillete koy. Ama sen korsun, farkında değil. Şuursuz koymuşsun, onun da bir
faydası yok. Korsun da yine zalim olursun. Koymamıştır. Ondan alacağı zevkler
var. Hadi şurayı da söyleyeyim de öyle keseyim. Biraz zor yerine girdik.
Söyleyeyim mi? Ahlak kaidelerine, ahlakta en büyük esas tevazu olduğu içün -dini
bir misal getiriyorum- Tevazu. Bir nazmı kerimde der ki Allah (cc); sarhoş
olduğunuz zaman huzuruma çıkmayın.
[1] Taalluk:
İlgisi bulunma, ilgisi olma, bağıntı, ilinti, ilgi.
[2] İstiab: İçine almak. Kaplamak. Toplamak. Tamam etmek.
Tutulmak. Zapt eylemek.
[3] Arr:
Uyuz hastalığı (Burada kelimeyi anlayamadık.)
[4] Tevkil: Kendine birisini vekil etmek. Vekil tâyin
etmek.
[6] Âl-i İmran Suresi 101’nci Ayeti Kerime: وَكَيْفَ
تَكْفُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ وَف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ
مُسْتَق۪يمٍ۟
Meali: Size Allah'ın âyetleri okunup dururken ve Allah'ın
elçisi de aranızda iken nasıl inkâra saparsınız? Kim Allah'a sımsıkı bağlanırsa,
kesinlikle doğru yola
iletilmiştir
[7] Afitab:
Güneş
[8] Gurub: Batma,
batış. Batıda görünmez olma. Gözden kaybolmak.
[9] Tedenni Aşağı düşme. Aşağı inme. Daha kötü bir
derekeye düşme. Tenezzül etme. Maddi ve mânevi gerileme. Terakkinin zıddı.
[10]
Terakki: İlerleme. Yukarı çıkma, yükselme.
[11] Ariyyet
: Ödünç verip almak.
[13] Münafikun Suresi
10’ncü Ayet-i Kerime وَاَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ
قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلَٓا اَخَّرْتَن۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ
فَاَصَّدَّقَ وَاَكُنْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ Meali: Birinize ölüm gelip de:
"Rabbim, beni yakın bir süreye kadar erteleseydin
de sadaka verip iyilerden olsaydım!" demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan
(Allah) için harcayın.
[24] İnfialat :
(İnfial. C.) İnfialler. Gücenmeler. Aksi te'sirler. Teessürler.
Hareketlenmeler. Teessür ve hareketler.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا عَلَيْكُمْ اَنْفُسَكُمْۚ لَا
يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعًا
فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Meali: Ey
inananlar, kendinize dikkat edin. Siz doğru yolda olduğunuz takdirde doğru yoldan sapanlar size zarar
veremezler. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Yaptıklarınızı size O haber
verecektir.
[30] Buhârî, Tevhid 22, 28, 55; Müslim
[33] Sıyrık: Utanmaz, yüzsüz, bilgisiz kimse. 2.Başıboş
dolaşan, dağınık, kötü giyimli kimse, serseri.
[34] Nemmam (Nemmas): Koğuculuk ve nemimecilik eden.
Dedikoducu.
[35] Nemime: Söz götürme. Lâf taşıma. Bir kimse
aleyhindeki sözleri ifsad maksadıyla kendisine eriştirme
[36] Be-nam Meşhur. Namlı. Mütemayiz. Seçkin. Mâlum bir
isimle tesmiye edilen.
[37] Al-i İmran
Suresi 96’ncı Ayeti kerime اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ
لِلنَّاسِ لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَم۪ينَۚ
[38] Mücessem(e) Cismi
olan. Dış duygularımızla bilinip varlığından haberdar olduğumuz şey. Varlığı
görünen. Cisimlenmiş olan. Bir şekli gösteren. Uzunluğu, genişliği ve kalınlığı
olan cisim. Şekillenmiş.
[39] Dab-ı
Hak: Allah vergisi
[41] Araf Suresi 12’ni Ayet-i Kerime الَ
مَا مَنَعَكَ اَلَّا تَسْجُدَ اِذْ اَمَرْتُكَۜ قَالَ اَنَا۬
خَيْرٌ مِنْهُۚ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ
Meali: (Allah) buyurdu:
"Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten alıkoyan nedir?" (İblis):
" Dedi, Ben,
ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın."
[42] Bükâ: Ağlama.
[43] Araf suresi 40’ncı Ayet-i Kerime اِنَّ
الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ
اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى
يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِم۪ينَ
Meali: Bizim âyetlerimizi yalanlayan ve onlara inanmaya
tenezzül etmeyenler var ya, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve (veya halat) iğne deliğinden geçinceye kadar onlar
cennete giremeyeceklerdir. İşte suçluları böyle cezalandırırız.
[44] Hud'a: Hile, oyun. Aldatma. Düzen. Mekir. Bir kere
aldanmak.
[45] Tig: Kılıç, seyf.
[46] Zenb: Suç, günah, kabahat.
[47] Şekavet: Her
çeşit kötülük içinde olmak. Belâ ve zillete düşmek. Sıkıntıda kalmak.
Haydutluk, eşkıyalık.
[49] Bakara Suresi 285’nci Ayet-i Kerime اٰمَنَ
الرَّسُولُ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّه۪ وَالْمُؤْمِنُونَۜ كُلٌّ اٰمَنَ
بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ۜ لَا
نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِه۪۠ وَقَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا
غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ
Meali: Peygamber, Rabbi'nden kendisine ne indirildiyse ona
iman etti. Müminlerin de hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve
peygamberlerine iman ettiler. "Biz Allah'ın
peygamberleri arasında ayırım yapmayız, duyduk ve itaat ettik. Ey
Rabbimiz, bağışlamanı dileriz, dönüş ancak sanadır." dediler.
[50] Satvet: Ezici kuvvet. Hışım ve şiddetle kavrayıp
almak. Birisinin üzerine şiddetle sıçramak ve hamle etmek.
[51] Nahl Suresi 66’ncı Ayet-i Kerime: وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ نُسْق۪يكُمْ
مِمَّا ف۪ي بُطُونِه۪ مِنْ بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَبَنًا خَالِصًا سَٓائِغًا
لِلشَّارِب۪ينَ
Meali: Gerçekten süt veren hayvanlarda da size bir ibret vardır.
Size işkembelerindeki yem artıklarıyla kandan meydana gelen, içenlere içimi
kolay halis bir süt içirmekteyiz.
[52] Saigan: Boğazdan kolayca geçerek
[53] Hançere: Gırtlak, boğaz.
[55] Gâşiye Suresi 17’nci Ayet-i Kerime اَفَلَا
يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ۠
Meali: Bakmıyorlar mı o develere, nasıl
yaratılmış?
[56] Buhul: Tamahkârlık, cimrilik.
Meali: Elbette biz
diriltiriz ve biz öldürürüz! Ve hepsinin varisleri de biziz.
[60] Mezahir: Mazharlar. Eşyanın göründüğü yerler. Eşyanın
görünen tarafları. Zâhir ve meşhud olanlar.
[61] Nisa Suresi 43’ncü Ayet-i Kerime يَٓا
اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْرَبُوا
الصَّلٰوةَ وَاَنْتُمْ سُكَارٰى حَتّٰى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ وَلَا
جُنُبًا اِلَّا عَابِر۪ي سَب۪يلٍ حَتّٰى تَغْتَسِلُواۜ وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى
اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ
النِّسَٓاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا
بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُوًّا غَفُورًا
Meali: Ey iman edenler!
Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza
yaklaşmayın. Cünüb iken de yolcu olanlar müstesna gusül edinceye kadar
namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur, veya yolculukta bulunursanız veyahut
biriniz abdest bozmaktan gelince veya cinsî münasebette bulunup, su da
bulamazsanız o zaman tertemiz bir toprak ile teyemmüm edin. Niyetle yüzlerinize
ve ellerinize sürün. Şüphesiz ki Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.
2 yorum:
kasetini indrime yada dinleme linki var mıdır?
Okumak güzel ancak vurgulaması gereken yerleri çok güzel vurguluyor. O yüzden soruyorum.
Hazırlayanlardan Allah(C.C.) razı olsun. Kasetler www.yesilhoca.com sitesinde bulunuyor.
Yorum Gönder