Eni ü nale seher-hize ney nevası verir
Bükadan Arif i billaha mey safası gelir
Sühanverin eseri bir hayat ı sânidir
Giderse dâr ı fenâdan yine sedası gelir.




Saniye sonra Kapanacaktır

289. Kaset


289 Nolu Band (02-01-1960) 64dk.

Ahlak mevzuu üzerinde devam etmekteyiz. Mevzuu iki esasa ayırmıştık. Birine vazifeden doğan ahlak, diğerine de aşktan doğan ahlak tesmi’ etmiştik. Vazifeden doğan ahlakın menşei, membaı, mastarı, akıl, aşktan doğan ahlakında annesi kalp. Tabi buradaki aşk romanda okunan aşk değil. ( Bu işliyor mu bu? İşliyor efendim. Benim sesimi bozuyor kesin. Aşağılarda kimse var mı? ) Bu ahlakın beyan ettiği aşk, romanda okunan aşk değil. İnsan asude kaldığı vakit, iç âlemine girdiği zaman,
sessiz sözsüz, bizsiz sizsiz, konuşan vücudu ile baş başa olduğu an, kendi kendisine bir sual sorar. Acaba ben neyim der. Kimim ben? Nereden geldim? Niye geldim? Kim getirdi? Niye getirildim? Burada ne işler yapacağım? Ben her an bir sıfattan bir sıfata geçiyorum. Kendi kendimi tutamıyorum. Bazen emel, bazen elem, bazen zevk bazen sürur… Bu haller bana nereden gelir? Acaba gelmemdeki gitmemdeki gaye nedir? Nereye gideceğim? Bu suallerin cevabında kendisinde aslını aramak tadı başlar. İşte bu derdin adına aşk derler. Ahlaka göre kimde bu dert başlamamıştır, henüz makam-ı insaniyete başlamamıştır. Bir şey anlatabiliyor muyum acaba? Bunu sorduğu vakit, bunun cevabını aldığı an, rezalet, cinayet, ihtikâr, rüşvet, yalan, hile, hud’a, ihanet, adavet, buğz, kibir, riya… Daha sayayım mı? Bu kadar yeter. Bunların hepsi kendi kendine kalkar. E ne olur kalkar da? Beşere huzur gelir. Şurada kaç gün yaşıyoruz? Nedir yani ya? Eğer hayat, şu dünya denilen sahnede beş on gün yaşamaktan ibaretse değer mi? Farz et ki sana, kendinde bir gaye tasavvur ettin, suri bir gaye, onun en ummadığın zirvesine kadar çıktın, zanneder misin ki işba[1] olursun, doyarsın? Hayır. Bütün zevkler geçicidir. Belki içinizde tecrübe edenlerinizde vardır, tecrübe üzerinde bulunanlarınız da vardır, henüz tecrübeye yaklaşmak isteyenleriniz de vardır. Hepsi geçicidir.

Bir anahtar lazım, beşer semayı insaniyesini açabilmesi içün. Yoksa cife olaraktan geçer gider. İnsan eğer ahlak putesinde eriyip, bir manaya sahip olmamışsa, bu kan ve kemik torbasından ibaret kalırsa, netice itibariyle bir necaset kutusudur kardeşim. Şu anda bir tahlil yapalım. Vücudumuzun derinliklerine, maddi derinliklerine, manevi değil de bir nazar edelim. Hepimizde beş on okka necaset, birçok kirler, şunlar, bunlar. Fakat bizim bir veçhemizde vardır ki o veçhemize Allah (cc) müşteridir. Ve insanlığımızı oradan alırız. Beri tarafımız hayvanlıktır. Nasıl ki geçen konuşmamda dedim ki insan cismi, hacmi, ebadı dolayısıyla, meadinle[2] müşareketi[3] vardır. Neşv ü nema[4], letafet, hüsnüan, hasebiyle nebatatla iştirakı vardır. Vurmak, kırmak, ezmek, gadap etmek, haset etmek, çekememek sıfatlarıyla hayvanla ortaktır. Bunlardan kurtulması içün ayrıca bir sıfatı vardır ki ona manayı insani derler. Gayet latif, gayet rakik[5], gayet nazik, çok merhametli, çok şefkatli, kalbi bütün mevcudat için çarpar, bu sıfatına da insan derler. Buna maarif değilse henüz, işte hayvanda yer içer tanasül eder, insanda yer içer tanasül eder. Bir farkı yok. Acaba bir şey anlatabiliyor muyum? Yine her hafta tekrar ettiğim cümleleri söyleyeceğim. Bunu söylemekten maksadım sofranın ekmeği, yemek değişir de ekmek değişmez. Yayılması içün söyleyeceğim. Hem dünyaya yaymak için söylüyorum. Mevzii değil. Görüyoruz. Beşer artık fen sahasında aldı yürüdü. Dimi göz kamaşıyor. İlmen fikirleri durduracak kadar teali etti. Fikren akıllara veleh verecek şekilde yürüdü. Felsefesi o derecede fakat hiç kimsede huzur yok. Yalnız dünyanın bu köşesinde değil, bütün dünyada. Dünya iki buçuk üç milyar insan besler derler. Bunun heyet-i umumisinde yok. Kamere çıkacak çıkar mı çıkmaz mı? Çıkar. Yalnız kamer değil, bütün seyyarat da gezilecek. Benim kitabım bunun haberini vermiştir. Biz görürüz görmeyiz, o başka fakat çıkılacak. Belki oraya çıkıldıktan sonra bir huzur mu olur, onu da bilmem. Çünkü orada bir ses işitecekler. İnkâr ettikleri sesi işiterek orada karşılaşacaklar. 

Benim kitabım öyle der. Beşerin birleşerek, kalbiyle ihlasıyla gönlüyle işitin diye Kudret’in emretmiş olduğu sedayı bulana, bilin diye tavsif etmiş olduğu zat-ı alayı burada inkâr edenlerde orada işittikleri vakitte bilmem artık ne yaparlar? O olacak. Bu kadar yükseleceği tahakkuk ettiği halde, bugün huzuru yok. İnsanlık âleminin huzuru yok. Hiç kimsede bu huzuru verelim diye düşünmüyor. Hep dışarda arıyorlar. Kabuklanmış bir yere hep onun üzerinde. E canım bunun karaciğerden gelen kısmı var, şunun karaciğerine bir ilaç yapalım diyen yok. Maddi misal. Şunun bir kanını tahlil edelim, bakalım tahlil edelim ne çıkacak diyen yok. Şöyle olsun, böyle olsun. İktisatçılar toplanır, bilmem diplomatlar toplanır, işte zeki kafalar bir araya gelir, oturur kalkar. Yok ve olmaz da. Ona imkân yok, olmaz. Bir yere gönül vermedikçe, bir yerden korkmadıkça… Korkmak böyle bir zalimden korkmak gibi değil. Bir kötüden korkmak gibi değil.  Tatlı korkmak. Saygı yani ya… 

Hayâ. Bir ismi de bunun. Hayânın manasıda korkmaktır, acaba anlatabiliyor muyum? Onun içün Beşeriyetin Fahri Ebedisi öyle buyurmuş; الْحَيَا ءُ مِنَ ا ْلإِيمَا نِ hayâ imandandır. Diğer bir manada da hayâ doğrudan doğruya imandır. Daima milletlere insanlara bela hayâ kalktığı vakitte gelir. Bu siper-i saikadır, bir millette haya oldu mu katiyen nusibet  gelmez. Yok. Hayâ başka bir şeydir. Öyle bir kuvve-i müesiredir[6] ki bütün kanunlar, o büyük kanun diye tanınmış olan bütün kanunlar hayânın yanında zerre kadar küçülür. En büyük inzibat teşkilatı hayânın yanında nokta kadar da kalmaz. Alnı damarı patlamış olan kimseye kanun ne fayda eder kardeşim. Utanmayan adama, zabıta inzibat ne faydası olabilir? Hiç. Acaba bir şey anlatabiliyor muyum? Halk bunu tedarik etmeli.  Bunu tedarik etmeli. Ciltlerle kanun yap, her maddesine yüz bin tane şerh yaz, hayâ yok, fayda yok kanunun. On kişiye beş yüz tane zabıta kuvveti koy, hayâ yok, fayda etmez. Etmez. Saygı ile sevgi ile Allah (cc) korkusu. Bir azapla filan değil, o makbul değil o. Beni insan yapmış, kendisi öyle der Huda. Ben sana o kadar kıymet verdim ki der, seni ilmimde tuttum, seni ilmim de tuttum. Sen ilmi ilahide kaldın. Âlem-i gayba sevk ettim. O ne demek? Bin tane konferans vermem lazım. Kelimesi üzerine söyleyip geçiyorum. Meratib-i erbainden geçirdim. Her mevcudu sıfatımla halk ettim, seni zatımla halk ettim. Her mevcudun halk olunması içün sıfatıma emrettim,  olsun dedim, onunla oldurttum, seni kendi elimle yoğurdum. Hammertu tıynete Âdeme biyedeyye erbaîne sabâhen. Onun lügat manasını herkes bilir fakat onun enfüs manası o ne demektir o? Allah (cc)’nün eli olur mu? Allah (cc) elden münezzeh. Nedir o el ne?  Seni cemal ve celal sıfatlarıma karşılaştırarak… Melekten efdalsin sen senden efdal bir şey yok. Eğer bilsen senden efdal hiçbir şey yok. 

Eşref-i mahlûkat deniyor. Rahm-ı maderde devrelerini geçirdikten sonra o rahme memur olan manzumeyi kuvve-ilahide bulunan kuvveye lisan-ı manada ona melek denir. Uzaklaş bakalım, aramızda bir bağ olacak dedi. Keyfiyeti yalnız bana malum olan bir irtibat yapacağım, uzaklaş. O sırra kimse agâh olmayacak diye de uzaklaştırıp da ruh-u menfuh ile tekrim ettim diyor. İnsanda kaç tane ruh var. Sen yalnız ruh-u hayvaniyi öğrenmişsin işte efendim kan devrini yapar, şunu yapar hop der biter göçer gider. O hayvanlık vücudun, bir de insanlık vücudun var geçmez o. Anlatabiliyor muyum? İnsanda kaç tane ruh var? İnsan bu insan… Ruh-u hayvanisi var, ruhu sultanisi var, ruh-u insanisi var bir de ruh-u izafisi var. Bunlar kelime halinde söyleniyor, sağ kalırsam zaman zaman açar söylerim. Senin okuduğun bildiğin inkâr ettiğin ebediyeti şurayı burayı yalnız sen bir ruh-u hayvani okumuşun. Vücudu şusu busu, kalpten şöyle olur, temizler, tekrar şöyle devrini yapar filan, o ruh-u hayvaniye ait olan şeyler. Bir de ruh-u insanin var. Ondan sonra ruh-u izafin var. Ondan sonra, ondan evvel ruh-u sultanin var. Çok, çok varlıklı bir mahlûk. Zor işte insanı talim, tekrim zor. Onun için zor. Gayet zor. Fakat neye benzer bu biliyor musunuz? Tapusu var, çapı da var, büyük bir kâşaneye sahip anahtarda var fakat bir türlü anahtarı açıp da içeriye girmemiş. Kapının dibinde oturur, rüzgâr gelir füf yapar, birde açık göz gelir pencereyi kaldırmış, vüp içeriye girmiş oturmuş. Tapusu da yok, çapı da yok ama içeriye girme yolunu bilmiş. Anlatabiliyor muyum acaba? Tapuda var, çapta var, anahtarda var  evini açıp da ne olur şu anahtarla açsana kapıyı  içeriye girsene titriyorsun dışarıda. Sonra içeride teşkilatlı. İstediğin her şey var. Soğukluğu sıcaklığı. Bütün her şeysi var. İşte ona benzer bizim halimiz. Hazine var, her şey var, içine girmeden ölüp gidiyoruz. Hep içine girmeden, kapının dibinde ölüyor yallah. Kapının dibinde girmeden hep böyle  gidiyoruz.

Huda insana en büyük nimeti, işte o biraz evveli zikrettiğim hayâ denilen şeydir. Hayâ merhameti meydana getirir. Odan sonra hürmet tecellisi başlar. Merhameti görünce o cibillidir, merhamete karşı hürmet eder. Merhametle hürmet irtifak eder muhabbet meydana gelir. Bunu hemen her konuşmada tekrar ediyorum. İhtiyaç bu onun için tekrar ediyorum. Bunu insanlar ilk önce evlerinden başlamalı. Kaç nüfussun evde? Hesap görmeli yahu, gel bu hesabı görelim. Ondan sonra hariçte dostlarından başlamalı. Arkadaşlarından. Sen bana merhaba diyorsun, ne dereceye kadar samimiyiz? Senin bu merhaban bana nereye kadar yol verebilir? Ben senle ne kadar yol alabilirim? Evet böyle ayak üzerindeyiz. Dışta zahiri iyi tip şey var. Eğilip bükülmek için şekilleri öğrenmişiz. Ayağımızı yanına getiririz, elimizi şöyle bir biçimli tutarız filan. Bir şeyler yaparız. Süratle bir şapkayı çıkarırız filan. Fakat bunlar kalıba taalluk olan işler. Gel şu işte birleşelim, bir insanlığa hizmet edelim, hiç kimse yok. Hiçbir adam bulamayız. Ne çıkar şapkanı süratle çıkardın, elini böyle tuttun? Bacağını yanına getirdin, bükülmesini bildin. Numara numara bükülme vardır sonra. Masası büyük olana başka türlü bükülür, kasası büyük olana daha başka bükülür. Fukaraya karşı daha artık bükülür mü gerilir mi? Garibe karşı ne yapar onu da bilmem. Hepsi ayrı ayrı. Bükülmeler biçilmeler hepsi öğrenilmiş, yerinde. Ama hani insana taalluk eden iş nerede? Ne gün olacak? Hangi garibin gönlünde kaç tane gül açtırabildin? Öyle diyor, bunu isterim diyor Kudret. Bunu ben isterim. Ben bunu isterim. Bir iyilik yaparsın geriye istersin diyor. Köpeğin kustuğunu yalamasına benzer diyor. Anlatabildim mi acaba? Köpek kusar yalar. Sende bir insana bir iyilik ettin de onun başına kakacak olursan kustuğunu yalayansın diyor. Köpeksin diyor yani ya. Süt memeden çıktıktan sonra nasıl memeye iade edilmezse yapılan iyilikte insanın başına kakılmaz diyor. Misalde kuvvetli değil mi? Bir şey anlatabiliyor muyum acaba? Kaç kimsenin gönlünde, kaç garibin gönlünde bir, bir taneye de razı değil. Cenab-ı Fahri Âlemin verdiği haberde öyle cemiyetli konuşmuş. Ne büyük… Bir garibin gönlünde kaç yüz tane gül açtırabildin diyor. Onun tabirine bakacak olursak çok, biz yüzleri bırakalım şimdi…. Onu da bırakalım acaba bir garibe karşı nazar-ı merhametle baktığımız var mı?

Sonra soracak, herkesten sorulacak o. Ömrünü nasıl geçirdin? Ben bunu sorarım diyor Huda. Ömrünü nasıl geçirdin? İnsana Allah (cc)’nün verdiği en büyük sermaye, sermayeyi hak sayılı nefestir. Üzerinde o kadar titizdir ki o kadar arar ki… Ya… Ben sana sayılı nefes verdim, bunu nasıl geçirdin, nereden kazandın, nereye sarf ettin? Sorarım diyor. Nereden kazandın, nereye sarf ettin? Sultan-ı Resul Efendimiz bir gün su istemişler. Soğutmuşlar suyu belki ister diyerekten, soğutarak getirmişler. İçmişler, içtikten sonra pencere-i hak olan gözlerinde inciler dikilmiş yani gözyaşı. Sormuşlar, “Efendim bir ıztırabınız mı var?” . “Hayır.” “Niçün böyle mütessir bulundunuz?” evet demiş. “Su büyük bir nimettir, Hakk’ın büyük bir ikramı, ihsanıdır, onun hesabı vardır, soğukluğunun da var” demiş. Bir şey anlaşılıyor dimi ya? Soğukluğunun da var. Kudret malının hesabını sorar. Hem öyle defterin kenarında kaldı, rakamı bozuldu şöyle oldu ……

Binaenaleyh ahlakçı der ki; O kadar çok çalış ki sorulduğu vakitte, sorulduğu zaman, önleme şekilleri de vardır der. Önleme… Ahlakçılardan Tayfur-ı Bestami ebediyet âlemine geçmiş. O manaya nispeti olanların nasıl şimdi böyle hani ruh celbedip de gelen ruh değildir ya o ruhun sıfatıdır. Âlemi emirdendir, mahlûk olmadığından insanlara uşak olmaz. O uzun boylu bir iş fakat Kudret onu yaptırıyor, inkâr kapısını kapıyor… Bu gün medeniyetini taklit ettiğimiz âlemde serveti  göz kamaştıran şu Amerika da filan Hakk’ı inkâr kapısı kapanmıştır. İnkâr kapısı yok. Hatta inkâr kapısı olmadığı halde Amerika da öyle işler var ki ona bir tarif vardır aklıma gelmedi fakat ben söyleyeyim siz anlayın yirmi dört saatl hiç  arkası kesilmeksizin orada hususi bir kilise vardır, açıktır. Resmen o kilisedeki , o işin memuru olan insanlara siz yalvarın, hiç durmadan yalvarın, “Yarabbi, insanları harptan muhafaza et”. Atomu var, ne bileyim ben parası var, her şeysi var, parasının üzerinde de Allah (cc)’ye güvenin diye yazısı var, Allah der, öbür tarafta iki tane sayfayı okuyan çocuk bakarsın ki bırak şu kafayı der. Geri kafalı der. Anlatabildik mi acaba? Celbediyor, o ayrı bir saha fakat gelen şey değildir kanaatime göre. Kanaatime göre değil hakikate göre ruh çünkü şeydir. [7] قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي 

Benden soracaklar diyor Allah (cc). Onu sordukları vakit onlara cevap ver. O Allah (cc)’nün emridir. Âlem-i emir mahlûk değildir. Siz mahluk, halk âlemindesiniz, orayı idrak edemezsiniz. Burası uzun boylu bir bahis ya çok uzun boylu. Şimdi buraya girersek zihinler durur. E nedir o? Nasıl ruhun burada bu kalıbı varsa bu sıfatı varsa, bu sıfatı ile tecelli ediyorsa ruhta orada bir sıfatıyla bugün tecelli ediyor ve görülen hadiselerde onlardan ibarettir.  Bazısı da öyle inkâr ediyor, ama taklidi de olabilir. Ama hakikati de mevcut, bugün inkâr edilmez.. Üç asır evvel gitmiş olan, musikiye ait olanların yapmış olduğu eseri piyanoda dinliyorlar. Serap halinde bir şey bir vücut gözükmüyor. Fakat aynen tekrar makineyle oynuyor. Ya hep bunlar Allah (cc)’nün kudreti. İnsanın bir şeysi değil o. Yine merhameten Cenab-ı Huda yine ders kaçırtıyor, bırakın dönün bana yahu sarılın diyor size iş vereceğim. Onların hepsi öyle iştir ki… Sırdır insan sır. Acayip. Ölürsün, ahiret istasyonuna korlar, başında birisi gelir okur, okuduğu vakitte yanında seni boş bırakmaz Kudret. Daima insan Kudret’in hususi memurları tarafından çerçevelidir. İşitiyor musun der. İşitiyorum. Dinliyor musun der. Dinliyorum. Anlıyor musun? Niye vaktiyle anlamadan geldin? Neden vaktiyle intisap etmedin. Niye anlamadın vaktiyle? Daha öbür tarafını da söyleyeyim mi? Orası dursun. Ya olur mu ya hepsi birden on dakikada hepsini ver. Ne iş bu? Böyle olur mu?

Ne diyordum? Her şeyin hesabını Kudret ister. İsteyeceğim diyor kendisi. Adeti öyle. Tayfur-u Bestami; ahlakçıların ileri gelenlerinden bir zat-ı âli. Ebediyet âlemine geçmiş, dostları… Kelimesini bulamıyorum da onun için düşünüyorum, ne diyeyim. Misal verdim sana bugün ki maddi şeklini bir de mana şekli vardır. Şuhutlarında, manaya olan nispetlerinde ki zevklerinde ve yahut buralara inanmayanlarınız varsa rüyasında diyelim. Rüyayı da inkâr edemez ya. Görüyorlar, soruyorlar nasılsın? Valla diyor geldik buraya çok huzur içerisindeyim kâm almışım, büyük bir huzurdayım. Fakat diyor bir sözü hoşuma gitti de Kudret’in bana bunu verdi fakat bende bu sözü söyleyebilmeklik içün yine onun ihsanı ile epey cihat eylemiştim dünya âleminde. Tam diyor böyle bir zevk alayım, bir manaya sahip olayım derken bana sorulmasın mı diyor ne getirdin? Ne getirdin? Birden bire diyor. Ama onu yok ona layık olabilecek insan da veçhe olmalı. Birden bire kendimi kaybetmedim, garip fakir sultan kapısına eli boş gelir, getirmez alır. Şıklığını anlatabiliyor muyum acaba? Rüüüp diyor. Evet makamı nazda konuşanlar vardır, dar-üs selam içün. Âlem-i cennet içün mesela. Emrah vardır Emrah. Büyük bir adam.

Miras-ı pederdir bize cennet. Elbette gireriz hane bizimdir.

Gördün mü kibarlığı? Söze bak. Adem Aleyhisselamıs meskeni ya. Miras-ı pederdir bize cennet. Elbette gireriz hane bizimdir. Bunu dedi ama hayatında da zulme divan durmadı. Bunu dediği gibi başka şeysini de okuyayım size, okumuştum ya vaktiyle. Okuyayım mı ister misiniz? İnsan böyle makam-ı nazdan konuşabilmeklik içün Kudret’e ilk önce insan doğduğu vakitte makam-ı hayvaniyettedir. Konuşmaya başladığı vakitte dedim ya kendisinde bir dert başlar. Ben kimim? Nereden geldim? Ne olacağım? Nereye götürüleceğim? Buna aslını arama derdi derler. Bu dert başladığı vakitte ademiyete kadem basar. Adem olduğu vakitte eşyanın hakikatini öğrenir. Çünkü Huda’dan Ben Adem’e bütün esmayı ilahiyi talim ettirir. Anlatabiliyor muyum acaba? Öyledir. Bunun zevkiyle makam-ı insaniyete kadem basar. İnsaniyet demek Hak enisi olur. Yârı, nigârı, enisi Hak olur. Ondan sonra niyaz âlemine geçer. Bu meratibi[8] ikmal ettikten sonra, böyle şekilde konuşmaklık haklarını alır. Belayı bal yapar. Tek bir… Kaşını çatmaz. Bizim şimdi ayakkabının bağına bassak şurada inerken boğarız. Burada güzel güzel dinleriz. Fakat tesadüfen yürürken bassak şöyle bir bakarız. Bak belki de üzerine hamle ederiz. Gönüllerimiz birleşmiyor. Bak ne diyor şimdi?
   
Ben ol bir şahsı sultanım ki âli himmetim vardır.
Hakikat ehliyim her şahs ile ünsiyetim vardır.
Veli vâlayı pire nice yıllar hizmetim vardır.
Kitab ı aşkı tefsir eylemeklik kudretim vardır

Bağladı şimdi o, orada benliği kalktı

Veli vâlayı pire nice yıllar hizmetim vardır.
Ordan almışım diyor
Kitab ı aşkı tefsir eylemeklik kudretim vardır
Benim bin böyle suzişli müessir sohbetim vardır.
Anın için zümre i irfan içinde şöhretim vardır
Gedayım surete lakin gönül tahtında sultanım. 

Bana kıymet vermezsin diyor. Gedayım, fakirim,köleyim garibim

Gedayım surete lakin gönül tahtında sultanım.
Serir i lağvı hüsrev mülki mahviyyet de hakanım.
Ne zannettin efendim intihasız devletim vardır.
Fakirim rütbe i vâlâda şanım şevketim vardır.

Ben ol avare vech hayran hayran yüz sücu etmem .
Sözüm dad ı Hüdadır. Öz özümden yüz sücu etmem Söz Allah (cc)’nün sözüdür diyor.

Muhassal bir selatini zamana serfüru etmem. Senin tapunduğun insanlara ben kafamı değmem.
Muhassal bir selatini zamana serfüru etmem
Güzellikde seha şuh u cihanı arzu etmem.

Gönül bağında bir gülyüzlü nazik tıynetim vardır.
Sedaret bezmigâhında anın için rifatim vardır.

Uzun buraya kadar anlaşılır. Eh bu hali giyinmiş, Bu hali giyindikten sonra

Miras-ı pederdir bize cennet, elbette gireriz hane bizimdir diyor.

Yine biz makamı nazdan konuşmuş bir şekil. Sayılı nefesini yerli yerine tüketirsen, Kudret’in en büyük nimeti olan bu asıra ikram etmiş olduğu her şeyi yerli yerine sarf edersen, Kudret sana istediğin gibi konuşma hakkını verir. O kadar da kerimdir.

Mesela Musa Kerimullah Salavatullahe, [9] اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ Ben dersem kâfir olurum. O onun ağzına layık. Anlatabildim mi acaba? O onu söyler. مِنَّاۚ اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ  O bunu demek hakkını aldı ama vaktiyle firavunun ateşinde ağzı yandı. Yaa. Daha canlı bir misal vereyim size. Eshab-ı bedir, üç yüz on üç şahıs… Bunlar hakkında Huda  اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ   [10] İstediğinizi yapın sual sormayacağım. Allah (cc)’nün ağası mısınız? Sormayacağım. Zaman geldi, Mekke’nin fethinin programını Hazreti Muhammed (sav) tespit etti. Tabi onlarda dostları, onlara da aşikâr etti. Mekke şu şekilde fethedilecek dedi. Bu üç yüz on üç şahıstan Hâtıb Bin Ebu Beltea planı Mekke’de, Mekke’ye gönderdi. Plan yapıldı. Hükümet-i Subhaninin büyük sefiri namus-ı ekber geldi. Hâtıb Bin Ebu Beltea filan kadınla senin yapmış olduğun planı kaçırıyor, gidiyor dedi. Gönder çabuk al. Cenab-ı Ali ile bir zatı daha yanına çağırdı, gidin filan yerdeymiş kadının üzerinde alın bunu dedi. Gittiler, kadını önlediler, sende böyle bir mektup var dediler bir şey var. Yok bir şey. İmam-ı Ali dedi ki; saçlarının arasında. Namahremsin elimizi sürmeyelim, çıkar ver. Çıkardı geldiler açtılar hakikaten tamamıyla yapılacak işleri açıkça yazmış. Çağırın dedi, geldi. Celali galip olan, zaptiye nazırı olan Hazreti Ömer’in rengi kül gibi olmuştu. Böyle, zangır zangır titriyor. Yalnız tabi Sultan-ı Resul O. Gayetntemkinli bir eda ile. Niçin yaptınız, sizin mi dedi, evet benim dedi. Niçün yaptınız dedi. Ben garibim dedi Ya Resulullah. Mekke’de herkesin yakınlarının bir büyük kabilesi vardır, dayanacağı yeri var. Benim orada kimsemin bulunan dostlarımın akrabanın evlad-ı iyalimin hiç kimsesi yoktur. Ben yalnız onlar agâh olsunlar diyerekten gönderiyorum dedi. Ömer dedi ki; hain-i vatandır, bak nereleri düşünmüş, Hakk’ı düşünmemiş de nerelere kadar düşüncesi gitmiş. Ben bunun kellesini alayım dedi. Şöyle vurdu Peygamber (sav). Ömer dikkat et dedi, ne sen bir şey yapabilirsin, ne de ben ve ne de Allah (cc). Fermanlıdır bu dedi. Bunun elinde ferman var. اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ   İstediğini yap diyerekten. Ha, şimdi burada söylemekten maksat nedir? Ve neden buradan mana aldı? Nasıl aldı bunu? 

Dünyada ne olur, ne olmasına ihtimal vardır, bir harp olmuştur. Bedir harbi. Öyle harp yoktur dünyada. Olur mu? Olmaz da. Her vakit söylediğim gibi kâinatı en kesif bir zulmet perdesi kapladığı zaman umulmayan bir ufuktan o zulmeti parçalayacak bir zat meydana geldi. Umulmayacak bir anda. Sebeplerin hepsi yok. Ordu yok, masa yok, kasa yok, hiçbir şey yok. Bütün medeniyette hasım. Hısımlar da hasım. Çünkü neden? Zulmü kaldırıyordu başta. Aciz insan putuna tapılmayacak. Bu kalkıyor… Buda o günün ileri gelen adamlarının işine gelmiyor. Zanneder misiniz ki Ebu Cehil Hazreti Muhammed (sav)’i kabul etmedi. Hayır öyle bir şey yok. Benliğe kurban gitti herif. Kabul etmedi değil. Ona sordu; Ümit eder misin benden hilafı hakikat bir kelime sadır olsun. El emin deyip ilk önce ben bağırdım yahu. Fakat sen öyle bir dava açtın ki benim içün şeyi mümkün değil. Niçün dedi. Sen hizmetçi ile beni müsavi tutuyorsun. Daha öyle medeniyet dünyaya gelmemiştir ve gelmez de. Daha en yüksek medeniyet tanınan yerlerde ten farkı vardır kardeşim. Gelmez. Uzun boylu anlattı, anlattı, anlattı, anlattı… Yarın gelirim dedi. Filanla geleceğim, içeriye girdiğim vakitte şöyle buyurun diye bana baş köşede bir yer gösterebilecek misin? Bütün ceziret ül arabı emrine amade kılacağım. İş kolaylaşacak. Öyle bir yer benim de yok. Öyle bir yerim benim de yok dedi. . Onun üzerine En-nar velael'Ar. Yanacağım dönmeyeceğim. Başka bir şey. Yani kabul etmedi manasına değil. Bilir fakat imanı nefsaniyet meselesi yapmıştır, Ebu Cehil gibi yanar. Yoksa hakikat gayet meydandadır.

İşte hiç kimse yok iken… Dünyada iki hakimiyet var, bir Zerdüşt hakimiyeti o vakit birde Kayser hakimiyeti. Bunun ikisi de hasım olmuş. Sen yalnız böyle ufacıcık bir hiziple karşılaşıyor zannetme. Kisra yazmış yemen valisine ceziret ül arap da birisi çıkmış, derhal elini bağla bana gönder. Öbür tarafta Kayser yazıyor Suriye de ki valisine aynı şekilde. Yemen valisi geliyor, keyfiyeti anlatıyor, ben memuren gelmişim diyor. Anlatabiliyor muyum? Bu işin cevabını diyor yarın vereceğim diyor. Bu işin cevabı verilecek. Emri veren kisranın oğlu o gece babasını öldürüyor. Parça parça ediyor. Emri veren parçalanmıştır diyor. Tetkik ediyorlar, hakikat çıkınca, onunda kısmeti var ya işte neyse.  Bize ait değil oraları, ben söyleyeceklerimi söyleyeyim. Ne oluyor sonra? O uzun boylu bir iş.

Böyle bir vaziyetteyken bu üç yüz on üç kişi canlarını ortaya koyuyorlar, mallarını ortaya koyuyorlar… Akıl fikir kabul etmiyor ki dava kabul edilsin. On dört asır geçsin de on dört asra yakın bir vaziyet olsun da böyle o sohbeti bu manayı ahlak ile birleştirerek, ahlaka misal olmak üzere biz burada konuşalım. O gün akıl kabul etmiyor onu. Aklın kabul ettiği bir şey değil. Akıl diyor ki evet bir para olacak, bir ordu olacak, bir kuvvet olacak, bunların hepsi mefkud[11]. Öbür tarafta bunların hepsi birleşmiş. Soruyor o vakit, verdin mi bana kendini? Can ile evet vücut mana her şey senin. Dikkat et ama seni filanca yerde filan parçalayacak. Sema ediyor keyfinden, demek ben şehit olacağım öyle mi? Anlatabiliyor muyum?

Böyle bir harp ki Peygamber (sav)’in karşısında amcası, Ebu Bekir’in karşısında oğlu, Ebu Ubeyde’nin karşısında babası, yine Peygamber (sav)’in karşısında damadı… Böyle. Sonra öyle bir harp ki artık bütün müşrikler karar vermiş ki bu harp ile bu manayı tamamıyla kökünden kazıyacağız. Bütün mukadderatını kaldıracağız artık.Tam bu karar böyle. Huda isterse olur mu öyle şeyler? Ha, bunlar orada kendilerini bu şekilde verdiklerinden dolayı, Allah (cc)’de diyor ki onlardan ben hesap sormayacağım. Kolay bir şey mi bu? Şimdi sana dese ki; farz edelim ki ahlakın mananın tekâmül ettiğini istiyor, birisi geldi karşımıza, böyle istediğin gibi, Sadr-ı İslam gibi, Hazreti Muhammed (sav)’in o Bedir harbinden çıkmış olduğu an gibi İslam’ın mukadderatı böyle parlayacak bir vaziyet olacak fakat senin şu kadar servetin var, bunun hepsini verebilir misin? Böyle bir donar. Bunu verdikten sonra da filan yerde seni filanca kişi parçalayacak. Bunu da kabul edebilir misin? Yavaş yavaş usulcacık ayrılır gider. Ne vakit ki hay hay, aynı zevki aynı semayı yapacak vakit oldu mu sana da اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ der. Zannetmeki sana  demmez, sende o fermanı alırsın. Aldıktan sonra o vakit işte böyle konuşursun. Bir tane daha sana okuyacağım. Farz et ki diyor ben günahkâr bir kulum, farz et ki ben günahkâr bir kulum âyâ senin rızan nerede? Farz et ki benim gönlüm kararmış, âyâ senin nurun ziyan nerede? Eğer sen bize cenneti ibadet bedeli olarak vereceksen, bu alış veriş olur, ya senin lütfun, keremin nerede? Anlatabildim mi acaba? Ya. Yoruldunuz mu? (Hayır)

Beşeriyetin inleme sebeplerini söylüyorduk, ahlaken onları tahlil ediyorduk. Burada değil mi şeyimiz, nirengi noktamız? Beşer öyle yalnız afakta, sebep arayarak, insanlık âleminin içine huzur vermek isterse çoktan aldanmıştır. Hiç faydası olmaz. Tarihte de tatbikatlı olarak insanlık mefhumunu yaşatan bizim dedemizdir. Bütün dünya sekenesi benim dedeme bakmakla mükelleftir bugün. Huzura kavuşmak için, çare o. Başka çaresi yok. Adli nasıl vaz etmiş, zulmü nasıl önlemiş, muhabbet neymiş, merhamet neymiş, zulmet neymiş, dünyanın neresinde görülmüş iki gözüm? Bu daha uzun bir zamana gitmez. Bundan bir asır evvel bu memlekette bu varmış Burada bir dükkân var, Ahmet Efendi burada bir dükkân var Veli Efendi. Bunda da o mal var ondada o mal var. Geliyor buraya diyor ki müşteri sizde şu var mı? Bakıyor Ahmet Efendi siftah etmemiş kendisi etmiş. Bende var ama o kadar iyi değil, yanındaki efendiden al. Evvela canan sonra can, anlatabikdim mi? Bu yaşamış bu, söz halinde kavli mücerret halinde değil. Bu toprak bunu yaşatmış. Bu lacivert kubbe bu şekilde adamı taşımış. İtimat tamam. Efendim bono geldi ödeyecektim faizi birikti filan, böyle telaş yok. Öyle öyle bir telaş yok. Hiç öyle bir telaş yok. Hiç öyle bir telaş yok. Telaşının rengini görürse komşusu müteessir oluyor, bana  açmadın derdini diyor. Demek bana kendini dost tanıyamadın. Beni kendine sen dost tanımadın. Biz bunu yaşamışız. Beşerin buna ihtiyacı var. Fakir zengine düşman olduğundan dolayı huzur yoktur. Zengininde fakire karlı merhameti olmadığından dolayı Allah (cc) huzuru kaldırmıştır. Birbirine bağlı. Havas tabakası fakir tabakaya karşı hiç, ne olursa olsun ben yaşayayım o gebersin diyor. Tabi bu kokuyu duyan avam tabakası da bilirim diyor ama fırsat yok diyor. O anı kaybetmeyin. Zengin malından in’am[12] edecek, fakir de çalışmasından in’am edecek. Birbirine bağlı onlar. Cüz’ü kül yek diğerinden eyler istimdat-ı dad[13]. Muhtaç kıldı Allah (cc) herkesi birbirine. Birbirine bağlanmış, zincirleme. Sen benim servetim var bana bir şey olmaz dersen ne olur? Zaten olacak herkes. Olmayacak var mı?  Yer yer adamı. [14] وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ diyor. وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ Allah (cc) mirasçı benim be ya diyor. Ben mirasçıyım ben den başka kimse yoktur diyor. Ben herkesin varisiyim. Bura kalacak. Çalıştırır, çalıştırır, çalıştırır hadi arş. Bir de çalıştırır, çalıştırır, çalıştırır da onun namına çalışırsa, münasebet aldıkça söylüyorum ya… Beşer nicün mesut değildir? Saadete niçün gelmiyor? Kendi hayatına çalışıyorda onun için. Kendi hesabına çalıştığın müddetçe mesut olamazsın. Çünkü hayat senin değil. Hayatı veren El Hay’dır. Allah (cc)’dür yani ya. Onun hesabına çalışıyorum dedikten, onu hal dendikten sonra, ağzıyla değil, ağzıyla söylerim, hal edindikten sonra saadet kendi kendine tecelli eder. Kaynar böyle saadet. Ve illa felah hiç yok.

Bu da cennetin tekâmül etmesiyle olur. Ferdin kendi kendine tekâmül etmesiyle olmaz ha. İnsan kendi çocuğunu yetiştiremez. Yalnız İttifak (İttiba) ile yetişecek. En güzel ahlakı verirsin, en güzel şeyi verirsin, bazen manevi zehirli gaz gelir boğar. Ya onun içün dedemiz çok korkardı. Aman en büyük sâri hastalıktır derdi. Ne koleraya benzer, ne vebaya benzer. Ne tifüse benzer, ahlaksızlık öyle fena bir şeydir ki sardı mı kurtarmanın imkânı yok. Öbür ki bedeni yakar, beriki ruhu yakar. Titrenecek noktaydı o ve ödü patlardı. Kendi kendine yetiştirim derseniz, yetiştiremezsiniz. İmkân yok ona. O halde insanlar birleşerek, anlaşarak her birisi vazifelenerek. Yalnız sen vazifelenmişsin, çocuğumu ben yetiştiririm. Yetiştiremezsin. Ama filanca yetiştirdi. O hususi iltimasa uğramış, o yetiştirmedi o. Onun işi ayrı. Nasıl enbiya istisna olup da kendi kendine yetiştirip de Allah (cc)’nün bir beridesi oluyorsa, veli nasıl hususi Allah (cc)’nün ayriyeten imtiyazına mazhar olmuşsa, onlar öyle yüzdeler bindeler bir taneler filan, onlar o değil, kül halinde. Çocuğu yetişmesi için muhit yardım edecek, muhat[15] yardım edecek, zemin yardım edecek, zaman yardım edecek. Bütün varlık yardım edecek bu iş o vakit meydana gelecek. Yoksa sen istediğin kadar koy. Gözünü kapasan kulağından girer, kulağını kapasan burnundan girer, her tarafını kapasan mesamatından[16] girer. Bütün kapanmış olsan ölür. En büyük dert bu işte. Ne vakit insanlar bunu gözünün önüne getirirler, biz bulalım derler… Kötülük birden bire kalkmaz. Herkes çıkıklığını, senede üç tanesini atmaya niyet etmiş olsa, Allah (cc) on tanesini attırır, iki üç sene içerisinde bakarsın ki tertemiz olur. Bazı insanlara yeis yoktur. Yeise kapılmayın sakın ha. Bizim ananemiz de bizim manamızda yeis küfürdür. Yeis yok. Nasıl böyle adam boyu kar yağar, hiç yazı görmeyen bir kimse onun içinde bulunmuş olsa ona dersin ki bu biraz vakit sonra bundan bir eser kalmaz, inanmaz da. Her şey öyledir. Huda istediği dakikada her şey değişir. Yalnız bütün hükümler, milletlerin istidadına bağlıdır. Anlatabildim mi? Her millet mahkemesinden, hâkiminden istidadı nispetinde hüküm alır. Öyle yerdir Hüvallah. Öyle diyor.

Le te'emirunne bil marufi ve letenhevünne anil münker evle yüsallitünelllahu aleyküm şirareküm feyed'û khiyarukum fela yüstecabüne lehu

Bak ne akıntılıdır. Ya iyiliği yaymaklığı üzerinize alırsınız, kötülüğü önlemek için hepiniz birden yek vücut olursunuz, veyahut ben Allah’ım size en edepsizlerinizi başınıza getiririm sonra hayırlılarınız dua etse kabul etmem. Adetim benim böyledir diyor. Hiç şuna buna hiç kimseye kusur bulmanıza hakkınız yoktur diyor. Sizin istidadınıza bağlıdır. İstidadınıza… Kalplerinizin birleşmesine. Hem o kadar ağır ki onun kaidesi vardır yan gelmiş, şedde gelmiş, onlarda tehdit manaları var. Katiyet, katiyen demektir Türkçeleştirirsek.

Le te'emirunne bil marufi ve letenhevünne anil münker evle yüsallitünelllahu aleyküm şirareküm feyed'û khiyarukum fela yüstecabüne lehu.

Ya iyiliği yaymaklık hususunda yekvücut olur, vazifelenirsiniz, hepiniz iyilik yapacağız diyerekten, karar verirsiniz bende bu kötülük var söz veriyorum kaldırıyorum diyerekten, sendede varsa sende kaldır. Nihayet hattı zatında kötülüğü atmakta zor bir şey değildir. Ben size irade verdim diyor Allah (cc), hayvandan ayırmaklık içün. Hayvanın iradesi yok. Sana irade verdim ki kötülüğü atasın diyerekten. Kullanamadıkça hayvansın diyor. Bir şey anlatamıyor muyum acaba? İrade verdim diyor, iradesizdir hayvan. Konuşmak değildir insanı diğer mahlûktan ayıran. İrade, meleğe vermemiş arşa, ferşe hiçbir şeye yok. İrade yalnız insanda. Benim en sevdiğim bir sıfatımı sana verdim diyor. Kullanmadın sen. Tabi o sıfatı kullanırken nefis hücum edecek ya. Nefis adamı bırakır mı? Efendim ibtiladır işte bırakamıyor filan, onlar yok. İradeyi kullanmıyor da onun için.  Kullanırsan biraz sıkıntı çeker. İnsanın en büyük insanın en büyük istilabı[17] anasının memesidir. Hayata artık doğunca istidadı sevkisi yapışır, memesine annesinin. Hayata onunla devam ediyor. Her şey orada onun içün, fakat bir an hop keserler. Demek ki bırakabiliyormuş. Anlatabildik mi acaba? Bırakılabiliyormuş yani ya kötülük. Bırakıyor. Neye muktedir olduğumuzu bildiren ilmin adına ilmi ruh denir. Niye mecbur olduğumuzu bildiren ilmin adına da ilmi ahlak denir. Bu ikisini de biz öğreneceğiz. Anlatabildim mi acaba? Biri neye muktediriz bir? Hani irade mirade sayıyor ya. Bu muktedir olduğumuzu bildiren ilmin adına ilmi ruh denir. Birde neye mecburuz biz? Buraya geldik ya bizim bir mecbur olduğumuz var. Hah o mecbur olduğumuz şeyi bildiren ilmin adına ahlak denir. Kısa bir tarif yaptım size. Konuşma arasında kısa bir tarif yaptım. Bugün ki konuşma bu kadar yeter. Girmedik daha konuşmaya ama bugün birazda sıhhatim o kadar iyi değil….






[1] İŞBA': Doyurmak, açlığı gidermek. Doymak.
[2] Meadin               Madenler (maden)
[3] Müşareket      Birbirine ortak olmak, ortaklık. Beraber olup bir iş yapmak. Gr: İkili tarafın da isteğini bildiren fiil. Karşılıklı anlaşma, birbirini anlama.
[4] Neşv Ü Nema     Büyümek ve gelişmek.
[5] Rakik(a)               (Rikkat. den) Yufka yürekli, ince merhamet ve şefkat sahibi olan.
[6] Müessir(e)          Te'sir eden. İz bırakan. Te'sirli. Dokunaklı. Hükmünü yürüten. Eserin sahibi.
[7] İsra Suresi 85. Ayet-i Kerime  وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الرُّوحِۜ قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلَّا قَل۪يلً
Meali: Ey Muhammed! Sana ruhtan soruyorlar. De ki: "Ruh Rabbimin bildiği bir iştir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir."
[8] Meratib               Mertebeler. Basamaklar. Kademeler. Dereceler.
[9] A’raf Suresi 155’nci Ayet-i Kerime: وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْع۪ينَ رَجُلًا لِم۪يقَاتِنَاۚ فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَۜ اَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَهَٓاءُ مِنَّاۚ اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُۜ اَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِر۪ينَ
Meali: Bir de Musa, mîkatımız için (tayin ettiğimiz vakitte tevbe için) kavminden yetmiş erkek seçti. Ne zaman ki, bunları o sarsıntı yakaladı, işte o zaman Musa: "Rabbim! dedi, dileseydin bunları da, beni de daha önce helâk ederdin. Şimdi bizi, içimizdeki o beyinsizlerin yaptıkları yüzünden helâk mi edeceksin? O iş de senin imtihanından başka bir şey değildi. Sen bu imtihanla dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de hidayete erdirirsin. Bizim velimiz sensin. Artık bizi bağışla, merhamet et, sen bağışlayanların en hayırlısısın."


[10](Buhârî, hadis no:3007, Müslim, hadis no: 2494 ) (Hadisi, Ali b. Ebî Tâlib -Allah ondan râzı olsun- rivâyet etmiştir.)    لَعَلَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ اطَّلَعَ عَلَى أَهْلِ بَدْرٍ، فَقَالَ: اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ، فَقَدْ غَفَرْتُ لَكُمْ
"Belki de Allah -azze ve celle- Bedir'e katılanların durumlarına (rahmet ve mağfiret bakışıyla) bakmış ve: (Ey Bedir Ehli!) Ne yaparsanız yapın, ben sizleri bağışladım, demiştir."
[11] Mefkud Kaybolmuş. Olmayan. Yok. Gayr-ı mevcud.
[12] İn'am  Nimet vermek. İhsan etmek.
[13] Cüz’ü kül yekdiğerinden eyler istimdat-ı dad: Bütünü var eden her zerrenin selameti, diğer zerrelerin selametine yaptığı hizmete muhtaçtır.
“Mü’minler bir vücudun organları gibidirler.” Hadisi Şerif     
Cenab-ı Hakk, bir şeyden her şeyi, her şeyden bir şeyi yaratırken, küçüğü-büyüğe, büyüğü-küçüğe ihtiyaç halinde takdir buyurmuş. Her zerrede Cenab-ı Hakkın takdirini görüp nazar-ı hakaretle bakmamalı.
(Vücuttaki, büyük küçük her zerre, diğer zerreye yardımcı olurken, kendisine de hizmet eder. Mesela; hücrelerin karaciğeri sağlıklı çalıştırmak için gösterdikleri çaba; aslında kendi selametlerinin de gereğidir. Kendilerine de hizmettir.
Hücre dokudan, doku karaciğerden, karaciğer vücuttan, vücut insandan, insan çevreden, çevre Dünya’dan, Dünya Güneş sisteminden, ....ve nihayet Kainattan ayrılamaz. Hücre, tüm evren mekanizmasının bir parçası olarak diğerlerinden ne daha değerli ne de daha değersizdir. Büyük, küçük her parça var olabilmek için diğerine muhtaç ve mahkum kılınmıştır.
Tam manayı veremedik. Gücümüz anlamaya da tercümeye de ancak bu kadar yetti.)
[44] Cüz’ü kül yekdiğerinden eyler istimdat-ı dad: Bütünü var eden her zerrenin selameti, diğer zerrelerin selametine yaptığı hizmete muhtaçtır.
“Mü’minler bir vücudun organları gibidirler.” Hadisi Şerif      
Cenab-ı Hakk, bir şeyden her şeyi, her şeyden bir şeyi yaratırken, küçüğü-büyüğe, büyüğü-küçüğe ihtiyaç halinde takdir buyurmuş. Her zerrede Cenab-ı Hakkın takdirini görüp nazar-ı hakaretle bakmamalı.
(Vücuttaki, büyük küçük her zerre, diğer zerreye yardımcı olurken, kendisine de hizmet eder. Mesela; hücrelerin karaciğeri sağlıklı çalıştırmak için gösterdikleri çaba; aslında kendi selametlerinin de gereğidir. Kendilerine de hizmettir.
Hücre dokudan, doku karaciğerden, karaciğer vücuttan, vücut insandan, insan çevreden, çevre Dünya’dan, Dünya Güneş sisteminden, ....ve nihayet Kainattan ayrılamaz. Hücre, tüm evren mekanizmasının bir parçası olarak diğerlerinden ne daha değerli ne de daha değersizdir. Büyük, küçük her parça var olabilmek için diğerine muhtaç ve mahkum kılınmıştır.
Tam manayı veremedik. Gücümüz anlamaya da tercümeye de ancak bu kadar yetti.)
[14] Hicr Sureri 23’nci Ayet-i Kerime   وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ
Meali: Elbette biz diriltiriz ve biz öldürürüz! Ve hepsinin varisleri de biziz.


[15] Muhat İhâta olunmuş. Etrafı çevrilmiş. Etrafı kuşatılan. Bir şey içinde bulunan.
[16] Mesamat Mesammât      (Mesâmm. C.) Mesammlar. Delikler, gözenekler.esamat
[17] İstilab  (Selb. den) Kapma, kapıp alma, selbetme.

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Şemseddin Yeşil - Tüm Hakları Saklıdır..
Designed by CruelKeSh | 2017