289 Nolu Band (02-01-1960) 64dk.
Ahlak mevzuu üzerinde devam
etmekteyiz. Mevzuu iki esasa ayırmıştık. Birine vazifeden doğan ahlak, diğerine
de aşktan doğan ahlak tesmi’ etmiştik. Vazifeden doğan ahlakın menşei, membaı,
mastarı, akıl, aşktan doğan ahlakında annesi kalp. Tabi buradaki aşk romanda
okunan aşk değil. ( Bu işliyor mu bu? İşliyor efendim. Benim sesimi bozuyor
kesin. Aşağılarda kimse var mı? ) Bu ahlakın beyan ettiği aşk, romanda okunan
aşk değil. İnsan asude kaldığı vakit, iç âlemine girdiği zaman,
sessiz sözsüz, bizsiz sizsiz, konuşan vücudu ile baş başa olduğu an, kendi kendisine bir sual sorar. Acaba ben neyim der. Kimim ben? Nereden geldim? Niye geldim? Kim getirdi? Niye getirildim? Burada ne işler yapacağım? Ben her an bir sıfattan bir sıfata geçiyorum. Kendi kendimi tutamıyorum. Bazen emel, bazen elem, bazen zevk bazen sürur… Bu haller bana nereden gelir? Acaba gelmemdeki gitmemdeki gaye nedir? Nereye gideceğim? Bu suallerin cevabında kendisinde aslını aramak tadı başlar. İşte bu derdin adına aşk derler. Ahlaka göre kimde bu dert başlamamıştır, henüz makam-ı insaniyete başlamamıştır. Bir şey anlatabiliyor muyum acaba? Bunu sorduğu vakit, bunun cevabını aldığı an, rezalet, cinayet, ihtikâr, rüşvet, yalan, hile, hud’a, ihanet, adavet, buğz, kibir, riya… Daha sayayım mı? Bu kadar yeter. Bunların hepsi kendi kendine kalkar. E ne olur kalkar da? Beşere huzur gelir. Şurada kaç gün yaşıyoruz? Nedir yani ya? Eğer hayat, şu dünya denilen sahnede beş on gün yaşamaktan ibaretse değer mi? Farz et ki sana, kendinde bir gaye tasavvur ettin, suri bir gaye, onun en ummadığın zirvesine kadar çıktın, zanneder misin ki işba[1] olursun, doyarsın? Hayır. Bütün zevkler geçicidir. Belki içinizde tecrübe edenlerinizde vardır, tecrübe üzerinde bulunanlarınız da vardır, henüz tecrübeye yaklaşmak isteyenleriniz de vardır. Hepsi geçicidir.
sessiz sözsüz, bizsiz sizsiz, konuşan vücudu ile baş başa olduğu an, kendi kendisine bir sual sorar. Acaba ben neyim der. Kimim ben? Nereden geldim? Niye geldim? Kim getirdi? Niye getirildim? Burada ne işler yapacağım? Ben her an bir sıfattan bir sıfata geçiyorum. Kendi kendimi tutamıyorum. Bazen emel, bazen elem, bazen zevk bazen sürur… Bu haller bana nereden gelir? Acaba gelmemdeki gitmemdeki gaye nedir? Nereye gideceğim? Bu suallerin cevabında kendisinde aslını aramak tadı başlar. İşte bu derdin adına aşk derler. Ahlaka göre kimde bu dert başlamamıştır, henüz makam-ı insaniyete başlamamıştır. Bir şey anlatabiliyor muyum acaba? Bunu sorduğu vakit, bunun cevabını aldığı an, rezalet, cinayet, ihtikâr, rüşvet, yalan, hile, hud’a, ihanet, adavet, buğz, kibir, riya… Daha sayayım mı? Bu kadar yeter. Bunların hepsi kendi kendine kalkar. E ne olur kalkar da? Beşere huzur gelir. Şurada kaç gün yaşıyoruz? Nedir yani ya? Eğer hayat, şu dünya denilen sahnede beş on gün yaşamaktan ibaretse değer mi? Farz et ki sana, kendinde bir gaye tasavvur ettin, suri bir gaye, onun en ummadığın zirvesine kadar çıktın, zanneder misin ki işba[1] olursun, doyarsın? Hayır. Bütün zevkler geçicidir. Belki içinizde tecrübe edenlerinizde vardır, tecrübe üzerinde bulunanlarınız da vardır, henüz tecrübeye yaklaşmak isteyenleriniz de vardır. Hepsi geçicidir.
Bir anahtar lazım, beşer semayı
insaniyesini açabilmesi içün. Yoksa cife olaraktan geçer gider. İnsan eğer
ahlak putesinde eriyip, bir manaya sahip olmamışsa, bu kan ve kemik torbasından
ibaret kalırsa, netice itibariyle bir necaset kutusudur kardeşim. Şu anda bir
tahlil yapalım. Vücudumuzun derinliklerine, maddi derinliklerine, manevi değil
de bir nazar edelim. Hepimizde beş on okka necaset, birçok kirler, şunlar,
bunlar. Fakat bizim bir veçhemizde vardır ki o veçhemize Allah (cc) müşteridir.
Ve insanlığımızı oradan alırız. Beri tarafımız hayvanlıktır. Nasıl ki geçen
konuşmamda dedim ki insan cismi, hacmi, ebadı dolayısıyla, meadinle[2]
müşareketi[3]
vardır. Neşv ü nema[4],
letafet, hüsnüan, hasebiyle nebatatla iştirakı vardır. Vurmak, kırmak, ezmek,
gadap etmek, haset etmek, çekememek sıfatlarıyla hayvanla ortaktır. Bunlardan
kurtulması içün ayrıca bir sıfatı vardır ki ona manayı insani derler. Gayet
latif, gayet rakik[5], gayet
nazik, çok merhametli, çok şefkatli, kalbi bütün mevcudat için çarpar, bu
sıfatına da insan derler. Buna maarif değilse henüz, işte hayvanda yer içer
tanasül eder, insanda yer içer tanasül eder. Bir farkı yok. Acaba bir şey
anlatabiliyor muyum? Yine her hafta tekrar ettiğim cümleleri söyleyeceğim. Bunu
söylemekten maksadım sofranın ekmeği, yemek değişir de ekmek değişmez.
Yayılması içün söyleyeceğim. Hem dünyaya yaymak için söylüyorum. Mevzii değil.
Görüyoruz. Beşer artık fen sahasında aldı yürüdü. Dimi göz kamaşıyor. İlmen
fikirleri durduracak kadar teali etti. Fikren akıllara veleh verecek şekilde
yürüdü. Felsefesi o derecede fakat hiç kimsede huzur yok. Yalnız dünyanın bu
köşesinde değil, bütün dünyada. Dünya iki buçuk üç milyar insan besler derler. Bunun
heyet-i umumisinde yok. Kamere çıkacak çıkar mı çıkmaz mı? Çıkar. Yalnız kamer
değil, bütün seyyarat da gezilecek. Benim kitabım bunun haberini vermiştir. Biz
görürüz görmeyiz, o başka fakat çıkılacak. Belki oraya çıkıldıktan sonra bir
huzur mu olur, onu da bilmem. Çünkü orada bir ses işitecekler. İnkâr ettikleri
sesi işiterek orada karşılaşacaklar.
Benim kitabım öyle der. Beşerin
birleşerek, kalbiyle ihlasıyla gönlüyle işitin diye Kudret’in emretmiş olduğu
sedayı bulana, bilin diye tavsif etmiş olduğu
zat-ı alayı burada inkâr edenlerde orada işittikleri vakitte bilmem artık ne
yaparlar? O olacak. Bu kadar yükseleceği tahakkuk ettiği halde, bugün huzuru
yok. İnsanlık âleminin huzuru yok. Hiç kimsede bu huzuru verelim diye
düşünmüyor. Hep dışarda arıyorlar. Kabuklanmış bir yere hep onun üzerinde. E
canım bunun karaciğerden gelen kısmı var, şunun karaciğerine bir ilaç yapalım
diyen yok. Maddi misal. Şunun bir kanını tahlil edelim, bakalım tahlil edelim
ne çıkacak diyen yok. Şöyle olsun, böyle olsun. İktisatçılar toplanır, bilmem
diplomatlar toplanır, işte zeki kafalar bir araya gelir, oturur kalkar. Yok ve
olmaz da. Ona imkân yok, olmaz. Bir yere gönül vermedikçe, bir yerden
korkmadıkça… Korkmak böyle bir zalimden korkmak gibi değil. Bir kötüden korkmak
gibi değil. Tatlı korkmak. Saygı yani
ya…
Hayâ. Bir ismi de bunun. Hayânın manasıda korkmaktır, acaba anlatabiliyor
muyum? Onun içün Beşeriyetin Fahri Ebedisi öyle buyurmuş; الْحَيَا
ءُ مِنَ ا ْلإِيمَا نِ hayâ imandandır. Diğer bir manada
da hayâ doğrudan doğruya imandır. Daima milletlere insanlara bela hayâ kalktığı
vakitte gelir. Bu siper-i saikadır, bir millette haya oldu mu katiyen nusibet gelmez. Yok. Hayâ başka bir şeydir. Öyle bir
kuvve-i müesiredir[6] ki bütün
kanunlar, o büyük kanun diye tanınmış olan bütün kanunlar hayânın yanında zerre
kadar küçülür. En büyük inzibat teşkilatı hayânın yanında nokta kadar da
kalmaz. Alnı damarı patlamış olan kimseye kanun ne fayda eder kardeşim. Utanmayan
adama, zabıta inzibat ne faydası olabilir? Hiç. Acaba bir şey anlatabiliyor
muyum? Halk bunu tedarik etmeli. Bunu tedarik etmeli. Ciltlerle kanun yap, her
maddesine yüz bin tane şerh yaz, hayâ yok, fayda yok kanunun. On kişiye beş yüz
tane zabıta kuvveti koy, hayâ yok, fayda etmez. Etmez. Saygı ile sevgi ile
Allah (cc) korkusu. Bir azapla filan değil, o makbul değil o. Beni insan
yapmış, kendisi öyle der Huda. Ben sana o kadar kıymet verdim ki der, seni
ilmimde tuttum, seni ilmim de tuttum. Sen ilmi ilahide kaldın. Âlem-i gayba
sevk ettim. O ne demek? Bin tane konferans vermem lazım. Kelimesi üzerine
söyleyip geçiyorum. Meratib-i erbainden geçirdim. Her mevcudu sıfatımla halk
ettim, seni zatımla halk ettim. Her mevcudun halk olunması içün sıfatıma emrettim,
olsun dedim, onunla oldurttum, seni
kendi elimle yoğurdum. Hammertu tıynete Âdeme biyedeyye erbaîne sabâhen. Onun lügat manasını
herkes bilir fakat onun enfüs manası o ne demektir o? Allah (cc)’nün eli olur
mu? Allah (cc) elden münezzeh. Nedir o el ne? Seni cemal ve celal sıfatlarıma
karşılaştırarak… Melekten efdalsin sen senden efdal bir şey yok. Eğer bilsen
senden efdal hiçbir şey yok.
Eşref-i mahlûkat deniyor. Rahm-ı maderde
devrelerini geçirdikten sonra o rahme memur olan manzumeyi kuvve-ilahide
bulunan kuvveye lisan-ı manada ona melek denir. Uzaklaş bakalım, aramızda bir
bağ olacak dedi. Keyfiyeti yalnız bana malum olan bir irtibat yapacağım,
uzaklaş. O sırra kimse agâh olmayacak diye de uzaklaştırıp da ruh-u menfuh ile
tekrim ettim diyor. İnsanda kaç tane ruh var. Sen yalnız ruh-u hayvaniyi
öğrenmişsin işte efendim kan devrini yapar, şunu yapar hop der biter göçer
gider. O hayvanlık vücudun, bir de insanlık vücudun var geçmez o. Anlatabiliyor
muyum? İnsanda kaç tane ruh var? İnsan bu insan… Ruh-u hayvanisi var, ruhu
sultanisi var, ruh-u insanisi var bir de ruh-u izafisi var. Bunlar kelime
halinde söyleniyor, sağ kalırsam zaman zaman açar söylerim. Senin okuduğun bildiğin
inkâr ettiğin ebediyeti şurayı burayı yalnız sen bir ruh-u hayvani okumuşun.
Vücudu şusu busu, kalpten şöyle olur, temizler, tekrar şöyle devrini yapar
filan, o ruh-u hayvaniye ait olan şeyler. Bir de ruh-u insanin var. Ondan sonra
ruh-u izafin var. Ondan sonra, ondan evvel ruh-u sultanin var. Çok, çok
varlıklı bir mahlûk. Zor işte insanı talim, tekrim zor. Onun için zor. Gayet
zor. Fakat neye benzer bu biliyor musunuz? Tapusu var, çapı da var, büyük bir
kâşaneye sahip anahtarda var fakat bir türlü anahtarı açıp da içeriye girmemiş.
Kapının dibinde oturur, rüzgâr gelir füf yapar, birde açık göz gelir pencereyi
kaldırmış, vüp içeriye girmiş oturmuş. Tapusu da yok, çapı da yok ama içeriye
girme yolunu bilmiş. Anlatabiliyor muyum acaba? Tapuda var, çapta var,
anahtarda var evini açıp da ne olur şu
anahtarla açsana kapıyı içeriye girsene titriyorsun
dışarıda. Sonra içeride teşkilatlı. İstediğin her şey var. Soğukluğu sıcaklığı.
Bütün her şeysi var. İşte ona benzer bizim halimiz. Hazine var, her şey var, içine
girmeden ölüp gidiyoruz. Hep içine girmeden, kapının dibinde ölüyor yallah.
Kapının dibinde girmeden hep böyle gidiyoruz.
Huda insana en büyük nimeti, işte
o biraz evveli zikrettiğim hayâ denilen şeydir. Hayâ merhameti meydana getirir.
Odan sonra hürmet tecellisi başlar. Merhameti görünce o cibillidir, merhamete
karşı hürmet eder. Merhametle hürmet irtifak
eder muhabbet meydana gelir. Bunu hemen her konuşmada tekrar ediyorum. İhtiyaç
bu onun için tekrar ediyorum. Bunu insanlar ilk önce evlerinden başlamalı. Kaç
nüfussun evde? Hesap görmeli yahu, gel bu hesabı görelim. Ondan sonra hariçte
dostlarından başlamalı. Arkadaşlarından. Sen bana merhaba diyorsun, ne dereceye
kadar samimiyiz? Senin bu merhaban bana nereye kadar yol verebilir? Ben senle
ne kadar yol alabilirim? Evet böyle ayak üzerindeyiz. Dışta zahiri iyi tip şey var. Eğilip bükülmek için şekilleri
öğrenmişiz. Ayağımızı yanına getiririz, elimizi şöyle bir biçimli tutarız
filan. Bir şeyler yaparız. Süratle bir şapkayı çıkarırız filan. Fakat bunlar
kalıba taalluk olan işler. Gel şu işte birleşelim, bir insanlığa hizmet edelim,
hiç kimse yok. Hiçbir adam bulamayız. Ne çıkar şapkanı süratle çıkardın, elini
böyle tuttun? Bacağını yanına getirdin, bükülmesini bildin. Numara numara
bükülme vardır sonra. Masası büyük olana başka türlü bükülür, kasası büyük
olana daha başka bükülür. Fukaraya karşı daha artık bükülür mü gerilir mi?
Garibe karşı ne yapar onu da bilmem. Hepsi ayrı ayrı. Bükülmeler biçilmeler
hepsi öğrenilmiş, yerinde. Ama hani insana taalluk eden iş nerede? Ne gün
olacak? Hangi garibin gönlünde kaç tane gül açtırabildin? Öyle diyor, bunu
isterim diyor Kudret. Bunu ben isterim. Ben bunu isterim. Bir iyilik yaparsın
geriye istersin diyor. Köpeğin kustuğunu yalamasına benzer diyor. Anlatabildim mi
acaba? Köpek kusar yalar. Sende bir insana bir iyilik ettin de onun başına
kakacak olursan kustuğunu yalayansın diyor. Köpeksin diyor yani ya. Süt memeden
çıktıktan sonra nasıl memeye iade edilmezse yapılan iyilikte insanın başına
kakılmaz diyor. Misalde kuvvetli değil mi? Bir şey anlatabiliyor muyum acaba? Kaç
kimsenin gönlünde, kaç garibin gönlünde bir, bir taneye de razı değil. Cenab-ı
Fahri Âlemin verdiği haberde öyle cemiyetli konuşmuş. Ne büyük… Bir garibin
gönlünde kaç yüz tane gül açtırabildin diyor. Onun tabirine bakacak olursak
çok, biz yüzleri bırakalım şimdi…. Onu da bırakalım acaba bir garibe karşı
nazar-ı merhametle baktığımız var mı?
Sonra soracak, herkesten
sorulacak o. Ömrünü nasıl geçirdin? Ben bunu sorarım diyor Huda. Ömrünü nasıl
geçirdin? İnsana Allah (cc)’nün verdiği en büyük sermaye, sermayeyi hak sayılı
nefestir. Üzerinde o kadar titizdir ki o kadar arar ki… Ya… Ben sana sayılı
nefes verdim, bunu nasıl geçirdin, nereden kazandın, nereye sarf ettin? Sorarım
diyor. Nereden kazandın, nereye sarf ettin? Sultan-ı Resul Efendimiz bir gün su
istemişler. Soğutmuşlar suyu belki ister diyerekten, soğutarak getirmişler.
İçmişler, içtikten sonra pencere-i hak olan gözlerinde inciler dikilmiş yani
gözyaşı. Sormuşlar, “Efendim bir ıztırabınız mı var?” . “Hayır.” “Niçün böyle
mütessir bulundunuz?” evet demiş. “Su büyük bir nimettir, Hakk’ın büyük bir
ikramı, ihsanıdır, onun hesabı vardır, soğukluğunun da var” demiş. Bir şey
anlaşılıyor dimi ya? Soğukluğunun da var. Kudret malının hesabını sorar. Hem
öyle defterin kenarında kaldı, rakamı bozuldu şöyle oldu ……
Binaenaleyh ahlakçı der ki; O
kadar çok çalış ki sorulduğu vakitte, sorulduğu zaman, önleme şekilleri de
vardır der. Önleme… Ahlakçılardan Tayfur-ı Bestami ebediyet âlemine geçmiş. O
manaya nispeti olanların nasıl şimdi böyle hani ruh celbedip de gelen ruh
değildir ya o ruhun sıfatıdır. Âlemi emirdendir, mahlûk olmadığından insanlara
uşak olmaz. O uzun boylu bir iş fakat Kudret onu yaptırıyor, inkâr kapısını
kapıyor… Bu gün medeniyetini taklit ettiğimiz âlemde serveti göz kamaştıran şu Amerika da filan Hakk’ı
inkâr kapısı kapanmıştır. İnkâr kapısı yok. Hatta inkâr kapısı olmadığı halde
Amerika da öyle işler var ki ona bir tarif vardır aklıma gelmedi fakat ben
söyleyeyim siz anlayın yirmi dört saatl hiç arkası kesilmeksizin orada hususi bir kilise
vardır, açıktır. Resmen o kilisedeki , o işin memuru olan insanlara siz
yalvarın, hiç durmadan yalvarın, “Yarabbi, insanları harptan muhafaza et”.
Atomu var, ne bileyim ben parası var, her şeysi var, parasının üzerinde de
Allah (cc)’ye güvenin diye yazısı var, Allah der, öbür tarafta iki tane sayfayı
okuyan çocuk bakarsın ki bırak şu kafayı der. Geri kafalı der. Anlatabildik mi
acaba? Celbediyor, o ayrı bir saha fakat gelen şey değildir kanaatime göre.
Kanaatime göre değil hakikate göre ruh çünkü şeydir. [7]
قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي
Benden soracaklar diyor Allah
(cc). Onu sordukları vakit onlara cevap ver. O Allah (cc)’nün emridir. Âlem-i
emir mahlûk değildir. Siz mahluk, halk âlemindesiniz, orayı idrak edemezsiniz.
Burası uzun boylu bir bahis ya çok uzun boylu. Şimdi buraya girersek zihinler
durur. E nedir o? Nasıl ruhun burada bu kalıbı varsa bu sıfatı varsa, bu sıfatı
ile tecelli ediyorsa ruhta orada bir sıfatıyla bugün tecelli ediyor ve görülen
hadiselerde onlardan ibarettir. Bazısı
da öyle inkâr ediyor, ama taklidi de olabilir. Ama hakikati de mevcut, bugün
inkâr edilmez.. Üç asır evvel gitmiş olan, musikiye ait olanların yapmış olduğu
eseri piyanoda dinliyorlar. Serap halinde bir şey bir vücut gözükmüyor. Fakat aynen
tekrar makineyle oynuyor. Ya hep bunlar Allah (cc)’nün kudreti. İnsanın bir
şeysi değil o. Yine merhameten Cenab-ı Huda yine ders kaçırtıyor, bırakın dönün
bana yahu sarılın diyor size iş vereceğim. Onların hepsi öyle iştir ki… Sırdır
insan sır. Acayip. Ölürsün, ahiret istasyonuna korlar, başında birisi gelir
okur, okuduğu vakitte yanında seni boş bırakmaz Kudret. Daima insan Kudret’in
hususi memurları tarafından çerçevelidir. İşitiyor musun der. İşitiyorum.
Dinliyor musun der. Dinliyorum. Anlıyor musun? Niye vaktiyle anlamadan geldin?
Neden vaktiyle intisap etmedin. Niye anlamadın vaktiyle? Daha öbür tarafını da
söyleyeyim mi? Orası dursun. Ya olur mu ya hepsi birden on dakikada hepsini
ver. Ne iş bu? Böyle olur mu?
Ne diyordum? Her şeyin hesabını
Kudret ister. İsteyeceğim diyor kendisi. Adeti öyle. Tayfur-u Bestami;
ahlakçıların ileri gelenlerinden bir zat-ı âli. Ebediyet âlemine geçmiş,
dostları… Kelimesini bulamıyorum da onun için düşünüyorum, ne diyeyim. Misal
verdim sana bugün ki maddi şeklini bir de mana şekli vardır. Şuhutlarında,
manaya olan nispetlerinde ki zevklerinde ve yahut buralara inanmayanlarınız
varsa rüyasında diyelim. Rüyayı da inkâr edemez ya. Görüyorlar, soruyorlar
nasılsın? Valla diyor geldik buraya çok huzur içerisindeyim kâm almışım, büyük
bir huzurdayım. Fakat diyor bir sözü hoşuma gitti de Kudret’in bana bunu verdi
fakat bende bu sözü söyleyebilmeklik içün yine onun ihsanı ile epey cihat
eylemiştim dünya âleminde. Tam diyor böyle bir zevk alayım, bir manaya sahip
olayım derken bana sorulmasın mı diyor ne getirdin? Ne getirdin? Birden bire
diyor. Ama onu yok ona layık olabilecek insan da veçhe olmalı. Birden bire
kendimi kaybetmedim, garip fakir sultan kapısına eli boş gelir, getirmez alır.
Şıklığını anlatabiliyor muyum acaba? Rüüüp diyor. Evet makamı nazda konuşanlar
vardır, dar-üs selam içün. Âlem-i cennet içün mesela. Emrah vardır Emrah. Büyük
bir adam.
Miras-ı pederdir bize cennet.
Elbette gireriz hane bizimdir.
Gördün mü kibarlığı? Söze bak.
Adem Aleyhisselamıs meskeni ya. Miras-ı pederdir bize cennet. Elbette gireriz
hane bizimdir. Bunu dedi ama hayatında da zulme divan durmadı. Bunu dediği gibi
başka şeysini de okuyayım size, okumuştum ya vaktiyle. Okuyayım mı ister
misiniz? İnsan böyle makam-ı nazdan konuşabilmeklik içün Kudret’e ilk önce insan
doğduğu vakitte makam-ı hayvaniyettedir. Konuşmaya başladığı vakitte dedim ya
kendisinde bir dert başlar. Ben kimim? Nereden geldim? Ne olacağım? Nereye
götürüleceğim? Buna aslını arama derdi derler. Bu dert başladığı vakitte
ademiyete kadem basar. Adem olduğu vakitte eşyanın hakikatini öğrenir. Çünkü
Huda’dan Ben Adem’e bütün esmayı ilahiyi talim ettirir. Anlatabiliyor muyum
acaba? Öyledir. Bunun zevkiyle makam-ı insaniyete kadem basar. İnsaniyet demek
Hak enisi olur. Yârı, nigârı, enisi Hak olur. Ondan sonra niyaz âlemine geçer.
Bu meratibi[8] ikmal
ettikten sonra, böyle şekilde konuşmaklık haklarını alır. Belayı bal yapar. Tek
bir… Kaşını çatmaz. Bizim şimdi ayakkabının bağına bassak şurada inerken
boğarız. Burada güzel güzel dinleriz. Fakat tesadüfen yürürken bassak şöyle bir
bakarız. Bak belki de üzerine hamle ederiz. Gönüllerimiz birleşmiyor. Bak ne
diyor şimdi?
Ben ol bir şahsı sultanım ki
âli himmetim vardır.
Hakikat ehliyim her şahs ile
ünsiyetim vardır.
Veli vâlayı pire nice yıllar
hizmetim vardır.
Kitab ı aşkı tefsir eylemeklik
kudretim vardır
Bağladı şimdi o, orada benliği kalktı
Veli vâlayı pire nice yıllar hizmetim vardır. Ordan almışım diyor
Kitab ı aşkı tefsir eylemeklik kudretim vardır
Benim bin böyle suzişli
müessir sohbetim vardır.
Anın için zümre i irfan içinde
şöhretim vardır
Gedayım surete lakin gönül
tahtında sultanım.
Bana kıymet vermezsin diyor. Gedayım,
fakirim,köleyim garibim
Gedayım surete lakin gönül tahtında sultanım.
Serir i lağvı hüsrev mülki
mahviyyet de hakanım.
Ne zannettin efendim intihasız
devletim vardır.
Fakirim rütbe i vâlâda şanım
şevketim vardır.
Ben ol avare vech hayran
hayran yüz sücu etmem .
Sözüm dad ı Hüdadır. Öz
özümden yüz sücu etmem Söz Allah (cc)’nün sözüdür diyor.
Muhassal bir selatini zamana
serfüru etmem. Senin tapunduğun insanlara ben kafamı değmem.
Muhassal bir selatini zamana
serfüru etmem
Güzellikde seha şuh u cihanı
arzu etmem.
Gönül bağında bir gülyüzlü
nazik tıynetim vardır.
Sedaret bezmigâhında anın için
rifatim vardır.
Uzun buraya kadar anlaşılır. Eh
bu hali giyinmiş, Bu hali giyindikten sonra
Miras-ı pederdir bize cennet,
elbette gireriz hane bizimdir diyor.
Yine biz makamı nazdan konuşmuş
bir şekil. Sayılı nefesini yerli yerine tüketirsen, Kudret’in en büyük nimeti
olan bu asıra ikram etmiş olduğu her şeyi yerli
yerine sarf edersen, Kudret sana istediğin gibi konuşma hakkını verir. O kadar
da kerimdir.
Mesela Musa Kerimullah Salavatullahe,
[9]
اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ Ben dersem kâfir
olurum. O onun ağzına layık. Anlatabildim mi acaba? O onu söyler. مِنَّاۚ
اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ O
bunu demek hakkını aldı ama vaktiyle firavunun ateşinde ağzı yandı. Yaa. Daha
canlı bir misal vereyim size. Eshab-ı bedir, üç yüz on üç şahıs… Bunlar
hakkında Huda اعْمَلُوا
مَا شِئْتُمْ [10]
İstediğinizi yapın sual sormayacağım. Allah (cc)’nün ağası mısınız?
Sormayacağım. Zaman geldi, Mekke’nin fethinin programını Hazreti Muhammed (sav)
tespit etti. Tabi onlarda dostları, onlara da aşikâr etti. Mekke şu şekilde
fethedilecek dedi. Bu üç yüz on üç şahıstan Hâtıb Bin Ebu Beltea planı
Mekke’de, Mekke’ye gönderdi. Plan yapıldı. Hükümet-i Subhaninin büyük sefiri
namus-ı ekber geldi. Hâtıb Bin Ebu Beltea filan kadınla senin yapmış olduğun
planı kaçırıyor, gidiyor dedi. Gönder çabuk al. Cenab-ı Ali ile bir zatı daha
yanına çağırdı, gidin filan yerdeymiş kadının üzerinde alın bunu dedi.
Gittiler, kadını önlediler, sende böyle bir mektup var dediler bir şey var. Yok
bir şey. İmam-ı Ali dedi ki; saçlarının arasında. Namahremsin elimizi sürmeyelim,
çıkar ver. Çıkardı geldiler açtılar hakikaten tamamıyla yapılacak işleri açıkça
yazmış. Çağırın dedi, geldi. Celali galip olan, zaptiye nazırı olan Hazreti
Ömer’in rengi kül gibi olmuştu. Böyle, zangır zangır titriyor. Yalnız tabi
Sultan-ı Resul O. Gayetntemkinli bir eda ile. Niçin yaptınız, sizin mi dedi,
evet benim dedi. Niçün yaptınız dedi. Ben garibim dedi Ya Resulullah. Mekke’de
herkesin yakınlarının bir büyük kabilesi vardır, dayanacağı yeri var. Benim
orada kimsemin bulunan dostlarımın akrabanın evlad-ı iyalimin hiç kimsesi
yoktur. Ben yalnız onlar agâh olsunlar diyerekten gönderiyorum dedi. Ömer dedi
ki; hain-i vatandır, bak nereleri düşünmüş, Hakk’ı düşünmemiş de nerelere kadar
düşüncesi gitmiş. Ben bunun kellesini alayım dedi. Şöyle vurdu Peygamber (sav).
Ömer dikkat et dedi, ne sen bir şey yapabilirsin, ne de ben ve ne de Allah
(cc). Fermanlıdır bu dedi. Bunun elinde ferman var. اعْمَلُوا
مَا شِئْتُمْ İstediğini yap
diyerekten. Ha, şimdi burada söylemekten maksat nedir? Ve neden buradan mana
aldı? Nasıl aldı bunu?
Dünyada ne olur, ne olmasına ihtimal vardır, bir harp
olmuştur. Bedir harbi. Öyle harp yoktur dünyada. Olur mu? Olmaz da. Her vakit
söylediğim gibi kâinatı en kesif bir zulmet perdesi kapladığı zaman umulmayan
bir ufuktan o zulmeti parçalayacak bir zat meydana geldi. Umulmayacak bir anda.
Sebeplerin hepsi yok. Ordu yok, masa yok, kasa yok, hiçbir şey yok. Bütün
medeniyette hasım. Hısımlar da hasım. Çünkü neden? Zulmü kaldırıyordu başta.
Aciz insan putuna tapılmayacak. Bu kalkıyor… Buda o günün ileri gelen
adamlarının işine gelmiyor. Zanneder misiniz ki Ebu Cehil Hazreti Muhammed
(sav)’i kabul etmedi. Hayır öyle bir şey yok. Benliğe kurban gitti herif. Kabul
etmedi değil. Ona sordu; Ümit eder misin benden hilafı hakikat bir kelime sadır
olsun. El emin deyip ilk önce ben bağırdım yahu. Fakat sen öyle bir dava açtın
ki benim içün şeyi mümkün değil. Niçün dedi. Sen hizmetçi ile beni müsavi
tutuyorsun. Daha öyle medeniyet dünyaya gelmemiştir ve gelmez de. Daha en yüksek
medeniyet tanınan yerlerde ten farkı vardır kardeşim. Gelmez. Uzun boylu
anlattı, anlattı, anlattı, anlattı… Yarın gelirim dedi. Filanla geleceğim,
içeriye girdiğim vakitte şöyle buyurun diye bana baş köşede bir yer
gösterebilecek misin? Bütün ceziret ül arabı emrine amade kılacağım. İş
kolaylaşacak. Öyle bir yer benim de yok. Öyle bir yerim benim de yok dedi. .
Onun üzerine En-nar velael'Ar.
Yanacağım dönmeyeceğim. Başka bir şey. Yani kabul etmedi manasına değil. Bilir
fakat imanı nefsaniyet meselesi yapmıştır, Ebu Cehil gibi yanar. Yoksa hakikat
gayet meydandadır.
İşte hiç kimse yok iken… Dünyada
iki hakimiyet var, bir Zerdüşt hakimiyeti o vakit birde Kayser hakimiyeti.
Bunun ikisi de hasım olmuş. Sen yalnız böyle ufacıcık bir hiziple karşılaşıyor
zannetme. Kisra yazmış yemen valisine ceziret ül arap da birisi çıkmış, derhal
elini bağla bana gönder. Öbür tarafta Kayser yazıyor Suriye de ki valisine aynı
şekilde. Yemen valisi geliyor, keyfiyeti anlatıyor, ben memuren gelmişim diyor.
Anlatabiliyor muyum? Bu işin cevabını diyor yarın vereceğim diyor. Bu işin
cevabı verilecek. Emri veren kisranın oğlu o gece babasını öldürüyor. Parça
parça ediyor. Emri veren parçalanmıştır diyor. Tetkik ediyorlar, hakikat
çıkınca, onunda kısmeti var ya işte neyse.
Bize ait değil oraları, ben söyleyeceklerimi söyleyeyim. Ne oluyor
sonra? O uzun boylu bir iş.
Böyle bir vaziyetteyken bu üç yüz
on üç kişi canlarını ortaya koyuyorlar, mallarını ortaya koyuyorlar… Akıl fikir
kabul etmiyor ki dava kabul edilsin. On dört asır geçsin de on dört asra yakın
bir vaziyet olsun da böyle o sohbeti bu manayı ahlak ile birleştirerek, ahlaka
misal olmak üzere biz burada konuşalım. O gün akıl kabul etmiyor onu. Aklın
kabul ettiği bir şey değil. Akıl diyor ki evet bir para olacak, bir ordu
olacak, bir kuvvet olacak, bunların hepsi mefkud[11].
Öbür tarafta bunların hepsi birleşmiş. Soruyor o vakit, verdin mi bana kendini?
Can ile evet vücut mana her şey senin. Dikkat et ama seni filanca yerde filan
parçalayacak. Sema ediyor keyfinden, demek ben şehit olacağım öyle mi?
Anlatabiliyor muyum?
Böyle bir harp ki Peygamber
(sav)’in karşısında amcası, Ebu Bekir’in karşısında oğlu, Ebu Ubeyde’nin
karşısında babası, yine Peygamber (sav)’in karşısında damadı… Böyle. Sonra öyle
bir harp ki artık bütün müşrikler karar vermiş ki bu harp ile bu manayı tamamıyla
kökünden kazıyacağız. Bütün mukadderatını kaldıracağız artık.Tam bu karar
böyle. Huda isterse olur mu öyle şeyler? Ha, bunlar orada kendilerini bu
şekilde verdiklerinden dolayı, Allah (cc)’de diyor ki onlardan ben hesap
sormayacağım. Kolay bir şey mi bu? Şimdi sana dese ki; farz edelim ki ahlakın
mananın tekâmül ettiğini istiyor, birisi geldi karşımıza, böyle istediğin gibi,
Sadr-ı İslam gibi, Hazreti Muhammed (sav)’in o Bedir harbinden çıkmış olduğu an
gibi İslam’ın mukadderatı böyle parlayacak bir vaziyet olacak fakat senin şu
kadar servetin var, bunun hepsini verebilir misin? Böyle bir donar. Bunu
verdikten sonra da filan yerde seni filanca kişi parçalayacak. Bunu da kabul
edebilir misin? Yavaş yavaş usulcacık ayrılır gider. Ne vakit ki hay hay, aynı
zevki aynı semayı yapacak vakit oldu mu sana da اعْمَلُوا
مَا شِئْتُمْ der. Zannetmeki sana
demmez, sende o fermanı alırsın. Aldıktan sonra o vakit işte böyle
konuşursun. Bir tane daha sana okuyacağım. Farz et ki diyor ben günahkâr bir
kulum, farz et ki ben günahkâr bir kulum âyâ senin rızan nerede? Farz et ki
benim gönlüm kararmış, âyâ senin nurun ziyan nerede? Eğer sen bize cenneti
ibadet bedeli olarak vereceksen, bu alış veriş olur, ya senin lütfun, keremin
nerede? Anlatabildim mi acaba? Ya. Yoruldunuz mu? (Hayır)
Beşeriyetin inleme sebeplerini
söylüyorduk, ahlaken onları tahlil ediyorduk. Burada değil mi şeyimiz, nirengi
noktamız? Beşer öyle yalnız afakta, sebep arayarak, insanlık âleminin içine
huzur vermek isterse çoktan aldanmıştır. Hiç faydası olmaz. Tarihte de
tatbikatlı olarak insanlık mefhumunu yaşatan bizim dedemizdir. Bütün dünya
sekenesi benim dedeme bakmakla mükelleftir bugün. Huzura kavuşmak için, çare o.
Başka çaresi yok. Adli nasıl vaz etmiş, zulmü nasıl önlemiş, muhabbet neymiş,
merhamet neymiş, zulmet neymiş, dünyanın neresinde görülmüş iki gözüm? Bu daha
uzun bir zamana gitmez. Bundan bir asır evvel bu memlekette bu varmış Burada
bir dükkân var, Ahmet Efendi burada bir dükkân var Veli Efendi. Bunda da o mal
var ondada o mal var. Geliyor buraya diyor ki müşteri sizde şu var mı? Bakıyor Ahmet
Efendi siftah etmemiş kendisi etmiş. Bende var ama o kadar iyi değil, yanındaki
efendiden al. Evvela canan sonra can, anlatabikdim mi? Bu yaşamış bu, söz
halinde kavli mücerret halinde değil. Bu toprak bunu yaşatmış. Bu lacivert kubbe
bu şekilde adamı taşımış. İtimat tamam. Efendim bono geldi ödeyecektim faizi
birikti filan, böyle telaş yok. Öyle öyle bir telaş yok. Hiç öyle bir telaş
yok. Hiç öyle bir telaş yok. Telaşının rengini görürse komşusu müteessir
oluyor, bana açmadın derdini diyor.
Demek bana kendini dost tanıyamadın. Beni kendine sen dost tanımadın. Biz bunu
yaşamışız. Beşerin buna ihtiyacı var. Fakir zengine düşman olduğundan dolayı
huzur yoktur. Zengininde fakire karlı merhameti olmadığından dolayı Allah (cc)
huzuru kaldırmıştır. Birbirine bağlı. Havas tabakası fakir tabakaya karşı hiç,
ne olursa olsun ben yaşayayım o gebersin diyor. Tabi bu kokuyu duyan avam
tabakası da bilirim diyor ama fırsat yok diyor. O anı kaybetmeyin. Zengin
malından in’am[12] edecek,
fakir de çalışmasından in’am edecek. Birbirine bağlı onlar. Cüz’ü kül yek
diğerinden eyler istimdat-ı dad[13].
Muhtaç kıldı Allah (cc) herkesi birbirine. Birbirine bağlanmış, zincirleme. Sen
benim servetim var bana bir şey olmaz dersen ne olur? Zaten olacak herkes.
Olmayacak var mı? Yer yer adamı. [14]
وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ
diyor. وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ Allah (cc) mirasçı
benim be ya diyor. Ben mirasçıyım ben den başka kimse yoktur diyor. Ben herkesin
varisiyim. Bura kalacak. Çalıştırır, çalıştırır, çalıştırır hadi arş. Bir de
çalıştırır, çalıştırır, çalıştırır da onun namına çalışırsa, münasebet aldıkça
söylüyorum ya… Beşer nicün mesut değildir? Saadete niçün gelmiyor? Kendi
hayatına çalışıyorda onun için. Kendi hesabına çalıştığın müddetçe mesut
olamazsın. Çünkü hayat senin değil. Hayatı veren El Hay’dır. Allah (cc)’dür
yani ya. Onun hesabına çalışıyorum dedikten, onu hal dendikten sonra, ağzıyla
değil, ağzıyla söylerim, hal edindikten sonra saadet kendi kendine tecelli
eder. Kaynar böyle saadet. Ve illa felah hiç yok.
Bu da cennetin tekâmül etmesiyle
olur. Ferdin kendi kendine tekâmül etmesiyle olmaz ha. İnsan kendi çocuğunu
yetiştiremez. Yalnız İttifak (İttiba) ile
yetişecek. En güzel ahlakı verirsin, en güzel şeyi verirsin, bazen manevi
zehirli gaz gelir boğar. Ya onun içün dedemiz çok korkardı. Aman en büyük sâri
hastalıktır derdi. Ne koleraya benzer, ne vebaya benzer. Ne tifüse benzer,
ahlaksızlık öyle fena bir şeydir ki sardı mı kurtarmanın imkânı yok. Öbür ki
bedeni yakar, beriki ruhu yakar. Titrenecek noktaydı o ve ödü patlardı. Kendi
kendine yetiştirim derseniz, yetiştiremezsiniz. İmkân yok ona. O halde insanlar
birleşerek, anlaşarak her birisi vazifelenerek. Yalnız sen vazifelenmişsin,
çocuğumu ben yetiştiririm. Yetiştiremezsin. Ama filanca yetiştirdi. O hususi
iltimasa uğramış, o yetiştirmedi o. Onun işi ayrı. Nasıl enbiya istisna olup da
kendi kendine yetiştirip de Allah (cc)’nün bir beridesi oluyorsa, veli nasıl
hususi Allah (cc)’nün ayriyeten imtiyazına mazhar olmuşsa, onlar öyle yüzdeler
bindeler bir taneler filan, onlar o değil, kül halinde. Çocuğu yetişmesi için
muhit yardım edecek, muhat[15]
yardım edecek, zemin yardım edecek, zaman yardım edecek. Bütün varlık yardım
edecek bu iş o vakit meydana gelecek. Yoksa sen istediğin kadar koy. Gözünü
kapasan kulağından girer, kulağını kapasan burnundan girer, her tarafını
kapasan mesamatından[16]
girer. Bütün kapanmış olsan ölür. En büyük dert bu işte. Ne vakit insanlar bunu
gözünün önüne getirirler, biz bulalım derler… Kötülük birden bire kalkmaz.
Herkes çıkıklığını, senede üç tanesini atmaya niyet etmiş olsa, Allah (cc) on
tanesini attırır, iki üç sene içerisinde bakarsın ki tertemiz olur. Bazı
insanlara yeis yoktur. Yeise kapılmayın sakın ha. Bizim ananemiz de bizim
manamızda yeis küfürdür. Yeis yok. Nasıl böyle adam boyu kar yağar, hiç yazı
görmeyen bir kimse onun içinde bulunmuş olsa ona dersin ki bu biraz vakit sonra
bundan bir eser kalmaz, inanmaz da. Her şey öyledir. Huda istediği dakikada her
şey değişir. Yalnız bütün hükümler, milletlerin istidadına bağlıdır.
Anlatabildim mi? Her millet mahkemesinden, hâkiminden istidadı nispetinde hüküm
alır. Öyle yerdir Hüvallah. Öyle diyor.
Le te'emirunne bil marufi ve letenhevünne anil
münker evle yüsallitünelllahu aleyküm şirareküm feyed'û khiyarukum fela
yüstecabüne lehu
Bak ne akıntılıdır. Ya iyiliği
yaymaklığı üzerinize alırsınız, kötülüğü önlemek için hepiniz birden yek vücut
olursunuz, veyahut ben Allah’ım size en edepsizlerinizi başınıza getiririm
sonra hayırlılarınız dua etse kabul etmem. Adetim benim böyledir diyor. Hiç
şuna buna hiç kimseye kusur bulmanıza hakkınız yoktur diyor. Sizin istidadınıza
bağlıdır. İstidadınıza… Kalplerinizin birleşmesine. Hem o kadar ağır ki onun
kaidesi vardır yan gelmiş, şedde gelmiş, onlarda tehdit manaları var. Katiyet,
katiyen demektir Türkçeleştirirsek.
Le te'emirunne bil marufi ve
letenhevünne anil münker evle yüsallitünelllahu aleyküm şirareküm feyed'û
khiyarukum fela yüstecabüne lehu.
Ya iyiliği yaymaklık hususunda
yekvücut olur, vazifelenirsiniz, hepiniz iyilik yapacağız diyerekten, karar
verirsiniz bende bu kötülük var söz veriyorum kaldırıyorum diyerekten, sendede
varsa sende kaldır. Nihayet hattı zatında kötülüğü atmakta zor bir şey
değildir. Ben size irade verdim diyor Allah (cc), hayvandan ayırmaklık içün.
Hayvanın iradesi yok. Sana irade verdim ki kötülüğü atasın diyerekten.
Kullanamadıkça hayvansın diyor. Bir şey anlatamıyor muyum acaba? İrade verdim
diyor, iradesizdir hayvan. Konuşmak değildir insanı diğer mahlûktan ayıran.
İrade, meleğe vermemiş arşa, ferşe hiçbir şeye yok. İrade yalnız insanda. Benim
en sevdiğim bir sıfatımı sana verdim diyor. Kullanmadın sen. Tabi o sıfatı
kullanırken nefis hücum edecek ya. Nefis adamı bırakır mı? Efendim ibtiladır
işte bırakamıyor filan, onlar yok. İradeyi kullanmıyor da onun için. Kullanırsan biraz sıkıntı çeker. İnsanın en
büyük insanın en büyük istilabı[17]
anasının memesidir. Hayata artık doğunca istidadı sevkisi yapışır, memesine
annesinin. Hayata onunla devam ediyor. Her şey orada onun içün, fakat bir an
hop keserler. Demek ki bırakabiliyormuş. Anlatabildik mi acaba?
Bırakılabiliyormuş yani ya kötülük. Bırakıyor. Neye muktedir olduğumuzu
bildiren ilmin adına ilmi ruh denir. Niye mecbur olduğumuzu bildiren ilmin
adına da ilmi ahlak denir. Bu ikisini de biz öğreneceğiz. Anlatabildim mi
acaba? Biri neye muktediriz bir? Hani irade mirade sayıyor ya. Bu muktedir
olduğumuzu bildiren ilmin adına ilmi ruh denir. Birde neye mecburuz biz? Buraya
geldik ya bizim bir mecbur olduğumuz var. Hah o mecbur olduğumuz şeyi bildiren
ilmin adına ahlak denir. Kısa bir tarif yaptım size. Konuşma arasında kısa bir
tarif yaptım. Bugün ki konuşma bu kadar yeter. Girmedik daha konuşmaya ama
bugün birazda sıhhatim o kadar iyi değil….
[1] İŞBA':
Doyurmak, açlığı gidermek. Doymak.
[3] Müşareket
Birbirine ortak olmak, ortaklık.
Beraber olup bir iş yapmak. Gr: İkili tarafın da isteğini bildiren fiil. Karşılıklı
anlaşma, birbirini anlama.
[7] İsra
Suresi 85. Ayet-i Kerime وَيَسْـَٔلُونَكَ
عَنِ الرُّوحِۜ قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي
وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلَّا قَل۪يلً
Meali: Ey Muhammed! Sana ruhtan soruyorlar. De ki: "Ruh Rabbimin bildiği bir iştir ve
size ilimden ancak az bir şey verilmiştir."
[9] A’raf
Suresi 155’nci Ayet-i Kerime: وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْع۪ينَ
رَجُلًا لِم۪يقَاتِنَاۚ فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ
شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَۜ اَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ
السُّفَهَٓاءُ مِنَّاۚ اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ
تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُۜ اَنْتَ وَلِيُّنَا
فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِر۪ينَ
Meali: Bir de Musa, mîkatımız için (tayin ettiğimiz
vakitte tevbe için) kavminden yetmiş erkek seçti. Ne zaman ki, bunları o
sarsıntı yakaladı, işte o zaman Musa: "Rabbim! dedi, dileseydin bunları
da, beni de daha önce helâk ederdin. Şimdi bizi, içimizdeki o beyinsizlerin
yaptıkları yüzünden helâk mi edeceksin? O iş de senin
imtihanından başka bir şey değildi. Sen bu imtihanla dilediğini
sapıklıkta bırakır, dilediğini de hidayete erdirirsin. Bizim velimiz sensin.
Artık bizi bağışla, merhamet et, sen bağışlayanların en hayırlısısın."
[10](Buhârî,
hadis no:3007, Müslim, hadis no: 2494 ) (Hadisi, Ali b. Ebî Tâlib -Allah ondan
râzı olsun- rivâyet etmiştir.) لَعَلَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ
اطَّلَعَ عَلَى أَهْلِ بَدْرٍ، فَقَالَ: اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ، فَقَدْ غَفَرْتُ
لَكُمْ
"Belki de Allah -azze ve celle- Bedir'e
katılanların durumlarına (rahmet ve mağfiret bakışıyla) bakmış ve: (Ey Bedir
Ehli!) Ne yaparsanız yapın, ben sizleri bağışladım, demiştir."
[11] Mefkud
Kaybolmuş. Olmayan. Yok. Gayr-ı mevcud.
[13] Cüz’ü
kül yekdiğerinden eyler istimdat-ı dad: Bütünü var eden her zerrenin selameti,
diğer zerrelerin selametine yaptığı hizmete muhtaçtır.
“Mü’minler bir vücudun organları gibidirler.” Hadisi
Şerif
Cenab-ı Hakk, bir şeyden her şeyi, her şeyden bir şeyi
yaratırken, küçüğü-büyüğe, büyüğü-küçüğe ihtiyaç halinde takdir buyurmuş. Her
zerrede Cenab-ı Hakkın takdirini görüp nazar-ı hakaretle bakmamalı.
(Vücuttaki, büyük küçük her zerre, diğer zerreye
yardımcı olurken, kendisine de hizmet eder. Mesela; hücrelerin karaciğeri
sağlıklı çalıştırmak için gösterdikleri çaba; aslında kendi selametlerinin de
gereğidir. Kendilerine de hizmettir.
Hücre dokudan, doku karaciğerden, karaciğer vücuttan,
vücut insandan, insan çevreden, çevre Dünya’dan, Dünya Güneş sisteminden,
....ve nihayet Kainattan ayrılamaz. Hücre, tüm evren mekanizmasının bir parçası
olarak diğerlerinden ne daha değerli ne de daha değersizdir. Büyük, küçük her
parça var olabilmek için diğerine muhtaç ve mahkum kılınmıştır.
Tam manayı veremedik. Gücümüz anlamaya da tercümeye de
ancak bu kadar yetti.)
[44] Cüz’ü kül yekdiğerinden eyler istimdat-ı dad:
Bütünü var eden her zerrenin selameti, diğer zerrelerin selametine yaptığı
hizmete muhtaçtır.
“Mü’minler bir vücudun organları gibidirler.” Hadisi
Şerif
Cenab-ı Hakk, bir şeyden her şeyi, her şeyden bir şeyi
yaratırken, küçüğü-büyüğe, büyüğü-küçüğe ihtiyaç halinde takdir buyurmuş. Her
zerrede Cenab-ı Hakkın takdirini görüp nazar-ı hakaretle bakmamalı.
(Vücuttaki, büyük küçük her zerre, diğer zerreye
yardımcı olurken, kendisine de hizmet eder. Mesela; hücrelerin karaciğeri
sağlıklı çalıştırmak için gösterdikleri çaba; aslında kendi selametlerinin de
gereğidir. Kendilerine de hizmettir.
Hücre dokudan, doku karaciğerden, karaciğer vücuttan,
vücut insandan, insan çevreden, çevre Dünya’dan, Dünya Güneş sisteminden, ....ve
nihayet Kainattan ayrılamaz. Hücre, tüm evren mekanizmasının bir parçası olarak
diğerlerinden ne daha değerli ne de daha değersizdir. Büyük, küçük her parça
var olabilmek için diğerine muhtaç ve mahkum kılınmıştır.
Tam manayı veremedik. Gücümüz anlamaya da tercümeye de
ancak bu kadar yetti.)
Meali: Elbette biz diriltiriz ve biz öldürürüz! Ve hepsinin varisleri de biziz.
0 yorum:
Yorum Gönder