14,2,60,69 dk (291)
…yaşamak. En büyük …., bu tarifin, bu tarifin doğurmuş olduğu gayenin
haricinde yaşadığından dolayıdır. Hilkatindeki gayeyi idrak etmiyor, masası
olanında huzuru yoktur, kasası olanında yok. İlmi olanında cehli olanında hep
bir huzursuz
luk... Mevzii konuşmuyorum, bütün dünya sekenesinde. Fısıltı kesilsin. Öksürmeler…. Mevzuun en güç kısmı, insan tarifi olan kısmı. Beşeri takatle insan tarif edilemiyor. Geniş bir varlığa sahip. Bir veçhesi çok kuvvetli, bir veçhesi de gözüyle göremeyeceği bir varlığın pençeyi kahriyesinde mahkûm olacak kadar da zayıf. Suret itibariyle bir çukura istiap edecek kadar, boyunun uzunluğunda, iki metre uzunluğunda bir yeri kaplayacak kadar bir vücudu var. O vücudunu bırakıp da diğer vücudunu ele alacak olursak bütün kâinat içerisinde bu mühim muamma, bu geliş gidiş… Şöyle otururuz, bir akıntı var. Kaç vücut içeride mevcut? Mühim bir mesele. Bir yandan konuşuruz, bir yandan başka bir yerken temaşa ederiz. İç âleminde oradan oraya telefonlar gider gelir, cevaplar, evetler, hayırlar… Bunları hangisi yapıyor? İnsan. Nere ile ünsiyeti var? Sonra bu kadar büyük hadiseler arasında bir günde bakıyorsunuz ki ne gelmiş, ne gitmiş. Hiçbir şey yok orta yerde. Acaba bir yere atılıp mensi ve mühmel mi bırakılıyor. Adi okuyanlar bile kâinatta hiçbir şey artmaz eksilmez diye okuyor. Artmayıp eksilmeyince ne oluyor? .ufak
luk... Mevzii konuşmuyorum, bütün dünya sekenesinde. Fısıltı kesilsin. Öksürmeler…. Mevzuun en güç kısmı, insan tarifi olan kısmı. Beşeri takatle insan tarif edilemiyor. Geniş bir varlığa sahip. Bir veçhesi çok kuvvetli, bir veçhesi de gözüyle göremeyeceği bir varlığın pençeyi kahriyesinde mahkûm olacak kadar da zayıf. Suret itibariyle bir çukura istiap edecek kadar, boyunun uzunluğunda, iki metre uzunluğunda bir yeri kaplayacak kadar bir vücudu var. O vücudunu bırakıp da diğer vücudunu ele alacak olursak bütün kâinat içerisinde bu mühim muamma, bu geliş gidiş… Şöyle otururuz, bir akıntı var. Kaç vücut içeride mevcut? Mühim bir mesele. Bir yandan konuşuruz, bir yandan başka bir yerken temaşa ederiz. İç âleminde oradan oraya telefonlar gider gelir, cevaplar, evetler, hayırlar… Bunları hangisi yapıyor? İnsan. Nere ile ünsiyeti var? Sonra bu kadar büyük hadiseler arasında bir günde bakıyorsunuz ki ne gelmiş, ne gitmiş. Hiçbir şey yok orta yerde. Acaba bir yere atılıp mensi ve mühmel mi bırakılıyor. Adi okuyanlar bile kâinatta hiçbir şey artmaz eksilmez diye okuyor. Artmayıp eksilmeyince ne oluyor? .ufak
Satır ilminde bile böyle
buraya kadar gelmiş. Onun bir de sadır ilmi var. Dünyanın bir köşesinde
konuşuyor, burada dinliyor. Konuşanı görüyor. Kudret ders kaçırıyor. Gelin
faniyi baki ile değişin diyor. Bu büyük kitabın karşısında herkes kulağını
tıkıyor. Hırs ateşi haset narı
içerisinde yanıp, çöküp gidiyor. Acaba anlatabildim mi? Bugün beşeriyetin hali,
hırs ateşiyle haset narında o nazenin, nazdar, niyazdar olan vücudunu
eritmekten ibaret kalıyor. Orta yerde bir şey yok. Ne ilmi var ne irfanı var?
Hiçbir şeyi yok. Yok canım düğmeye basıp da on milyon adamı öldürmekliğe ilim
mi denir? İlim insanın gönül rahatsızlığını gideren şeye denir. İç âlemine
ferahlık veren süruru veren şeye denir. Onun için ilmi tek kelimeyle tarif
etmişlerdir. Ne kadar güzeldir? İlim müsavi Allah'ı (cc) bilmek. Sen ne kadar
söylersen söyle netice bu. İlim müsavi Allah'ı (cc) bilmek. Kim iyi bilir, en büyük âlim odur.
Bilince bilinen şeyle amil olarak yaşar. Mesela, ben bilirim der de faydasız o.
Esaslar koymuştur Kudret. Ennas
iyalullah[1].
İnsanlar benim iyalimdir. Bana hizmet, onlara hizmettir. O gaye insanda yüz gösterdiği günden itibaren
huzura kavuşulur. Sen bende hak var diyerekten gönlümü kırmaklığa çalışmazsın. Ben sen de hak var diyerekten hizmetliğe alışırım. Ne olur, nihayet bir ünsiyet
olur. Ünsiyet olunca o işin içerisinde hak olur. Hak kuvvetin üstündedir.
Sen kuvveti hakkın üstünde tanıyorsun,
yanılıyorsun. Bir şey anlatabiliyor muyum acaba? Dert bu.
Kuvvet hakkın üstünde
değil, hak kuvvetin üstünde. Görüşmeler sahte, iltifatlar sahte, sohbetler
sahte. İhlas yok, emniyet yok… Onun içün ilmi tarif etmişler, İlim Allah'ı (cc) bilmek. Allah'ı (cc) bilen doğru histen mahrum olmaz. Cahilin tarifi ilimsiz
demek değildir cahil, doğru histen mahrum adam demektir. Anlatamıyorum galiba.
Seksen hayvan yükü kitap okumuş ama hiçbir hissi doğru değil. Cehl-i müka’abdır[2]
o. Fakat hiçbir kâğıdı eline almamış ama bütün ef’ali, harekâtı doğru his
dairesinde, en büyük âlim. Hislerini tetkik et, hislerin doğruysa ilim var.
Hislerin doğru değilse, hiçbir hissin doğru yere gitmiyorsa, senden daha cahili
yok. Cehilde insanı en büyük felakete sevk eden bir şey, ki geçen konuşmada
tarifini yapmıştık. Nedendir o biliyor musunuz? Allah'ı bilen insan benim
bizatihi hürriyetim yok der. Bizatihi iradem yok. Binaenaleyh benim iradem
büyük yere ait bağdır, o kayıtla ben mukayyedim[3]. İşimi daima orayla yaparsam kendimi nihayet ona kabul ettireceğim der. İnsanlık
âlemine hâdim olur. Anlatabildim mi acaba? İş burada. O vakit mahsul olan kâra
nail olur. İnsanlar da bir kâr hissi
vardır ya. Ona sahip olur. Hile içün hud’a için tuzak kuran adama karşı Kudret
tuzak kurmuştur, yakalanırsın. Allah'ın (cc) tuzağı insanın tuzağına benzemez.
Her kim ki kendi kendine zekasını hile ve hud’a uğrunda sarf edipte, ben şöyle yaparım, şeyle tuzak
yaparım, böyle yaparım diyor, muhakkak Kudret ona büyük bir tuzak kurmuştur,
oraya düşecektir o. Ona imkân yok.
Demek oluyor ki, insanın iki
cephesi var, iki veçhesi var, iki yüzü var. Biri âlem-i hikmete, biri de âlemi
kudrete. Âlem-i hikmet dediğimiz işte bu âlem. Bu mezahir. Dünya denilen bu
sahne-i şuhud. Hazer aşina bir acuzeye benzer. Sana yüz gösterirken, gülerken
arkadan başkasına işaret eder. Böyledir, kapılma, aldanma. Dünyayı tarif et
derlerse, dünyanın tarifi bu. Hazer aşina bir acuze. Çok fennenmiş[4]
bir acuze. Zahir de bal gibi tatlı. Dil-firib[5].
Gönlü avlar. Aşinalık yaparken arkadan başkasına işaret eder. Kimseye yar
olmaz. Dirliği az. İkbali de kısa. Az dirliği. Bir gün güldürür, bir gün
ağlatır. İkbalinde hud’a idbarında fecia gizlidir. Bu âleme ait olan bir bağ
var. Bir de âlemi Kudrete ait olan bağ var. Bu âleme ait olan, dünya denilen bu
sahneye ait olan varlığında kendisine yok gösteren, rehber olan akıl. Hissin
galatlarını tashih eden kuvve. Meçhulden malumu çıkaran…
Bazı insanlar Kudret
ile nispetini kesmek isterler, "akıl amirindir, vicdan da hâkimimdir" diyerekten
kendi kendine gerilirler. Başını hiç aşağıya eğmez, gerilir. Kudret giydirir.
Yer adamı yer. Bu kâinatta hangi sakf-ı âli vardır ki yere düşmemiş? Hangi
hüsnü an vardır ki solmamış? Hangi renk vardır ki rengini atmamış? İmandan
başka. Hepsi atar rengini. Hepsi atar. Sonra insan kendisi de tecrübe eder.
Kendi kendine der ki "Ahh! bugün ki aklım olsaydı" der. Ben bu işi böyle mi
tutardım, bugün ki aklım olsaydı? Der. Ne malum yarın da bugün ki aklın için de dövünmeyecek?
Var mı elinde bir hücceti. Hepimiz deriz, bugün ki aklım olsaydı…. Konuşmayın,
rica ederim, ben rahatsızım, mevzuyu kaybettiriyorsunuz. Konuştum mu
dinlemiyor, dinlemeyince dışarıda insanlar var. Yazık günah değil mi, içeriye
girerler.
Dar-ı teklif, bizatihi hayrı,
şerri bilmez. İyiliği, kötülüğü öğrettikten sonra kabul eder. Anlatabildim mi
acaba? Öyle olmuş olsa bilse demezsin. Bugün ki aklım olsaydı. Belki yarında bugün
ki aklına dövüneceksin. Akıl ahlak putesinde ziynetlendikten sonra insana büyük
yardımı olur. Orayla alakasını keserse daima kötülük üzerinde kendisini
kullandırttırır. Bir şey anlatabildim mi? Buraya dikkat edin. Onun içün dünyada
en büyük fenalığı yapan insanlar çok akıllı insanlardır, o akıllarını ahlak
putesinden hariç tutmuşlardır. Çünkü aklı yerli yerine kullanılmaz manadan
soyunursa. Bir insan gönlünü Hakk’a vermezse inkâr sahasında dolaştığı müddetçe
o akıl daima o kimsenin fenalıkların çıkmasına engel olan şeyleri ayıklamakla
meşgul olur. Fenalığı men etmekle değil de fenalık neden çıkacaktı, hangi şey o
fenalığın çıkmasına mani oluyor. Onu izaleye kalkar. Anlatabildim mi? Onu izale
eder. Yoksa görülüyor, Kudret bu şuunat-ı[6]
kevniyede[7]
namütenahi tahavülat-ı[8]
azime meydana getiriyor. Bu tahavvülat-ı
azimede akıl ve vicdana mevcudata dikkatle bak deniliyor. Fakat gören kim?
Sonra aşikare..
Dünya nev-i beşerin bir elinden diğer eline geçiyor. Bundan
daha büyük ders olur mu? İbret alan nerede? Sahne açık, pazar meydanda. Daima
bir elden diğer ele geçiyor. O halde hırs ateşi, haset narıyla güzelim vücudunu
yakmaya ne lüzum var? Elde değil desene. İhtirasat-ı nefsane ile kurulmuş olan
medeniyetler, yine ihtirasat-ı nefsane ile yıkılıyor. İşte dünya. Yarına bakma,
bugün önündedir. İhtirasat-ı nefsaniye ile kurulmuş olan medeniyetler, yine
ihtirasat-ı nefsaniye ile cayır cayır yıkılıyor. Bak sahne-i şuhuda. Onun içün
ahlakın tarifinde, insanın kuvveti der, kuvvet-i aslisi, Allah'ın (cc) nurudur
der. Gıdayı nuraniye malik olmaksızın yalnız gıdayı hayvani ile kendisini
besleyenler, hayvanlardan daha fena işler irtikâp eder, der. Nihayet canavar,
kurt denilen mahlûk yazın ormanda gezdiğin vakitte seni görünce kafasını
çevirir gider. Çok aç kalınca parçalar. Ama insan kurtlaşırsa, açken de
parçalar, tokken de parçalar, hangi sahadaysa parçalar. Demek ki canavarları
utandırtacak kadar şekle iner. Ne vakit yakasını kurtarır? Mevzua girmezden
evvel demiştim ki Cenab-ı Hak mevcudat içerisinde yaratmış olduğu bütün
bildiğimiz, bilmediğimiz ne kadar varlık varsa, hissimizin idrakine, aklımızın,
izanımızın çerçevesine giren, bilinen varlığın haricinde ne kadar daha varlık
varsa, bütün mevcudat içerisinde insanı pek severek, seçerek ayırmış, kendi
emanetini vermiş, esrar-ı zatiyesine agâh kılmış, o kabiliyette yaratmış…
Tabiri caizse bütün mevcudatı, tabiri caizse değil, şey konuştum, garip
konuştum. Hakikat nazarıyla bakılırsa, bütün mevcudatı esması ile sıfatıyla ile
meydana getirmiş, insanı da zatıyla meydana getirmiştir. Ama bunları şimdi
bunları izah etmek yüz konferans dinler. Ne demek şimdi esmasıyla meydana
getirmiştir, ne demek sıfatıyla. Uzun, fakat biz züpde[9]
olarak, kulaklarda bir mana olarak kalsın içün söyledik. İç âleminiz bir zevk
alır, bu sahada bulunan belki tarifini yapabilir, tarifini yapamayacak
sahasında kalan bir zevk alabilir. Allah (cc) bütün hilkati, esması ile sıfatı
ile meydana getirmiş, insana gelince zatı ile meydana getirmiş. Şu misal size
daha iyi bunu anlatabilir.
İnsanda ruh-u izafi vardır. Kaç
ruha maliksin, bilir misin? Ruh-u hayvani var, ruh-ı insani var, ruh-ı sultani
var, ruh-u nurani var, ruh-u izafi var. Bunların her birisini ayrı ayrı izah
etmeklik içün biraz evveli söylediğim gibi birçok konferansa ihtiyaç var.
Şöyle on dakika içerisinde anlatamayız. Maddecilerin inkâr sahasında bu kâinat
kör bir tesadüfün neticesidir, insan tekâmül etmiş bir hayvandan ibarettir. Ne
ebediyet, ne ararsın işte. Fırsat eline geçti ihtirasat-ı nefsaniyeyi tatmin
edebilecek sahayı buldun, vur, kır, yak, işte senin içün saadet budur. Der o.
Orada menfaat hâkimdir, fazilet filan onlar dırıltı der. Acımak, sende asabın
zayıflamış senin. Hastalık. Acımak neymiş der. Öyle bir şey kabul etmez. Hasta
adamsın, zafiyet geldi. Geberirken sende tabi bir doğurtucu ebe geliyor, gel
emri verildiği vakitte o sert sert
konuşan adam boynunu filan büker, acı der haliyle ama bende hastalık yok der.
Bende öyle zafiyet mafiyet sinir zaafı hastalık filan yok. Senin kabul
etmediğin adamım ben der. Varlığım der yani. Öldürsene ölümü. Ya, öldür ölümü
bakalım. Kabrin kapısını kapa. Beşerden aczi gider. Neyse biz şimdi o sahada
konuşmuyoruz da. Çünkü onunda ehli kalmadı artık.
O inkâr kapısı medeniyetini
taklit ettiğimiz âlemde bile yok. Ekseriyetle Durkheim’ın nazariyesini
okuturlar, onun yarım talebesi vardır. Onu berbat etmişlerdir. O çünkü bir şey
tutturmuştur. Mesela namus dedi mi kıymet hükmündedir, dünkü cemiyet böyle
kabul etmiştir, bugün ki cemiyet böyle kabul eder. Doğruluk kıymet hükmüdür.
Ehli nefsinde hoşuna gidiyor. Allah (cc) denilen bir şey yok, cemiyet onu
doğurmuştur. Anlatabiliyor muyum? Fakat onu, -konuşmayın hanımlar, yapmayın.
Kestireceksiniz bana yazık olacak, iyi dinleyenlere sebep olacaksınız- Düş.
Saliki kalmamış. Zira Kudret bu asırda ismi zahiri ile tecelli etmiş, bütün
ilimleri o isimle meydana getirttiğinden dolayı erbab-ı ilim mütala ettiği
vakitte kitabı kâinatı… Malum ya kitab
ikidir. Birine kitab-ı kainât denir, birine kitab-ı hitab denir. Bir de
kitab-ı natık vardır.
Kitab-ı kâinat ne demek? İşte gördüğümüz, seyrettiğimiz,
avalim, şems manzumesi, şara denilen
seyyarenin kendine mahsus bir manzumesi. Hazreti Muhammed (sav) öyle der; bir
gün elini çevirmiş, şöyle bir hareket-i devriye yapmış, yanındaki dostlarına
diyor ki, Elimin şu hareketi devriyesi hesabın nihayetine kadar yazsanız hesaba
girmeyecek hesap manzumesinin ihata edemeyeceği kadar cana çarpmıştır. Ya. Öyle
diyor, şöyle yapıyor. Bu elimin şöyle bir hareketi var ya diyor, bu hareketi
devriyede hesap manzumesinin, hisap manzumesinin ihata edemeyeceği kadar cana
çarpmıştır. O canları şimdi artık görmek zamanları gelmiş. Geliyor, başlıyor, o
saha kapanmıştır, inkâr sahası. Yok. O büyük gördüğünüz şems diyor, güneş, her
şeye güzellik oradan gelir. Öyle mi? Öyle ya. Onun için der, Allah (cc) öyle
der. Semavata bakın bakalım. Bakın demekten böyle bak demek değil ki. Hala mı
inanmayacaksın der, bak. Hararet verir, lazım gelen madde meydana gelir, yenilir,
o hararet kanı harekete getirir, kan vücudunda renk yapar, o renk ile güzelleşirsin.
Anlatamıyor muyum yoksa? Zahirdeki bu güneş, etten kandan kemikten yapılan,
neticede taaffün[10] edecek
olan cife olacak vücuduna güzellik verir de ya o Şemsi Muhammed-i Hakikat senin
nereni güzelleştirmez? Ama penceren kapalı. Ziya içeriye girmeyince beşeriyet
kıvrım kıvrım kıvranır. Onun kokusu asilere ilaçtır ilaç. Onun kokusu asilere
ilaç. Öyle diyor öyle. Şimdi bir parça bir şey okuyoruz, eskiden ne varmış
diyoruz. Dur bakalım ne var şimdi, sen de ne var? Kaşınmayı sorsan tarifini
yapamazsın kardeşim. Ne o kadar önde durursun. Kaşınma nedir desem tarifini
yapamazsın. Var mı içinizde bilen kaşınmayı? Dünyada bilen var mı? Kaşınma ne?
Sonra öyle diyorlar ki, Cenab-ı Risalet Penah [11]
bu kürenizden çok büyük olan güneşi,
öyle zannetmeyin, o feyzini daha büyük bir seyyareden alır. Amerikalılar
yeni keşfettiler, şara denilen. Keşfetmişler. Oranın heyet-i mütehassısları.
Oradan alır diyor. Sonra bu şems manzumesini, o şara denilen yıldızın, o seyyarenin
içine atarsanız bir kapı halkası kadar kalır. O şaranın da kendine mahsus bir
muhiti vardır. Eğer onu da imkânı olurda el an mevcut, semanın fevkinde arşın
tahtında halem varlığı mevcut olan ta’pir haneyi
zulme, zulmün, zalimin temizleneceği sahaya atacak olursanız, bir kadın
bileziği kadar kalır diyor. Durur adamın aklı.
Bu varlığın sahibine karşı,
ondan sonra biri kalkar da der ki; ben, ben, ben yaratırım ben. Yarat bakalım.
Bunlar hepsi seyredilecek amma o vakit fayda etmez ki. Büyük kitapta şöyle
beyan eder Allah (cc). كَلَّا بَلْ۔
رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ [12] Ben hesap üzerinde gayet titizim. Bir defa
bütün emirlerimi yerli yerine toplarım. Âdeti öyle Huda’nın. Hangi emri
yapmışım, emretmişim onu yerli yerine alırım. Geçen konuşmamda dediğim gibi,
kendisi içün zaman mekân vakit yok ki. Yok. Kendisi içün öyle bir zaman yok.
Hani anlatmıştım ya geçen konuşmada ,وَيَسْتَعْجِلُونَكَ
بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُۜ
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْۚ وَاِنَّ رَبَّكَ
لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ[13]
Akıntısı bile başka türlüdür.
Öyle insanda bir hal yapar. Mahbub-ul Kulub olan,Mürebbi-i Vicdan olan zatı
ali, Ey benim Muhammedim, eyleniyorlar dimi diyor, istihza ediyorlar… Diyorlar
ki sana diyor وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ
قَبْلَ الْحَسَنَةِ Senin tanıtmış olduğun Kudret, Hak,
şunları şunları kabul etmeyenlere azap yapacak diyordu. Şunları da kabul edene
karşı bir hasene bir güzellik meydana getirecek. Biz güzelliği istemiyoruz,
seyyie gelsin. İstemiyoruz onu, hadi getirt. وَقَدْ
خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُۜ Onlar gibiler vardı. Sen bundan masum
oluyorsun, bunların alay tarzlarından. Öyle çok geçirdi bu kâinat. Bunlar
gibiler geldi gitti. Bunlardan da daha üstündüler onlar, zahirde daha kavidiler,
daha serbest sahibiydiler, daha geniş malikaneleri vardı, sesleri geliyor mu
bakalım. Var mı sesleri var mı? Sedası işitilebiliyor mu? Konuşabiliyorlar mı? O
rububiyet davasında bulunanlar, acele istiyorlar. Onların acele istediğini
istediği dakikada olabilecek şeklinde rabler yalancı rablerdir. Ben rabbim rab.
Benim içün zaman yok ki. Ben emir eri değilim. Âlemin keyfine göre hareket
edecek. Ben Allah’ım yahu diyor. Sonra benim içün yarın, öbürsü ki gün, öyle
bir şey yok. O size ait olan şeylerdir. Zaman yok. Sonra ben ufacıcık bir
zerrenin hatırı içün namütenahi saadet meydana getiririm, ufacık bir zerrenin
hatırı içün büyükte bir azap da meydana getiririm. Anlat beni diyor, وَاِنَّ
رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْۚ onların
içerisinden zalime bilmeden kapılmış. Zalim mevkiine düşmüş, beklerim, döner de
onu örtbas edeyim diye. O büyük mağfiretin sahibiyim. Temerrüd eder, inat eder,
zaman yok mekan yok, وَاِنَّ
رَبَّكَ لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ Ondanda hesap alacak zamanı ben bilirim.
Bu âlem o âlem filan yok.
Buraya nereden girdik? Buraya
giriş tarzımız, O ne emretmişse, onların hepsini birer birer toplar. Emir ahkâm
katiyen tatile uğramaz. Size şöyle bir misal vereyim, daha iyi anlayın. Önce bir
misal veriyordum, durun onu üzerinde. Sorun bana geçersem, hani nerede deyin?
Başka bir yere doğru gidiyoruz, oraya döneceğim. Vereyim mi misal, istiyor
musunuz? Bir insan, birisi, muhtezayı beşeriyeyi gaflet sadr-ı İslam da bir zina
irtikab[14]
etmiş. Fakat imanı var, iman ile kendi kendisini recim etmeye başlamış.
Ağlıyor, dövünüyor. Huzur-u Muhammediye’ye gelmiş. Ya Rasulullah beni recim
ediniz. Hayır ola demiş. Ben böyle bir fenalığın sahibiyim. Bana Hakk’ın benim
hakkımda vermiş olduğu cezayı tatbik ediniz. Çok ağlıyor. Sana vehim hastalığı
gelmiş, evham, öyle zannediyorsun. Senden öyle şey sadır olmaz. Nezakete bak.
Bir şey anlatamıyor muyum? Nezakete bak. Senden öyle şey sadır olmaz. Zira
Cenab-ı peygamber hiç kimsenin yüzünün kızardığını istemiyor. Git demiş. Gitmiş
duramamış, yine gelmiş Peygamber başka bir yerde oturuyor. Hayır Ya Rasulullah
bana ceza-ı ilahiyi verin, ben cezamı göreyim. Recim edin beni. Uykuda bir hal
oldu da sen bunu yakaza da zannediyorsun. Rüyayı yakaza hali zannediyorsun.
Senden öyle şey sadır olmaz. Gitmiş. Üçüncü sefer yine gelmiş. Değil Ya
Rasulullah. Eh üçlediniz demiş. Kur’an ahkâmın da üçleyince, ikrar edince, ceza
tatbik edilecek. Üçlediniz pekala, yeriniz hazırlansın, cezayı tatbik edelim.
Hicabı var, ârı var, imanı var, ağlıyor, insanlar arasında durmuyor, çıkmış,
cebele çıkmış. Başını yerden yere vuruyor. Huda Sefir-i Kebir’i göndermiş.
Affettim kendisini, davet edin. Kendisine haber gitmiş. Emir tebliğ edilmiş,
davette söylenmiş, gelsin diyor. Akşam namazı vakti tebliğ ediliyor. Akşam
namazına durulmuş. Resul-ü Kibriya namazı kıldırıyor, o da koşarak gelmiş,
mescid-i saadetin en gerisinde, insanların en arkasında, kapı dibinde bir
yerde, peygamberin kıldırdığı namaza iktida[15]
etmiş. Hem kılıyor, hem ağlıyor. Birinci rekâtın ikinci rekât, üçüncü rekatın
ikinci secdesinden kalkmamış. Secdede kalmış. Yani bu âlemden gitmiş. Ölmüş
tabirini kullanmıyorum, insan ölmez, elbise değiştirir, ölen zalimdir. Ölen
insan haklarını ezendir. Ölen insanlığı inletendir. Ölen Hak ile azamet
yarışına kalkandır. Yoksa hakiki insan
ölmez.
Mevlana’nın dediği gibi; iki kanadı sağlam olan kuş, iki kanadı yaralı
ve kırık olan kuş der. İki kanadı yaralı ve kırık olan kuş kafesin kırıldığını
istemez. Kafes kırılırsa ağyar onu telef eder. Parçalar. İki kanadı sağlam olan
kuş da kafesin durduğunu istemez. Bir an evvel ben seyrimi yapayım der. İnsanın
da iki kanadı vardır. Birine Tevhid-i Sermedi, birine Tasdik-i Ahmedi derler. O iki kanadı sağlam olan insan
da bu ten kafesinde pek durmak istemez. Acaba anlatabildim mi? Durmak istemez.
Burada kalmış. Vefat etmiş yani. İmdi herkes bakıyor. Bu sahnede açık bir hal.
Ender görülen bir tecelli. Netice ne olacak? Bizzat Cenab-ı peygamber (sav)
teçhizinde[16],
tekfininde[17],
teşyiinde[18]
bulunuyor, namazını kıldırıyor. Ve yürürken topukları üzerine basmıyor. Mübarek
kadem-i saadetinin ucuna basa basa, soruyorlar efendim bir reca[19]
mı var, Niçün basmıyorsunuz? Hayır diyor, bu zat acip bir mazhariyete nail
oldu, bütün melâike-i kerrubîn âlin teşyide. İncitirim diyerekten böyle
yürüyorum. Ondan sonra sevdiklerinin birinin gönlünden geçiyor. Acaba nicün bu
namazda öldü yani, bu kadar büyük bir zat böyle bir şeye mazhar olmuş. Cevap
veriyor diyor ki, şimdi bu en büyük bir rütbeye nail oldu, Cenab-ı Hakk’ın sizlere
malum olmayan sevdiği birçok varlık tarafından kendisi teşyi edildi, istikbal
edildi, bu ayrı bir mesele. Eğer namazda hayatına nihayet vermeseydi, Allah'ın (cc) emri tatile uğramaz, yine cezayı yapacaktık diyor. İnceliğini
anlatabildim mi acaba? Bir şey anlatamadım galiba. Böyle, böyle, böyle, büyük
bir zat oldu fakat eğer hayatı orada nihayet ermeseydi, biz yine cezayı tatbik
edecektik, çünkü emir tatile uğramaz.
İnsanı tarif ediyordum da ruhları
tasnif ettik di mi? Burada kaldık. Hatırlayabildiniz mi acaba? Ruh-u hayvani,
maddeye inananların inkârları yalnız ruh-u hayvaniyi gördüklerinden dolayıdır.
Bu cesedin içerisinde kalp denilen o deveran filan onlar nihayet bulduktan
sonra işte o dur diyor. Ama o ruh-u hayvani güzelim. Kaç tane ruhun var senin? Üüü.
Bir gün anlatayım sağ kalırsam. Lazım, hepimize lazım.
Burayı, nereye ait misal
getiriyordum acaba, hatırlatır mısınız bana? Kaybettim ben. Şeye misal
getiriyorduk biz bunu. Yine ben söyleyeyim.
Dedim ki Kudret bütün varlığı esmasıyla yaratır meydana getirir,
sıfatıyla, insanı zatıyla dedim. Hatırladınız mı şimdi? İyi dinlemiyorsunuz.
Hem kendimi idare ediyorum, hem sizi. Olur mu böyle ikisi bir? Ona misal
verecektim. İnsan meratib-i erbainden geçer. Ne demek? Kırk mertebeden geçer.
Evvela ilmi ilahide bulunur, la teşbih. İlmi ilahide bulunur dendiği vakitte
insana bir tuhaf gelir. Size bir misal vereyim ama öyle zannetmeyin.
Anlaşılsın diyerekten: Bir mimar bir mühendis, bir binayı yapacağı vakitte ilk
önce kafasında tutar. Öyle değil mi? Buradan şimdi sen bir parça bir şey hisset. Ama ona benzetme.
Haşa Allah!ın (cc) böyle bir kafası var da bu kafasında tuttu manasına değil.
Fakat birden bire bir ilmi ilahide durduğu vakitte ne anlaşılır? Kaba bir misal
içün bunu verdik. Gayb-ı külliye sevk edilir. İşte onun içün insanın bizatihi
vücudu yoktur. İntihar edenler niçün mezmumdurlar[20]?
İntihar eden kimse, kendisinin mi zannediyor?
Huda diyor ki, yahu sana ne emek verdim, ben seni ilmimde de taşıdım.
Senin miydi o? Senin miydi? Onun içün ahlak der ki; hiçbir zerreye nazarı
hakaretle bakma. Gördün kötü bir şeyi, beni yapsaydın olmaz mıydım de. Yalvar,
onun da kurtulmasına yalvar. Oradan hailayı[21]
külle gider. Buruc-u isna aşerde seyir yapar. Kevakib[22]
âlemini dolaşır. Seyyarat âleminde turlar yapar. Nihayet anasıra gelir.
Babasının zahrın da durur, annesinin rahminde durur. Tesviye edilir. Bu
tesviyeler daima Hakk’ın sıfatıyla, esmasıyla yapılır. Manzumeyi Kuvva-i
ilahiden bir kuvve olan, kimse o işim memuru bulunan, o mana onun tesviyesini yapar. Tesviye
yapıldıktan sonra, yani biçimi, biçimi
anlatamıyor muyum? Ondan sonra… Huda der ki; uzaklaş bakalım. İşte buradan
başlıyor. Uzaklaş bakalım. Keyfiyeti bizce meçhul. Bununla aramızda bir rabıta
olacak. Bir rabıtayı rububiyyet, bir rabıtayı ubudiyyet olacak. Ben bunun içün
mevcudatı yaptım. Bu insandır, ruhundan ruh vereceğim. Bu sırra da kimse agâh
olmayacak. Çekil bakayım der…..
….yok ol da tüket git. Üç günlük
ihtirasat-ı nefsaniyene alet ol da bunu berbat et geç göç. İşte ahlak cenab-ı Hakk’ın bu
şekilde ikram etmiş olduğu insan denilen manaya yine onun öz eliyle dokumuş
olduğu manevi bir elbisedir. Onu giyenlerde ar olur. Anlatabildim mi acaba? İlk
önce hayâ yani ya haya… El hayâ u katretün iza kutire kutile. İmam-ı Ali
efendimiz öyle demiştir. Hayâ bir damladır, düştü mü ölür. Düşünce ölüverir. O
hayâ insana çok büyük işler yaptırır. Ne yaptırır? Daima topraktan çıkanı yeme
der. Gönülden çıkan bir şeye sahip ol, onu ye der. Evvela kendinden utan der.
Ahlakta ilk ders, insanlara kendinden utanma bahsi gelir. Bunu verirler. Ahlakta insana ilk
alıştırılacak, ilk yapacağı başlangıç, sen kendinden utanma çarelerine bak.
Kendisinden utanmayan kimseden utanmaz. Efendim filandan utanıyorum filan.
Kendinden utanmayan Allah'dan (cc) da utanmaz. Kendinden utanmayan insanlardan
da utanmaz. Hiç kimseden utanmaz. Kendinden utanmaklık sıfatı sende başladı mı,
Huda seni böyle tutmaya başladı. Tabi bunu da herkesin kendisi bileceği bir
mevzuu. Kendi kendine bilir herkes. Kendinden utandı mı hile yapamaz, kendinden
utandı mı yalan söyleyemez, kendinden utandı mı hain olamaz, kendinden utandı
mı daimi suretle düşmüşü arar. Neden? Ahu beni Kudret bu âleme başıboş
göndermedi. Beni insanlığa hadim olarak gönderdi, hiçbir gün bir kimsenin elini
tutmadım. Demek ki bendeki emanet zayi olmuş gitmiştir. Ama cemiyet öyle hale
gelmiştir ki elinden tutarsın üç konuşma evveli söylediğim gibi yardım edersin,
aczini giderirsin, sorsunlar nasıl adam bu? Aptal der. …. Aptal ahmak, saf
zavallı der. Vurursun, kırarsın, getir
dersin, ezersin, sorsunlar seni nasıl adam? O ne eshab-ı siyasetten adam, ne
zekâ, ne akıl. Yetiştirmesi zor. Ama her insan kendisine vazife edinirse, tabi
ittihat güçtür, birleşmek güçtür, ayrılmak gayet kolaydır. Sonra insan bir
adama merhaba diyeceği vakitte muahat yani kardeşlik, merhabanın hakkı, yalnız
bu üç günlük dünya içün olmamalıdır. Ta Allah'ın (c.c) yanına gidinceye kadar.
Böyle dost ittihaz et.
O belli oluyor, ne kadar belli
oluyor biliyor musun? Şöyle bir cenaze merasimine git, artık merasim diyeyim ne
diyeyim? Musalla taşında yatarsın, öldüğün vakitte daha iyi görürsün ya insan
görür o vakit. Bütün kayıttan kurtulur adam, sen zannetme ki görmezsin filan.
Asıl hayat o vakit başladı. Sen oraya giderken sana yeni bir vücut verilmişti,
zannetme ki çukurun içerisindesin, eğer insansan. Başka tabi, insansan. Derhal
bir vücuda verdirmiştir. Kayıtsız bir vücuda maliksin. Hayatı berzahiyede. O
hayat öyle bir hayattır ki her yerde ispatı vücut eder. Mesela Kudret elektriği
bedava mı icar ettirtmiştir? Bunlar ulu erbaba kim bilir sevdiği hangi adam
vardır ki…. Manada bir müşkülü halledemedi koca bir adamın kafasını yorar yorar
o ufak sevdiğini anlatmak için. Canım her yerde isbat-ı vücut edebilir mi filan
işte burada düğmeyi sıkarsın bin tane lamba istersen binini birden
uyandırırsın. Her yere o aynı dakikada tecelli eder. Sende hele öl, öldükten
sonra derhal insan olarak gitmişsen o verilen vücut ile her yerdesin, hayat-ı
berzahiyede. Kudret onun dersini kaçırmıştır. Dört kişi bir araya gelmiş,
güler, oynar, bir şey anlatır, işte artık gelmiş adam işte gelmedi demesinler
diyerekten. Beş kişi bir tarafa çekilmiş bir sohbette, on kişi bir tarafa
çekilmiş sohbet ederekten. Dedenin ahlak mefhumunda öyle değildi, kül halinde
onun manası üzerinde bir huşu bir huzur vardı. Acaba anlatabiliyor muyum? Bir
sarılma, bir samimiyet. Bu tarife gelmez. Görmek lazım. Gözünle göreceksin.
Gözünle göreceksin. Vallahi insan vasiyet etmeli. Kimseye yük olmamalı. İçinden
sırası mıydı, yağmurlu günde gitti, şimdi gitmesek bir dedi kodu olur bir şey derler,
onun iyisi serbest bir şekilde… Sonra o kadar hayır müesseseleri var. O kadar
garip insanlar var. O kadar ne bileyim ben memlekette sarf edilecek yerler var.
Bakarsın ki yüz tane çelenk. Onun üç yüz liralığı, beş yüz liralığı, bin yüz
liralığı, elli yüz liralığı, yirmi yüz liralığı, bir kocaman yekûn kabarır.
Onun çelengi insanlara yapmış olduğu hizmetidir. Eğer varsa onu melekler böyle
götürür. Senin çelenk sabahleyin solar orada bir şey kalmaz. Hayvan otlar.
İstemem cenazemde çeleng
ü ahenk
Debdebeyle gidilen yer değildir makber
Orası medhalidir bârigeh-i Huda’nın
Kapısından acz ile
girmek ister [i]
Vefakârsan beraber gir
çukurun içerisine. Bir ayağın dışarıda durur korken bile. Tek ayağın dışarıda
durur. Eğer vefakârsan, beraber dursana. Duran var mı? Var ya. Bir misal
vereyim sana. Hacı Mehmet Baba varmış, ister misin misali? Tuhaf bir adam…
Vefaya misal. Bir hikâye diye dinleme. Olmuş olan bir vak'a birde insanda vefaya
misal. Bizim yapacağımız işler değil ama üzenmek, taktir etmek de mesele ya.
Hastalanmış bir mezarlıkta, kenarda kalmış. Gece yarısı inliyor. İhtiyar bir
inilti sesi Mehmet çavuş namında ele avuca sığmaz, Türk güzeli, insan denilen
bir acayip, tam delikanlı. Öyle şimdiki delikanlı, öyle değil. Delikanlı… Bu tabir de hiç bir kimsede yoktur. Hiç bir
lisanda bulamazsınız delikanlı tabirini. Düşünün bakın lisan bilenler, hiçbir
lisanda yoktur delikanlı. Bizim dedemiz bulmuş bunu. Delikanlı, ne kadar şık.
Zevk veriyor insana. Gözünde böyle bir can meydana geliyor. Kelimeyi bulmak
hüner değildir canını taşıtmak hünerdir. Acaba anlatabildim mi? Böyle,
delikanlı… Dinlemiş, yahu bu nıfs-ül leyl de nereden gelir bu inilti filan. O
servi ağaçlarının arasında bakmış ki bir ihtiyar adam. Ne o demiş, baba hasta
mısın? Çün[23]
eder evladım, hastalandım. Tabiri de böyle. Ben demiş soğuk bir mevsim, şimdi sana
bir yerden çorba bulur getiririm. Koşmuş oraya buraya, işte delikanlıya. Bir
tas çorba tedarik etmiş, getirmiş, eli ile içirmiş. Sen nerede bulunursun
filan, yerine götürmüş. Yerine götürdükten sonra, ben seni yoklarım. Ertesi
günü yine gelmiş, ben yine gelirim demiş. Üçüncü günü yine gelmiş. Mehmet baba, demiş ki çün eder evladım. Sen ne vefakâr adamsın? O
çorba nihayet o günün parasıyla on paralık bir şey. Çıkarmış bir mahmudiye
altını. Karşılığa bak. Demiş yok, ben hizmeti Hak için yaptım. Öyle para mara
filan istemem. Zaten demiş insanın hizmeti yaparken para falan aklına gelmez
ki, ne umacaksın sen demiş. Bu para da Hakk’ın parası benim değil demiş. Bu
para Hakk’ın parası. Israr etmiş almış. Beni iyi oldu diyerekten gelmemezlik yapma
demiş. Gelmiş, bir hukuk başlamış. E hukuk başlamış. Delikanlı ele avuca
sığmıyor, parada yetmiyor artık kuvvetli bir irtibatı olunca evveli hiç istemem
diyen, Mehmet Baba paraya ihtiyacım var, çün eder evlat, peki al diyor veriyor.
Ama o parayı nereden buluyor o da ayrı bir iş. Âlemin parasını nereden bulduğu
bana ait değil ya. Arada sırada böyle geliyor, para ver bana. Ahmet al fakat
sakın edepsizlik yapmayasın. Sakın parayı kötü yolda harcamayasın. Edepsizlik
etmeyesin bak. O da biliyor orayı, oraya harcasa bilecek onu. Yok baba. Çerçeve
dahilinde. Bak edepsizlik etmeyesin. Bir gün gelmiş demiş ki, eh
Allahaısmarladık teskeremi aldım gidiyorum. Nereye? E gideceğim yerleştim.
Ahmet nerede Mehmet orada. Bende geliyorum demiş. Biraz yaramazca insan, ele
avuca sığmıyor, işte o onun peşinde onu idare ediyor. Bir Hak ve hakikate doğru
sev ediyor. Tabi mesela nasıl Hak ve hakikate doğru sevk edebilir? Mesela Ahmet
kafasına koymuş, biz bugün filan yerde bir içki âlemi yapacağız. Koymuş
kafasına, hazırlanmış, tam oraya giderken, oraya gitmeye yirmi adım kalmış Hacı
Mehmet Baba karşısında. Size de rahmet beni filan yere götür. Belli etmeden ala
koyuyor, Anlatabildim mi? Sözüyle yapma etme filan yok. Belli etmeden. Herhangi
bir çirkin hadise olacak, ramak kalmış Mehmet Baba karşısında. Al beni filan
yere götür. Artık Ahmed’e de öyle bir kanaat gelmiş ki kıpırdanma imkânı
yok. Kıpırdanma öyle imkânı yok. Tayyareyle
mi gidiyor karşısına, otomobille mi onu da kimse bilmiyor. Ne otomobil
var ne tayyare. Bir tuhaf bir şey. Vefa işte bu. Genç Ahmet çavuş, emri Hak
vaki olmuş, gençliğine doyamadan vefat etmiş. Onu ağlaya koklaya defnetmiş. O
gün içinde olmaz ya defnettikten sonra. Ne o demişler. Gitmiş keresteciden bir
kereste…. Bir tarafa filan. Ne o demişler. Ahmet işini temize çıkardı, artık
beklemeye lüzum yok. Ya, böyle bir çelenk yapabilir misin kardeşim? Çelenk içte
çelenk.
İstemem cenazemde
çeleng ü ahenk
Debdebeyle gidilen yer değildir makber
Medhalidir orası
bârigeh-i Huda’nın
Kapısından içeri acz ile
girmek ister
Samimiyet olur, ihlas olur, o çelengin
parasıyla bir dul kadının, iki tane yetim çocuğunun kışlık odunu kömürü alır da
o mini mini el böyle ısınırken Huda… Peygamber (sav) öyle diyor. Bir yetimin
elini ısıtırsa benim elim ısınıyor diyor. Bak ne ne ne kokulu çiçek olur orada
o. Üfff ne kokulu çiçek olur ama. Solmaz rengini atmaz, ila maşallah devam eder.
Ne kokulu çiçek o? Yoruldunuz mu? (hayır) Öyle der Huda;
كَلَّا بَلْ۔
رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Malum ya insan düşünce acib olur. Molla
Cami’nin dediği gibi. Bin defa bunu söyledim ya münasebet aldıkça daima şey
ederim. Hoşuma gider de onun içün. Büyük adam öyle diyor.
Hacegân der zeman-î mazûlî.
Heme Şiblî
yü Bayezîd sevend.
Bas çûn ser amel arend.
Heme ya şimr û
ya yezîd şevend
Masa sahibi, kasa sahibi,
cah sahibi, varlık sahibi, vaziyetinden düştü mü onunla konuştun mu ya Beyazıd
i Bestami gibi evliya zannedersin ya Şibli merhun[24]
gibi ehlullahtan zannedersin. Öyle mülayim.
Bas çûn ser amel arend. Fırsat
eline geçerde yine eski haline ittisab edecek olursa Heme ya şimr û ya yezîd
şevend. Ya İmam-ı hüseyinin başını kesen Şimr veya ona emir veren Yezid olur
der. Onun içün hukuk tedarik ettiğin adam varlığında da yokluğunda da aynı
sahada olsun. Zor ama tatlı. Zalim nefis ihtiyarlayınca mazlum olur. Dişleri
dökülen kurt koyunlara çobanlık eder. Sağlamken diri iken, onun içün
gençliğinde taat da bulunanlar, gençliğinde insanlığa hizmet edenler, hiç
korkmasınlar. Arzu içerisinde yaşayan kimselerin, ihtiyarladığı vakitte kalemi
kaldırırım diyor. Gençliğinde beni seven adamı, ben ihtiyarladığında suale tabi
tutmaktan Allahlığımdan utanırım diyor. O ayrı bir imtiyaz gençliğinde. Sonra
dünya maddi şeklide benzer, yani insan ihtiyarladığı vakitte o yemeği yiyemez,
bu yemeği yiyemez, şunu yeme perhizsin derler bunu yapamayacaksın derler, şu
olamayacak derler. İhtiyarladığında ki taat da öyledir. yapamaz, o gıdayı
alamaz. Lazım gelen şeyi şey edemez. Maksuduna geç erer. Zor olur. Ne demiştik?
Aciz zamanında insanlar daima hakperest olurlar. Olmak isterler. Fakat Kudret
kabul eder, etmez onu bilmem. Ahara taaddi[25]
etmiş olan zulümden olursa zordur. Kendi nefsinde kalan zulümden olursa
nisbeten yalvarırsa sevinir. Öbür ki biraz zor mesele. Onun içün öyle diyor
Huda; كَلَّا
بَلْ۔
رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Tabi ikinci hayatta toplan
kumandası verildiği vakitte, en azılı en kötü adam dahi boynu bükük. Dünyada
bile öyle değil mi ya. Derhal değişiverir. Boynu bükük. Ve inkâra başlar. İşte
öyle değil, böyle değil. İnkâr çünkü beşerin cibilliyetinde var. O inkâr
ederken Allah (cc) cevap veriyor:
كَلَّا
بَلْ۔
رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ Çünkü mahkeme açık olacak. Hafî celse yok.
İkinci hayatta âdeti değil Allah'ın (cc). Hafî celse yok. Yalnız bir şeyi var,
eğer severse, kendisini kabul ettirirse insan, yapmış olduğu çirkinliği insanın
kendisine de unutturacağım, vicdan azabı çekmeyesin. Af olmak başka bir şeydir
fakat kendin biliyorsun dimi ya? İnsan ne kadar bir mahkemede yalancı şahitle
şununla bununla merak etse dahi içinde sessiz sözsüz konuşan hâkim sen alçaksın
der. Sen şu fiilin failisin der. Bunu daima recim eder. İkinci hayatta da
öyledir. Bütün bilenlere unuttuğum gibi kendine de unutturacağım. Üzüntü olmasın
diyerekten. Anlatabiliyor muyum acaba? O ayrı.
O unutturulmak şekli ayrı. Fakat
hafî celse yok. Hepsi aşikâr. [26] فَاعْتَرَفُوا بِذَنْبِهِمْۚ فَسُحْقًا لِاَصْحَابِ السَّع۪يرِ en sonunda böyle der. Gördünüz ya, her zerre
işitti ya, itiraf etmiştir, perde kapansın, gözüm görmesin. Hükmü kendi verdi.
Benim hükmüme ihtiyaç kalmadı der. O inkâr ile yaptımdı, ettimdi, şöyleydi,
böyleydi diyenlere, Huda kendi cevap veriyor. كَلَّا Hayır, hayır, anlattığı
gibi değil. Onun anlattığı gibi, dedikleri gibi değildir. İrtikab ettikleri
rezalet kalplerinden imanın çıkmasına sebep oldu. Zira iman çok nazlı bir
varlıktı, sizin alçaklığınızla ben o kalpte beraber oturamam dedi. Anlatabildim
mi acaba? Sizin zulmünüzle, sizin rezaletinizle, sizin irtikab ettiğiniz
seyyiat ile ben oturamam çünkü artık burası pas tuttu der Allah (cc).
كَلَّا
بَلْ۔
رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Mamafih mevzuun tam an yerine
girmeden vakitte geldi, sizde yoruldunuz. Bugünlük bu kadar yeter.
[1] İyaullah : İslam yönetim felsefesinde halk,
“iyaullah”tır. Yani “Allah'ın ailesi”dir
[2] Cehl-i Müka'ab: cehalet
küpü.
[3] Mukayyed Kayıtlanmış, bağlanmış; mutlak olmayan, bir
sıfat, hâl, gâye veya şarta bağlı olan lafız
[4] Fenn Hüner. Mârifet. San'at. Tecrübe. İlim. Nevi,
sınıf, çeşit, tabaka. Türlü.
[5] Dil-firib (Farsça) Gönlü aldatan, câzibeli.
[6] Şuunat: Şuunlar. Keyfiyetler, haller. Emirler. Kasıtlar. Talepler.
[7] Şuunat: Şuunlar. Keyfiyetler, haller. Emirler. Kasıtlar. Talepler.
[8] Tahavvülât: (Tahavvül.
C.) Tahavvüller. Değişmeler.
[9] Zübde:(C.:
Zübüd) Netice, sonuç, hülâsa. Bir şeyin en mühim kısmı. Kaymak. Her nesnenin
iyisi ve hâlisi.
[11] Penah: Sığınılacak yer.
[12] Mütaffifin Suresi 14. Ayet-i kerime كَلَّا
بَلْ۔
رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Meali: Hayır hayır,
öyle değil. Aksine onların kazandığı günahlar kalplerinin üzerine pas olmuştur.
[13] Rad Suresi 6. Ayet-i Kerime وَيَسْتَعْجِلُونَكَ
بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُۜ
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْۚ وَاِنَّ رَبَّكَ
لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ
Meali:
Ayrıca senden iyilikten önce hemen kötülüğü getirmeni isterler. Oysa daha önce onlara misal olacak
cezalar gelip geçmiştir.
Ve gerçekten Rabbin, zulümlerine karşılık insanlara mağfiret sahibidir. Bununla beraber Rabbinin azabı da cidden
çok çetindir.
[14] İrtikâb: Bir işe girişmek. Kötü bir iş işlemek. Rüşvet almak gibi çirkin bir şey yapmak.
Bir makamı âlet ederek, hakkı olmayan para veya malı hile ile almak.
[15] İktida:Uymak,
tâbi olmak. Birinin hareketini örnek alarak ona benzemeye çalışmak. İttiba
etmek
[16] Techiz: Donatma. Gereken şeyleri tamamlama. Cihazlanma. Fık: Cenazenin yıkanmasından
defnetmeğe kadar yapılması lâzım gelen şeyler ve bunları tedarik etme.
[17] Tekfin: Kefenlenmek
veya kefenlemek
[18] Teşyi': Uğurlamak.
Gideni selâmetlemek. Yolcu etmek. Cesaretlendirmek.
[19] Reca: Emel,
ümit, yalvarmak. Cânib, taraf. İstek, arzu, dilek.
[20] Mezmum: Zemmolunmuş.
Makbul olmıyarak ayıplanmış. Kötü.
[21] Hail:Perde.
Mânia. İki şey arasını ayıran
[23] Çün: (Farsça) Gibi.Zira, çünki, madem ki. Nasıl, nice. Mehmet baba, demiş. Çün eder evladım.
Sen ne vefakar adamsın
[24] Merhun: (Rehin.
den) Rehin edilmiş olan. Ödünç alınan bir şeyi teminata bağlamak için, onun
yerine verilen herhangi bir şey. Belirli müddetle bir şeye bağlı olan. Edb:
Mânası diğer beyit ile tamamlanan beyit.
[25] Taaddi:Saldırma.
Düşmanlık. Ezme. Şeriattan ayrılma. Tecavüz etme. Zulmetme. Örf âdet ve
mukavelenin hilâfına hareket etme. Gr: Fiilin geçer halde olması, müteaddi
olması.
Meali: Böylece
günahlarını itiraf ederler. (Artık) o çılgın ateş halkı (Allah'ın rahmetinden)
uzak olsunlar!
[i] Tahir
Olgun (Tahirül Mevlevî)
İstemem nakl-i cenazemde çeleng ü ahenk
Debdebeyle gidilen saha değildir makber
Orası medhalidir bârigeh-i Mevlâ’nın
Kapısından içeri acz ile girmek
ister (Bazı
yerlerde bu şekilde geçmektedir.)
0 yorum:
Yorum Gönder