291. Kaset


14,2,60,69 dk (291)

…yaşamak. En büyük …., bu tarifin, bu tarifin doğurmuş olduğu gayenin haricinde yaşadığından dolayıdır. Hilkatindeki gayeyi idrak etmiyor, masası olanında huzuru yoktur, kasası olanında yok. İlmi olanında cehli olanında hep bir huzursuz
luk... Mevzii konuşmuyorum, bütün dünya sekenesinde. Fısıltı kesilsin. Öksürmeler…. Mevzuun en güç kısmı, insan tarifi olan kısmı. Beşeri takatle insan tarif edilemiyor. Geniş bir varlığa sahip. Bir veçhesi çok kuvvetli, bir veçhesi de gözüyle göremeyeceği bir varlığın pençeyi kahriyesinde mahkûm olacak kadar da zayıf. Suret itibariyle bir çukura istiap edecek kadar, boyunun uzunluğunda, iki metre uzunluğunda bir yeri kaplayacak kadar bir vücudu var. O vücudunu bırakıp da diğer vücudunu ele alacak olursak bütün kâinat içerisinde bu mühim muamma, bu geliş gidiş… Şöyle otururuz, bir akıntı var. Kaç vücut içeride mevcut? Mühim bir mesele. Bir yandan konuşuruz, bir yandan başka bir yerken temaşa ederiz. İç âleminde oradan oraya telefonlar gider gelir, cevaplar, evetler, hayırlar… Bunları hangisi yapıyor? İnsan. Nere ile ünsiyeti var? Sonra bu kadar büyük hadiseler arasında bir günde bakıyorsunuz ki ne gelmiş, ne gitmiş. Hiçbir şey yok orta yerde. Acaba bir yere atılıp mensi ve mühmel mi bırakılıyor. Adi okuyanlar bile kâinatta hiçbir şey artmaz eksilmez diye okuyor. Artmayıp eksilmeyince ne oluyor? .ufak

Satır ilminde bile böyle buraya kadar gelmiş. Onun bir de sadır ilmi var. Dünyanın bir köşesinde konuşuyor, burada dinliyor. Konuşanı görüyor. Kudret ders kaçırıyor. Gelin faniyi baki ile değişin diyor. Bu büyük kitabın karşısında herkes kulağını tıkıyor.  Hırs ateşi haset narı içerisinde yanıp, çöküp gidiyor. Acaba anlatabildim mi? Bugün beşeriyetin hali, hırs ateşiyle haset narında o nazenin, nazdar, niyazdar olan vücudunu eritmekten ibaret kalıyor. Orta yerde bir şey yok. Ne ilmi var ne irfanı var? Hiçbir şeyi yok. Yok canım düğmeye basıp da on milyon adamı öldürmekliğe ilim mi denir? İlim insanın gönül rahatsızlığını gideren şeye denir. İç âlemine ferahlık veren süruru veren şeye denir. Onun için ilmi tek kelimeyle tarif etmişlerdir. Ne kadar güzeldir? İlim müsavi Allah'ı (cc) bilmek. Sen ne kadar söylersen söyle netice bu. İlim müsavi Allah'ı (cc)  bilmek. Kim iyi bilir, en büyük âlim odur. Bilince bilinen şeyle amil olarak yaşar. Mesela, ben bilirim der de faydasız o. Esaslar koymuştur Kudret. Ennas iyalullah[1]. İnsanlar benim iyalimdir. Bana hizmet, onlara hizmettir.  O gaye insanda yüz gösterdiği günden itibaren huzura kavuşulur. Sen bende hak var diyerekten gönlümü kırmaklığa çalışmazsın. Ben sen de hak var diyerekten hizmetliğe alışırım. Ne olur, nihayet bir ünsiyet olur. Ünsiyet olunca o işin içerisinde hak olur. Hak kuvvetin üstündedir. Sen  kuvveti hakkın üstünde tanıyorsun, yanılıyorsun. Bir şey anlatabiliyor muyum acaba? Dert bu. 

Kuvvet hakkın üstünde değil, hak kuvvetin üstünde. Görüşmeler sahte, iltifatlar sahte, sohbetler sahte. İhlas yok, emniyet yok… Onun içün ilmi tarif etmişler, İlim Allah'ı (cc) bilmek. Allah'ı (cc) bilen doğru histen mahrum olmaz. Cahilin tarifi ilimsiz demek değildir cahil, doğru histen mahrum adam demektir. Anlatamıyorum galiba. Seksen hayvan yükü kitap okumuş ama hiçbir hissi doğru değil. Cehl-i müka’abdır[2] o. Fakat hiçbir kâğıdı eline almamış ama bütün ef’ali, harekâtı doğru his dairesinde, en büyük âlim. Hislerini tetkik et, hislerin doğruysa ilim var. Hislerin doğru değilse, hiçbir hissin doğru yere gitmiyorsa, senden daha cahili yok. Cehilde insanı en büyük felakete sevk eden bir şey, ki geçen konuşmada tarifini yapmıştık. Nedendir o biliyor musunuz? Allah'ı bilen insan benim bizatihi hürriyetim yok der. Bizatihi iradem yok. Binaenaleyh benim iradem büyük yere ait bağdır, o kayıtla ben mukayyedim[3]. İşimi daima orayla yaparsam kendimi nihayet ona kabul ettireceğim der. İnsanlık âlemine hâdim olur. Anlatabildim mi acaba? İş burada. O vakit mahsul olan kâra nail olur.  İnsanlar da bir kâr hissi vardır ya. Ona sahip olur. Hile içün hud’a için tuzak kuran adama karşı Kudret tuzak kurmuştur, yakalanırsın. Allah'ın (cc) tuzağı insanın tuzağına benzemez. Her kim ki kendi kendine zekasını hile ve hud’a uğrunda  sarf edipte, ben şöyle yaparım, şeyle tuzak yaparım, böyle yaparım diyor, muhakkak Kudret ona büyük bir tuzak kurmuştur, oraya düşecektir o. Ona imkân yok.

Demek oluyor ki, insanın iki cephesi var, iki veçhesi var, iki yüzü var. Biri âlem-i hikmete, biri de âlemi kudrete. Âlem-i hikmet dediğimiz işte bu âlem. Bu mezahir. Dünya denilen bu sahne-i şuhud. Hazer aşina bir acuzeye benzer. Sana yüz gösterirken, gülerken arkadan başkasına işaret eder. Böyledir, kapılma, aldanma. Dünyayı tarif et derlerse, dünyanın tarifi bu. Hazer aşina bir acuze. Çok fennenmiş[4] bir acuze. Zahir de bal gibi tatlı. Dil-firib[5]. Gönlü avlar. Aşinalık yaparken arkadan başkasına işaret eder. Kimseye yar olmaz. Dirliği az. İkbali de kısa. Az dirliği. Bir gün güldürür, bir gün ağlatır. İkbalinde hud’a idbarında fecia gizlidir. Bu âleme ait olan bir bağ var. Bir de âlemi Kudrete ait olan bağ var. Bu âleme ait olan, dünya denilen bu sahneye ait olan varlığında kendisine yok gösteren, rehber olan akıl. Hissin galatlarını tashih eden kuvve. Meçhulden malumu çıkaran… 

Bazı insanlar Kudret ile nispetini kesmek isterler, "akıl amirindir, vicdan da hâkimimdir" diyerekten kendi kendine gerilirler. Başını hiç aşağıya eğmez, gerilir. Kudret giydirir. Yer adamı yer. Bu kâinatta hangi sakf-ı âli vardır ki yere düşmemiş? Hangi hüsnü an vardır ki solmamış? Hangi renk vardır ki rengini atmamış? İmandan başka. Hepsi atar rengini. Hepsi atar. Sonra insan kendisi de tecrübe eder. Kendi kendine der ki "Ahh! bugün ki aklım olsaydı" der. Ben bu işi böyle mi tutardım, bugün ki aklım olsaydı? Der. Ne malum yarın da bugün ki aklın için de dövünmeyecek? Var mı elinde bir hücceti. Hepimiz deriz, bugün ki aklım olsaydı…. Konuşmayın, rica ederim, ben rahatsızım, mevzuyu kaybettiriyorsunuz. Konuştum mu dinlemiyor, dinlemeyince dışarıda insanlar var. Yazık günah değil mi, içeriye girerler.

Dar-ı teklif, bizatihi hayrı, şerri bilmez. İyiliği, kötülüğü öğrettikten sonra kabul eder. Anlatabildim mi acaba? Öyle olmuş olsa bilse demezsin. Bugün ki aklım olsaydı. Belki yarında bugün ki aklına dövüneceksin. Akıl ahlak putesinde ziynetlendikten sonra insana büyük yardımı olur. Orayla alakasını keserse daima kötülük üzerinde kendisini kullandırttırır. Bir şey anlatabildim mi? Buraya dikkat edin. Onun içün dünyada en büyük fenalığı yapan insanlar çok akıllı insanlardır, o akıllarını ahlak putesinden hariç tutmuşlardır. Çünkü aklı yerli yerine kullanılmaz manadan soyunursa. Bir insan gönlünü Hakk’a vermezse inkâr sahasında dolaştığı müddetçe o akıl daima o kimsenin fenalıkların çıkmasına engel olan şeyleri ayıklamakla meşgul olur. Fenalığı men etmekle değil de fenalık neden çıkacaktı, hangi şey o fenalığın çıkmasına mani oluyor. Onu izaleye kalkar. Anlatabildim mi? Onu izale eder. Yoksa görülüyor, Kudret bu şuunat-ı[6] kevniyede[7] namütenahi tahavülat-ı[8] azime meydana getiriyor.  Bu tahavvülat-ı azimede akıl ve vicdana mevcudata dikkatle bak deniliyor. Fakat gören kim? Sonra aşikare.. 

Dünya nev-i beşerin bir elinden diğer eline geçiyor. Bundan daha büyük ders olur mu? İbret alan nerede? Sahne açık, pazar meydanda. Daima bir elden diğer ele geçiyor. O halde hırs ateşi, haset narıyla güzelim vücudunu yakmaya ne lüzum var? Elde değil desene. İhtirasat-ı nefsane ile kurulmuş olan medeniyetler, yine ihtirasat-ı nefsane ile yıkılıyor. İşte dünya. Yarına bakma, bugün önündedir. İhtirasat-ı nefsaniye ile kurulmuş olan medeniyetler, yine ihtirasat-ı nefsaniye ile cayır cayır yıkılıyor. Bak sahne-i şuhuda. Onun içün ahlakın tarifinde, insanın kuvveti der, kuvvet-i aslisi, Allah'ın (cc) nurudur der. Gıdayı nuraniye malik olmaksızın yalnız gıdayı hayvani ile kendisini besleyenler, hayvanlardan daha fena işler irtikâp eder, der. Nihayet canavar, kurt denilen mahlûk yazın ormanda gezdiğin vakitte seni görünce kafasını çevirir gider. Çok aç kalınca parçalar. Ama insan kurtlaşırsa, açken de parçalar, tokken de parçalar, hangi sahadaysa parçalar. Demek ki canavarları utandırtacak kadar şekle iner. Ne vakit yakasını kurtarır? Mevzua girmezden evvel demiştim ki Cenab-ı Hak mevcudat içerisinde yaratmış olduğu bütün bildiğimiz, bilmediğimiz ne kadar varlık varsa, hissimizin idrakine, aklımızın, izanımızın çerçevesine giren, bilinen varlığın haricinde ne kadar daha varlık varsa, bütün mevcudat içerisinde insanı pek severek, seçerek ayırmış, kendi emanetini vermiş, esrar-ı zatiyesine agâh kılmış, o kabiliyette yaratmış… Tabiri caizse bütün mevcudatı, tabiri caizse değil, şey konuştum, garip konuştum. Hakikat nazarıyla bakılırsa, bütün mevcudatı esması ile sıfatıyla ile meydana getirmiş, insanı da zatıyla meydana getirmiştir. Ama bunları şimdi bunları izah etmek yüz konferans dinler. Ne demek şimdi esmasıyla meydana getirmiştir, ne demek sıfatıyla. Uzun, fakat biz züpde[9] olarak, kulaklarda bir mana olarak kalsın içün söyledik. İç âleminiz bir zevk alır, bu sahada bulunan belki tarifini yapabilir, tarifini yapamayacak sahasında kalan bir zevk alabilir. Allah (cc) bütün hilkati, esması ile sıfatı ile meydana getirmiş, insana gelince zatı ile meydana getirmiş. Şu misal size daha iyi bunu anlatabilir.

İnsanda ruh-u izafi vardır. Kaç ruha maliksin, bilir misin? Ruh-u hayvani var, ruh-ı insani var, ruh-ı sultani var, ruh-u nurani var, ruh-u izafi var. Bunların her birisini ayrı ayrı izah etmeklik içün biraz evveli söylediğim gibi birçok konferansa ihtiyaç var. Şöyle on dakika içerisinde anlatamayız. Maddecilerin inkâr sahasında bu kâinat kör bir tesadüfün neticesidir, insan tekâmül etmiş bir hayvandan ibarettir. Ne ebediyet, ne ararsın işte. Fırsat eline geçti ihtirasat-ı nefsaniyeyi tatmin edebilecek sahayı buldun, vur, kır, yak, işte senin içün saadet budur. Der o. Orada menfaat hâkimdir, fazilet filan onlar dırıltı der. Acımak, sende asabın zayıflamış senin. Hastalık. Acımak neymiş der. Öyle bir şey kabul etmez. Hasta adamsın, zafiyet geldi. Geberirken sende tabi bir doğurtucu ebe geliyor, gel emri verildiği vakitte  o sert sert konuşan adam boynunu filan büker, acı der haliyle ama bende hastalık yok der. Bende öyle zafiyet mafiyet sinir zaafı hastalık filan yok. Senin kabul etmediğin adamım ben der. Varlığım der yani. Öldürsene ölümü. Ya, öldür ölümü bakalım. Kabrin kapısını kapa. Beşerden aczi gider. Neyse biz şimdi o sahada konuşmuyoruz da. Çünkü onunda ehli kalmadı artık.

O inkâr kapısı medeniyetini taklit ettiğimiz âlemde bile yok. Ekseriyetle Durkheim’ın nazariyesini okuturlar, onun yarım talebesi vardır. Onu berbat etmişlerdir. O çünkü bir şey tutturmuştur. Mesela namus dedi mi kıymet hükmündedir, dünkü cemiyet böyle kabul etmiştir, bugün ki cemiyet böyle kabul eder. Doğruluk kıymet hükmüdür. Ehli nefsinde hoşuna gidiyor. Allah (cc) denilen bir şey yok, cemiyet onu doğurmuştur. Anlatabiliyor muyum? Fakat onu, -konuşmayın hanımlar, yapmayın. Kestireceksiniz bana yazık olacak, iyi dinleyenlere sebep olacaksınız- Düş. Saliki kalmamış. Zira Kudret bu asırda ismi zahiri ile tecelli etmiş, bütün ilimleri o isimle meydana getirttiğinden dolayı erbab-ı ilim mütala ettiği vakitte kitabı kâinatı… Malum ya kitab  ikidir. Birine kitab-ı kainât denir, birine kitab-ı hitab denir. Bir de kitab-ı natık vardır. 

Kitab-ı kâinat ne demek? İşte gördüğümüz, seyrettiğimiz, avalim, şems manzumesi,  şara denilen seyyarenin kendine mahsus bir manzumesi. Hazreti Muhammed (sav) öyle der; bir gün elini çevirmiş, şöyle bir hareket-i devriye yapmış, yanındaki dostlarına diyor ki, Elimin şu hareketi devriyesi hesabın nihayetine kadar yazsanız hesaba girmeyecek hesap manzumesinin ihata edemeyeceği kadar cana çarpmıştır. Ya. Öyle diyor, şöyle yapıyor. Bu elimin şöyle bir hareketi var ya diyor, bu hareketi devriyede hesap manzumesinin, hisap manzumesinin ihata edemeyeceği kadar cana çarpmıştır. O canları şimdi artık görmek zamanları gelmiş. Geliyor, başlıyor, o saha kapanmıştır, inkâr sahası. Yok. O büyük gördüğünüz şems diyor, güneş, her şeye güzellik oradan gelir. Öyle mi? Öyle ya. Onun için der, Allah (cc) öyle der. Semavata bakın bakalım. Bakın demekten böyle bak demek değil ki. Hala mı inanmayacaksın der, bak. Hararet verir, lazım gelen madde meydana gelir, yenilir, o hararet kanı harekete getirir, kan vücudunda renk yapar, o renk ile güzelleşirsin. Anlatamıyor muyum yoksa? Zahirdeki bu güneş, etten kandan kemikten yapılan, neticede taaffün[10] edecek olan cife olacak vücuduna güzellik verir de ya o Şemsi Muhammed-i Hakikat senin nereni güzelleştirmez? Ama penceren kapalı. Ziya içeriye girmeyince beşeriyet kıvrım kıvrım kıvranır. Onun kokusu asilere ilaçtır ilaç. Onun kokusu asilere ilaç. Öyle diyor öyle. Şimdi bir parça bir şey okuyoruz, eskiden ne varmış diyoruz. Dur bakalım ne var şimdi, sen de ne var? Kaşınmayı sorsan tarifini yapamazsın kardeşim. Ne o kadar önde durursun. Kaşınma nedir desem tarifini yapamazsın. Var mı içinizde bilen kaşınmayı? Dünyada bilen var mı? Kaşınma ne? Sonra öyle diyorlar ki, Cenab-ı Risalet Penah [11] bu kürenizden çok büyük olan güneşi,  öyle zannetmeyin, o feyzini daha büyük bir seyyareden alır. Amerikalılar yeni keşfettiler, şara denilen. Keşfetmişler. Oranın heyet-i mütehassısları. Oradan alır diyor. Sonra bu şems manzumesini, o şara denilen yıldızın, o seyyarenin içine atarsanız bir kapı halkası kadar kalır. O şaranın da kendine mahsus bir muhiti vardır. Eğer onu da imkânı olurda el an mevcut, semanın fevkinde arşın tahtında halem varlığı mevcut olan ta’pir haneyi zulme, zulmün, zalimin temizleneceği sahaya atacak olursanız, bir kadın bileziği kadar kalır diyor. Durur adamın aklı.

Bu varlığın sahibine karşı, ondan sonra biri kalkar da der ki; ben, ben, ben yaratırım ben. Yarat bakalım. Bunlar hepsi seyredilecek amma o vakit fayda etmez ki. Büyük kitapta şöyle beyan eder Allah (cc). كَلَّا بَلْ۔ رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ [12]  Ben hesap üzerinde gayet titizim. Bir defa bütün emirlerimi yerli yerine toplarım. Âdeti öyle Huda’nın. Hangi emri yapmışım, emretmişim onu yerli yerine alırım. Geçen konuşmamda dediğim gibi, kendisi içün zaman mekân vakit yok ki. Yok. Kendisi içün öyle bir zaman yok. Hani anlatmıştım ya geçen konuşmada ,وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْۚ وَاِنَّ رَبَّكَ لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ[13]

Akıntısı bile başka türlüdür. Öyle insanda bir hal yapar. Mahbub-ul Kulub olan,Mürebbi-i Vicdan olan zatı ali, Ey benim Muhammedim, eyleniyorlar dimi diyor, istihza ediyorlar… Diyorlar ki sana diyor وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ Senin tanıtmış olduğun Kudret, Hak, şunları şunları kabul etmeyenlere azap yapacak diyordu. Şunları da kabul edene karşı bir hasene bir güzellik meydana getirecek. Biz güzelliği istemiyoruz, seyyie gelsin. İstemiyoruz onu, hadi getirt. وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُۜ Onlar gibiler vardı. Sen bundan masum oluyorsun, bunların alay tarzlarından. Öyle çok geçirdi bu kâinat. Bunlar gibiler geldi gitti. Bunlardan da daha üstündüler onlar, zahirde daha kavidiler, daha serbest sahibiydiler, daha geniş malikaneleri vardı, sesleri geliyor mu bakalım. Var mı sesleri var mı? Sedası işitilebiliyor mu? Konuşabiliyorlar mı? O rububiyet davasında bulunanlar, acele istiyorlar. Onların acele istediğini istediği dakikada olabilecek şeklinde rabler yalancı rablerdir. Ben rabbim rab. Benim içün zaman yok ki. Ben emir eri değilim. Âlemin keyfine göre hareket edecek. Ben Allah’ım yahu diyor. Sonra benim içün yarın, öbürsü ki gün, öyle bir şey yok. O size ait olan şeylerdir. Zaman yok. Sonra ben ufacıcık bir zerrenin hatırı içün namütenahi saadet meydana getiririm, ufacık bir zerrenin hatırı içün büyükte bir azap da meydana getiririm. Anlat beni diyor,  وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْۚ    onların içerisinden zalime bilmeden kapılmış. Zalim mevkiine düşmüş, beklerim, döner de onu örtbas edeyim diye. O büyük mağfiretin sahibiyim. Temerrüd eder, inat eder, zaman yok mekan yok, وَاِنَّ رَبَّكَ لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ Ondanda hesap alacak zamanı ben bilirim. Bu âlem o âlem filan yok.

Buraya nereden girdik? Buraya giriş tarzımız, O ne emretmişse, onların hepsini birer birer toplar. Emir ahkâm katiyen tatile uğramaz. Size şöyle bir misal vereyim, daha iyi anlayın. Önce bir misal veriyordum, durun onu üzerinde. Sorun bana geçersem, hani nerede deyin? Başka bir yere doğru gidiyoruz, oraya döneceğim. Vereyim mi misal, istiyor musunuz? Bir insan, birisi, muhtezayı beşeriyeyi gaflet sadr-ı İslam da bir zina irtikab[14] etmiş. Fakat imanı var, iman ile kendi kendisini recim etmeye başlamış. Ağlıyor, dövünüyor. Huzur-u Muhammediye’ye gelmiş. Ya Rasulullah beni recim ediniz. Hayır ola demiş. Ben böyle bir fenalığın sahibiyim. Bana Hakk’ın benim hakkımda vermiş olduğu cezayı tatbik ediniz. Çok ağlıyor. Sana vehim hastalığı gelmiş, evham, öyle zannediyorsun. Senden öyle şey sadır olmaz. Nezakete bak. Bir şey anlatamıyor muyum? Nezakete bak. Senden öyle şey sadır olmaz. Zira Cenab-ı peygamber hiç kimsenin yüzünün kızardığını istemiyor. Git demiş. Gitmiş duramamış, yine gelmiş Peygamber başka bir yerde oturuyor. Hayır Ya Rasulullah bana ceza-ı ilahiyi verin, ben cezamı göreyim. Recim edin beni. Uykuda bir hal oldu da sen bunu yakaza da zannediyorsun. Rüyayı yakaza hali zannediyorsun. Senden öyle şey sadır olmaz. Gitmiş. Üçüncü sefer yine gelmiş. Değil Ya Rasulullah. Eh üçlediniz demiş. Kur’an ahkâmın da üçleyince, ikrar edince, ceza tatbik edilecek. Üçlediniz pekala, yeriniz hazırlansın, cezayı tatbik edelim. Hicabı var, ârı var, imanı var, ağlıyor, insanlar arasında durmuyor, çıkmış, cebele çıkmış. Başını yerden yere vuruyor. Huda Sefir-i Kebir’i göndermiş. Affettim kendisini, davet edin. Kendisine haber gitmiş. Emir tebliğ edilmiş, davette söylenmiş, gelsin diyor. Akşam namazı vakti tebliğ ediliyor. Akşam namazına durulmuş. Resul-ü Kibriya namazı kıldırıyor, o da koşarak gelmiş, mescid-i saadetin en gerisinde, insanların en arkasında, kapı dibinde bir yerde, peygamberin kıldırdığı namaza iktida[15] etmiş. Hem kılıyor, hem ağlıyor. Birinci rekâtın ikinci rekât, üçüncü rekatın ikinci secdesinden kalkmamış. Secdede kalmış. Yani bu âlemden gitmiş. Ölmüş tabirini kullanmıyorum, insan ölmez, elbise değiştirir, ölen zalimdir. Ölen insan haklarını ezendir. Ölen insanlığı inletendir. Ölen Hak ile azamet yarışına kalkandır.  Yoksa hakiki insan ölmez. 

Mevlana’nın dediği gibi; iki kanadı sağlam olan kuş, iki kanadı yaralı ve kırık olan kuş der. İki kanadı yaralı ve kırık olan kuş kafesin kırıldığını istemez. Kafes kırılırsa ağyar onu telef eder. Parçalar. İki kanadı sağlam olan kuş da kafesin durduğunu istemez. Bir an evvel ben seyrimi yapayım der. İnsanın da iki kanadı vardır. Birine Tevhid-i Sermedi, birine Tasdik-i  Ahmedi derler. O iki kanadı sağlam olan insan da bu ten kafesinde pek durmak istemez. Acaba anlatabildim mi? Durmak istemez. Burada kalmış. Vefat etmiş yani. İmdi herkes bakıyor. Bu sahnede açık bir hal. Ender görülen bir tecelli. Netice ne olacak? Bizzat Cenab-ı peygamber (sav) teçhizinde[16], tekfininde[17], teşyiinde[18] bulunuyor, namazını kıldırıyor. Ve yürürken topukları üzerine basmıyor. Mübarek kadem-i saadetinin ucuna basa basa, soruyorlar efendim bir reca[19] mı var, Niçün basmıyorsunuz? Hayır diyor, bu zat acip bir mazhariyete nail oldu, bütün melâike-i kerrubîn âlin teşyide. İncitirim diyerekten böyle yürüyorum. Ondan sonra sevdiklerinin birinin gönlünden geçiyor. Acaba nicün bu namazda öldü yani, bu kadar büyük bir zat böyle bir şeye mazhar olmuş. Cevap veriyor diyor ki, şimdi bu en büyük bir rütbeye nail oldu, Cenab-ı Hakk’ın sizlere malum olmayan sevdiği birçok varlık tarafından kendisi teşyi edildi, istikbal edildi, bu ayrı bir mesele. Eğer namazda hayatına nihayet vermeseydi, Allah'ın (cc) emri tatile uğramaz, yine cezayı yapacaktık diyor. İnceliğini anlatabildim mi acaba? Bir şey anlatamadım galiba. Böyle, böyle, böyle, büyük bir zat oldu fakat eğer hayatı orada nihayet ermeseydi, biz yine cezayı tatbik edecektik, çünkü emir tatile uğramaz. 

İnsanı tarif ediyordum da ruhları tasnif ettik di mi? Burada kaldık. Hatırlayabildiniz mi acaba? Ruh-u hayvani, maddeye inananların inkârları yalnız ruh-u hayvaniyi gördüklerinden dolayıdır. Bu cesedin içerisinde kalp denilen o deveran filan onlar nihayet bulduktan sonra işte o dur diyor. Ama o ruh-u hayvani güzelim. Kaç tane ruhun var senin? Üüü. Bir gün anlatayım sağ kalırsam. Lazım, hepimize lazım.

Burayı, nereye ait misal getiriyordum acaba, hatırlatır mısınız bana? Kaybettim ben. Şeye misal getiriyorduk biz bunu. Yine ben söyleyeyim.  Dedim ki Kudret bütün varlığı esmasıyla yaratır meydana getirir, sıfatıyla, insanı zatıyla dedim. Hatırladınız mı şimdi? İyi dinlemiyorsunuz. Hem kendimi idare ediyorum, hem sizi. Olur mu böyle ikisi bir? Ona misal verecektim. İnsan meratib-i erbainden geçer. Ne demek? Kırk mertebeden geçer. Evvela ilmi ilahide bulunur, la teşbih. İlmi ilahide bulunur dendiği vakitte insana bir tuhaf gelir. Size bir misal vereyim ama öyle zannetmeyin. Anlaşılsın diyerekten: Bir mimar bir mühendis, bir binayı yapacağı vakitte ilk önce kafasında tutar. Öyle değil mi? Buradan şimdi sen  bir parça bir şey hisset. Ama ona benzetme. Haşa Allah!ın (cc) böyle bir kafası var da bu kafasında tuttu manasına değil. Fakat birden bire bir ilmi ilahide durduğu vakitte ne anlaşılır? Kaba bir misal içün bunu verdik. Gayb-ı külliye sevk edilir. İşte onun içün insanın bizatihi vücudu yoktur. İntihar edenler niçün mezmumdurlar[20]? İntihar eden kimse, kendisinin mi zannediyor?  Huda diyor ki, yahu sana ne emek verdim, ben seni ilmimde de taşıdım. Senin miydi o? Senin miydi? Onun içün ahlak der ki; hiçbir zerreye nazarı hakaretle bakma. Gördün kötü bir şeyi, beni yapsaydın olmaz mıydım de. Yalvar, onun da kurtulmasına yalvar. Oradan hailayı[21] külle gider. Buruc-u isna aşerde seyir yapar. Kevakib[22] âlemini dolaşır. Seyyarat âleminde turlar yapar. Nihayet anasıra gelir. Babasının zahrın da durur, annesinin rahminde durur. Tesviye edilir. Bu tesviyeler daima Hakk’ın sıfatıyla, esmasıyla yapılır. Manzumeyi Kuvva-i ilahiden bir kuvve olan, kimse o işim memuru bulunan,  o mana onun tesviyesini yapar. Tesviye yapıldıktan sonra, yani  biçimi, biçimi anlatamıyor muyum? Ondan sonra… Huda der ki; uzaklaş bakalım. İşte buradan başlıyor. Uzaklaş bakalım. Keyfiyeti bizce meçhul. Bununla aramızda bir rabıta olacak. Bir rabıtayı rububiyyet, bir rabıtayı ubudiyyet olacak. Ben bunun içün mevcudatı yaptım. Bu insandır, ruhundan ruh vereceğim. Bu sırra da kimse agâh olmayacak. Çekil bakayım  der…..

….yok ol da tüket git. Üç günlük ihtirasat-ı nefsaniyene alet ol da bunu berbat et  geç göç. İşte ahlak cenab-ı Hakk’ın bu şekilde ikram etmiş olduğu insan denilen manaya yine onun öz eliyle dokumuş olduğu manevi bir elbisedir. Onu giyenlerde ar olur. Anlatabildim mi acaba? İlk önce hayâ yani ya haya… El hayâ u katretün iza kutire kutile. İmam-ı Ali efendimiz öyle demiştir. Hayâ bir damladır, düştü mü ölür. Düşünce ölüverir. O hayâ insana çok büyük işler yaptırır. Ne yaptırır? Daima topraktan çıkanı yeme der. Gönülden çıkan bir şeye sahip ol, onu ye der. Evvela kendinden utan der. Ahlakta ilk ders, insanlara kendinden utanma bahsi gelir.  Bunu verirler. Ahlakta insana ilk alıştırılacak, ilk yapacağı başlangıç, sen kendinden utanma çarelerine bak. Kendisinden utanmayan kimseden utanmaz. Efendim filandan utanıyorum filan. Kendinden utanmayan Allah'dan (cc) da utanmaz. Kendinden utanmayan insanlardan da utanmaz. Hiç kimseden utanmaz. Kendinden utanmaklık sıfatı sende başladı mı, Huda seni böyle tutmaya başladı. Tabi bunu da herkesin kendisi bileceği bir mevzuu. Kendi kendine bilir herkes. Kendinden utandı mı hile yapamaz, kendinden utandı mı yalan söyleyemez, kendinden utandı mı hain olamaz, kendinden utandı mı daimi suretle düşmüşü arar. Neden? Ahu beni Kudret bu âleme başıboş göndermedi. Beni insanlığa hadim olarak gönderdi, hiçbir gün bir kimsenin elini tutmadım. Demek ki bendeki emanet zayi olmuş gitmiştir. Ama cemiyet öyle hale gelmiştir ki elinden tutarsın üç konuşma evveli söylediğim gibi yardım edersin, aczini giderirsin, sorsunlar nasıl adam bu? Aptal der. …. Aptal ahmak, saf zavallı der.  Vurursun, kırarsın, getir dersin, ezersin, sorsunlar seni nasıl adam? O ne eshab-ı siyasetten adam, ne zekâ, ne akıl. Yetiştirmesi zor. Ama her insan kendisine vazife edinirse, tabi ittihat güçtür, birleşmek güçtür, ayrılmak gayet kolaydır. Sonra insan bir adama merhaba diyeceği vakitte muahat yani kardeşlik, merhabanın hakkı, yalnız bu üç günlük dünya içün olmamalıdır. Ta Allah'ın (c.c) yanına gidinceye kadar. Böyle dost ittihaz et.

O belli oluyor, ne kadar belli oluyor biliyor musun? Şöyle bir cenaze merasimine git, artık merasim diyeyim ne diyeyim? Musalla taşında yatarsın, öldüğün vakitte daha iyi görürsün ya insan görür o vakit. Bütün kayıttan kurtulur adam, sen zannetme ki görmezsin filan. Asıl hayat o vakit başladı. Sen oraya giderken sana yeni bir vücut verilmişti, zannetme ki çukurun içerisindesin, eğer insansan. Başka tabi, insansan. Derhal bir vücuda verdirmiştir. Kayıtsız bir vücuda maliksin. Hayatı berzahiyede. O hayat öyle bir hayattır ki her yerde ispatı vücut eder. Mesela Kudret elektriği bedava mı icar ettirtmiştir? Bunlar ulu erbaba kim bilir sevdiği hangi adam vardır ki…. Manada bir müşkülü halledemedi koca bir adamın kafasını yorar yorar o ufak sevdiğini anlatmak için. Canım her yerde isbat-ı vücut edebilir mi filan işte burada düğmeyi sıkarsın bin tane lamba istersen binini birden uyandırırsın. Her yere o aynı dakikada tecelli eder. Sende hele öl, öldükten sonra derhal insan olarak gitmişsen o verilen vücut ile her yerdesin, hayat-ı berzahiyede. Kudret onun dersini kaçırmıştır. Dört kişi bir araya gelmiş, güler, oynar, bir şey anlatır, işte artık gelmiş adam işte gelmedi demesinler diyerekten. Beş kişi bir tarafa çekilmiş bir sohbette, on kişi bir tarafa çekilmiş sohbet ederekten. Dedenin ahlak mefhumunda öyle değildi, kül halinde onun manası üzerinde bir huşu bir huzur vardı. Acaba anlatabiliyor muyum? Bir sarılma, bir samimiyet. Bu tarife gelmez. Görmek lazım. Gözünle göreceksin. Gözünle göreceksin. Vallahi insan vasiyet etmeli. Kimseye yük olmamalı. İçinden sırası mıydı, yağmurlu günde gitti, şimdi gitmesek bir dedi kodu olur bir şey derler, onun iyisi serbest bir şekilde… Sonra o kadar hayır müesseseleri var. O kadar garip insanlar var. O kadar ne bileyim ben memlekette sarf edilecek yerler var. Bakarsın ki yüz tane çelenk. Onun üç yüz liralığı, beş yüz liralığı, bin yüz liralığı, elli yüz liralığı, yirmi yüz liralığı, bir kocaman yekûn kabarır. Onun çelengi insanlara yapmış olduğu hizmetidir. Eğer varsa onu melekler böyle götürür. Senin çelenk sabahleyin solar orada bir şey kalmaz. Hayvan otlar.
İstemem  cenazemde çeleng ü ahenk
Debdebeyle gidilen yer değildir makber
Orası medhalidir bârigeh-i Huda’nın
Kapısından  acz ile girmek ister  [i]
Vefakârsan beraber gir çukurun içerisine. Bir ayağın dışarıda durur korken bile. Tek ayağın dışarıda durur. Eğer vefakârsan, beraber dursana. Duran var mı? Var ya. Bir misal vereyim sana. Hacı Mehmet Baba varmış, ister misin misali? Tuhaf bir adam… Vefaya misal. Bir hikâye diye dinleme. Olmuş olan bir vak'a birde insanda vefaya misal. Bizim yapacağımız işler değil ama üzenmek, taktir etmek de mesele ya. Hastalanmış bir mezarlıkta, kenarda kalmış. Gece yarısı inliyor. İhtiyar bir inilti sesi Mehmet çavuş namında ele avuca sığmaz, Türk güzeli, insan denilen bir acayip, tam delikanlı. Öyle şimdiki delikanlı, öyle değil. Delikanlı…  Bu tabir de hiç bir kimsede yoktur. Hiç bir lisanda bulamazsınız delikanlı tabirini. Düşünün bakın lisan bilenler,   hiçbir lisanda yoktur delikanlı. Bizim dedemiz bulmuş bunu. Delikanlı, ne kadar şık. Zevk veriyor insana. Gözünde böyle bir can meydana geliyor. Kelimeyi bulmak hüner değildir canını taşıtmak hünerdir. Acaba anlatabildim mi? Böyle, delikanlı… Dinlemiş, yahu bu nıfs-ül leyl de nereden gelir bu inilti filan. O servi ağaçlarının arasında bakmış ki bir ihtiyar adam. Ne o demiş, baba hasta mısın? Çün[23] eder evladım, hastalandım. Tabiri de böyle. Ben demiş soğuk bir mevsim, şimdi sana bir yerden çorba bulur getiririm. Koşmuş oraya buraya, işte delikanlıya. Bir tas çorba tedarik etmiş, getirmiş, eli ile içirmiş. Sen nerede bulunursun filan, yerine götürmüş. Yerine götürdükten sonra, ben seni yoklarım. Ertesi günü yine gelmiş, ben yine gelirim demiş. Üçüncü günü yine gelmiş.  Mehmet baba, demiş ki çün eder evladım. Sen ne vefakâr adamsın? O çorba nihayet o günün parasıyla on paralık bir şey. Çıkarmış bir mahmudiye altını. Karşılığa bak. Demiş yok, ben hizmeti Hak için yaptım. Öyle para mara filan istemem. Zaten demiş insanın hizmeti yaparken para falan aklına gelmez ki, ne umacaksın sen demiş. Bu para da Hakk’ın parası benim değil demiş. Bu para Hakk’ın parası. Israr etmiş almış. Beni iyi oldu diyerekten gelmemezlik yapma demiş. Gelmiş, bir hukuk başlamış. E hukuk başlamış. Delikanlı ele avuca sığmıyor, parada yetmiyor artık kuvvetli bir irtibatı olunca evveli hiç istemem diyen, Mehmet Baba paraya ihtiyacım var, çün eder evlat, peki al diyor veriyor. Ama o parayı nereden buluyor o da ayrı bir iş. Âlemin parasını nereden bulduğu bana ait değil ya. Arada sırada böyle geliyor, para ver bana. Ahmet al fakat sakın edepsizlik yapmayasın. Sakın parayı kötü yolda harcamayasın. Edepsizlik etmeyesin bak. O da biliyor orayı, oraya harcasa bilecek onu. Yok baba. Çerçeve dahilinde. Bak edepsizlik etmeyesin. Bir gün gelmiş demiş ki, eh Allahaısmarladık teskeremi aldım gidiyorum. Nereye? E gideceğim yerleştim. Ahmet nerede Mehmet orada. Bende geliyorum demiş. Biraz yaramazca insan, ele avuca sığmıyor, işte o onun peşinde onu idare ediyor. Bir Hak ve hakikate doğru sev ediyor. Tabi mesela nasıl Hak ve hakikate doğru sevk edebilir? Mesela Ahmet kafasına koymuş, biz bugün filan yerde bir içki âlemi yapacağız. Koymuş kafasına, hazırlanmış, tam oraya giderken, oraya gitmeye yirmi adım kalmış Hacı Mehmet Baba karşısında. Size de rahmet beni filan yere götür. Belli etmeden ala koyuyor, Anlatabildim mi? Sözüyle yapma etme filan yok. Belli etmeden. Herhangi bir çirkin hadise olacak, ramak kalmış Mehmet Baba karşısında. Al beni filan yere götür. Artık Ahmed’e de öyle bir kanaat gelmiş ki kıpırdanma imkânı yok. Kıpırdanma öyle imkânı yok. Tayyareyle  mi gidiyor karşısına, otomobille mi onu da kimse bilmiyor. Ne otomobil var ne tayyare. Bir tuhaf bir şey. Vefa işte bu. Genç Ahmet çavuş, emri Hak vaki olmuş, gençliğine doyamadan vefat etmiş. Onu ağlaya koklaya defnetmiş. O gün içinde olmaz ya defnettikten sonra. Ne o demişler. Gitmiş keresteciden bir kereste…. Bir tarafa filan. Ne o demişler. Ahmet işini temize çıkardı, artık beklemeye lüzum yok. Ya, böyle bir çelenk yapabilir misin kardeşim? Çelenk içte çelenk.
İstemem  cenazemde çeleng ü ahenk
Debdebeyle gidilen yer değildir makber
Medhalidir orası  bârigeh-i Huda’nın
Kapısından içeri acz ile girmek ister  
Samimiyet olur, ihlas olur, o çelengin parasıyla bir dul kadının, iki tane yetim çocuğunun kışlık odunu kömürü alır da o mini mini el böyle ısınırken Huda… Peygamber (sav) öyle diyor. Bir yetimin elini ısıtırsa benim elim ısınıyor diyor. Bak ne ne ne kokulu çiçek olur orada o. Üfff ne kokulu çiçek olur ama. Solmaz rengini atmaz, ila maşallah devam eder. Ne kokulu çiçek o? Yoruldunuz mu? (hayır) Öyle der Huda;
كَلَّا بَلْ۔ رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Malum ya insan düşünce acib olur. Molla Cami’nin dediği gibi. Bin defa bunu söyledim ya münasebet aldıkça daima şey ederim. Hoşuma gider de onun içün. Büyük adam öyle diyor.

Hacegân der zeman-î mazûlî. 
Heme Şiblî yü Bayezîd sevend.
Bas çûn ser amel arend. 
Heme ya şimr û ya yezîd şevend

Masa sahibi, kasa sahibi, cah sahibi, varlık sahibi, vaziyetinden düştü mü onunla konuştun mu ya Beyazıd i Bestami gibi evliya zannedersin ya Şibli merhun[24] gibi ehlullahtan zannedersin. Öyle mülayim.
Bas çûn ser amel arend. Fırsat eline geçerde yine eski haline ittisab edecek olursa Heme ya şimr û ya yezîd şevend. Ya İmam-ı hüseyinin başını kesen Şimr veya ona emir veren Yezid olur der. Onun içün hukuk tedarik ettiğin adam varlığında da yokluğunda da aynı sahada olsun. Zor ama tatlı. Zalim nefis ihtiyarlayınca mazlum olur. Dişleri dökülen kurt koyunlara çobanlık eder. Sağlamken diri iken, onun içün gençliğinde taat da bulunanlar, gençliğinde insanlığa hizmet edenler, hiç korkmasınlar. Arzu içerisinde yaşayan kimselerin, ihtiyarladığı vakitte kalemi kaldırırım diyor. Gençliğinde beni seven adamı, ben ihtiyarladığında suale tabi tutmaktan Allahlığımdan utanırım diyor. O ayrı bir imtiyaz gençliğinde. Sonra dünya maddi şeklide benzer, yani insan ihtiyarladığı vakitte o yemeği yiyemez, bu yemeği yiyemez, şunu yeme perhizsin derler bunu yapamayacaksın derler, şu olamayacak derler. İhtiyarladığında ki taat da öyledir. yapamaz, o gıdayı alamaz. Lazım gelen şeyi şey edemez. Maksuduna geç erer. Zor olur. Ne demiştik? 

Aciz zamanında insanlar daima hakperest olurlar. Olmak isterler. Fakat Kudret kabul eder, etmez onu bilmem. Ahara taaddi[25] etmiş olan zulümden olursa zordur. Kendi nefsinde kalan zulümden olursa nisbeten yalvarırsa sevinir. Öbür ki biraz zor mesele. Onun içün öyle diyor Huda; كَلَّا بَلْ۔ رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Tabi ikinci hayatta toplan kumandası verildiği vakitte, en azılı en kötü adam dahi boynu bükük. Dünyada bile öyle değil mi ya. Derhal değişiverir. Boynu bükük. Ve inkâra başlar. İşte öyle değil, böyle değil. İnkâr çünkü beşerin cibilliyetinde var. O inkâr ederken Allah (cc) cevap veriyor:
كَلَّا بَلْ۔ رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ Çünkü mahkeme açık olacak. Hafî celse yok. İkinci hayatta âdeti değil Allah'ın (cc). Hafî celse yok. Yalnız bir şeyi var, eğer severse, kendisini kabul ettirirse insan, yapmış olduğu çirkinliği insanın kendisine de unutturacağım, vicdan azabı çekmeyesin. Af olmak başka bir şeydir fakat kendin biliyorsun dimi ya? İnsan ne kadar bir mahkemede yalancı şahitle şununla bununla merak etse dahi içinde sessiz sözsüz konuşan hâkim sen alçaksın der. Sen şu fiilin failisin der. Bunu daima recim eder. İkinci hayatta da öyledir. Bütün bilenlere unuttuğum gibi kendine de unutturacağım. Üzüntü olmasın diyerekten. Anlatabiliyor muyum acaba? O ayrı. 

O unutturulmak şekli ayrı. Fakat hafî celse yok. Hepsi aşikâr.  [26]  فَاعْتَرَفُوا بِذَنْبِهِمْۚ فَسُحْقًا لِاَصْحَابِ السَّع۪يرِ en sonunda böyle der. Gördünüz ya, her zerre işitti ya, itiraf etmiştir, perde kapansın, gözüm görmesin. Hükmü kendi verdi. Benim hükmüme ihtiyaç kalmadı der. O inkâr ile yaptımdı, ettimdi, şöyleydi, böyleydi diyenlere, Huda kendi cevap veriyor. كَلَّا Hayır, hayır, anlattığı gibi değil. Onun anlattığı gibi, dedikleri gibi değildir. İrtikab ettikleri rezalet kalplerinden imanın çıkmasına sebep oldu. Zira iman çok nazlı bir varlıktı, sizin alçaklığınızla ben o kalpte beraber oturamam dedi. Anlatabildim mi acaba? Sizin zulmünüzle, sizin rezaletinizle, sizin irtikab ettiğiniz seyyiat ile ben oturamam çünkü artık burası pas tuttu der  Allah (cc).
كَلَّا بَلْ۔ رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Mamafih mevzuun tam an yerine girmeden vakitte geldi, sizde yoruldunuz. Bugünlük bu kadar yeter.



[1] İyaullah : İslam yönetim felsefesinde halk, “iyaullah”tır. Yani “Allah'ın ailesi”dir
[2] Cehl-i Müka'ab: cehalet küpü.
[3] Mukayyed Kayıtlanmış, bağlanmış; mutlak olmayan, bir sıfat, hâl, gâye veya şarta bağlı olan lafız
[4] Fenn Hüner. Mârifet. San'at. Tecrübe. İlim. Nevi, sınıf, çeşit, tabaka. Türlü.
[5] Dil-firib (Farsça) Gönlü aldatan, câzibeli.
[6] Şuunat: Şuunlar. Keyfiyetler, haller. Emirler. Kasıtlar. Talepler.
[7] Şuunat: Şuunlar. Keyfiyetler, haller. Emirler. Kasıtlar. Talepler.
[8] Tahavvülât: (Tahavvül. C.) Tahavvüller. Değişmeler.
[9] Zübde:(C.: Zübüd) Netice, sonuç, hülâsa. Bir şeyin en mühim kısmı. Kaymak. Her nesnenin iyisi ve hâlisi.
[10] Taaffün: (Ufunet. den) Çürüyüp kokuşma. Leş kokusu. Fena ve pis kokular.
[11] Penah: Sığınılacak yer.
[12] Mütaffifin Suresi 14. Ayet-i kerime كَلَّا بَلْ۔ رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Meali: Hayır hayır, öyle değil. Aksine onların kazandığı günahlar kalplerinin üzerine pas olmuştur.
[13] Rad Suresi 6. Ayet-i Kerime وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْۚ وَاِنَّ رَبَّكَ لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ Meali: Ayrıca senden iyilikten önce hemen kötülüğü getirmeni isterler. Oysa daha önce onlara misal olacak cezalar gelip geçmiştir. Ve gerçekten Rabbin, zulümlerine karşılık insanlara mağfiret sahibidir. Bununla beraber Rabbinin azabı da cidden çok çetindir.


[14] İrtikâb: Bir işe girişmek. Kötü bir iş işlemek. Rüşvet almak gibi çirkin bir şey yapmak. Bir makamı âlet ederek, hakkı olmayan para veya malı hile ile almak.
[15] İktida:Uymak, tâbi olmak. Birinin hareketini örnek alarak ona benzemeye çalışmak. İttiba etmek
[16] Techiz: Donatma. Gereken şeyleri tamamlama. Cihazlanma. Fık: Cenazenin yıkanmasından defnetmeğe kadar yapılması lâzım gelen şeyler ve bunları tedarik etme.
[17] Tekfin: Kefenlenmek veya kefenlemek
[18] Teşyi': Uğurlamak. Gideni selâmetlemek. Yolcu etmek. Cesaretlendirmek.
[19] Reca: Emel, ümit, yalvarmak. Cânib, taraf. İstek, arzu, dilek.
[20] Mezmum: Zemmolunmuş. Makbul olmıyarak ayıplanmış. Kötü.
[21] Hail:Perde. Mânia. İki şey arasını ayıran
[22] Kevakib: (Kevkeb. C.) Yıldızlar.
[23] Çün: (Farsça) Gibi.Zira, çünki, madem ki. Nasıl, nice. Mehmet baba, demiş. Çün eder evladım. Sen ne vefakar adamsın
[24] Merhun: (Rehin. den) Rehin edilmiş olan. Ödünç alınan bir şeyi teminata bağlamak için, onun yerine verilen herhangi bir şey. Belirli müddetle bir şeye bağlı olan. Edb: Mânası diğer beyit ile tamamlanan beyit.
[25] Taaddi:Saldırma. Düşmanlık. Ezme. Şeriattan ayrılma. Tecavüz etme. Zulmetme. Örf âdet ve mukavelenin hilâfına hareket etme. Gr: Fiilin geçer halde olması, müteaddi olması.
[26] Mülk Suresi 11. Ayet-i Kerime: فَاعْتَرَفُوا بِذَنْبِهِمْۚ فَسُحْقًا لِاَصْحَابِ السَّع۪يرِ
Meali: Böylece günahlarını itiraf ederler. (Artık) o çılgın ateş halkı (Allah'ın rahmetinden) uzak olsunlar!



[i] Tahir Olgun (Tahirül Mevlevî)
İstemem nakl-i cenazemde çeleng ü ahenk
Debdebeyle gidilen saha değildir makber
Orası medhalidir bârigeh-i Mevlâ’nın
Kapısından içeri acz ile girmek ister             (Bazı yerlerde bu şekilde geçmektedir.) 


0 yorum:

Yorum Gönder

 
Şemseddin Yeşil - Tüm Hakları Saklıdır..
Designed by CruelKeSh | 2017


Eni ü nale seher-hize ney nevası verir
Bükadan Arif i billaha mey safası gelir
Sühanverin eseri bir hayat ı sânidir
Giderse dâr ı fenâdan yine sedası gelir.




9 Saniye sonra Kapanacaktır