043 (24.04.1959) 100 dk. (294)
Gerek akıl, gerek kalp, aşk, tabi
buradaki ahlakın bahsetmiş olduğu aşk, romanda okunan aşk değil. Bunların hepsi
mana-ı insaniyeye ait birer vasıf olması hasebiyle, mevzu doğrudan doğruya
insan mefhumu ile alakadar. Tarifi en güç, anlatılması en zor, tevsimi[1]
en müşkül olan da insana ait olan kısmıdır. İnsan zahirde elli atmış kiloluk
kan ve kemik torbasından ibaret, iç tarafına da bakılacak olursa bütün kâinatı muhit.
Mevcudat içerisinde pek nazdar, pek nazenin, pek niyazdar, özenerek, seçilerek
Kudret tarafından hususi imtiyaz verilerek, ruh-u menfur ile tekrim edilerek,
kerremna tacı giydirilerek, bütün mevcudat kendisine müsahhar kılınarak, Hakk’a
muhatap olmuş olan, enisi munisi, yarı, Hak olan kimseye ahlak insan der. Yoksa
iki ayağı üzerinde yürümüş, konuşmuş, konuşana da insan demez. Hükema,[2]
derler ki konuşmak, sair mevcudattan insanı ayırır. Konuşmakla da değil.
Eylesen
tuti’ye talim-i eda-yı kelimat
Nutku insan olur amma özü
insan olmaz. (1a)
Zor. Makam-ı hayvaniyetten
makam-ı ademiyete kadem basacak. Buradaki hayvaniyet hakaret manasına değil. Sair[3]
yaşayıcılarla beraber yaşarken düşünme gelecek. Olanı görme sevdası başlayacak.
İşte aşk bu. Kendi aslını bulmak. Şöyle asude kaldığımız vakitte, İçimizde
sessiz sözsüz, bizsiz sizsiz bir konuşanımız vardır. Bunu her konuşmada tekrar
ediyorum ki yayın diyerekten. İç âlemindeki o sessiz sözsüz, bizsiz sizsiz
konuşan vücudu ile bir an alayık-ı kevniyeden soyunarak, bir parçacık bir
zamanda, merkez-i hükümet-i insaniyesi olan, kalp şehrini boşaltarak acaba ben
kimim, nerden geldim, ne olacağım, buraya niçün getirildim, nereye
götürüleceğim, gelmemde gitmemde ihtiyarım yok, benim diyecek elimde bir
medarım yok, bu dert başladı mı, ahlak mevzuunda bu kimse insan olmaya doğru
yol aldı derler. Henüz bu sualleri kendisine sormayana daha pek uzak derler.
Öyle değil mi? Hiçbirimize sordular mı? Beyefendi bir sahne-i şuhut vardır, bir
dar-u belva vardır, ikbalinde cici bici gizlenmiş fakat idbarı hud’a ile dolu,
zahirde bal gibi tatlı, içinde semm-u katil var. Elemle emel arasında adamı
yoğurur, dünya denilen bir sahne vardır gider misiniz diye hiçbirimize
sormadılar. Geldik, geldiğimizde o kadar acizdik ki, sineğimizi de kovamazdık.
Hiçbir şey de bilmezdik. Kudret bunları hep ders kaçırıyor. Niye o kadar semayı
deler gibi yükseldin diyor. Nedir o diyor yeleğinin şeysine kolunun arasına
parmaklarını taktın da gerilip insanları ezmek istiyorsun diyor. Niye mevcudatı
küçük görüyorsun diyor. Niye hilkat arasında kendinden daha büyük kimseyi
görmemeye çalışıyorsun diyor. Sen hiçbir şey bilmezdin. Sineğini kovamazdın, bu
kudret sana kendinden mi geldi? Muhitin mi bir şey akıttı? Nereden geldi bu?
Bunların hepsi sonra eğretidir. Ben alırım. Ben her şeyi alırım. Âdetim öyle.
Alırım der ve alır. Yalnız bir şeyi almaz. İman ile ışkı. İhlas gösterirse onu
almıyor. İmanı almıyor. Yükünü ona yükletiyor. Gözlerinin etrafını tezyin eden
kirpiklerden duvar üzerinde diken yapan Allah(cc)’un var. Kandan süt, zehirden
bal, kanla gübre arasından sütü çıkarırım, ne kan renginden renk veririm, ne o gübreden
koku veririm ve sağlama da hastaya da, hiç kimse sütten boğulmamıştır. Sütten
boğulan yok. [4]
خَالِصًا
سَٓائِغًا لِلشَّارِب۪ينَ der. Büyük kitapta. Neyse mevzuyu uzattık
ama sofranın ekmeği de onun içün. Konuşacağımız şeyin ekmeği bu. Temelini
kuracağız, üzerine vaz edeceğimiz şeyleri vaz edeceğiz. Evvela gelmede gitmede
kimsenin ihtiyarı yok. Onun içün sahte benliğe lüzum yok. Rücu et, hepimiz
hilkatte beraber, hakikatte beraberiz. Ne vakit beşer bu işe sarılacak?
Sarılıncaya kadar inleyecek. İnleyecek. Giderken de sormuyorlar, Bunun büyük
masası vardır, ötekinin geniş kasası vardır, filanın büyükçe bir cahı vardır,
serir-i saltanat âleminde payesi vardır falan… Hiç sormazlar. Hamir-gar-ı
cihanı kader yapar yoğurur. Sen istediğin kadar kendine güven. Hiçbir şey yok
orta yerde. Sormazlar, soruyorlar mı? Ahiret istasyonu diye bir yer vardır.
Ondan sonra bir hayat-ı berzahiye vardır. Daha çok var. Bakalım berzah âleminde
insaniyet ne kadar kalır. Berzah âlemi. Üüü. Hemencecik de iş hallolup
bitmiyor. Giderken de sormuyorlar. Gelirken sormadılar, giderken de sormazlar.O
halde muhasebe-i nefis der ahlak. Söylediğim sözlerin neticesi bu.
İşini gün ve gün takip etmeyen
tüccar, tatsız ticaret yapar. İşini takip etmiyor. Ekserisi iflas da eder.
Hayatın iflası, madde iflasına benzemez. Bir milyon liralık bir yer açarsın,
iflas eder, nihayet maddedir, işte üzeri mavi kağıttan ibaret. O kadar uzun
boylu şeyi yok. Fakat sen düşün, sayılı nefesin iflası? Sermaye-i hayat, sayılı
nefestir. Bunu ararım diyor Allah (cc). Efendim bugün şöyle geçsin de yarın.
Elinde mi bunlar, bugün şöyle geçsin ne olacak? Bugün şöyle geçsin de.. Geçen
günlerin, geçen dakikaları tekrar geriye almanın imkânı yok ki. Vermez. Hiç,
bir dakika vermez. Bir an vermez. Bir nefes vermez. Yalnız ne yapar biliyor
musunuz? Huzur ile yaşamak isteyenin… Burada bir sual çıkar. Hepiniz
uyukluyorsunuz, bana geçiyor. Sıkıntı geçiyor, zevk ile dinlemiyorsunuz. Ya.
Buradan bir sual çıkar, iyi ama derler, mesela mana ilminde, mana bilgilerinde,
mesela dinde, Es-sadakatu tedfe'ul bela, ve tezid-ul ömür. Sadaka belayı
def eder, ömrü uzatır. Sen dedin ki bir sayılı nefes bile geri vermezler.
Vermeden uzatırlar. Vermeden uzatırlar. Acaba anlatabiliyor muyum. Nasıl olur
o? Misal vereceğim, anlayacaksın. Vermeden uzanır. İki tane mum alın. İkisi de
ellişer gramlık, yüzer gramlık. İçindeki fitili de işte iki gram, üç gram neyse, aynı vaziyette. İkisini de aynı anda
uyandırın. Yani yakın, biri fenerde biri açıkta yanıyor. Açıkta yanan mum
fenerde yanan mumdan çok evvel geçer gider. Fenerdeki yanan mum onun gibi iki
tanesini üç tanesini eskitir. Fenerde yanan mum sadakalı ömürdür. Bir şey
anlatamadım mı acaba? Canlı misal. Belayı def eder. Buğrulmuş, doğrudur. Böyle
şeylerde biraz da tecrübe esası vardır. Kâinat serair ile dolu. Öyle der
Beşeriyetin Fahri Ebedisi. Hastayı tedavi usullerine dikkat ederekten tedavi
ettiriniz. Mevzuu açtık başka yere vardık ama neyse bunu söyleyelim de geçelim.
Tıbba havale edin, tabibi arayın bulun, tedavi ettirin. Aciz tahakkuk etti mi
sadaka reçetesini de kullanın der. Bir şey anlatabiliyor muyum? İşin hem
maddesini hem manasını kullanın der. Hüner, beşerin yükünü kaldırmaktadır.
Allah (cc)’yü memnun eden şeyler. Bazı insanlar Allah (cc)’yü arıyorum der. Allah
(cc) kayıp mı? Allahı (cc) ne arıyorsun? Sen varsın Allah (cc) var. Allah (cc)
kayıp değil haşa. Ben kırık kalplerdeyim der. Bunu da ekseriyet yanlış
anlamıştır. Kırık kalbin içinde oturuyor mu? Öyle bir şey mi? Öyle değil. Yine
kendisi buyurur ki, ben güzelliğimi göstermeklik içün, bütün mevcudatı ayine
yapsam tahammül edemez. Yalnız bana ayine olan insandır der. O da kırık kalpli olan
kimsedir der. Hak onun içerisinde değil, oraya onu ayine yapmıştır, oradan
görürsün. Anlatabildim mi? Burası en ince bir yeridir. Yoksa hiçbir vakit Hak
haklığını kimseye vermez. İşte böyle. Bu da yine ayrı bir mevzuu. Hem tatlı,
hem de böyle insanı şey eder, şaşırtır. İnsan mefhumu.
Nerede kalmıştık? … kalmıştık.
Yani dedim ki şöyle bir, canım bugün şöyle geçsin de yarın. Nereden aldın bu
hesabı? Kimin malını nerede sarf ediyorsun? Şöyle geçsin de. Burada kaldık
dimi? Kimin malını sarf ediyorsun? Sayılı nefes sermaye-i hak. İster. Netice
itibariyle muhasebe-i nefse müncer[5]
olur. Yap her gün hesabını yap. Kaç tane iyiliğin var, kaç tane kötülüğün var?
Ne niyetle yaşadın? Kaç garip aradın? Masası çok olanın peşinde koştun, kasası
olanın etrafında gezindik, hayal bağladık, rütbesi şöyle böyle fakat cemiyetin
kıymet vermediği, Hakk’a nedim olmuş olan kime elini uzattın? Nasıl bir hukuk
tedarik edebildin? Gelmekten gaye bu. Bu âleme gelmekten gaye, aslını bulmak
aşkıdır. Bunu buldum diye gezenler de çoktur. Oldum sevdasında, üüü kâinat dolu
şimdi. Herkes olmuş. Mihnete ragıp olmadan nimete sahip olmanın imkânı
olmadığını Allah (cc) söylemiştir. Anlatabildim mi acaba? Bak şimdi sana şurada
bir şey okuyayım. Hepimiz içün bir zevk
verir, ben çok zevk aldım. Bilmem siz alır mısınız, almaz mısınız? Allah (cc)
diyor ki; اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ
وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْۜ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ
وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ
مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ[6]
Manası şu.
اَمْ
حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا
مِنْ قَبْلِكُمْۜ Yoksa siz öyle mi zannediyorsunuz? Böyle bir zanna mı
kapıldınız? Bana nail olmak, benim dar’us selamıma sahip olmak, benimle hukuk
tedarik etmek, benim cemal-i subhanimi temaşa etmek, bende fani olmak, bende
sende tahakkuk etmeklik, sizden evvel gelen insanlara vermiş olduğum sıkıntıyı
çekmeden, inlemeden, ağlamadan, bir şey anlıyor musunuz acaba? Anlatabiliyor
muyum yani ya? Böyle mi bir şey zannediyorsunuz? Hem o kadar ki diyor وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ
O kadar inlemek o kadar sıkıntıya giriftar olmak ki زُلْزِلُواsallanacak, ümitleri
kesilmiş gibi sallanacak. Bu kapı öyle bir kapıdır diyor, öyle bir sallanacak
ki, Peygamber (sav)’inle beraber, kendisine sahip olanlarla beraber مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ Açılmayacak mı? Yok
mu Allah (cc)’nün yardımı? Ne vakit? Yanarak, bütün eza-ı terbiyesi, cüziyesi, hücresi,
manası böyle tam bir hale gelecek,
birleşerekten bu hal tahakkuk edecek, o vakit cevap vereceğim. اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ
Geliyorum. Pek yakındır. Böyle, ne bileyim ben, sözlen dırıltıyla, oldumla,
buldumla, yok kardeşim ya. Öyle bir şey yok. Ne dünya saadeti var, ne mana
saadeti var. Zaten dünya saadeti bütün dünyadan kalkmıştır, yok dünyada. Mevzii
konuşmuyorum, bütün dünya üzerinde. İşte, her hafta tekrar ettiğim gibi. İlmen
yükseliyor, fezada geziyor, seyyara âlemine geçecek,. Geçecek mi? Geçecek.
Büyük kitap geçeceğini söyler. O kamer pek küçük kalacak, kamerde bir şeyler
yapacak, ooo hiç ehemmiyeti yok o. O şuradan şuraya eşikten atlama gibi olacak.
Daha bilmediği âlemlerde yüzecek. Büyük kitabın verdiği haberde, beyinatta
öyle, o kamer buradan eşikten atlar gibi bir vaziyet olacak. Bir ehemmiyeti
yok. Daha bilmediği nice âlemlerde, bu insaniyet. Madamı ki naib-i haktır… Zaten
acaba o âlemlerde canlı mahlûk var mı, yok mu diyerekten konuşuyor. On dört
asır evvel haber verdi ama sen amel etmedin, dinlemedin, beğenmedin, فِي الْاَرْضِۜ وَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ مَنْ Men kelimesi zelil ukul
ve zelil ruha racidir. Yer üzerinde yarattıklarım, sema sahasında
yarattıklarım, canlı ve ruhlu diyor Allah (cc). اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ
سَمٰوَاتٍ وَمِنَ الْاَرْضِ مِثْلَهُنَّۜ[7]
İyi okumadık ki, iyi anlamak istemedik
ki. اَللّٰهُ
الَّذ۪ي Ben öyle Allahım ki senin bildiğinden maada ben neler
yaratmışım. Söylüyor söylüyor da خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ Bizim
bildiğimiz bu sema, sema-ı lahut[8]
değildir, bu dünyanın semasıdır. Bunun hakkında [9]
اِنَّا
زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا der. Dünyanızın semasını tezyin[10]
ettim. O adi o. اَللّٰهُ
الَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ الْاَرْضِ مِثْلَهُنَّۜ
Arz üzerinde ne yarattımsa bir aynını da orada yaptım. Bir şey anlatamıyor
muyum? Bir aynını da aynen orada yaptım. Soruyor Abdullah İbni Abbas Ali İbni
Ebu Talib’e, ben anlamadım bu ayeti diyor işte, açık, gayet açık. Nihayet remiz
yok içerisinde, tevil yok diyor. Lügat manası ile anlaşılıyor. Burada yaptığımın
aynını da yaptım diyor. Niye uzatıyorsun sözü diyor. Senin gibi bir Abdullah
İbni Abbas, benim gibi Ali İbni Ebu Talip orada oturuyor diyor. Anladın mı
acaba? Öyle.
Neyse biz kendi mevzuumuza
dönelim şimdi. Mevzuumuz neydi? Sıkılmadan, inlemeden, madamı ki burası bir
imtihan sahnesidir, burada devam yok. Göçemezsin, yani iyi bir mevkii
alamazsın. Şartları var şimdi bunların, kolaylaştıralım size biz. Aklınıza bir
şey gelmesin, sen öğrenmişsin deme… Ben
plak. Nasıl burada şerit hattı zatında ben gelmezden evvel konuştu, ben de
şimdi bir şerit. Benim öyle olmamaklığımla sizin içinizden öyle olmamaklık
gelmez olmaz, içimizden bir tanesi olur, hepimize faydası olur. Biz söylemeye
memuruz. Bir tanesi içinden olur, hepimize faydası olur.
Geçen hafta konuşmamda dedim ki,
insan bu âleme yüklü olarak gelmiştir. Hepimizin yükü vardır. Benim yok.
Vardır. Herkesin vardır. O çok hürüm diye yaşayanlar aklının kölesidir. Akıl
nedir ha. Akıl adamı nerelere götürü? Makam-ı aşka çıkıncaya kadar çok kez
dolaşıyor insan. Ve ben makam-ı aşka çıktım der, bazı kimseler vardır böyle.
Onun da imtihanını yapmışlar. Kudret kimseyi boş bırakmamış. İmtihanı var. Yüksek ahlakçılardan Şeyh-i
Ekber Muhyiddin-i Arabi o düsturu kurmuştur. Çile makamı aşkta insan denir
diyor. Uyuzdan bükülmüş, her tarafı böyle gayet çirkin vaziyette bir kelp ile,
gayet hasna, müstesna, dilara, bir bir
kız geldiği vakitte ikisinin arasında
bir fark görüyorsan, makam-ı aşka çıkmadın. Yaa, ölçülü onlar. Musikinin en
insanı fani kılabilecek perdesinde çalınan bir vaziyetle, bir eşek anırtısı
arasında fark görmüşsen henüz makam-ı aşkta değilsin diyor. Eğer öyleysen… Öyle
olduğu dakikadan itibaren işin de şekli değişir.
Bak şimdi ben size bir misal
getireyim, söylemiştim bunu ama burasını söylememiştim. Şimdi ben sizin
hepinizi zevke girmiş, inanmış, müebbet istikbalde bir huzur almaklık hakkını
almış zannıyla konuşuyorum. Bu söyleyeceğim misal inkâr sahasında bulunana ait değildir.
Onun dersi ayrı. O konuşma tarzını da biz biliriz. Fakat şimdi onunla vakit
geçirmeyelim. Hani bazı insan vardır ki, maddenin kesafetinde boğulmuş kalmıştır,
kevn-ü tesadüfünün neticesi olarak ben olmuşum der, ne ebet var, ne bidayet var,
işte bu kâinat bir oyuncaktan ibarettir filan der, onun dersi yine ayrı. Onunla
konuşacak saha ayrı. Ama şimdi öyle değil de ben yaratılışımdaki gayeyi duydum,
bende birçok nimetler var, sahibini arıyorum, huzur etmek istiyorum. Bu sahada
geziniyor zannıyla konuşuyorum. Sonra olmuş bir şeyde, olmamış bir şey de
değil.
Ne dedik? İman, imandan sonra aşk
gelir. Son rütbe o. Romanda okunan aşk
değil ha. Anlattık ya. O en son rütbe. Vaktiyle ben çocuktum yetiştim, Fatihte
Karadeniz kapısında Köpekçi Hasan Baba namında mecazipten, zahirde deli gibi,
hakikatte kim bilir kendisine göre bir işi olan bir adam. O vakit İstanbul’da
çok köpek var. Bu adamcağız da gayet de celalli bir adam. Bir küfe ekmek
getirir, sert bir eda ile sanki orduya kumanda veriyormuş gibi böyle gelin der,
köpeklere bütün çuvalları onlara doğrar, hiçbir köpek de bir köpeğin ekmeğine
elini sürmez. Kapmaz. Nasılsa bir gün bir köpek birisininkini kapmış, o vakit
orada sırayla kasaplar vardı, belki hatırlayanlarınız olur. O kasabın biri
oradan görmüş, hemen kırmızı markayı almış köpeğe getirmiş bir marka vurmuş.
Merak etmiş. Ha, kapınca kaldırmış köpeği şöyle yukarıya, kulağına doğru demiş,
dikkat et yolsuzsun, üç gün huzuruma çıkmayacaksın. O da markalamış. Gidip
bakıyormuş ekmeği dağıttığı vakitte, orada büyük ağacın dibinde köpek oturuyor,
hiç kalkmıyor yerinden. Dördüncü günü kalkmış gelmiş. Böyle acayip bir adam… O
vakit patrikhane bir kilisenin tamirini rica ediyor. Abdulhamid izin vermiyor. Kimi
çok iltimasçı insanlar koyuyorlar. Hiçbiri, hepsini reddediyor. Nihayet o günün
patriğine diyorlar ki, Köpekçi Hasan Baba’nın gönlünü yaparsan sana irade çıkar.
Dört tane despot[11]
gönderiyor. Benim tarafımdan elini öpün, rica edin bakalım. Gelmişler,
anlatmışlar. Üç küfe ekmek getirin bakalım demiş. Doğruyor ekmekleri, köpeklere
de ondan sonra, bir kağıt kalem getirin diyor. Sultanım darıltırsın İsa’yı,
Musa’yı, eğer yapmazsan kilisayı. Altına Köpekçi Hasan Baba demiş. Ertesi
gün de irade çıkmış. Bizim söyleyeceğimiz yer bu değil. Bir parça adamın
hüviyetini anlatmak için bunları söyledik. O zamanın tedrisatında medrese var,
medresede bir talebe, iç diploma devresi geçirmiş. Bugünki ıstılah[12]
da icaze deniyor, icaze. Bugünki tabirle diploma. Zavallı, biliyor bir şey yok.
Yaşı kemale ermiş. Kolay mı bu böyle? Devreler bitiyor. Fakat dersi takip
ediyor, kitabı alıyor, gidiyor camiye orada öyle bitiyor, bir şey yok, bir
malumat edinememiş. Yeniden bir devre başlıyor, yine tekrar baştan başlıyor.
Saf temiz bir çocuk, bir adam. Fakat kabiliyeti yok, almıyor. Yanında bir oda
arkadaşı mangal yakıyormuş, sabah namazı vakti. O da yine koltuğuna kitabını
almış, koşarak gidiyor. Demiş ki, yahu niye bu kadar sen bu işin üzerine
düştün? Bu işe nihayet ver, git köyüne rahat et. Senelerin kaç devre dolmuş.
Vallahi ne deseniz haklısınız ama demiş, iki sebebi var. Biri köyümde genç
bıraktıklarım ihtiyarladı, beni bir şey bilir diye bekler, ikincisi aşkım var
öğrenmek isterim. Allah (cc) vermez öğrenemem. O mangal yakan arkadaşı, alay ederek
fakat alayını belli etmiyor, istihza ederek, demiş onun kolayı var. Nedir
kolayı? Bak rast gelirsen demiş, Köpekçi Hasan Baba’nın elini öp, sana himmet
etsin, belki öğrenirsin. Olur mu demiş. Olur olur demiş. Alay ediyor ama. Kendi
inanması yok. İnşallah demiş, nerede bulurum filan diyerekten, o zevk ile
çıkarken, merdivenlerin başında Hasan Baba dikilmiş. Kemal-i ihlas ile öyle bir
teslimiyet ile elini öpmüş. Anlatmış, ben böyle böyleyim. Bir lokma ekmek al da
peşime düş demiş. O sokak, bu sokak, o yangın yeri, bu yangın yeri, bir izbe
bir yerde. Haşa huzurdan biraz evveli söylediğim gibi, bir köpek, bacakları
filan öyle yara, bere, cerahat içerisinde. Öp ayaklarını demiş. Hiç itiraz yok,
hiçbir şey yok. O emrin halavetinde[13],
orada çirkinlik filan kaybolmuş. Gitmiş, ekmeği de doğra demiş. Ekmeği de
doğramış. Başlamış annesine babasına küfür etmeye. Kovmuş. Yolda kendine gelmiş
talebe. Evet demiş senin bunlar hep hakkın. Sen kendin adam olamadın, ne kadar
büyük büyük profesörlerden ders okudun, almadın, nihayet bir meczubun peşine
takıldın, ekmek gitti, kötü bir köpeğin ayağı öpüldü, anana babana güzel küfür
edildi, bunlar senin hakkın. Bunu düşüne düşüne yine cami dersine yetişiyor.
Kendi anlamıyor ama o gün de takip etmiş
olduğu ders müntehi talebenin artık son, en zor bir kitap Şerh-i Mevakif. Onu okuyorlarmış. Kendi anlamıyor,
fakat kitap tutuyor, gidiyor. Açmış, o günün en meşhur ders taklit edenlerinden
bir zat, yetmiş seksen tane talebe var karşısında, mana verirken şöyle kalkmış.
Efendim şu manada tahsil olunmaz mı değince gözünü açmış, dersi veren zat.
Başlamış ağlamaya. Gel efendi çık yerime demiş. Ve ayrılırken de dersi artık bundan
sonra bu efendi takip eder, ben de gelir dinlerim. Acaba buradan ben bir şey
anlatabildim mi? Herkesin anlayışına göre, burada kısım kısıma ayrılır bu. Bir
kısmı deli saçması der, bir kısmı bu işe müpteladır, ah der, yani olmuş. Öyle.
Aşk her şeyi halleder. Anlatabildim mi acaba?
Hülasa. Benlikten soyunmadıkça, ahlakın son sınıfına insan giremez.
Benlik yok mu ya. Hak ile aramızda en büyük perde kendi varlığımızdır. Bundan
ayrılmadıkça zulme de divan durulur, üç günlük adi hayatını idame ettirebilmesi
içün, ihtirasat-ı nefsaniyetini tatmin edebilmeklik içün, koca bir camia da
yakılır. Bütün rezaletler, bütün cinayetler irtikâp ettirilebilir. Kimin ki
benliği ne derece kalındır, ondan o kadar şekavet beklenir. Artık, nispet
dâhilinde, bazısında azdır, az çıkar, bazısında orta hallidir, orta halli
çıkar. Onu söylüyorduk, beşerin ilmi çok yükseldi. Daha yükselecek. Fenni de o
kadar ilerledi, felsefesi derken işte malum herkesçe fakat ah sesi dinmedi.
Bunu üzerinde de uğraşan yok insanlar içerisinde. İlm-i tıp teali ediyor, hele
cerrahi kısmı. Göz alıyorlar, göz koyuyorlar, bu ufak bir şey değildir ki. Bu
olur mu? Olur tabi. Mucizede var ya, Hazreti İsa (as) anadan doğma ölüyü
diriltti, gözüne göz verdi ya. Bu fennen
de olacak dedi Allah (cc). Anlatabiliyor muyum acaba? Bunun üzerinde duracak
bir şey yok. Bizim iman ettiğimiz büyük kitap, ölü diriltilecek der. Ya Daha oraya yaklaşmadılar. Biraz sonra
yaklaşsınlar. O o kadar iyi bir şey
değil. Ama olacak. Keramat-ı diniyede ne vaki olmuşsa, keramat-ı fenniyede de o
olmadıkça kâinata nihayet vermem dedi Allah (cc). Keramat-ı diniyede ölü
diriltilmiştir. Binaenaleyh fennen de ölü diriltilecek. Şimdi de diriltiliyor
Beş dakika on dakika. O diriltilmiyor. O fizik hadisesi o, hareket. Tenekeye de
verirsin, böyle sallanır. Diriltilmek demek, şuuruna sahip olacak. Enesini
bilecek. O daha yok. O da olacak. Ve olursa o vakit herkes kurtulur. Yook.
Kurtulma olur mu o vakit işte. O vakit diyor ki Allah (cc), ey beşeriyet, bab-ı
kudrete kadar el uzattınız, hadi bakalım paydos. Bütün mevcudat sesini,
değiştireceğim. Yok olmak yoktur da. يَوْمَ تُبَدَّلُ
الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتُ وَبَرَزُوا لِلّٰهِ الْوَاحِدِ
الْقَهَّارِ[14]
Şekil değişecek artık diyor.
Bunların hepsi olacak.
Biz kendi yolumuza gelelim. Neden
dinmiyor ahh sesi? Dinmez mi? Yarım saatte diner. Kudret hilkatle bize misaller
getirir. Evvelsi gün herkes cephesi bir tarafta kar yağıyordu Bak bugün sıcak.
Ahlak da öyledir. Anlatabildim mi acaba? Bu vücut içerisinde gezen şekiller var
işte. Onu tebdil[15] eder
Kudret, te’vil[16] eder.
Yalnız diyor ki, [17] وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ
اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ Bana sarılmadıkça açmam yolu diyor. Şimdi
beşer oraya sarılmıyor. Zekâsına meftun, yaratırım sevdası gelmiştir. Bu sevda
geldiğinden dolayı, al bakalım diyor, inleyin bakalım. İnliyor. Hemen hemen her
konuşmada tekrar ettiğim gibi, Allah (cc)’nün vermiş olduğu en büyük sermaye,
havas ile avamın muvazenesi hususunda verdiği sermeyedir. Havasa merhamet,
avama hürmet. Bu iki haslet, Kudret’in bize verdiği en büyük sermaye. Bunları
görmedikçe, olmaz. Yüksek tabaka, dünyaca yüksek, konuşurken de insan kendisini
idare edemiyor. Bir de ahlakta yüksek tabaka vardır. Eshab-ı ittika derler onlara.
Gönlü zengin, üüüü. Kalbe sahip olmuş. O ayrı o. Onun hakkında öyle der işte. [18] زُيِّنَ
لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذ۪ينَ
اٰمَنُواۢ وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَاللّٰهُ
يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ * زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا Beni inkâr edenlere, dünyayı o kadar tatlı
yaptım ki. Neden öyle? Âdeti öyle. Öyle diyor. زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا
الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا Beni inkâr edenlere, dünyanın hayatını o
kadar süsledim ki, وَيَسْخَرُونَ
مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۢ bana iman edenlerle, inanlarla eğlenirler.
Haber vermiş dimi hepsini? Hepsi haber verilmiş. Eğlenirler diyor. وَيَسْخَرُونَ
مِنَ istihza ederler. Kıymet vermezler, adi görürler, maskara yerine
korlar, وَالَّذ۪ينَ
اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ Sakınanlar var ya
diyor, sakınanlar… Dün bugün için rüya, bugün de yarın için rüya. Kaç
yaşındasın? Kırk. Koy orta yere bir şey yok. On misli yap yine yok. Yok bir şey
orta yerde. Onun içün bu işi beyan eden şey [19]
قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ
dır. Belki bin defa okumuşuzdur fakat üzerinde durdun mu manasının? Ne demek
onun manası? Hadi bir tatlı mana vereyim de zapt et. Nazar-ı hakikatte meşhut
olan ancak Allah (cc)’dür. Nazar-ı mecazide mevcut olan sen ben şu bu. Fakat
nazar-ı mecaziye kıymet verilmez. Niçün verilmez? Bedeni göstersene. Durdun
dimi ya gösteremedin. Var mıymış kıymeti? Yok. Kim var? O var. Dikkat et bak,
ne kadar ince bir yerdir. Nazar-ı hakikatte meşhut olan ancak Allah (cc)’dür.
Öyle beyan ediyor kendisini. Ben öyle bir birim ki senin bildiğin gibi adet
manzumesinde çiftin mukabili olan bir, bir değilim ben. Hani biz deriz ya Allah
(cc) bir. Bildiğimiz bir iki üç dört beş on diye saydığımız cinsten bir.. O
biri ben biliyorum hadistir o. Ondan münezzehtir o. Ya. Ben kendi kendimi
birlediğim birlikle birim. Bunları öğreteyim, çok canım ister. Çok zevk alırım
fakat anlatamam. Nazar-ı hakikatte meşhut olan ancak Hakk’tır. Nazar-ı
mecazide, sen de varsın, ben de varım, şu da var, bu da var, defter de var,
saat de var. Fakat mecazi varlığın kıymeti yok ki. Neden olmasın efendim? Varsa
dedeni göster. Dedenin babasını göster. Anneannenin annesini göster bakayım.
Gelmesi ile gitmesi arasında fark bile yok. Yalnız kim var? O var. Onun için
Fuzuli bunun farkına varmış da Nem var ki lâf edem özümden, mahfeyle beni
benim gözümden. Öyle diyor işte.
وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ
sakınanlar var ya diyor. Dayanın böyle, bu âlemde. Bu gibi sözlere üzülmeyin.
Cihat edin. Birde bunun mukadderatının kaptırıldığı zaman vardır. O çok fena, o
işte çok fena. وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَدًا [20] (*) اِنَّهُمْ اِنْ يَظْهَرُوا
عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُٓوا
اِذًا اَبَدًا [21]
Der ki; Siz mukadderatınızı sizden
olamayan hiçbir kimseye kaptırmayın. O hiçbir kaydı var. Yani adam benim
mahiyetimde, benim elimin altında, benim dizimin dibinde, fayda yok der. Hani
kıymet vermezsin, sakın böyle bir şey yapmayın. Mukadderatınızı sizden olmayanlara,
hiçbir kimseye kaptırmayın. Bir defa kaptırdınız mı, اِنَّهُمْ اِنْ
يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ bir de onlar galip gelirlerse يَرْجُمُوكُمْ
sizi taşlarlar. Geri kafalı der taşlar, ileri kafalı der haşlar, istihza eder
başlar. Üüü, daha kıpırdanamazsın. اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُٓوا
اِذًا اَبَدًا yahut sizi kendilerine
mal ederler. Sen kendi hüviyetinden, zati seciyenden, asli fıtratından soyunursun,
ondan olursun. O vakit de benden mahrum olursun diyor. Mahkememden mahrum
olursun diyor. İşte ahlak insana kendi seciyesini, seciyesini kaptırtmayan,
muhafaza eden bir müessesedir.,
Biz manaya çok acip bakmışız,
tuhaf kalmışız. Bakın size bir misal vereyim. Fahri Âlem der ki, kim ki bana
insanlardan bir şey istemeyeceğini tekeffül[22]
ederse, ben ona Hakk’ı tekeffül ederim. ……
Bir açabilmeklik içün bir çöp
olsun. Bunu dahi istemekliği size ar görürüm der. Bu kaide niçün konmuştur?
Kudretli çalışmak içün. Bir insan bir insandan bir şey istememesi içün, on beş
saat on iki saat ne bileyim ben, ne kadar saat varsa çalışması lazım gelir. Emir
böyledir. Hem böyle toplamış da size bugün mühim bir şey söyleyeceğim demiş.
Gayet mühim bir şey söyleyeceğim. Hepiniz Hak derdi ile yandığınızı
söylüyorsunuz, ben tekeffül edeceğim yahu demiş. Kim ki bana söz veriyor
kimseden bir şey istemeyecek ben onu Allah(cc) ‘ye tekeffül ettim. Vakta ki biz
de bu mana ilmini öğretenler, şunun bunun minneti altında kaldılar, kalınca tabiatıyla
bu iyi öğretilemedi. Yıkım buradandır. Anlatabiliyor muyum acaba? Yıkımın
sebebi bu.
Dört yerde müsaade etmiş.
Nerelerde istenebilir? Dört. Onlar da söylenir, çok sürer, başka bir konuşmada.
Dört yerde istisnai. Biz bunların hepsine geri kaldık, anlamadık. Hayır nerede
denir? Evet nerede denir? Bir defa bunu kaybettik. Hayır diyeceğimiz yerde
evet, evet diyeceğimiz yerde hayır. Hayırla evet kelimesini kullanmasını
bilmeyen bir camia, hiçbir vakit dünyada ve manada teali edemez. Yok. Siz
zannetmeyin ki insan kendi mesaisini böyle her şeyi yapabilir. Allah (cc) onun
çalışmasını görür, niyetini görür, ikisini bir birine ze’m eder, ettikten sonra
o verir. Sen hiçbir şey yapamazsın. O halde çalışmayayım mı? Vermez. Çalışma
düsturdur. Kuvvetli çalıştığını görür… Görmez misiniz ihtiralar? O bir çok
ihtiralar, onların hepsini Allah (cc) rüyada söylemiştir. Kendileri söylerler.
Fakat on sekiz saat, yirmi saat, böyle düşüne düşüne düşüne, acıyor Cenab-ı
Hak, şurasını şöyle yap diyor, oluyor iş. Anlatabiliyor muyum? Görecek,
çalışmanı görecek, çalışmanın niyetini de görecek. Niyet, malum ya ikisi
birbirine bağlı. O niyeti görecek, onu gördükten sonra yolu açacak. Muvazene
olmuyor insanlarda, onun için inleme kalkmıyor. Gelelim konuştuğumuz yerin an
yerine. Olmuyor.
Havas tabakası yüksek tabaka,
maddi vaziyeti müsait olan tabaka, manası müsait olan tabaka, her iki taraf
beraber gider, düşkün tabakaya, ivazsız, garazsız, minnetsiz, ücretsiz, külfetsiz,
merhamet edecek. Aşağı tabaka da o merhameti görünce hürmet edecek. O
merhametle o hürmet evlenecek, bir çocuğu olacak, muhabbet. Ondan sonra bak
kâinat ne şekilde olur. Şimdi yok bunların hepsi yok. Tamamen kalkmıştır. Senin
bana itimadın yok, benim sana itimadım yok. İtimatsız olan yerde Hak yok.
Anlatabildim mi? Sen bana inanmıyorsun, ben de sana inanmıyorum, buradan
yıkıldık. İtimadımız yok. İstediğin kadar çalış. Ferdin mesaisi kâfi değildir.
Toplanacak. Kaç defa misal getirdim, Allah (cc)’ye müracaat edildiği vakitte
tek kalple olmaz. Tek kalple olan duayı Allah (cc) şey ediyor, mefsenet[23]
zamanında olduğu vakitte, cevap veriyor.
Ye'tî alen-nâsi zemânün yed'fîhil-mü'minü lil-àmmeti
feyeklullàhi Teala. Üd'u
lihàssati nefsike estecib leke, fe
ennî sâhitun
aleyhim[24]
Yani bir veli, Hakk’a kendisini
kabul ettirmiş büyük bir insan, mefsenetin tecelli ettiği devirde elini açarsa
Cenab-ı Hak ona diyor ki; Ne istiyorsun sevdiğim? Söyle, ne istiyorsun? Onun
içün bir şey istiyorsan darılmışım, yapmam. Zatının bir arzusu varsa yapayım.
Şahsına taalluk eden bir iş varsa baş üstüne. Fakat onun için istiyorsan
darılmışım yapmam, yok âdetim. Hakk’ın barışabilmesi için insanların barışması
şart. Bak nasıl birbirine bağlı. Muhabbet olmazsa, barışmak olmazsa o işte zevk
olur mu? Farz edelim ki, beş altı nüfuslu bir ev, üçü dargın üçü barışık, o eve
hattı zatında günde on milyon lira giriyor. Ne sofrasında lezzet vardır, ne
yastığında, ne yatağında, ne oturmasında ne kalkmasında. Berbat. Faydası var
mı? Yok Hiç faydası yok. Mesela şimdi görüyoruz ki bu sene oruç tutanlar çok,
insanın hoşuna gidiyor. Manaya karşı bir tebtil[25],
demek iradesini kullanmaya başlamış. Malum ya oruç, Allah (cc)’nün irade
sıfatını kullanmak demektir. Geçen konuşmamda söylediğim gibi, Huda her
sıfatını vermiş, bahusus insana irade sıfatını vermiş. Melekte yok o. Onun için
biz mükellefiz. Meleğin bizim kadar kıymeti yok. Melek, Allah (cc)’mün cemal
sıfatına mazhardır. Biz hem cemal, hem celal. Onun için naib-i haktır. Meleğe
kahabat yapabilmek içün şeyi hadisi halk etmemiş Allah (cc). Bana halk etmiş,
irademi verdim kullan bakayım diyor. Anlatabiliyor muyum acaba? Kullan. Fakat
şuurlu mu? Düşündüren nokta bu. Şuurlu mu? Görenek mi, şuurlu mu? Zira
Peygamber (sav) söyler. Bir zaman gelir, caminin son cemaat yerindeki duvarın
dibinde de yer bulunmaz, o kadar iğne atsan yere düşmez fakat içerisinde bir
tane mümin olmaz. Şuurlu mu? Şuurlu olduğunu ne vakit anlarsınız? Örf-ü beldede
ne vakit mana din modası olur, ahlaksızlık hattı zatında moda halinden kalkar,
hah şuurlaşmış denir. Oturması kalkması muamelesi, yalan kalkmış. Ne sen onu
kandırabiliyorsun, ne o seni kandırabiliyor. Böyle tamamıyla birbirinize kıble
olmuşuz. Sen bende Hakk’ı görüyorsun, ben sende Hakk’ı görüyorum. Sen bana
bakınca utanıyorsun, ben sana bakınca utanıyorum. Bu iş şuurlandı demek. Şuurlu
mu? Yoksa aç kalmak. Yalnız aç kalmak değildir oruç. Oruç tutmazdan evvelki
çıkıklıklarından kaç tanesini giderdin? Hesabını yaptın mı? Bu gün kaç gün
oldu? Sekiz, dokuz, on, on bir, on ikinci gün, on iki gündür Allah (cc)’nün
sıfatına girdin, bu sıfatlara girdikten sonra, girmezden evvel bende şu
kötülükler vardı, bırakabildin mi, bırakamadın mı? Hepsine değil, bir tanesine
olsun, yahut iki tanesine olsun. Bir hesap, hasetçiydim, acaba gitti mi?
Haindim, acımam hissim azdı acaba acımaklık şeklim başladı mı? Müzevirdim[26],
acaba o müzevirliğim gitti mi? İnsanları birbirine düşürmekten zevk alırdım,
atabildim mi? Hakk’ın settar ismi bende tecelli etti mi? El- Afüv ismi bende
tecelli etti mi? Es-Sabur ismi bende tecelli etti mi? Er-Rezzak ismi bende
tecelli etti de açı doyurabildim mi? Anlatabiliyor muyum acaba? Var mı bunların
içerisinde, hangisi yapıldı, hah eğer bunlardan, yani tutmazdan evvelki
halimizden bir tanesini atsan, muhakkak Hak hiç olmazsa bir günlük orucunu
olsun kabul etmiştir. Ama tutmuş da hiç farkı yok.
Menme aseme careteyn ene ve hüve hakeza ve zamme asabi’eh
. İki kimsesiz kızı, iki kimsesiz yavruyu, cemiyet içerisinde, insaniyete layık
bir vaziyette, yetiştiren kimse, ikimiz huzur-i ilahide yan yana oturacağız.
Sonra iyi anlaşılsın diyerekten mübarek parmaklarını böyle yapıyor. Ve zamme
asabieh. Nasıl yan yana bilir misiniz diyor, bak buradan bir şey geçmez. Zamm
etmiş buradan bir şey geçmez. Misal olaraktan verdim bunu. Öyle bir ibadet ki
her ibadetin fevkinde işte. Hangi ibadeti yaparsan yap, böyle yan yana oturabilir
misin Rasul-ü Ekrem (sav) ‘le. Alnını
secdede çürüt bakayım. Onlar kolay ibadet. Oruç da kolay, namaz da kolay.
Bedava. İradeni kullanacaksın, yapacaksın. Onların zor olan kısımları var işte,
onlar bunlar. Dikkat etseydik bu kadar
sefalet olur muydu? Tarihin en eski efendisinin çocuklarıyız biz. Ya. Ama onun
şartı da ağırdır ha. Eve girdiği vakitte hariçten sizi tanımayan birisi o bakmış
olduğun kızı görünce bu evin kızıdır diyecekler. …. (01:01:40) Külah mı, takke
değil ,takke değil, takke öyle olmaz. Torba mı? Torba. Şuraya kadar geçer.
Birisi saçlarını da kırpmıştır böyle. Biri uzun biri yukarı. Biri ayağında
hanımın ayakkabısı tekinde, bir tekinde de efendinin ayakkabısı, bakkala gider,
gelir. Taş merdiveni de siler, kendi kızı içeride yirmi iki derecede, x
vaziyetinde oturur tırnaklarını temizler, öbürki de pancar gibi olmuştur. Bu da
o şekilde mi acaba? Yok azizim. Öyle değil.Oraya, Fahri Âlem (sav) öyle der,
Allah (cc)’nün laneti iner. Belli olmaz ama yedi silsilesinden sonra çeker.
Çok, çok ağır iştir o. Yetim büyütmek, kimsesiz büyütmek, garip büyütmek,
herkesin kârı değil. Çok büyük insanların kârı. Yetimden… O kadar ağırdır ki,
kardeşi de bir şey isteyemez. İki kimse yalnız iş teklif edebilirler. Hocası,
iş verir, iş alabilir. Çünkü o ruhunun babasıdır, beriki annesi, kendi babası,
annesinin zahrından, neyse rahm-ı maderden çekmiş kalıbını bu âleme atmış.
Hocası da manaya ait olan hocası da bu âlemden Allah (cc)’ye atacak. Onun içün
iş teklif ederdir. Ben maada kimseye edemez. Bilinmez insanlar nelerden
çektiğini. Hiç ummadığı bir yerden, bir yerden yanar, çeker gider. Onun için en
sakınılacak, en dikkate alınacak noktalardır. Bu mevzua girdim, girmemin sebebi
vardır da onun içün. Mesela, işte şimdi bayram geliyor, Evinde bir yetim var,
bir de kızın var. Bunlara bayramlık yapacaksın, cinslerinde fark edersen, onun da
aklından geçerse ki, kendi annem olsaydı, babam olsaydı böyle yapmayacaktı, bak
kızına elli liralığından aldı da bana on liralığından aldı, hadi yeni yeni giy
bakalım filan derler. Bir de öyle hadi kıza… Yanar vallahi. Cayır cayır yakar
Allah (cc). O hiç o gün belli olmaz. Onun günü gelir, saati gelir, devresi
gider. İnsan hakikatte ölmüyor, ölür, torununu görür, torununun çocuğunu görür,
onun çocuğunun çocuğunun öyle bir hale giriftar olduğunu o alem-i hayretten
temaşa eder ve derler ki, kendine vaktiyle yapmış olduğunun cezası gelmiştir,
bak iki yüz sene evveli yapmış olduğun şekildir, gör, o vakit yanar.
Anlatabildim mi? Öyle zor ki bu iş. Biri de gayet iyi bakar. Etraf iyi baksın
diyerekten bakıyorum der, içinden geçer. Şimdi ben bunu almasam, bak bak yetim
değil mi kıymet vermedi derler. Geçti
mi, o da yandı. Ne bileyim? O kadar ince burası. Benim için yapmadın diyor
Allah (cc). Dedikodusu olmasın diye yaptın diyor. Benim hesabıma değildir
onlar. Serair-i Zemair-i hafayaya muttali. Hemen hemen her sene bu bayram
yakınlarında ben bu misali getiririm, yine getireyim de burada büyük hisse vardır,
hepimize. Adamcağız bir yetim besliyormuş, nadan da bir adam değil ya, olur
insanlık bu. Bayram gelmiş, bayram namazından dönmüş, çocukları da var,
çocuklar kapıyı açmışlar, sarılmışlar. Onlar, o çocuklar babasını öpmüş, babası
çocukları öpmüş, öteki yetim olduğu için belki bir itilirim
filan diyerekten gözde duruyormuş, adam da dalgınlıkla onu görmemiş. Geçmiş odasına
girmiş. Ya. Kapı çalınmış, bir misafir gelmiş, açmış tanıyor o yetimi, bakmış
gözleri öyle şişmiş ağlar. Niye ağlıyorsun demiş. Bak bugün bayram, bugün
gülme, mefsenet günüdür. Çocuğun da oluşunda var,
Bırak o bayram denilen, o çirkin
günü bırak. Bırak diyor, bahsetme
bana. İşte o geldi, herkes babasını öptü, babası evladını öptü, beni de
gam öptü ben de gamı öptüm. Sonra büyük bir insan olmuş bu insanlar. Dikkat olunacak
noktalar. Yoruldunuz mu? Keseyim mi?
Konuşurken dedik ki, başladığımızdan,
başlayalım da şöyle toplayalım. Mevzuyu keselim. Vazifeden doğan ahlak dedik,
aşktan doğan ahlak dedik. Vazife neye derler? Nedir yani vazife? Eski
konuşmalarımda bulunanlar bilirler, bu tarifleri çok yapmışımdır. İki üç kelime
bizde suistimale uğramıştır. Biri vazife kelimesi. Efendim vazife her şeyden
mukaddestir. Güzel, tabir güzel ama yapar eder, vazife vazife… Bir de vicdan.
Bir de vicdan kelimesi. Sen benim vicdanıma sor der. Vicdanıma bırak bu işi
der. Vazife, vacib’ül icra olan şeye denir. Ne demek? Örfen, cemiyyeten,
ahlaken, yapılması mecburi olan işin adına vazife denir. O halde mukaddestir.
Mukaddes olan şey kutsiyetten doğar, kutsiyet, o nereden doğar? Ahlakiyattan
doğar. Ahlak nereden doğar? Zat-ı
Bari’ye imandan doğar. Ebediyete inanılmayan ahlak sahtekârlıktır. Bir şey
olmaz o. Dimi ya? Ben bir gün bir yerde toplanacağım kaidesine gönül vermeyen
kimse, orda olmaz o iş. Ama göstereceğiz cemiyette. Hem münkirdir, hem ahlakı vardır. İntibak
kaidesine uymuştur o. Ya vicdanen inkâr sahasında değildir veyahut o onun
üzerinde işlenmiştir. Şuurlu değildir. Bunun tersi de vardır. Hem Allah (cc) ye
inanırım der,hem de ne kadar kötü
ahlaklıdır. Onun inanması da sahtedir. İnanamamıştır, o da işi söz halinde
getirmiştir. İnanmak için buranın yanması şarttır. Anlatabiliyor muyum? Bak
ikisi bir.. Cemiyette iki şahsı da görebilirsiniz. Birisi kuvvetli inandım der,
en köyü ahlaksızlığı vardır. Biri inanmam der, ahlaka ait numuneleri vardır.
İkisinin de aslı yoktur. Öteki inanmamıştır, o sözle inanmak mevzuu bambaşka
bir iş o. O ayrı iş o. O telkinlerin tesirinde kalmıştır, tapmamıştır.
Tatmamıştır. Anlatabiliyor muyum? Balın kutusunu görmüş ama tatmamış. Ne
faydası var. Bir faydası yok. Kısacık bir hayata bağlayan bir adam, vefa
gösterebilir mi? Buna imkân var mıdır? İki tane asker tasavvur edin. Misal
vereyim de bakalım sen ne diyeceksin? İki tane asker,er biri diyor ki, ben kör
bir tesadüfün neticesi olaraktan tekâmül etmiş bir hayvan şeklinde mevcudum.
Benim üzerimde hiç kimse yoktur. Ben öyle manaymış, ebediyetmiş, hakmış,
hakikatmiş, bunlar hep çirkin sözlerden ibarettir. Binaenaleyh, ben ihtirasat-ı
nefsaniyem kabardığı vakit, fırsatı bulduğum zamanda ben onu tatmin etmekten
başka bir şey bilmem. İnsan denilen şey tekâmül etmiş bir hayvandır diyor.
Diğer er de diyor ki, bakıyorum ben kendi kendime, öyle şey olur mu? Ben kendimi
kendim mi yaptım? Kendimi yapsam her şeyi yapacaktım. Muhitim benden daha zayıf, mana önce hâkim, madde sonra
gelir. Bir dirhem yağ parçasına taallük eden nur-u rüyet nedir? Konuşurum da
konuşmamın ne olduğunu bilmem. Görürüm de görmemin ne olduğunu bilmem. Var
diyor. Şimdi bunun ikisini de cepheye gönder. Düşman savlet[28]
eyledi. Hangisi durur? Öteki ben kimsenin sırmasına, kasasına, masasına ölmem
der. Beriki der ki, yok vatan, mananın nikabıdır[29],
vatan dinin nikabıdır, vatan mananın nikabıdır, vatan seciyenin nikabıdır,
binaenaleyh ben bu uğurda öleceğim, yerine Allah (cc)’yü alacağım. Ve deden
böyle ölmüştür. Anlatabildim mi? Bu hesaba deden ölmüştür. Bire on dövüşmüştür.
Şimdi zaten inkâr kapısı da
kapandı ya artık. Fen mevzuuna girdi dimi? İnkâr kapısı kapandı. Amerikada
koyuyorlar masanın üzerine beş tane adamı, huuup yukarıya üç metre kalkıyor.
Cazibe kanunu altüst oldu. Kimya muadilleri[30]
de bozulacak. Kudret. İnkâr edenler, telkindi diyor, makineye de mi telkin
ettiniz. Tık çıkarıyor böyle. Koyuyor musiki aletlerini, tam bir vaziyette, iki
yüz sene evvel gelmiş olan musiki heyetini çağırıyor. Şeride de alıyor. Adam
yok ama orada çalınıyor. Yalnız taraf halinde bir fotoğraf çekiliyor. Ruh mudur
gelen diyeceksiniz belki bana bir sual teveccüh edersiniz. Ruh değildir. Ruh
Allah (cc)’nün emridir, uşak olarak kullanılmaz. Ruhun orada almış olduğu
sıfattır. Ruhun kendisi gelmez. Sonra, oradan söylenilen sözün hepsi doğru
mudur? Hayır. Burada yalancı olan adam orada da yalancıdır. Anlatabiliyor muyum
acaba? Yalancıdır o. E bunlar nedir? Bunlar Kudret’in sevdiği insana ders kaçırmasıdır.
Bazı bir insanı severi o da inkâr âleminde bulunur, kurtarmak içün onu, böyle
yapar o. Durur kafa.
Kalp, bizim sadrımızda, sol
tarafımızda, dört köşeli, kan damarları işte bilirsiniz, hepinizin bildiği
devranı yaptıran, o kalbi, ahlak ondan bahsetmez. O kalp kalb-i hayvanimizdir.
Bu torbanın kalbidir. O kalbe taalluk eden bir kalp vardır. O kalp tasfiye-i
ahlak ile Allah (cc)’ye ayna olur. Anlatabildik mi? Binaenaleyh bütün işler
orada görülür. Onun zevkini anlayabilmeklik içün de eğer gamm-ı kederden
soyunmuş, Hak ile huzur edebilmişsen, bil ki kalbin tamamiyle ayine-i hak
olmuştur. Fakat acaba ile dolu, gam ve kederle mesmu[31]
, tereddütler içerisinde yüzüyorsa, henüz kalb-i hayvaniden başka kalbe malik
değil. İşte diğer cepheyi alacak olursak, dindeki ibadet mevzuları da
bunlardır. Bunlar aşılsın içün yaptırır Allah (cc). Mesela oruç, gönlün
gubarını[32] siler
diyor. Aç almakla gönlün gubarı siler mi silinir mi? Yalnız aç kalacak değilsin
ki, kırık kalbi satın alacaksın ya. Onun senin hakkında bir niyazı var ya.
Etmese dahi o hali Allah (cc) görüyor ya. Tabi bir karşılık verecek. Biz o
niyeti gösterelim elbet. Onu gösterirken de muhakkak bir şey beklemeyelim.
Komisyonluk olmasın. Bizi yıkan mesele de o dur.
İmam-ı Hasan’ı (k.v)’yi karısı
zehirledi. Ca’de[33],mutalla[34]
kâse ile zehirledi. Geldiler kardeşi geldi, kim yaptı dedi. Yapanı biliyorsun
benim gibi, ceza mı vereceksin dedi. Kalp işte var. Anlatabildim mi acaba?
Kalbe misal. Peygamber (sav) Ana vatanından Medine’ye hicret etti, sevgili kızı
babasının aşkıyla yanıyordu, görmek istiyordu, geceleyin koştu. Müşrikin bir
haydudu tuttular. Eğer öldürebilirsen sana şu kadar lira vereceğiz dediler.
Koştu, mızrakla yaraladı, hamileydi düştü, ıskat-ı cenin[35]
oldu, ölümüne sebep verdi, şehit oldu. Gün geldi, İslam’a geçti dünyanın
mukadderatı, ağlayarak bir adam geldi, huzur-u nebiye. Ağlıyordu. Beni imha et
diyordu. Ve gayet samimi söylüyordu. O imhada hayat olduğunu biliyordu. Ben
imhaya gelmedim, ihyaya geldim dedi. Ben insanların hayatını mahvetmeye gelmedim,
hayat vermeye geldim. Ben o hayata layık insan değilim, benim hayatım sizin
beni imha etmenizdedir. Beni imha edin. Ben sizin imhanızla hayat bulacağım.
Biraz huzur bulacağım. Senin suçun nedir dedi. Sormayın, benden alçak adam yok.
Söyle bakayım dedi. Ben sizin kızınızı şehit eden caniyim. Bilmedim, kapıldım,
bugün anladım ki hakmışsınız siz, beni imha edin. Peygamber (sav) başladı
ağlamaya, etrafındakilere dedi ki, yavrumdur dedi, gözüm, ciğerparemdir,
kızımdır, gözümün önüne gelir daima içim sızlar. Fakat buna ondan fazla
sızladı. Daha fazla acıdım. Yarabbi,
bana bağışlamaz mısın? Kalbe misal anlatabiliyor muyuz acaba? Var mı böyle
kalp? Yoksa mudga. Et parçası. Buradaki kalp. Kalp bu.
Bunun rikkatli kısmına misal
getirdiğim gibi, diğer kısmına da misal getireceğim. Hilafetin zaptiye nazırı
Ömer (r.a). Oğlu bir suçundan dolayı hadd vurulması lazım geliyordu. Bizim mana
ahkâmında hükmü kim verirse haddı da o vurur. En mühim nokta bu ama. Daha böyle
şey yok. Hiçbir yerde yok. Anlamadım. Anlatayım. Hâkim idamına kararı verdi.
Bizzat kendi asacak. Kararı verdi buyurun asın. Başla. Anlatabiliyor muyum?
Burada ne var. Burada ne var biliyor musun sen. Neler var, neler var, neler.
Hepsini nasıl anlatayım? Saat doldu. Hükmü kim verirse icrayı da o yapar. Hükmü
Ömer (ra) verdi haddi de kendi vuracak. Kendi oğlu. Sekseninci deynekte oğlan
öldü. Yine vuruyor. Dediler ki hayatına nihayet verilmiştir, niçün vuruyorsun?
Hadd insanı temizler, anasından doğmuş gibi yapar. Yarın huzur-u ilahide bu
fiili nasıl yaptın dedirtmemek için vuruyorum. Anlatabiliyor muyum? Kalp. Evladımdır
çok severim, Allah (cc)’nün ismini evladımdan fazla severim, bak ağlıyorum
dedi. Gözyaşıyla vuruyorum dedi. Evladım cihetinden ağlıyorum, Allah (cc)’a
muhabbetim cihetinden vuruyorum. Bir şey anlaşılıyor mu acaba?
Tamamen kalp meydana gelirse o
vakit sen kâinatın mübecceli[36]
olursun. O vakit ne olur? O vakit artık, benliğinden kesafetinden eser kalmaz.
Eritmek lazım, pûtede erimek lazım. Aşk pûtesinde kesafeti letafete inkılap
ettirmek lazım. Eşyayı başka türlü görürüz. Şimdi göremiyoruz eşyayı başka
türlü. Neden? Anamıza bile bakmıyoruz. Ağır geliyor. İcra dairesinde evladından
nafaka isteyen baba var. İcra dairesinde… O vakit Hakk’a aşina oluruz. Bir şey
okuyalım da konuşmayı keselim. Size çok defalar okudum amma bura ile münasebeti
var, tekrar ediyorum.
Matla ı nur safa ı meşreb i rindaneyim.
Aşina i aşka mahrem gayriye bigâneyim.
Kalp sahibi olduktan sonra
yanınızda ne söylenecek olunursa, bırak ya hu dersin. Değmez. Anlamam işitmem
söylediklerini. Dedikodudur, şudur, budur, bırak bunları. Matla ı nur safa ı
meşreb i rindaneyim. Aşina i aşka mahrem gayriye bigâneyim. Var mı ehli aşk.
Onunla aşinayım, başka bir şey anlamam. Filanın rütbesi, ötekinin cahı, beriki…
Ben Cenab-ı Haydar’ın
Kun ğaniyyel kalbi vagna’ bil kalil
Mut ve la tatlub meaşen min leiym
La tekun lil ayşı mecruhel fuadi
İnnemel rızgu alellahil keriym. (2a)
Bunu düstur ittihaz etmişim der.
Öyle diyor o. Zengin kalpli ol. Zengin kalpli ol. Aza kanaat et. Aza kanaat et
demek burada tembel ol manasına değil. Bunların tefsiri çok zordur. Bir defa
veren el, alan elden hayırlıdır. Düstur bizde bu. Yed'ul ulya hayrun minel
yedu's sufla! Daima eliniz üstünde olsun derler. Onun içün bizde bile
tasadduk yaparken, nezaket-i ahmediyi muhafaza hususunda böyle vermez de
arifler şu şekilde verirler. Kendi veriyor ya, onun gönlüne bir şey gelmesin.
Onun üstünde kalsın diyerekten. Anlatabiliyor muyum? Biz kafasına da vururuz. Veren
el alan elden üstündür. Buradaki kanaatten maksat Kudret’in bütün servetlerini,
sana vermiş olduğu bütün nimetlerini yerli yerine sarf edersin, sarf ettikten
sonra tecelliye rıza gösterirsin. Aharın zararına çalışmazsın. İşte bu. Mut ve
la tatlub meaşen min leiym. Geçinme hususunda geber de alçağa yüzsuyu dökme.
Değer mi diyor. Yüz suyunu hak tezyin etmiştir, altın suyuna benzemez. Altın
suyu sayfayı tezyin eder, levhaları tezyin eder. Dökme onu diyor. La tekun lil
ayşı mecruhel fuadi. Nazargahı ilahi olan kalbin iç yüzü bulunan gönlünü, suret
âleminin şusuyla busuyla yaralama. Nasıl ki aynanın arkasındaki şey dökülürse
seni göstermezse, onu da yaralayacak olursan Hakk’ı göremezsin. Aynaya rutubet
gelsin, yahut kazınsın, bir yere takılsın, arkasındaki şey çekilsin, orada cam
kalır, göremezsin. Sende eğer o gönlünü yaralayacak olursan, orada mudga kalır,
et parçası kalır, Allah (cc)’yü göremezsin. La tekun lil ayşı mecruhel fuadi İnnemel
rızgu alellahil keriym. Dişini yapan keseceğini önce yapmıştır. Anlatabiliyor
muyum acaba? Nafile, boş yere. Şeyin dediği gibi, İbrahim Hakkı’nın dediği
gibi,
(3a)
Deme niçün şol
şöyle
Yerindedir ol öyle
Bak sonunu seyreyle
|
Naçar kalacak yerde
Nagâh açar ol perde
Derman eder her
derde
Allah görelim
neyler
Neylerse güzel
eyler
|
Bil kâdî-i hâcâtı
Terk eyle murâdâtı
Kıl Âna münâcâtı
Mevlâ görelim
neyler
Neylerse güzel
eyler…
|
Sen adli zulüm sanma …. Bazı çirkinlikler görürsün, o adildir o. Sen adli
zulüm sanma
Sabreyle sakın usanma
Nafile öd’e yanma… Öd ateş.
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler…
Bazen
görürüz ki, şu iş olacaktı da olmadı, dövünür durursun. Altından ne çıkacağını
biliyor musun? Hayrı şerri biz bizatihi bilecek değiliz ki. Koşarsın, koşarsın
vapur kaçar, gideceksin farz edelim uzak bir sahaya, eyvah bir ay sonra vapur
var diyerekten işlerim de kaldı filan, sabahleyin gazetede okursun, vapur battı
hiç kimse çıkmadı. Aman ne iyi binmemişim. Dün dövünüyordun ya. Dün
dövünüyordun. Bugünde ah ne iyi gitmemişim. Bilmeyiz biz. [37]
وَعَسٰٓى
اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـًٔا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـًٔا
وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْۜ
Büyük kitap öyle der. Çok senin kendi
hesabına iyi gelen şeyler, senin hakkında iyi değildir, çok kötü görmüş olduğun
şeyler de senin hakkında o kadar iyidir ki, onları ben bilirim der. Şuran seni
yakmasın. En son söz budur. Şurada bir hâkim vardır, sana alçak demesin. Ondan
maada hiçbir şeyden müteessir olma. İnsanın tesir olacak yeri vardır. Şurada
oturan o hâkim, hiç kimseyi dinlemez. Sen alçaksın der. Veyahut aferin sana
der. İnsansın sen. Senin iklim-i vücuduna Kudret beni koydu ama bir gün beni
huzursuz etmedin sen. Kabrin içerisi haset dumanı ile dolu, dışarısı da arsa-ı
ibrettir. Bu insan içün kâfidir. Git arada sırada ananı babanı ziyaret et.
Büyük dersler alırsın. Dostunu, ahibbanı[38],
dimi? O da bizim gibi konuşuyordu, o da bizim gibi söylüyordu, o da bizim gibi
hattı zatında birçok emelleri vardı, onun da birçok niyetleri vardı, fakat
hattizatında paydos dendi, bize de gelecek, dimi? Buraya kadar dendi mi, bitti
iş. Sonra bütün, bütün dert son nefese bağlı. Kolay iş değil o kardeşim. Bu
memleketten filan memlekete gitmeye benzemez. Ahbap ziyareti değil bu. Bugün
gönlüm olmadı, yarın gideriz bakalım, öbür ay gideriz, öyle bir şey değil ki
bu. Son nefese bağlı, karar. Ne acıdır o. Atmış yetmiş seksen sene yaşamışın da,
ondan sonra azl oldun amma işte senin neticen hüsrandır denmiş, bunun telafisi
mi var, tedavisi mi var? Zaman geçmiş, geriye gelinmiyor, dönesin. Hüküm
geçmiş, adet geçmiş, karar başka bir karar değil ki ara yerde bir iltimasçı
bulasın. Onun içün sakın ah alma. Neyse, her ne yaparsan yap ama o bulunmasın.
Şebâş derpe-i azar-i kûn est
şeriat-i ma ğerîb-î nefis.
Öyle dermiş. Ne yaparsan yap bizim
mana ilmimizde gönül kırmaktan başka günah yoktur. Ben bunu okurken çocukken
kendi kendime dedim ki, ooo iş ne kadar kolay dedim. Gayet kolay. Okutan adam
benim içimi okuyor, arif insan bana geldi dedi ki şöyle yap dedi hiç unutmam.
Kolay diyorsun dimi dedi. Evet dedim. Kolay değil dedi. Hiç kimsenin gönlü
kırılmasa çirkin bir şey yapsan, benim buradaki gönlüm kırılır sana dedi.
Kurtulmanın imkânı yoktur dedi. Anlatabiliyor muyum acaba? Evet hiç kimsenin
gönlünü belli etmeden kırmadın filan fakat senin burada bir gönlün vardır, sana
kırılır dedi. Onun sana kırılması, başka gönlün kırılmasına da benzemez dedi.
Öbür kırılan gönlü uzaktan görürsün, bu kırılan gönlü daima görürsün dedi.
Yakar seni.
Matla ı nur safa-ı meşreb i rindaneyim.
Aşina i aşka mahrem gayriye bigâneyim.
Neşe i feyzi ezelden mahve i estipana.
Bâdesi birden tükenmek bilmez meyhaneyim.
Tabi bu meyhane akl-ı nara inkılap ettiren meyhane
değil. Ona aşk meyhanesi derler. Bunun kadehi kalp. Kalp kadehinden adama
içirirler. İçerisine marifetüllah zevki denir içindeki içkiye. O bade feyz-i
manevidir. İçen acayip mest olur. Onun mestliği başka. İşte burada söylüyor, ne
oluyor biliyor musun?
Hem yanar hem neşri envar eylerem etrafıma .
Şem i bezm i aşıkan bihiş i ferzaneyim.
Cezm-i edna çartarındır[39]
ettiğin miraçta.
Kays’e ilham-ı cünun-u aşk eyleyen divaneyim. Hani bir Mecnun var ya. Ona o aşkı ben ilham eyledim
diyor.
Kibriya ı aşk her mesulumü is’af eder .
Ben anın fahri divanı değil de ya neyim. Anladın mı kibriyayı aşk Allah(cc).
Kibriya
ı aşk her mesulumü is’af eder.
Ben
anın fahri divanı değil de ya neyim.
Bende madem can evinde devreden pervaneyim.
Nâr ı aşkın benden öğren tab ı est i suzunu.
Ben ana pervaneden evvel yanan pervaneyim.
Yani
insanı makam-ı aşka çıkaracak olursa, bu sözlerin manasını insanda tahakkuk
ettirir. Bu tahakkuk ettikten sonra da
zaten gelmedeki gitmedeki gaye anlaşılmış olur. Başka ne var zaten. Bugün
kâinata da sahip olsan, oturduğun vakitte karnın doyuncaya kadar yersin. Boyun
alıncaya kadar bir yerde yatabilirsin. On tane palto giyemezsin. Giyer misin?
Sıkıntı olur, istersen onunu birden giy, gez sokakta. Oturunca nihayet şu kadar
ekmek yiyeceksin. Hayır hepsini ye patlayıncaya kadar ye. Yiyebiliyor musunuz?
Sonra zevk ayrıdır. Dikkat ederseniz Huda en güzel yemeklerden zevki
kaldırmıştır. Dimi? Evveli ufacıcık bir parça et, bir tencerede kavrulduğu
vakitte, bütün civarda mis gibi bir kokusu olurdu, şimdi ufak evde kavrulsa
dahi mutfağın kapısını kapa diyorsun. Neden? Çok geniş kokusu çıkıyor. Niçün?
Herkes yemiyor da onun içün. Dedik ya havas ile avamın muvazenesi yok. Herkes
yemediğinden dolayı, yiyende de … oluyor. Hastalık niçün ilerliyor?
Fakirlerdeki hastalık, zenginlerdeki hastalıktan azdır. Zengin tabaka daha çok
hastadır. Kudret ders kaçırıyor. Fakir daha sıhhatlidir. Bugün en zarurette
olan yüz kişiyi getirin muayene ettirin, bir de en müeffer vaziyette bulunanı getirin muayene
ettirin, ya kanserdir, ya şekerdir, ya şudur ya böbrektir, ya kalptir, ya işte
sayayım mı hepsini? Fakirde daha azdır. Neden? Huda ben vereceğim diyor. Vüdavünnas!,
ve huve maridûn[40] Öyle diyor, doktoru bul diyor, doktoru bulduk
bizi tedavi etsin diye, doktor kendi hasta. Öyle. … bağlı. Domates, kuvvetli
işte, vitaminli bir gıda. Fakat asitlilik
kokar. O eski lezzeti yoktur. Çilek, bir sepet alındığı vakitte bir mahalleye
kokusu tutardı. Şimdi koca yemişidir, dut kuyu suyu gibidir. Yiyecek herkesin
ağzı ki onda Allah (cc) lezzeti vere. Olmaz başka türlü .Başka türlü olmaz. Hammalı
oluruz. Kaç defa söyledim, Allah (cc), Peygamber (sav) öyle demiştir, her derdin devasını
yapmıştır. Hiçbir dert yoktur ki devası halk olmasın. Her derdin devasını Huda
halk etti. Devası olmayan, nereden gelir?
[1] Tevsim: İsimlendirme, ad verme.
[2] Hükemâ: (Hakîm.
C.) Âlimler. Çok bilgili kimseler. (Bak: Feylesof) (Enbiyanın ekseri şarkta ve
hükemanın ağlebi garpta gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki; şarkı ayağa
kaldıracak din ve kalbdir; akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz,
fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa sa'yiniz ya hebâen gider veya
muvakkat, sathî kalır. M.N.)
[3] Sair: Seyreden, harekette olan. Bir şeyden geri
kalan. Maadâ. Geçen, dolaşan. Yolcu. Seyyar. Başkası
[4] Nah Suresi 66. Ayet-i kerime وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ نُسْق۪يكُمْ
مِمَّا ف۪ي بُطُونِه۪ مِنْ بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَبَنًا خَالِصًا
سَٓائِغًا لِلشَّارِب۪ينَ Meali: Gerçekten süt veren
hayvanlarda da size bir ibret vardır. Size işkembelerindeki yem artıklarıyla
kandan meydana gelen, içenlere içimi kolay halis
bir süt içirmekteyiz.
[5] Müncer Nihâyet bulmak. Bir tarafa çekilmek.
Sürüklenme. Sona eren, neticelenen.
[6]Bakara
Suresi 214. Ayet-i kerime اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ
وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْۜ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ
وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ
مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ[6]
Meali: Yoksa siz,
kendinizden önce gelip geçenlerin hali (uğradıkları sıkıntılar) başınıza
gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar, öyle
sıkıntılar dokundu ve öyle sarsıldılar ki, hatta peygamber ve beraberinde iman
edenler: "Allah'ın yardımı ne zaman?" derlerdi. Bak işte! Gerçekten
Allah'ın yardımı yakındır.
[7] Talak Suresi 12. Ayet-i Kerime للّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ الْاَرْضِ
مِثْلَهُنَّۜ يَتَنَزَّلُ الْاَمْرُ بَيْنَهُنَّ لِتَعْلَمُٓوا
اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ وَاَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَحَاطَ بِكُلِّ
شَيْءٍ عِلْمًا
Meali. Allah O'dur ki yedi göğü ve yerden de onlar kadarını
yarattı. Emir bunlar arasında iner ki Allah'ın her şeye kâdir olduğunu
ve Allah'ın bilgisinin, her şeyi kuşattığını bilesiniz.
[8] Lahut İlâhî
âlem. Uluhiyet âlemi. Ruhanî, manevî alem.
[9] Saffat Suresş 6. Ayet-i Kerime اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا
بِز۪ينَةٍۨ الْكَوَاكِبِۙ Meali: Gerçekten biz dünya göğünü (o yakın göğü)
bir zinetle, yıldızlarla süsledik.
[10] Tezyin: Süslemek.
Bezemek. Donatmak.
[11] Despot: Ortodoks Rumların din başkanlarına verilen ad.
[12] Istılah: muvaffakat, uyguluk
[13] Halavet: Tatlılık, şirin olmak
[14] İbrahim Suresi 40. Ayet-i Kerime يَوْمَ
تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتُ وَبَرَزُوا لِلّٰهِ
الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Meali: O gün yeryüzü
bir başka yere, gökler, başka göklere çevirilecek ve bütün varlıklar,
kabirlerinden çıkıp bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah'ın huzuruna
toplanacaklardır.
[15] Tebdil: Değiştirmek.
Tağyir etmek. Bir şeyi başka bir hâle veya şeye değiştirmek
[16] Te'vil: (Tef'il
veznindendir) Bir nesneye redd ve irca' etmek. Döndürmek. Te'vil kelimesi, bazı
müfessirlere göre, rücu' mânasına olan "evl"den alınmıştır.
[17] Âl-i İmran
101. Ayeti Kerime: وَكَيْفَ
تَكْفُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ وَف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ
مُسْتَق۪يمٍ۟
Meali: Size Allah'ın
âyetleri okunup dururken ve Allah'ın elçisi de aranızda iken nasıl inkâra
saparsınız? Kim Allah'a sımsıkı bağlanırsa,
kesinlikle doğru yola iletilmiştir
[18] Bakara Suresi 212. Ayet-i Kerime زُيِّنَ
لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذ۪ينَ
اٰمَنُواۢ وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَاللّٰهُ
يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
Meali: Dünya hayatı,
inkar edenler için bezendi. (Onlar), iman edenlerle eğleniyorlar. Halbuki takva
sahibi olan o müminler, kıyamet günü onların üstündedir. Allah dilediğine
hesapsız rızık verir.
[20] Kehf Suresi
19. Ayet-i Kerime: وَكَذٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ
لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْۜ قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْۜ قَالُوا
لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالُوا رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا
لَبِثْتُمْ فَابْعَثُٓوا اَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هٰذِه۪ٓ اِلَى الْمَد۪ينَةِ
فَلْيَنْظُرْ اَيُّهَٓا اَزْكٰى طَعَامًا فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ
وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَدًا
Meali:
Onları bir mucize olarak uyuttuğumuz gibi, birbirlerine sorsunlar diye
kendilerini uyandırdık da içlerinden bir sözcü şöyle dedi: "Ne kadar durup
kaldınız?" (Kimi) "Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık"
dediler. (Kimi de) şöyle dediler: "Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi
bilir. Şimdi siz birinizi, bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek
daha temiz ise, ondan size azık getirsin. Hem çok dikkatli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin."
[21] Kehf suresi 20. Ayet-i Kerime: اِنَّهُمْ اِنْ
يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ
تُفْلِحُٓوا اِذًا اَبَدًا
Meali: "Çünkü
şehir halkı, sizi ellerine geçirirlerse muhakkak sizi taşlayarak öldürürler
veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman siz dünyada da ahirette de asla
kurtuluşa eremezsiniz.
[22] Tekeffül: Boynuna almak. Birine kefil olmak. Kefâlet
etmek veya vermek.
[23] Mefsenet: Şer‘an yasak fiillerin içerdiği veya hakkında özel hüküm bulunmasa da
dinin temel amaçlarını ihlâl eden zararlar ve kötülükler anlamında usûl-i fıkıh
terimi.
[24] Hadis-i Şerif Enes RA'den Hatib-i Bağdâçdî ve Deylemî
rivâyet etmiş
[25] Tebtil: Tamamen
hakka yönelmek.
[26] Müzevir: Söz getirip götüren, arabozan (kimse).
[27] Hafız-ı Şirazi.
[28] Savlet: Saldırma.
Ani ve şiddetli atılış.
[29] Nikab: Yüz
örtüsü, peçe, perde.
[30] Muadil: Müsavi,
eşdeğer, denk
[31] Mesmu': Dinlenilen.
İşitilen. Duyulmuş. İşitilmiş.
[32] Gubar: Toz
[33] Ca’de binti Eş’as
[34] Mutalla: (Tılâ.
dan) Yaldızlanmış, yaldızlı.
[35] Iskat-ı cenin: Kadının çocuk düşürmesi
[36] Mübeccel: Muhterem.
Azizlenmiş. Yüceltilen, yükseltilen. Büyük saygı gösterilmiş.
[37] Bakara Suresi 216. Ayet-i Kerime كُتِبَ
عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى
اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـًٔا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـًٔا
وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ۟
Meali: Savaş size farz
kılındı, gerçi o size hoş gelmez. Olabilir ki siz,
bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa ki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki,
siz bir şeyi seversiniz, oysaki o sizin için bir kötülüktür. Allah
bilir, siz bilmezsiniz.
[38] Ahibba: Dostlar,
arkadaşlar.
[39] Çarta: (re) Dünya, âlem, küre-i arz. Dört unsur. Dört
teli olan kemençe.
[40] Darb-ı meseldir araplarda. "İnsanların tedavi
mercii güya, fakat kendi hastadır" mealinde. "himmete muhtaç dede kaldı ki himmet ede"
gibi bir manada)
0 yorum:
Yorum Gönder