Eni ü nale seher-hize ney nevası verir
Bükadan Arif i billaha mey safası gelir
Sühanverin eseri bir hayat ı sânidir
Giderse dâr ı fenâdan yine sedası gelir.




Saniye sonra Kapanacaktır

294. Kaset


043 (24.04.1959) 100 dk. (294)

Gerek akıl, gerek kalp, aşk, tabi buradaki ahlakın bahsetmiş olduğu aşk, romanda okunan aşk değil. Bunların hepsi mana-ı insaniyeye ait birer vasıf olması hasebiyle, mevzu doğrudan doğruya insan mefhumu ile alakadar. Tarifi en güç, anlatılması en zor, tevsimi[1] en müşkül olan da insana ait olan kısmıdır. İnsan zahirde elli atmış kiloluk kan ve kemik torbasından ibaret, iç tarafına da bakılacak olursa bütün kâinatı muhit. Mevcudat içerisinde pek nazdar, pek nazenin, pek niyazdar, özenerek, seçilerek Kudret tarafından hususi imtiyaz verilerek, ruh-u menfur ile tekrim edilerek, kerremna tacı giydirilerek, bütün mevcudat kendisine müsahhar kılınarak, Hakk’a muhatap olmuş olan, enisi munisi, yarı, Hak olan kimseye ahlak insan der. Yoksa iki ayağı üzerinde yürümüş, konuşmuş, konuşana da insan demez. Hükema,[2] derler ki konuşmak, sair mevcudattan insanı ayırır.  Konuşmakla da değil.

Eylesen tuti’ye talim-i eda-yı kelimat
Nutku insan olur amma  özü insan olmaz. (1a)

Zor. Makam-ı hayvaniyetten makam-ı ademiyete kadem basacak. Buradaki hayvaniyet hakaret manasına değil. Sair[3] yaşayıcılarla beraber yaşarken düşünme gelecek. Olanı görme sevdası başlayacak. İşte aşk bu. Kendi aslını bulmak. Şöyle asude kaldığımız vakitte, İçimizde sessiz sözsüz, bizsiz sizsiz bir konuşanımız vardır. Bunu her konuşmada tekrar ediyorum ki yayın diyerekten. İç âlemindeki o sessiz sözsüz, bizsiz sizsiz konuşan vücudu ile bir an alayık-ı kevniyeden soyunarak, bir parçacık bir zamanda, merkez-i hükümet-i insaniyesi olan, kalp şehrini boşaltarak acaba ben kimim, nerden geldim, ne olacağım, buraya niçün getirildim, nereye götürüleceğim, gelmemde gitmemde ihtiyarım yok, benim diyecek elimde bir medarım yok, bu dert başladı mı, ahlak mevzuunda bu kimse insan olmaya doğru yol aldı derler. Henüz bu sualleri kendisine sormayana daha pek uzak derler. Öyle değil mi? Hiçbirimize sordular mı? Beyefendi bir sahne-i şuhut vardır, bir dar-u belva vardır, ikbalinde cici bici gizlenmiş fakat idbarı hud’a ile dolu, zahirde bal gibi tatlı, içinde semm-u katil var. Elemle emel arasında adamı yoğurur, dünya denilen bir sahne vardır gider misiniz diye hiçbirimize sormadılar. Geldik, geldiğimizde o kadar acizdik ki, sineğimizi de kovamazdık. Hiçbir şey de bilmezdik. Kudret bunları hep ders kaçırıyor. Niye o kadar semayı deler gibi yükseldin diyor. Nedir o diyor yeleğinin şeysine kolunun arasına parmaklarını taktın da gerilip insanları ezmek istiyorsun diyor. Niye mevcudatı küçük görüyorsun diyor. Niye hilkat arasında kendinden daha büyük kimseyi görmemeye çalışıyorsun diyor. Sen hiçbir şey bilmezdin. Sineğini kovamazdın, bu kudret sana kendinden mi geldi? Muhitin mi bir şey akıttı? Nereden geldi bu? Bunların hepsi sonra eğretidir. Ben alırım. Ben her şeyi alırım. Âdetim öyle. Alırım der ve alır. Yalnız bir şeyi almaz. İman ile ışkı. İhlas gösterirse onu almıyor. İmanı almıyor. Yükünü ona yükletiyor. Gözlerinin etrafını tezyin eden kirpiklerden duvar üzerinde diken yapan Allah(cc)’un var. Kandan süt, zehirden bal, kanla gübre arasından sütü çıkarırım, ne kan renginden renk veririm, ne o gübreden koku veririm ve sağlama da hastaya da, hiç kimse sütten boğulmamıştır. Sütten boğulan yok.    [4] خَالِصًا سَٓائِغًا لِلشَّارِب۪ينَ der. Büyük kitapta. Neyse mevzuyu uzattık ama sofranın ekmeği de onun içün. Konuşacağımız şeyin ekmeği bu. Temelini kuracağız, üzerine vaz edeceğimiz şeyleri vaz edeceğiz. Evvela gelmede gitmede kimsenin ihtiyarı yok. Onun içün sahte benliğe lüzum yok. Rücu et, hepimiz hilkatte beraber, hakikatte beraberiz. Ne vakit beşer bu işe sarılacak? Sarılıncaya kadar inleyecek. İnleyecek. Giderken de sormuyorlar, Bunun büyük masası vardır, ötekinin geniş kasası vardır, filanın büyükçe bir cahı vardır, serir-i saltanat âleminde payesi vardır falan… Hiç sormazlar. Hamir-gar-ı cihanı kader yapar yoğurur. Sen istediğin kadar kendine güven. Hiçbir şey yok orta yerde. Sormazlar, soruyorlar mı? Ahiret istasyonu diye bir yer vardır. Ondan sonra bir hayat-ı berzahiye vardır. Daha çok var. Bakalım berzah âleminde insaniyet ne kadar kalır. Berzah âlemi. Üüü. Hemencecik de iş hallolup bitmiyor. Giderken de sormuyorlar. Gelirken sormadılar, giderken de sormazlar.O halde muhasebe-i nefis der ahlak. Söylediğim sözlerin neticesi bu.

İşini gün ve gün takip etmeyen tüccar, tatsız ticaret yapar. İşini takip etmiyor. Ekserisi iflas da eder. Hayatın iflası, madde iflasına benzemez. Bir milyon liralık bir yer açarsın, iflas eder, nihayet maddedir, işte üzeri mavi kağıttan ibaret. O kadar uzun boylu şeyi yok. Fakat sen düşün, sayılı nefesin iflası? Sermaye-i hayat, sayılı nefestir. Bunu ararım diyor Allah (cc). Efendim bugün şöyle geçsin de yarın. Elinde mi bunlar, bugün şöyle geçsin ne olacak? Bugün şöyle geçsin de.. Geçen günlerin, geçen dakikaları tekrar geriye almanın imkânı yok ki. Vermez. Hiç, bir dakika vermez. Bir an vermez. Bir nefes vermez. Yalnız ne yapar biliyor musunuz? Huzur ile yaşamak isteyenin… Burada bir sual çıkar. Hepiniz uyukluyorsunuz, bana geçiyor. Sıkıntı geçiyor, zevk ile dinlemiyorsunuz. Ya. Buradan bir sual çıkar, iyi ama derler, mesela mana ilminde, mana bilgilerinde, mesela dinde, Es-sadakatu tedfe'ul bela, ve tezid-ul ömür. Sadaka belayı def eder, ömrü uzatır. Sen dedin ki bir sayılı nefes bile geri vermezler. Vermeden uzatırlar. Vermeden uzatırlar. Acaba anlatabiliyor muyum. Nasıl olur o? Misal vereceğim, anlayacaksın. Vermeden uzanır. İki tane mum alın. İkisi de ellişer gramlık, yüzer gramlık. İçindeki fitili de işte iki gram, üç gram  neyse, aynı vaziyette. İkisini de aynı anda uyandırın. Yani yakın, biri fenerde biri açıkta yanıyor. Açıkta yanan mum fenerde yanan mumdan çok evvel geçer gider. Fenerdeki yanan mum onun gibi iki tanesini üç tanesini eskitir. Fenerde yanan mum sadakalı ömürdür. Bir şey anlatamadım mı acaba? Canlı misal. Belayı def eder. Buğrulmuş, doğrudur. Böyle şeylerde biraz da tecrübe esası vardır. Kâinat serair ile dolu. Öyle der Beşeriyetin Fahri Ebedisi. Hastayı tedavi usullerine dikkat ederekten tedavi ettiriniz. Mevzuu açtık başka yere vardık ama neyse bunu söyleyelim de geçelim. Tıbba havale edin, tabibi arayın bulun, tedavi ettirin. Aciz tahakkuk etti mi sadaka reçetesini de kullanın der. Bir şey anlatabiliyor muyum? İşin hem maddesini hem manasını kullanın der. Hüner, beşerin yükünü kaldırmaktadır. Allah (cc)’yü memnun eden şeyler. Bazı insanlar Allah (cc)’yü arıyorum der. Allah (cc) kayıp mı? Allahı (cc) ne arıyorsun? Sen varsın Allah (cc) var. Allah (cc) kayıp değil haşa. Ben kırık kalplerdeyim der. Bunu da ekseriyet yanlış anlamıştır. Kırık kalbin içinde oturuyor mu? Öyle bir şey mi? Öyle değil. Yine kendisi buyurur ki, ben güzelliğimi göstermeklik içün, bütün mevcudatı ayine yapsam tahammül edemez. Yalnız bana ayine olan insandır der. O da kırık kalpli olan kimsedir der. Hak onun içerisinde değil, oraya onu ayine yapmıştır, oradan görürsün. Anlatabildim mi? Burası en ince bir yeridir. Yoksa hiçbir vakit Hak haklığını kimseye vermez. İşte böyle. Bu da yine ayrı bir mevzuu. Hem tatlı, hem de böyle insanı şey eder, şaşırtır. İnsan mefhumu.

Nerede kalmıştık? … kalmıştık. Yani dedim ki şöyle bir, canım bugün şöyle geçsin de yarın. Nereden aldın bu hesabı? Kimin malını nerede sarf ediyorsun? Şöyle geçsin de. Burada kaldık dimi? Kimin malını sarf ediyorsun? Sayılı nefes sermaye-i hak. İster. Netice itibariyle muhasebe-i nefse müncer[5] olur. Yap her gün hesabını yap. Kaç tane iyiliğin var, kaç tane kötülüğün var? Ne niyetle yaşadın? Kaç garip aradın? Masası çok olanın peşinde koştun, kasası olanın etrafında gezindik, hayal bağladık, rütbesi şöyle böyle fakat cemiyetin kıymet vermediği, Hakk’a nedim olmuş olan kime elini uzattın? Nasıl bir hukuk tedarik edebildin? Gelmekten gaye bu. Bu âleme gelmekten gaye, aslını bulmak aşkıdır. Bunu buldum diye gezenler de çoktur. Oldum sevdasında, üüü kâinat dolu şimdi. Herkes olmuş. Mihnete ragıp olmadan nimete sahip olmanın imkânı olmadığını Allah (cc) söylemiştir. Anlatabildim mi acaba? Bak şimdi sana şurada  bir şey okuyayım. Hepimiz içün bir zevk verir, ben çok zevk aldım. Bilmem siz alır mısınız, almaz mısınız? Allah (cc) diyor ki; اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْۜ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ[6] Manası şu.

اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْۜ Yoksa siz öyle mi zannediyorsunuz? Böyle bir zanna mı kapıldınız? Bana nail olmak, benim dar’us selamıma sahip olmak, benimle hukuk tedarik etmek, benim cemal-i subhanimi temaşa etmek, bende fani olmak, bende sende tahakkuk etmeklik, sizden evvel gelen insanlara vermiş olduğum sıkıntıyı çekmeden, inlemeden, ağlamadan, bir şey anlıyor musunuz acaba? Anlatabiliyor muyum yani ya? Böyle mi bir şey zannediyorsunuz? Hem o kadar ki diyor وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ O kadar inlemek o kadar sıkıntıya giriftar olmak ki    زُلْزِلُواsallanacak, ümitleri kesilmiş gibi sallanacak. Bu kapı öyle bir kapıdır diyor, öyle bir sallanacak ki, Peygamber (sav)’inle beraber, kendisine sahip olanlarla beraber مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ Açılmayacak mı? Yok mu Allah (cc)’nün yardımı? Ne vakit? Yanarak, bütün eza-ı terbiyesi, cüziyesi, hücresi, manası  böyle tam bir hale gelecek, birleşerekten bu hal tahakkuk edecek, o vakit cevap vereceğim. اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ Geliyorum. Pek yakındır. Böyle, ne bileyim ben, sözlen dırıltıyla, oldumla, buldumla, yok kardeşim ya. Öyle bir şey yok. Ne dünya saadeti var, ne mana saadeti var. Zaten dünya saadeti bütün dünyadan kalkmıştır, yok dünyada. Mevzii konuşmuyorum, bütün dünya üzerinde. İşte, her hafta tekrar ettiğim gibi. İlmen yükseliyor, fezada geziyor, seyyara âlemine geçecek,. Geçecek mi? Geçecek. Büyük kitap geçeceğini söyler. O kamer pek küçük kalacak, kamerde bir şeyler yapacak, ooo hiç ehemmiyeti yok o. O şuradan şuraya eşikten atlama gibi olacak. Daha bilmediği âlemlerde yüzecek. Büyük kitabın verdiği haberde, beyinatta öyle, o kamer buradan eşikten atlar gibi bir vaziyet olacak. Bir ehemmiyeti yok. Daha bilmediği nice âlemlerde, bu insaniyet. Madamı ki naib-i haktır… Zaten acaba o âlemlerde canlı mahlûk var mı, yok mu diyerekten konuşuyor. On dört asır evvel haber verdi ama sen amel etmedin, dinlemedin, beğenmedin,   فِي الْاَرْضِۜ وَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ  مَنْ  Men kelimesi zelil ukul ve zelil ruha racidir. Yer üzerinde yarattıklarım, sema sahasında yarattıklarım, canlı ve ruhlu diyor Allah (cc). اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ الْاَرْضِ مِثْلَهُنَّۜ[7]  İyi okumadık ki, iyi anlamak istemedik ki. اَللّٰهُ الَّذ۪ي Ben öyle Allahım ki senin bildiğinden maada ben neler yaratmışım. Söylüyor söylüyor da خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ Bizim bildiğimiz bu sema, sema-ı lahut[8] değildir, bu dünyanın semasıdır. Bunun hakkında [9] اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا der. Dünyanızın  semasını tezyin[10] ettim. O adi o. اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ الْاَرْضِ مِثْلَهُنَّۜ Arz üzerinde ne yarattımsa bir aynını da orada yaptım. Bir şey anlatamıyor muyum? Bir aynını da aynen orada yaptım. Soruyor Abdullah İbni Abbas Ali İbni Ebu Talib’e, ben anlamadım bu ayeti diyor işte, açık, gayet açık. Nihayet remiz yok içerisinde, tevil yok diyor. Lügat manası ile anlaşılıyor. Burada yaptığımın aynını da yaptım diyor. Niye uzatıyorsun sözü diyor. Senin gibi bir Abdullah İbni Abbas, benim gibi Ali İbni Ebu Talip orada oturuyor diyor. Anladın mı acaba? Öyle.

Neyse biz kendi mevzuumuza dönelim şimdi. Mevzuumuz neydi? Sıkılmadan, inlemeden, madamı ki burası bir imtihan sahnesidir, burada devam yok. Göçemezsin, yani iyi bir mevkii alamazsın. Şartları var şimdi bunların, kolaylaştıralım size biz. Aklınıza bir şey gelmesin, sen öğrenmişsin deme…  Ben plak. Nasıl burada şerit hattı zatında ben gelmezden evvel konuştu, ben de şimdi bir şerit. Benim öyle olmamaklığımla sizin içinizden öyle olmamaklık gelmez olmaz, içimizden bir tanesi olur, hepimize faydası olur. Biz söylemeye memuruz. Bir tanesi içinden olur, hepimize faydası olur.

Geçen hafta konuşmamda dedim ki, insan bu âleme yüklü olarak gelmiştir. Hepimizin yükü vardır. Benim yok. Vardır. Herkesin vardır. O çok hürüm diye yaşayanlar aklının kölesidir. Akıl nedir ha. Akıl adamı nerelere götürü? Makam-ı aşka çıkıncaya kadar çok kez dolaşıyor insan. Ve ben makam-ı aşka çıktım der, bazı kimseler vardır böyle. Onun da imtihanını yapmışlar. Kudret kimseyi boş bırakmamış.  İmtihanı var. Yüksek ahlakçılardan Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabi o düsturu kurmuştur. Çile makamı aşkta insan denir diyor. Uyuzdan bükülmüş, her tarafı böyle gayet çirkin vaziyette bir kelp ile, gayet hasna, müstesna,  dilara, bir bir kız geldiği vakitte ikisinin  arasında bir fark görüyorsan, makam-ı aşka çıkmadın. Yaa, ölçülü onlar. Musikinin en insanı fani kılabilecek perdesinde çalınan bir vaziyetle, bir eşek anırtısı arasında fark görmüşsen henüz makam-ı aşkta değilsin diyor. Eğer öyleysen… Öyle olduğu dakikadan itibaren işin de şekli değişir.

Bak şimdi ben size bir misal getireyim, söylemiştim bunu ama burasını söylememiştim. Şimdi ben sizin hepinizi zevke girmiş, inanmış, müebbet istikbalde bir huzur almaklık hakkını almış zannıyla konuşuyorum. Bu söyleyeceğim misal inkâr sahasında bulunana ait değildir. Onun dersi ayrı. O konuşma tarzını da biz biliriz. Fakat şimdi onunla vakit geçirmeyelim. Hani bazı insan vardır ki, maddenin kesafetinde boğulmuş kalmıştır, kevn-ü tesadüfünün neticesi olarak ben olmuşum der, ne ebet var, ne bidayet var, işte bu kâinat bir oyuncaktan ibarettir filan der, onun dersi yine ayrı. Onunla konuşacak saha ayrı. Ama şimdi öyle değil de ben yaratılışımdaki gayeyi duydum, bende birçok nimetler var, sahibini arıyorum, huzur etmek istiyorum. Bu sahada geziniyor zannıyla konuşuyorum. Sonra olmuş bir şeyde, olmamış bir şey de değil.

Ne dedik? İman, imandan sonra aşk gelir. Son rütbe o.  Romanda okunan aşk değil ha. Anlattık ya. O en son rütbe. Vaktiyle ben çocuktum yetiştim, Fatihte Karadeniz kapısında Köpekçi Hasan Baba namında mecazipten, zahirde deli gibi, hakikatte kim bilir kendisine göre bir işi olan bir adam. O vakit İstanbul’da çok köpek var. Bu adamcağız da gayet de celalli bir adam. Bir küfe ekmek getirir, sert bir eda ile sanki orduya kumanda veriyormuş gibi böyle gelin der, köpeklere bütün çuvalları onlara doğrar, hiçbir köpek de bir köpeğin ekmeğine elini sürmez. Kapmaz. Nasılsa bir gün bir köpek birisininkini kapmış, o vakit orada sırayla kasaplar vardı, belki hatırlayanlarınız olur. O kasabın biri oradan görmüş, hemen kırmızı markayı almış köpeğe getirmiş bir marka vurmuş. Merak etmiş. Ha, kapınca kaldırmış köpeği şöyle yukarıya, kulağına doğru demiş, dikkat et yolsuzsun, üç gün huzuruma çıkmayacaksın. O da markalamış. Gidip bakıyormuş ekmeği dağıttığı vakitte, orada büyük ağacın dibinde köpek oturuyor, hiç kalkmıyor yerinden. Dördüncü günü kalkmış gelmiş. Böyle acayip bir adam… O vakit patrikhane bir kilisenin tamirini rica ediyor. Abdulhamid izin vermiyor. Kimi çok iltimasçı insanlar koyuyorlar. Hiçbiri, hepsini reddediyor. Nihayet o günün patriğine diyorlar ki, Köpekçi Hasan Baba’nın gönlünü yaparsan sana irade çıkar. Dört tane despot[11] gönderiyor. Benim tarafımdan elini öpün, rica edin bakalım. Gelmişler, anlatmışlar. Üç küfe ekmek getirin bakalım demiş. Doğruyor ekmekleri, köpeklere de ondan sonra, bir kağıt kalem getirin diyor. Sultanım darıltırsın İsa’yı, Musa’yı, eğer yapmazsan kilisayı. Altına Köpekçi Hasan Baba demiş. Ertesi gün de irade çıkmış. Bizim söyleyeceğimiz yer bu değil. Bir parça adamın hüviyetini anlatmak için bunları söyledik. O zamanın tedrisatında medrese var, medresede bir talebe, iç diploma devresi geçirmiş. Bugünki ıstılah[12] da icaze deniyor, icaze. Bugünki tabirle diploma. Zavallı, biliyor bir şey yok. Yaşı kemale ermiş. Kolay mı bu böyle? Devreler bitiyor. Fakat dersi takip ediyor, kitabı alıyor, gidiyor camiye orada öyle bitiyor, bir şey yok, bir malumat edinememiş. Yeniden bir devre başlıyor, yine tekrar baştan başlıyor. Saf temiz bir çocuk, bir adam. Fakat kabiliyeti yok, almıyor. Yanında bir oda arkadaşı mangal yakıyormuş, sabah namazı vakti. O da yine koltuğuna kitabını almış, koşarak gidiyor. Demiş ki, yahu niye bu kadar sen bu işin üzerine düştün? Bu işe nihayet ver, git köyüne rahat et. Senelerin kaç devre dolmuş. Vallahi ne deseniz haklısınız ama demiş, iki sebebi var. Biri köyümde genç bıraktıklarım ihtiyarladı, beni bir şey bilir diye bekler, ikincisi aşkım var öğrenmek isterim. Allah (cc) vermez öğrenemem. O mangal yakan arkadaşı, alay ederek fakat alayını belli etmiyor, istihza ederek, demiş onun kolayı var. Nedir kolayı? Bak rast gelirsen demiş, Köpekçi Hasan Baba’nın elini öp, sana himmet etsin, belki öğrenirsin. Olur mu demiş. Olur olur demiş. Alay ediyor ama. Kendi inanması yok. İnşallah demiş, nerede bulurum filan diyerekten, o zevk ile çıkarken, merdivenlerin başında Hasan Baba dikilmiş. Kemal-i ihlas ile öyle bir teslimiyet ile elini öpmüş. Anlatmış, ben böyle böyleyim. Bir lokma ekmek al da peşime düş demiş. O sokak, bu sokak, o yangın yeri, bu yangın yeri, bir izbe bir yerde. Haşa huzurdan biraz evveli söylediğim gibi, bir köpek, bacakları filan öyle yara, bere, cerahat içerisinde. Öp ayaklarını demiş. Hiç itiraz yok, hiçbir şey yok. O emrin halavetinde[13], orada çirkinlik filan kaybolmuş. Gitmiş, ekmeği de doğra demiş. Ekmeği de doğramış. Başlamış annesine babasına küfür etmeye. Kovmuş. Yolda kendine gelmiş talebe. Evet demiş senin bunlar hep hakkın. Sen kendin adam olamadın, ne kadar büyük büyük profesörlerden ders okudun, almadın, nihayet bir meczubun peşine takıldın, ekmek gitti, kötü bir köpeğin ayağı öpüldü, anana babana güzel küfür edildi, bunlar senin hakkın. Bunu düşüne düşüne yine cami dersine yetişiyor. Kendi anlamıyor ama  o gün de takip etmiş olduğu ders müntehi talebenin artık son, en zor bir kitap Şerh-i Mevakif. Onu okuyorlarmış. Kendi anlamıyor, fakat kitap tutuyor, gidiyor. Açmış, o günün en meşhur ders taklit edenlerinden bir zat, yetmiş seksen tane talebe var karşısında, mana verirken şöyle kalkmış. Efendim şu manada tahsil olunmaz mı değince gözünü açmış, dersi veren zat. Başlamış ağlamaya. Gel efendi çık yerime demiş. Ve ayrılırken de dersi artık bundan sonra bu efendi takip eder, ben de gelir dinlerim. Acaba buradan ben bir şey anlatabildim mi? Herkesin anlayışına göre, burada kısım kısıma ayrılır bu. Bir kısmı deli saçması der, bir kısmı bu işe müpteladır, ah der, yani olmuş. Öyle. Aşk her şeyi halleder. Anlatabildim mi acaba?

Hülasa. Benlikten soyunmadıkça, ahlakın son sınıfına insan giremez. Benlik yok mu ya. Hak ile aramızda en büyük perde kendi varlığımızdır. Bundan ayrılmadıkça zulme de divan durulur, üç günlük adi hayatını idame ettirebilmesi içün, ihtirasat-ı nefsaniyetini tatmin edebilmeklik içün, koca bir camia da yakılır. Bütün rezaletler, bütün cinayetler irtikâp ettirilebilir. Kimin ki benliği ne derece kalındır, ondan o kadar şekavet beklenir. Artık, nispet dâhilinde, bazısında azdır, az çıkar, bazısında orta hallidir, orta halli çıkar. Onu söylüyorduk, beşerin ilmi çok yükseldi. Daha yükselecek. Fenni de o kadar ilerledi, felsefesi derken işte malum herkesçe fakat ah sesi dinmedi. Bunu üzerinde de uğraşan yok insanlar içerisinde. İlm-i tıp teali ediyor, hele cerrahi kısmı. Göz alıyorlar, göz koyuyorlar, bu ufak bir şey değildir ki. Bu olur mu? Olur tabi. Mucizede var ya, Hazreti İsa (as) anadan doğma ölüyü diriltti, gözüne göz verdi ya. Bu  fennen de olacak dedi Allah (cc). Anlatabiliyor muyum acaba? Bunun üzerinde duracak bir şey yok. Bizim iman ettiğimiz büyük kitap, ölü diriltilecek der. Ya  Daha oraya yaklaşmadılar. Biraz sonra yaklaşsınlar. O  o kadar iyi bir şey değil. Ama olacak. Keramat-ı diniyede ne vaki olmuşsa, keramat-ı fenniyede de o olmadıkça kâinata nihayet vermem dedi Allah (cc). Keramat-ı diniyede ölü diriltilmiştir. Binaenaleyh fennen de ölü diriltilecek. Şimdi de diriltiliyor Beş dakika on dakika. O diriltilmiyor. O fizik hadisesi o, hareket. Tenekeye de verirsin, böyle sallanır. Diriltilmek demek, şuuruna sahip olacak. Enesini bilecek. O daha yok. O da olacak. Ve olursa o vakit herkes kurtulur. Yook. Kurtulma olur mu o vakit işte. O vakit diyor ki Allah (cc), ey beşeriyet, bab-ı kudrete kadar el uzattınız, hadi bakalım paydos. Bütün mevcudat sesini, değiştireceğim. Yok olmak yoktur da.   يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتُ وَبَرَزُوا لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ[14]

Şekil değişecek artık diyor. Bunların hepsi olacak.

Biz kendi yolumuza gelelim. Neden dinmiyor ahh sesi? Dinmez mi? Yarım saatte diner. Kudret hilkatle bize misaller getirir. Evvelsi gün herkes cephesi bir tarafta kar yağıyordu Bak bugün sıcak. Ahlak da öyledir. Anlatabildim mi acaba? Bu vücut içerisinde gezen şekiller var işte. Onu tebdil[15] eder Kudret, te’vil[16] eder. Yalnız diyor ki, [17] وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ Bana sarılmadıkça açmam yolu diyor. Şimdi beşer oraya sarılmıyor. Zekâsına meftun, yaratırım sevdası gelmiştir. Bu sevda geldiğinden dolayı, al bakalım diyor, inleyin bakalım. İnliyor. Hemen hemen her konuşmada tekrar ettiğim gibi, Allah (cc)’nün vermiş olduğu en büyük sermaye, havas ile avamın muvazenesi hususunda verdiği sermeyedir. Havasa merhamet, avama hürmet. Bu iki haslet, Kudret’in bize verdiği en büyük sermaye. Bunları görmedikçe, olmaz. Yüksek tabaka, dünyaca yüksek, konuşurken de insan kendisini idare edemiyor. Bir de ahlakta yüksek tabaka vardır. Eshab-ı ittika derler onlara. Gönlü zengin, üüüü. Kalbe sahip olmuş. O ayrı o. Onun hakkında öyle der işte. [18] زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۢ وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ *     زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا     Beni inkâr edenlere, dünyayı o kadar tatlı yaptım ki. Neden öyle? Âdeti öyle. Öyle diyor. زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا Beni inkâr edenlere, dünyanın hayatını o kadar süsledim ki, وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۢ bana iman edenlerle, inanlarla eğlenirler. Haber vermiş dimi hepsini? Hepsi haber verilmiş. Eğlenirler diyor. وَيَسْخَرُونَ مِنَ istihza ederler. Kıymet vermezler, adi görürler, maskara yerine korlar,  وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ Sakınanlar var ya diyor, sakınanlar… Dün bugün için rüya, bugün de yarın için rüya. Kaç yaşındasın? Kırk. Koy orta yere bir şey yok. On misli yap yine yok. Yok bir şey orta yerde. Onun içün bu işi beyan eden şey [19] قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ dır. Belki bin defa okumuşuzdur fakat üzerinde durdun mu manasının? Ne demek onun manası? Hadi bir tatlı mana vereyim de zapt et. Nazar-ı hakikatte meşhut olan ancak Allah (cc)’dür. Nazar-ı mecazide mevcut olan sen ben şu bu. Fakat nazar-ı mecaziye kıymet verilmez. Niçün verilmez? Bedeni göstersene. Durdun dimi ya gösteremedin. Var mıymış kıymeti? Yok. Kim var? O var. Dikkat et bak, ne kadar ince bir yerdir. Nazar-ı hakikatte meşhut olan ancak Allah (cc)’dür. Öyle beyan ediyor kendisini. Ben öyle bir birim ki senin bildiğin gibi adet manzumesinde çiftin mukabili olan bir, bir değilim ben. Hani biz deriz ya Allah (cc) bir. Bildiğimiz bir iki üç dört beş on diye saydığımız cinsten bir.. O biri ben biliyorum hadistir o. Ondan münezzehtir o. Ya. Ben kendi kendimi birlediğim birlikle birim. Bunları öğreteyim, çok canım ister. Çok zevk alırım fakat anlatamam. Nazar-ı hakikatte meşhut olan ancak Hakk’tır. Nazar-ı mecazide, sen de varsın, ben de varım, şu da var, bu da var, defter de var, saat de var. Fakat mecazi varlığın kıymeti yok ki. Neden olmasın efendim? Varsa dedeni göster. Dedenin babasını göster. Anneannenin annesini göster bakayım. Gelmesi ile gitmesi arasında fark bile yok. Yalnız kim var? O var. Onun için Fuzuli bunun farkına varmış da Nem var ki lâf edem özümden, mahfeyle beni benim gözümden. Öyle diyor işte.

وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ sakınanlar var ya diyor. Dayanın böyle, bu âlemde. Bu gibi sözlere üzülmeyin. Cihat edin. Birde bunun mukadderatının kaptırıldığı zaman vardır. O çok fena, o işte çok fena.  وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَدًا [20]   (*) اِنَّهُمْ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُٓوا اِذًا اَبَدًا [21]    Der ki; Siz mukadderatınızı sizden olamayan hiçbir kimseye kaptırmayın. O hiçbir kaydı var. Yani adam benim mahiyetimde, benim elimin altında, benim dizimin dibinde, fayda yok der. Hani kıymet vermezsin, sakın böyle bir şey yapmayın. Mukadderatınızı sizden olmayanlara, hiçbir kimseye kaptırmayın. Bir defa kaptırdınız  mı,  اِنَّهُمْ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ bir de onlar galip gelirlerse يَرْجُمُوكُمْ sizi taşlarlar. Geri kafalı der taşlar, ileri kafalı der haşlar, istihza eder başlar. Üüü, daha kıpırdanamazsın. اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُٓوا اِذًا اَبَدًا  yahut sizi kendilerine mal ederler. Sen kendi hüviyetinden, zati seciyenden, asli fıtratından soyunursun, ondan olursun. O vakit de benden mahrum olursun diyor. Mahkememden mahrum olursun diyor. İşte ahlak insana kendi seciyesini, seciyesini kaptırtmayan, muhafaza eden bir müessesedir.,

Biz manaya çok acip bakmışız, tuhaf kalmışız. Bakın size bir misal vereyim. Fahri Âlem der ki, kim ki bana insanlardan bir şey istemeyeceğini tekeffül[22] ederse, ben ona Hakk’ı tekeffül ederim. ……
Bir açabilmeklik içün bir çöp olsun. Bunu dahi istemekliği size ar görürüm der. Bu kaide niçün konmuştur? Kudretli çalışmak içün. Bir insan bir insandan bir şey istememesi içün, on beş saat on iki saat ne bileyim ben, ne kadar saat varsa çalışması lazım gelir. Emir böyledir. Hem böyle toplamış da size bugün mühim bir şey söyleyeceğim demiş. Gayet mühim bir şey söyleyeceğim. Hepiniz Hak derdi ile yandığınızı söylüyorsunuz, ben tekeffül edeceğim yahu demiş. Kim ki bana söz veriyor kimseden bir şey istemeyecek ben onu Allah(cc) ‘ye tekeffül ettim. Vakta ki biz de bu mana ilmini öğretenler, şunun bunun minneti altında kaldılar, kalınca tabiatıyla bu iyi öğretilemedi. Yıkım buradandır. Anlatabiliyor muyum acaba? Yıkımın sebebi bu.

Dört yerde müsaade etmiş. Nerelerde istenebilir? Dört. Onlar da söylenir, çok sürer, başka bir konuşmada. Dört yerde istisnai. Biz bunların hepsine geri kaldık, anlamadık. Hayır nerede denir? Evet nerede denir? Bir defa bunu kaybettik. Hayır diyeceğimiz yerde evet, evet diyeceğimiz yerde hayır. Hayırla evet kelimesini kullanmasını bilmeyen bir camia, hiçbir vakit dünyada ve manada teali edemez. Yok. Siz zannetmeyin ki insan kendi mesaisini böyle her şeyi yapabilir. Allah (cc) onun çalışmasını görür, niyetini görür, ikisini bir birine ze’m eder, ettikten sonra o verir. Sen hiçbir şey yapamazsın. O halde çalışmayayım mı? Vermez. Çalışma düsturdur. Kuvvetli çalıştığını görür… Görmez misiniz ihtiralar? O bir çok ihtiralar, onların hepsini Allah (cc) rüyada söylemiştir. Kendileri söylerler. Fakat on sekiz saat, yirmi saat, böyle düşüne düşüne düşüne, acıyor Cenab-ı Hak, şurasını şöyle yap diyor, oluyor iş. Anlatabiliyor muyum? Görecek, çalışmanı görecek, çalışmanın niyetini de görecek. Niyet, malum ya ikisi birbirine bağlı. O niyeti görecek, onu gördükten sonra yolu açacak. Muvazene olmuyor insanlarda, onun için inleme kalkmıyor. Gelelim konuştuğumuz yerin an yerine. Olmuyor.

Havas tabakası yüksek tabaka, maddi vaziyeti müsait olan tabaka, manası müsait olan tabaka, her iki taraf beraber gider, düşkün tabakaya, ivazsız, garazsız, minnetsiz, ücretsiz, külfetsiz, merhamet edecek. Aşağı tabaka da o merhameti görünce hürmet edecek. O merhametle o hürmet evlenecek, bir çocuğu olacak, muhabbet. Ondan sonra bak kâinat ne şekilde olur. Şimdi yok bunların hepsi yok. Tamamen kalkmıştır. Senin bana itimadın yok, benim sana itimadım yok. İtimatsız olan yerde Hak yok. Anlatabildim mi? Sen bana inanmıyorsun, ben de sana inanmıyorum, buradan yıkıldık. İtimadımız yok. İstediğin kadar çalış. Ferdin mesaisi kâfi değildir. Toplanacak. Kaç defa misal getirdim, Allah (cc)’ye müracaat edildiği vakitte tek kalple olmaz. Tek kalple olan duayı Allah (cc) şey ediyor,  mefsenet[23] zamanında olduğu vakitte, cevap veriyor.

Ye'tî alen-nâsi zemânün yed'fîhil-mü'minü lil-àmmeti feyeklullàhi Teala.  Üd'u lihàssati nefsike estecib leke, fe ennî sâhitun aleyhim[24]

Yani bir veli, Hakk’a kendisini kabul ettirmiş büyük bir insan, mefsenetin tecelli ettiği devirde elini açarsa Cenab-ı Hak ona diyor ki; Ne istiyorsun sevdiğim? Söyle, ne istiyorsun? Onun içün bir şey istiyorsan darılmışım, yapmam. Zatının bir arzusu varsa yapayım. Şahsına taalluk eden bir iş varsa baş üstüne. Fakat onun için istiyorsan darılmışım yapmam, yok âdetim. Hakk’ın barışabilmesi için insanların barışması şart. Bak nasıl birbirine bağlı. Muhabbet olmazsa, barışmak olmazsa o işte zevk olur mu? Farz edelim ki, beş altı nüfuslu bir ev, üçü dargın üçü barışık, o eve hattı zatında günde on milyon lira giriyor. Ne sofrasında lezzet vardır, ne yastığında, ne yatağında, ne oturmasında ne kalkmasında. Berbat. Faydası var mı? Yok Hiç faydası yok. Mesela şimdi görüyoruz ki bu sene oruç tutanlar çok, insanın hoşuna gidiyor. Manaya karşı bir tebtil[25], demek iradesini kullanmaya başlamış. Malum ya oruç, Allah (cc)’nün irade sıfatını kullanmak demektir. Geçen konuşmamda söylediğim gibi, Huda her sıfatını vermiş, bahusus insana irade sıfatını vermiş. Melekte yok o. Onun için biz mükellefiz. Meleğin bizim kadar kıymeti yok. Melek, Allah (cc)’mün cemal sıfatına mazhardır. Biz hem cemal, hem celal. Onun için naib-i haktır. Meleğe kahabat yapabilmek içün şeyi hadisi halk etmemiş Allah (cc). Bana halk etmiş, irademi verdim kullan bakayım diyor. Anlatabiliyor muyum acaba? Kullan. Fakat şuurlu mu? Düşündüren nokta bu. Şuurlu mu? Görenek mi, şuurlu mu? Zira Peygamber (sav) söyler. Bir zaman gelir, caminin son cemaat yerindeki duvarın dibinde de yer bulunmaz, o kadar iğne atsan yere düşmez fakat içerisinde bir tane mümin olmaz. Şuurlu mu? Şuurlu olduğunu ne vakit anlarsınız? Örf-ü beldede ne vakit mana din modası olur, ahlaksızlık hattı zatında moda halinden kalkar, hah şuurlaşmış denir. Oturması kalkması muamelesi, yalan kalkmış. Ne sen onu kandırabiliyorsun, ne o seni kandırabiliyor. Böyle tamamıyla birbirinize kıble olmuşuz. Sen bende Hakk’ı görüyorsun, ben sende Hakk’ı görüyorum. Sen bana bakınca utanıyorsun, ben sana bakınca utanıyorum. Bu iş şuurlandı demek. Şuurlu mu? Yoksa aç kalmak. Yalnız aç kalmak değildir oruç. Oruç tutmazdan evvelki çıkıklıklarından kaç tanesini giderdin? Hesabını yaptın mı? Bu gün kaç gün oldu? Sekiz, dokuz, on, on bir, on ikinci gün, on iki gündür Allah (cc)’nün sıfatına girdin, bu sıfatlara girdikten sonra, girmezden evvel bende şu kötülükler vardı, bırakabildin mi, bırakamadın mı? Hepsine değil, bir tanesine olsun, yahut iki tanesine olsun. Bir hesap, hasetçiydim, acaba gitti mi? Haindim, acımam hissim azdı acaba acımaklık şeklim başladı mı? Müzevirdim[26], acaba o müzevirliğim gitti mi? İnsanları birbirine düşürmekten zevk alırdım, atabildim mi? Hakk’ın settar ismi bende tecelli etti mi? El- Afüv ismi bende tecelli etti mi? Es-Sabur ismi bende tecelli etti mi? Er-Rezzak ismi bende tecelli etti de açı doyurabildim mi? Anlatabiliyor muyum acaba? Var mı bunların içerisinde, hangisi yapıldı, hah eğer bunlardan, yani tutmazdan evvelki halimizden bir tanesini atsan, muhakkak Hak hiç olmazsa bir günlük orucunu olsun kabul etmiştir. Ama tutmuş da hiç farkı yok.

Menme aseme careteyn ene ve hüve hakeza ve zamme asabi’eh . İki kimsesiz kızı, iki kimsesiz yavruyu, cemiyet içerisinde, insaniyete layık bir vaziyette, yetiştiren kimse, ikimiz huzur-i ilahide yan yana oturacağız. Sonra iyi anlaşılsın diyerekten mübarek parmaklarını böyle yapıyor. Ve zamme asabieh. Nasıl yan yana bilir misiniz diyor, bak buradan bir şey geçmez. Zamm etmiş buradan bir şey geçmez. Misal olaraktan verdim bunu. Öyle bir ibadet ki her ibadetin fevkinde işte. Hangi ibadeti yaparsan yap, böyle yan yana oturabilir misin Rasul-ü Ekrem (sav) ‘le.  Alnını secdede çürüt bakayım. Onlar kolay ibadet. Oruç da kolay, namaz da kolay. Bedava. İradeni kullanacaksın, yapacaksın. Onların zor olan kısımları var işte, onlar  bunlar. Dikkat etseydik bu kadar sefalet olur muydu? Tarihin en eski efendisinin çocuklarıyız biz. Ya. Ama onun şartı da ağırdır ha. Eve girdiği vakitte hariçten sizi tanımayan birisi o bakmış olduğun kızı görünce bu evin kızıdır diyecekler. …. (01:01:40) Külah mı, takke değil ,takke değil, takke öyle olmaz. Torba mı? Torba. Şuraya kadar geçer. Birisi saçlarını da kırpmıştır böyle. Biri uzun biri yukarı. Biri ayağında hanımın ayakkabısı tekinde, bir tekinde de efendinin ayakkabısı, bakkala gider, gelir. Taş merdiveni de siler, kendi kızı içeride yirmi iki derecede, x vaziyetinde oturur tırnaklarını temizler, öbürki de pancar gibi olmuştur. Bu da o şekilde mi acaba? Yok azizim. Öyle değil.Oraya, Fahri Âlem (sav) öyle der, Allah (cc)’nün laneti iner. Belli olmaz ama yedi silsilesinden sonra çeker. Çok, çok ağır iştir o. Yetim büyütmek, kimsesiz büyütmek, garip büyütmek, herkesin kârı değil. Çok büyük insanların kârı. Yetimden… O kadar ağırdır ki, kardeşi de bir şey isteyemez. İki kimse yalnız iş teklif edebilirler. Hocası, iş verir, iş alabilir. Çünkü o ruhunun babasıdır, beriki annesi, kendi babası, annesinin zahrından, neyse rahm-ı maderden çekmiş kalıbını bu âleme atmış. Hocası da manaya ait olan hocası da bu âlemden Allah (cc)’ye atacak. Onun içün iş teklif ederdir. Ben maada kimseye edemez. Bilinmez insanlar nelerden çektiğini. Hiç ummadığı bir yerden, bir yerden yanar, çeker gider. Onun için en sakınılacak, en dikkate alınacak noktalardır. Bu mevzua girdim, girmemin sebebi vardır da onun içün. Mesela, işte şimdi bayram geliyor, Evinde bir yetim var, bir de kızın var. Bunlara bayramlık yapacaksın, cinslerinde fark edersen, onun da aklından geçerse ki, kendi annem olsaydı, babam olsaydı böyle yapmayacaktı, bak kızına elli liralığından aldı da bana on liralığından aldı, hadi yeni yeni giy bakalım filan derler. Bir de öyle hadi kıza… Yanar vallahi. Cayır cayır yakar Allah (cc). O hiç o gün belli olmaz. Onun günü gelir, saati gelir, devresi gider. İnsan hakikatte ölmüyor, ölür, torununu görür, torununun çocuğunu görür, onun çocuğunun çocuğunun öyle bir hale giriftar olduğunu o alem-i hayretten temaşa eder ve derler ki, kendine vaktiyle yapmış olduğunun cezası gelmiştir, bak iki yüz sene evveli yapmış olduğun şekildir, gör, o vakit yanar. Anlatabildim mi? Öyle zor ki bu iş. Biri de gayet iyi bakar. Etraf iyi baksın diyerekten bakıyorum der, içinden geçer. Şimdi ben bunu almasam, bak bak yetim değil mi kıymet vermedi  derler. Geçti mi, o da yandı. Ne bileyim? O kadar ince burası. Benim için yapmadın diyor Allah (cc). Dedikodusu olmasın diye yaptın diyor. Benim hesabıma değildir onlar. Serair-i Zemair-i hafayaya muttali. Hemen hemen her sene bu bayram yakınlarında ben bu misali getiririm, yine  getireyim de burada büyük hisse vardır, hepimize. Adamcağız bir yetim besliyormuş, nadan da bir adam değil ya, olur insanlık bu. Bayram gelmiş, bayram namazından dönmüş, çocukları da var, çocuklar kapıyı açmışlar, sarılmışlar. Onlar, o çocuklar babasını öpmüş, babası çocukları öpmüş, öteki yetim olduğu için belki bir itilirim filan diyerekten gözde duruyormuş, adam da dalgınlıkla onu görmemiş. Geçmiş odasına girmiş. Ya. Kapı çalınmış, bir misafir gelmiş, açmış tanıyor o yetimi, bakmış gözleri öyle şişmiş ağlar. Niye ağlıyorsun demiş. Bak bugün bayram, bugün gülme, mefsenet günüdür. Çocuğun da oluşunda var,

Dilâ iydest herkesî dest-i yâr-i hiş bûsed
Garîbem bîkesem men dest-i gam gam dest-i men bûsed [27]

Bırak o bayram denilen, o çirkin günü bırak. Bırak diyor, bahsetme bana. İşte o geldi, herkes babasını öptü, babası evladını öptü, beni de gam öptü ben de gamı öptüm. Sonra büyük bir insan olmuş bu insanlar. Dikkat olunacak noktalar. Yoruldunuz mu? Keseyim mi?

Konuşurken dedik ki, başladığımızdan, başlayalım da şöyle toplayalım. Mevzuyu keselim. Vazifeden doğan ahlak dedik, aşktan doğan ahlak dedik. Vazife neye derler? Nedir yani vazife? Eski konuşmalarımda bulunanlar bilirler, bu tarifleri çok yapmışımdır. İki üç kelime bizde suistimale uğramıştır. Biri vazife kelimesi. Efendim vazife her şeyden mukaddestir. Güzel, tabir güzel ama yapar eder, vazife vazife… Bir de vicdan. Bir de vicdan kelimesi. Sen benim vicdanıma sor der. Vicdanıma bırak bu işi der. Vazife, vacib’ül icra olan şeye denir. Ne demek? Örfen, cemiyyeten, ahlaken, yapılması mecburi olan işin adına vazife denir. O halde mukaddestir. Mukaddes olan şey kutsiyetten doğar, kutsiyet, o nereden doğar? Ahlakiyattan doğar.  Ahlak nereden doğar? Zat-ı Bari’ye imandan doğar. Ebediyete inanılmayan ahlak sahtekârlıktır. Bir şey olmaz o. Dimi ya? Ben bir gün bir yerde toplanacağım kaidesine gönül vermeyen kimse, orda olmaz o iş. Ama göstereceğiz cemiyette.  Hem münkirdir, hem ahlakı vardır. İntibak kaidesine uymuştur o. Ya vicdanen inkâr sahasında değildir veyahut o onun üzerinde işlenmiştir. Şuurlu değildir. Bunun tersi de vardır. Hem Allah (cc) ye inanırım der,hem de  ne kadar kötü ahlaklıdır. Onun inanması da sahtedir. İnanamamıştır, o da işi söz halinde getirmiştir. İnanmak için buranın yanması şarttır. Anlatabiliyor muyum? Bak ikisi bir.. Cemiyette iki şahsı da görebilirsiniz. Birisi kuvvetli inandım der, en köyü ahlaksızlığı vardır. Biri inanmam der, ahlaka ait numuneleri vardır. İkisinin de aslı yoktur. Öteki inanmamıştır, o sözle inanmak mevzuu bambaşka bir iş o. O ayrı iş o. O telkinlerin tesirinde kalmıştır, tapmamıştır. Tatmamıştır. Anlatabiliyor muyum? Balın kutusunu görmüş ama tatmamış. Ne faydası var. Bir faydası yok. Kısacık bir hayata bağlayan bir adam, vefa gösterebilir mi? Buna imkân var mıdır? İki tane asker tasavvur edin. Misal vereyim de bakalım sen ne diyeceksin? İki tane asker,er biri diyor ki, ben kör bir tesadüfün neticesi olaraktan tekâmül etmiş bir hayvan şeklinde mevcudum. Benim üzerimde hiç kimse yoktur. Ben öyle manaymış, ebediyetmiş, hakmış, hakikatmiş, bunlar hep çirkin sözlerden ibarettir. Binaenaleyh, ben ihtirasat-ı nefsaniyem kabardığı vakit, fırsatı bulduğum zamanda ben onu tatmin etmekten başka bir şey bilmem. İnsan denilen şey tekâmül etmiş bir hayvandır diyor. Diğer er de diyor ki, bakıyorum ben kendi kendime, öyle şey olur mu? Ben kendimi kendim mi yaptım? Kendimi yapsam her şeyi yapacaktım. Muhitim benden  daha zayıf, mana önce hâkim, madde sonra gelir. Bir dirhem yağ parçasına taallük eden nur-u rüyet nedir? Konuşurum da konuşmamın ne olduğunu bilmem. Görürüm de görmemin ne olduğunu bilmem. Var diyor. Şimdi bunun ikisini de cepheye gönder. Düşman savlet[28] eyledi. Hangisi durur? Öteki ben kimsenin sırmasına, kasasına, masasına ölmem der. Beriki der ki, yok vatan, mananın nikabıdır[29], vatan dinin nikabıdır, vatan mananın nikabıdır, vatan seciyenin nikabıdır, binaenaleyh ben bu uğurda öleceğim, yerine Allah (cc)’yü alacağım. Ve deden böyle ölmüştür. Anlatabildim mi? Bu hesaba deden ölmüştür. Bire on dövüşmüştür.

Şimdi zaten inkâr kapısı da kapandı ya artık. Fen mevzuuna girdi dimi? İnkâr kapısı kapandı. Amerikada koyuyorlar masanın üzerine beş tane adamı, huuup yukarıya üç metre kalkıyor. Cazibe kanunu altüst oldu. Kimya muadilleri[30] de bozulacak. Kudret. İnkâr edenler, telkindi diyor, makineye de mi telkin ettiniz. Tık çıkarıyor böyle. Koyuyor musiki aletlerini, tam bir vaziyette, iki yüz sene evvel gelmiş olan musiki heyetini çağırıyor. Şeride de alıyor. Adam yok ama orada çalınıyor. Yalnız taraf halinde bir fotoğraf çekiliyor. Ruh mudur gelen diyeceksiniz belki bana bir sual teveccüh edersiniz. Ruh değildir. Ruh Allah (cc)’nün emridir, uşak olarak kullanılmaz. Ruhun orada almış olduğu sıfattır. Ruhun kendisi gelmez. Sonra, oradan söylenilen sözün hepsi doğru mudur? Hayır. Burada yalancı olan adam orada da yalancıdır. Anlatabiliyor muyum acaba? Yalancıdır o. E bunlar nedir? Bunlar Kudret’in sevdiği insana ders kaçırmasıdır. Bazı bir insanı severi o da inkâr âleminde bulunur, kurtarmak içün onu, böyle yapar o. Durur kafa.

Kalp, bizim sadrımızda, sol tarafımızda, dört köşeli, kan damarları işte bilirsiniz, hepinizin bildiği devranı yaptıran, o kalbi, ahlak ondan bahsetmez. O kalp kalb-i hayvanimizdir. Bu torbanın kalbidir. O kalbe taalluk eden bir kalp vardır. O kalp tasfiye-i ahlak ile Allah (cc)’ye ayna olur. Anlatabildik mi? Binaenaleyh bütün işler orada görülür. Onun zevkini anlayabilmeklik içün de eğer gamm-ı kederden soyunmuş, Hak ile huzur edebilmişsen, bil ki kalbin tamamiyle ayine-i hak olmuştur. Fakat acaba ile dolu, gam ve kederle mesmu[31] , tereddütler içerisinde yüzüyorsa, henüz kalb-i hayvaniden başka kalbe malik değil. İşte diğer cepheyi alacak olursak, dindeki ibadet mevzuları da bunlardır. Bunlar aşılsın içün yaptırır Allah (cc). Mesela oruç, gönlün gubarını[32] siler diyor. Aç almakla gönlün gubarı siler mi silinir mi? Yalnız aç kalacak değilsin ki, kırık kalbi satın alacaksın ya. Onun senin hakkında bir niyazı var ya. Etmese dahi o hali Allah (cc) görüyor ya. Tabi bir karşılık verecek. Biz o niyeti gösterelim elbet. Onu gösterirken de muhakkak bir şey beklemeyelim. Komisyonluk olmasın. Bizi yıkan mesele de o dur.

İmam-ı Hasan’ı (k.v)’yi karısı zehirledi. Ca’de[33],mutalla[34] kâse ile zehirledi. Geldiler kardeşi geldi, kim yaptı dedi. Yapanı biliyorsun benim gibi, ceza mı vereceksin dedi. Kalp işte var. Anlatabildim mi acaba? Kalbe misal. Peygamber (sav) Ana vatanından Medine’ye hicret etti, sevgili kızı babasının aşkıyla yanıyordu, görmek istiyordu, geceleyin koştu. Müşrikin bir haydudu tuttular. Eğer öldürebilirsen sana şu kadar lira vereceğiz dediler. Koştu, mızrakla yaraladı, hamileydi düştü, ıskat-ı cenin[35] oldu, ölümüne sebep verdi, şehit oldu. Gün geldi, İslam’a geçti dünyanın mukadderatı, ağlayarak bir adam geldi, huzur-u nebiye. Ağlıyordu. Beni imha et diyordu. Ve gayet samimi söylüyordu. O imhada hayat olduğunu biliyordu. Ben imhaya gelmedim, ihyaya geldim dedi. Ben insanların hayatını mahvetmeye gelmedim, hayat vermeye geldim. Ben o hayata layık insan değilim, benim hayatım sizin beni imha etmenizdedir. Beni imha edin. Ben sizin imhanızla hayat bulacağım. Biraz huzur bulacağım. Senin suçun nedir dedi. Sormayın, benden alçak adam yok. Söyle bakayım dedi. Ben sizin kızınızı şehit eden caniyim. Bilmedim, kapıldım, bugün anladım ki hakmışsınız siz, beni imha edin. Peygamber (sav) başladı ağlamaya, etrafındakilere dedi ki, yavrumdur dedi, gözüm, ciğerparemdir, kızımdır, gözümün önüne gelir daima içim sızlar. Fakat buna ondan fazla sızladı.  Daha fazla acıdım. Yarabbi, bana bağışlamaz mısın? Kalbe misal anlatabiliyor muyuz acaba? Var mı böyle kalp? Yoksa mudga. Et parçası. Buradaki kalp. Kalp bu.

Bunun rikkatli kısmına misal getirdiğim gibi, diğer kısmına da misal getireceğim. Hilafetin zaptiye nazırı Ömer (r.a). Oğlu bir suçundan dolayı hadd vurulması lazım geliyordu. Bizim mana ahkâmında hükmü kim verirse haddı da o vurur. En mühim nokta bu ama. Daha böyle şey yok. Hiçbir yerde yok. Anlamadım. Anlatayım. Hâkim idamına kararı verdi. Bizzat kendi asacak. Kararı verdi buyurun asın. Başla. Anlatabiliyor muyum? Burada ne var. Burada ne var biliyor musun sen. Neler var, neler var, neler. Hepsini nasıl anlatayım? Saat doldu. Hükmü kim verirse icrayı da o yapar. Hükmü Ömer (ra) verdi haddi de kendi vuracak. Kendi oğlu. Sekseninci deynekte oğlan öldü. Yine vuruyor. Dediler ki hayatına nihayet verilmiştir, niçün vuruyorsun? Hadd insanı temizler, anasından doğmuş gibi yapar. Yarın huzur-u ilahide bu fiili nasıl yaptın dedirtmemek için vuruyorum. Anlatabiliyor muyum? Kalp. Evladımdır çok severim, Allah (cc)’nün ismini evladımdan fazla severim, bak ağlıyorum dedi. Gözyaşıyla vuruyorum dedi. Evladım cihetinden ağlıyorum, Allah (cc)’a muhabbetim cihetinden vuruyorum. Bir şey anlaşılıyor mu acaba?
Tamamen kalp meydana gelirse o vakit sen kâinatın mübecceli[36] olursun. O vakit ne olur? O vakit artık, benliğinden kesafetinden eser kalmaz. Eritmek lazım, pûtede erimek lazım. Aşk pûtesinde kesafeti letafete inkılap ettirmek lazım. Eşyayı başka türlü görürüz. Şimdi göremiyoruz eşyayı başka türlü. Neden? Anamıza bile bakmıyoruz. Ağır geliyor. İcra dairesinde evladından nafaka isteyen baba var. İcra dairesinde… O vakit Hakk’a aşina oluruz. Bir şey okuyalım da konuşmayı keselim. Size çok defalar okudum amma bura ile münasebeti var, tekrar ediyorum.

Matla ı nur safa ı meşreb i rindaneyim.
Aşina i aşka mahrem gayriye bigâneyim.

Kalp sahibi olduktan sonra yanınızda ne söylenecek olunursa, bırak ya hu dersin. Değmez. Anlamam işitmem söylediklerini. Dedikodudur, şudur, budur, bırak bunları. Matla ı nur safa ı meşreb i rindaneyim. Aşina i aşka mahrem gayriye bigâneyim. Var mı ehli aşk. Onunla aşinayım, başka bir şey anlamam. Filanın rütbesi, ötekinin cahı, beriki… Ben Cenab-ı Haydar’ın

Kun ğaniyyel kalbi vagna’ bil kalil
Mut ve la tatlub meaşen min leiym
La tekun lil ayşı mecruhel fuadi
İnnemel rızgu alellahil keriym. (2a)

Bunu düstur ittihaz etmişim der. Öyle diyor o. Zengin kalpli ol. Zengin kalpli ol. Aza kanaat et. Aza kanaat et demek burada tembel ol manasına değil. Bunların tefsiri çok zordur. Bir defa veren el, alan elden hayırlıdır. Düstur bizde bu. Yed'ul ulya hayrun minel yedu's sufla! Daima eliniz üstünde olsun derler. Onun içün bizde bile tasadduk yaparken, nezaket-i ahmediyi muhafaza hususunda böyle vermez de arifler şu şekilde verirler. Kendi veriyor ya, onun gönlüne bir şey gelmesin. Onun üstünde kalsın diyerekten. Anlatabiliyor muyum? Biz kafasına da vururuz. Veren el alan elden üstündür. Buradaki kanaatten maksat Kudret’in bütün servetlerini, sana vermiş olduğu bütün nimetlerini yerli yerine sarf edersin, sarf ettikten sonra tecelliye rıza gösterirsin. Aharın zararına çalışmazsın. İşte bu. Mut ve la tatlub meaşen min leiym. Geçinme hususunda geber de alçağa yüzsuyu dökme. Değer mi diyor. Yüz suyunu hak tezyin etmiştir, altın suyuna benzemez. Altın suyu sayfayı tezyin eder, levhaları tezyin eder. Dökme onu diyor. La tekun lil ayşı mecruhel fuadi. Nazargahı ilahi olan kalbin iç yüzü bulunan gönlünü, suret âleminin şusuyla busuyla yaralama. Nasıl ki aynanın arkasındaki şey dökülürse seni göstermezse, onu da yaralayacak olursan Hakk’ı göremezsin. Aynaya rutubet gelsin, yahut kazınsın, bir yere takılsın, arkasındaki şey çekilsin, orada cam kalır, göremezsin. Sende eğer o gönlünü yaralayacak olursan, orada mudga kalır, et parçası kalır, Allah (cc)’yü göremezsin. La tekun lil ayşı mecruhel fuadi İnnemel rızgu alellahil keriym. Dişini yapan keseceğini önce yapmıştır. Anlatabiliyor muyum acaba? Nafile, boş yere. Şeyin dediği gibi, İbrahim Hakkı’nın dediği gibi,

(3a)
Deme niçün şol şöyle
Yerindedir ol öyle
Bak sonunu  seyreyle

Naçar kalacak yerde
Nagâh açar ol perde
Derman eder her derde
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Bil kâdî-i hâcâtı
Terk eyle murâdâtı
Kıl Âna münâcâtı
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler…

Sen adli zulüm sanma …. Bazı çirkinlikler görürsün, o adildir o. Sen adli zulüm sanma
Sabreyle sakın usanma
Nafile  öd’e yanma…   Öd ateş.
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Bazen görürüz ki, şu iş olacaktı da olmadı, dövünür durursun. Altından ne çıkacağını biliyor musun? Hayrı şerri biz bizatihi bilecek değiliz ki. Koşarsın, koşarsın vapur kaçar, gideceksin farz edelim uzak bir sahaya, eyvah bir ay sonra vapur var diyerekten işlerim de kaldı filan, sabahleyin gazetede okursun, vapur battı hiç kimse çıkmadı. Aman ne iyi binmemişim. Dün dövünüyordun ya. Dün dövünüyordun. Bugünde ah ne iyi gitmemişim. Bilmeyiz biz. [37] وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـًٔا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـًٔا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْۜ

Büyük kitap öyle der. Çok senin kendi hesabına iyi gelen şeyler, senin hakkında iyi değildir, çok kötü görmüş olduğun şeyler de senin hakkında o kadar iyidir ki, onları ben bilirim der. Şuran seni yakmasın. En son söz budur. Şurada bir hâkim vardır, sana alçak demesin. Ondan maada hiçbir şeyden müteessir olma. İnsanın tesir olacak yeri vardır. Şurada oturan o hâkim, hiç kimseyi dinlemez. Sen alçaksın der. Veyahut aferin sana der. İnsansın sen. Senin iklim-i vücuduna Kudret beni koydu ama bir gün beni huzursuz etmedin sen. Kabrin içerisi haset dumanı ile dolu, dışarısı da arsa-ı ibrettir. Bu insan içün kâfidir. Git arada sırada ananı babanı ziyaret et. Büyük dersler alırsın. Dostunu, ahibbanı[38], dimi? O da bizim gibi konuşuyordu, o da bizim gibi söylüyordu, o da bizim gibi hattı zatında birçok emelleri vardı, onun da birçok niyetleri vardı, fakat hattizatında paydos dendi, bize de gelecek, dimi? Buraya kadar dendi mi, bitti iş. Sonra bütün, bütün dert son nefese bağlı. Kolay iş değil o kardeşim. Bu memleketten filan memlekete gitmeye benzemez. Ahbap ziyareti değil bu. Bugün gönlüm olmadı, yarın gideriz bakalım, öbür ay gideriz, öyle bir şey değil ki bu. Son nefese bağlı, karar. Ne acıdır o. Atmış yetmiş seksen sene yaşamışın da, ondan sonra azl oldun amma işte senin neticen hüsrandır denmiş, bunun telafisi mi var, tedavisi mi var? Zaman geçmiş, geriye gelinmiyor, dönesin. Hüküm geçmiş, adet geçmiş, karar başka bir karar değil ki ara yerde bir iltimasçı bulasın. Onun içün sakın ah alma. Neyse, her ne yaparsan yap ama o bulunmasın.

Şebâş derpe-i azar-i kûn est şeriat-i ma ğerîb-î nefis.

Öyle dermiş. Ne yaparsan yap bizim mana ilmimizde gönül kırmaktan başka günah yoktur. Ben bunu okurken çocukken kendi kendime dedim ki, ooo iş ne kadar kolay dedim. Gayet kolay. Okutan adam benim içimi okuyor, arif insan bana  geldi dedi ki şöyle yap dedi hiç unutmam. Kolay diyorsun dimi dedi. Evet dedim. Kolay değil dedi. Hiç kimsenin gönlü kırılmasa çirkin bir şey yapsan, benim buradaki gönlüm kırılır sana dedi. Kurtulmanın imkânı yoktur dedi. Anlatabiliyor muyum acaba? Evet hiç kimsenin gönlünü belli etmeden kırmadın filan fakat senin burada bir gönlün vardır, sana kırılır dedi. Onun sana kırılması, başka gönlün kırılmasına da benzemez dedi. Öbür kırılan gönlü uzaktan görürsün, bu kırılan gönlü daima görürsün dedi. Yakar seni.

Matla ı nur safa-ı meşreb i rindaneyim.
Aşina i aşka mahrem gayriye bigâneyim.  
Neşe i feyzi ezelden mahve i estipana.
Bâdesi birden tükenmek bilmez meyhaneyim.

Tabi  bu meyhane akl-ı nara inkılap ettiren meyhane değil. Ona aşk meyhanesi derler. Bunun kadehi kalp. Kalp kadehinden adama içirirler. İçerisine marifetüllah zevki denir içindeki içkiye. O bade feyz-i manevidir. İçen acayip mest olur. Onun mestliği başka. İşte burada söylüyor, ne oluyor biliyor musun?  

Hem yanar hem neşri envar eylerem etrafıma .
Şem i bezm i aşıkan bihiş i ferzaneyim.
Cezm-i edna çartarındır[39] ettiğin miraçta.
Kays’e ilham-ı cünun-u aşk eyleyen divaneyim. Hani bir Mecnun var ya. Ona o aşkı ben ilham eyledim diyor.


Kibriya ı aşk her mesulumü is’af eder .
Ben anın fahri divanı değil de ya neyim. Anladın mı kibriyayı aşk Allah(cc).
Kibriya ı aşk her mesulumü is’af eder.
Ben anın fahri divanı değil de ya neyim.
Bende madem can evinde devreden pervaneyim.
Nâr ı aşkın benden öğren tab ı est i suzunu.
Ben ana pervaneden evvel yanan pervaneyim.

Yani insanı makam-ı aşka çıkaracak olursa, bu sözlerin manasını insanda tahakkuk ettirir. Bu  tahakkuk ettikten sonra da zaten gelmedeki gitmedeki gaye anlaşılmış olur. Başka ne var zaten. Bugün kâinata da sahip olsan, oturduğun vakitte karnın doyuncaya kadar yersin. Boyun alıncaya kadar bir yerde yatabilirsin. On tane palto giyemezsin. Giyer misin? Sıkıntı olur, istersen onunu birden giy, gez sokakta. Oturunca nihayet şu kadar ekmek yiyeceksin. Hayır hepsini ye patlayıncaya kadar ye. Yiyebiliyor musunuz? Sonra zevk ayrıdır. Dikkat ederseniz Huda en güzel yemeklerden zevki kaldırmıştır. Dimi? Evveli ufacıcık bir parça et, bir tencerede kavrulduğu vakitte, bütün civarda mis gibi bir kokusu olurdu, şimdi ufak evde kavrulsa dahi mutfağın kapısını kapa diyorsun. Neden? Çok geniş kokusu çıkıyor. Niçün? Herkes yemiyor da onun içün. Dedik ya havas ile avamın muvazenesi yok. Herkes yemediğinden dolayı, yiyende de … oluyor. Hastalık niçün ilerliyor? Fakirlerdeki hastalık, zenginlerdeki hastalıktan azdır. Zengin tabaka daha çok hastadır. Kudret ders kaçırıyor. Fakir daha sıhhatlidir. Bugün en zarurette olan yüz kişiyi getirin muayene ettirin, bir de en  müeffer vaziyette bulunanı getirin muayene ettirin, ya kanserdir, ya şekerdir, ya şudur ya böbrektir, ya kalptir, ya işte sayayım mı hepsini? Fakirde daha azdır. Neden? Huda ben vereceğim diyor. Vüdavünnas!, ve huve maridûn[40]  Öyle diyor, doktoru bul diyor, doktoru bulduk bizi tedavi etsin diye, doktor kendi hasta. Öyle. … bağlı. Domates, kuvvetli işte, vitaminli bir gıda. Fakat asitlilik kokar. O eski lezzeti yoktur. Çilek, bir sepet alındığı vakitte bir mahalleye kokusu tutardı. Şimdi koca yemişidir, dut kuyu suyu gibidir. Yiyecek herkesin ağzı ki onda Allah (cc) lezzeti vere. Olmaz başka türlü .Başka türlü olmaz. Hammalı oluruz. Kaç defa söyledim, Allah (cc), Peygamber  (sav) öyle demiştir, her derdin devasını yapmıştır. Hiçbir dert yoktur ki devası halk olmasın. Her derdin devasını Huda halk etti. Devası olmayan, nereden gelir?





[1] Tevsim: İsimlendirme, ad verme.
[2] Hükemâ:  (Hakîm. C.) Âlimler. Çok bilgili kimseler. (Bak: Feylesof) (Enbiyanın ekseri şarkta ve hükemanın ağlebi garpta gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki; şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir; akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz, fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa sa'yiniz ya hebâen gider veya muvakkat, sathî kalır. M.N.)
[3] Sair: Seyreden, harekette olan. Bir şeyden geri kalan. Maadâ. Geçen, dolaşan. Yolcu. Seyyar. Başkası
[4] Nah Suresi 66. Ayet-i kerime وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ي بُطُونِه۪ مِنْ بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَبَنًا خَالِصًا سَٓائِغًا لِلشَّارِب۪ينَ Meali: Gerçekten süt veren hayvanlarda da size bir ibret vardır. Size işkembelerindeki yem artıklarıyla kandan meydana gelen, içenlere içimi kolay halis bir süt içirmekteyiz.
[5] Müncer Nihâyet bulmak. Bir tarafa çekilmek. Sürüklenme. Sona eren, neticelenen.
[6]Bakara Suresi 214. Ayet-i kerime اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْۜ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ[6]
Meali: Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hali (uğradıkları sıkıntılar) başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar, öyle sıkıntılar dokundu ve öyle sarsıldılar ki, hatta peygamber ve beraberinde iman edenler: "Allah'ın yardımı ne zaman?" derlerdi. Bak işte! Gerçekten Allah'ın yardımı yakındır.
[7] Talak Suresi 12. Ayet-i Kerime للّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ الْاَرْضِ مِثْلَهُنَّۜ يَتَنَزَّلُ الْاَمْرُ بَيْنَهُنَّ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ وَاَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا
Meali. Allah O'dur ki yedi göğü ve yerden de onlar kadarını yarattı. Emir bunlar arasında iner ki Allah'ın her şeye kâdir olduğunu ve Allah'ın bilgisinin, her şeyi kuşattığını bilesiniz. 
[8] Lahut  İlâhî âlem. Uluhiyet âlemi. Ruhanî, manevî alem.
[9] Saffat Suresş 6. Ayet-i Kerime اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْكَوَاكِبِۙ Meali: Gerçekten biz dünya göğünü (o yakın göğü) bir zinetle, yıldızlarla süsledik.
[10] TezyinSüslemek. Bezemek. Donatmak.
[11] Despot: Ortodoks Rumların din başkanlarına verilen ad.
[12] Istılah: muvaffakat, uyguluk
[13] Halavet: Tatlılık, şirin olmak
[14] İbrahim Suresi 40. Ayet-i Kerime يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتُ وَبَرَزُوا لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Meali: O gün yeryüzü bir başka yere, gökler, başka göklere çevirilecek ve bütün varlıklar, kabirlerinden çıkıp bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah'ın huzuruna toplanacaklardır.
[15] Tebdil: Değiştirmek. Tağyir etmek. Bir şeyi başka bir hâle veya şeye değiştirmek
[16] Te'vil: (Tef'il veznindendir) Bir nesneye redd ve irca' etmek. Döndürmek. Te'vil kelimesi, bazı müfessirlere göre, rücu' mânasına olan "evl"den alınmıştır.
[17]  Âl-i İmran 101. Ayeti Kerime:  وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ وَف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟ 
Meali: Size Allah'ın âyetleri okunup dururken ve Allah'ın elçisi de aranızda iken nasıl inkâra saparsınız? Kim Allah'a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle doğru yola iletilmiştir
[18] Bakara Suresi 212. Ayet-i Kerime زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۢ وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ 
Meali: Dünya hayatı, inkar edenler için bezendi. (Onlar), iman edenlerle eğleniyorlar. Halbuki takva sahibi olan o müminler, kıyamet günü onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.
[19] İhlas Suresi 1. Ayet-i Kerime  قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ  Meali : De ki; O Allah bir tektir.
[20] Kehf Suresi 19. Ayet-i Kerime: وَكَذٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْۜ قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْۜ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالُوا رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُٓوا اَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هٰذِه۪ٓ اِلَى الْمَد۪ينَةِ فَلْيَنْظُرْ اَيُّهَٓا اَزْكٰى طَعَامًا فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَدًا 
Meali: Onları bir mucize olarak uyuttuğumuz gibi, birbirlerine sorsunlar diye kendilerini uyandırdık da içlerinden bir sözcü şöyle dedi: "Ne kadar durup kaldınız?" (Kimi) "Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık" dediler. (Kimi de) şöyle dediler: "Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi, bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size azık getirsin. Hem çok dikkatli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin."
[21] Kehf suresi 20. Ayet-i Kerime:  اِنَّهُمْ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُٓوا اِذًا اَبَدًا   
Meali: "Çünkü şehir halkı, sizi ellerine geçirirlerse muhakkak sizi taşlayarak öldürürler veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman siz dünyada da ahirette de asla kurtuluşa eremezsiniz.
[22] Tekeffül: Boynuna almak. Birine kefil olmak. Kefâlet etmek veya vermek.
[23] Mefsenet: Şer‘an yasak fiillerin içerdiği veya hakkında özel hüküm bulunmasa da dinin temel amaçlarını ihlâl eden zararlar ve kötülükler anlamında usûl-i fıkıh terimi.
[24] Hadis-i Şerif Enes RA'den Hatib-i Bağdâçdî ve Deylemî rivâyet etmiş
[25] Tebtil: Tamamen hakka yönelmek.
[26] Müzevir: Söz getirip götüren, arabozan (kimse).
[27] Hafız-ı Şirazi.
[28] Savlet: Saldırma. Ani ve şiddetli atılış.
[29] Nikab: Yüz örtüsü, peçe, perde.
[30] Muadil: Müsavi, eşdeğer, denk
[31] Mesmu'Dinlenilen. İşitilen. Duyulmuş. İşitilmiş.
[32] Gubar: Toz
[33] Ca’de binti Eş’as
[34] Mutalla(Tılâ. dan) Yaldızlanmış, yaldızlı.
[35] Iskat-ı cenin: Kadının çocuk düşürmesi
[36] Mübeccel: Muhterem. Azizlenmiş. Yüceltilen, yükseltilen. Büyük saygı gösterilmiş.
[37] Bakara Suresi 216. Ayet-i Kerime كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـًٔا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـًٔا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ۟
Meali: Savaş size farz kılındı, gerçi o size hoş gelmez. Olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa ki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, oysaki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
[38] Ahibba: Dostlar, arkadaşlar.
[39] Çarta: (re) Dünya, âlem, küre-i arz. Dört unsur. Dört teli olan kemençe.
[40] Darb-ı meseldir araplarda. "İnsanların tedavi mercii güya, fakat kendi hastadır" mealinde. "himmete      muhtaç dede kaldı ki himmet ede" gibi bir manada)

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Şemseddin Yeşil - Tüm Hakları Saklıdır..
Designed by CruelKeSh | 2017