297 Nolu
Band (14-06-1959) 94 dk.
Mevzuu esas itibariyle ikiye ayrılmıştı. Vazifeden doğan ahlak,
diğerine de aşktan doğan ahlak demiştik. Vazifeden doğan ahlakın menşei akıl,
aşktan doğan ahlakın da annesi kalp. Tabi buradaki aşk, romanda okunan aşk değil.
İnsan asude kaldığı zaman, içinde sessiz sözsüz, bizsiz sizsiz konuşan
vücudu ile baş başa olduğu an, bir an içün alaka-i kevniyeden kendisini ayırdığı vakit, mana-i ihtivası ve vicdan-ı kibriyasıyla konuşmaya başladığı zaman, kendisine birkaç sual sorar. "Ben kimim?" der. Kendi hüviyeti arasında neler olduğunu taharriye[1] başlar. "Ben elli, atmış kiloluk kan ve kemik torbasıyım surette, benim bu zevahirim vaka iki metre uzunluğunda bir çukura girebilir, orası istiab[2] eder ama bende genişçe bir varlık var. Bütün kâinatı böyle ihata ediyor. Benim aslım nedir? Ben nereden geldim? Kendimi kendim mi getirdim? Kendimi kendim mi yaptım?" Öyle sualler sormaya başlar. Henüz bu sualleri sormamışsa, ahlaka göre makam-ı ademiyete kadem basmamıştır.
vücudu ile baş başa olduğu an, bir an içün alaka-i kevniyeden kendisini ayırdığı vakit, mana-i ihtivası ve vicdan-ı kibriyasıyla konuşmaya başladığı zaman, kendisine birkaç sual sorar. "Ben kimim?" der. Kendi hüviyeti arasında neler olduğunu taharriye[1] başlar. "Ben elli, atmış kiloluk kan ve kemik torbasıyım surette, benim bu zevahirim vaka iki metre uzunluğunda bir çukura girebilir, orası istiab[2] eder ama bende genişçe bir varlık var. Bütün kâinatı böyle ihata ediyor. Benim aslım nedir? Ben nereden geldim? Kendimi kendim mi getirdim? Kendimi kendim mi yaptım?" Öyle sualler sormaya başlar. Henüz bu sualleri sormamışsa, ahlaka göre makam-ı ademiyete kadem basmamıştır.
Malum ya hayvan da yer içer tenasül eder,
insanda yer içer tenasül eder. Bunu ayıracak bir sıfat-ı mümeyyize olacak. Bir
sıfatı var insanın. En büyük sıfatı olanı görmektir. Kendini
yapan her şeyi yapar. Yaratırım sevdasında gezenler bu cümleye dikkat etmeleri
lazım gelir. Hani var ya insanlar bazen böyle, semayı deler gibi bakar, yeri
ezer gibi basar, mevcudata nazar-ı hakaretle bakar. İlk tedavi edeceği şey
burasıdır insanın. Ahlakta ilk ders buradan başlar. Nereye götürüleceğim?
Gelmede gitmede ihtiyarım yok. Benim diyecek elimde bir medarım yok. Vak'a,
beşer zahirde bazen çok kavi gibi gözükür ama hiç görmediği en ufak bir
zerrenin pençe-i kahriyesinde de mahvolur gider. Tuhaftır. Allah (cc) öyle der,
ben çok kaviyi, çok zayıf ile tepeleyenim der. Öyle değil mi? Nemrudun kafasından
sevda-ı rububiyeti en ufak bir bir mahlûku ile parçalayıp çıkarmıştır.
Firavunun [3]
اَنَا۬
رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىۘ davasını
Musa (as)’ın elindeki çoban değneği ile yıkmıştır. Büyük ibretler vardır
içinde.
Neyse biz şimdi
mevzuun asıl yerine girelim. Demek ki ahlak iki kısım: Biri akıldan doğan ki, vazife oluyor o, biri de aştan meydana gelen. Bu aşk romanda okunan aşk
değildir. Kendi aslını bulmak… Rabbisini, mebdeini, maadını, kendi hüviyetini
bulmaklık derdinin adına aşk derler ahlakta. Anlatabildim mi? O öyle bir
muhabbettir ki; hangi kalbe girerse o sıfat ondan maadasını yakar, yıkar,
çıkarır ve insana huzur verir. Huzura insan o vakit kavuşur. Ondan maada
insanda huzur yok. Dün bugün için rüya, bugün de yarın içün rüya. Bazı insanlar
der ki; "Büyük bir masaya sahip olursam ..." Ne olursun bilir misin? Güzel bir köle
olursun. O senin kendi kendine büyüttüğün o güzel masaya sırf o masaya gönül
verirsen güzel kendini bir köle yaparsın. Muazzam bir kasaya malik olursam, bak
neler yapacağım, neler. Neler yapacağım? Ölümü öldürebiliyor musun? Kabrin
kapısını kapayabiliyor musun? Beşerden aczi giderebiliyor musun? Nerede? Ağaran
saçını geriye çeviremezsin. Ama insanda bu cibilli bir haldir. Daha güzelini
görmeden çocuk yalancı boncuğa meftundur. Buluğa erdikten sonra birisi şunu
alır mısın derse şöyle bir bakar. "Benimle istihza mı ediyorsun?" der. Fakat mini miniyken tutturur ağlar.
İnsanların da buluğa ermesi şarttır. Buluğa ermek demek, erkeğin erkekliği
kadının kadınlığını görmek değil. O buluğ-u suridir, bir de buluğ-u manevi
vardır. Anlatabiliyor muyum acaba? Seksen yaşına gelirde yine baliğ olmaz. O
ufacıcık çocukken, cicili bicili bir boncuk moncuk verseler, elinde nesi varsa
verir onu alır. En kıymetli en giran-baha[4]
bir eşyayı bir cam parçasına değişebilir. İnsan da koca bir manasını cife
olacak bir laşe’e değişebilir.
En kıymetli
cevheri sayılı nefesidir. O nefesle yakutu alırsın fakat yakutla bu nefesi
alamazsın. Buna imkân yoktur. Kâinatın
en muazzam varlığı senin olmuş olsa, ömründen geçen bir dakikayı geriye ver
diye yalvarsan, vermez adeti değildir. Geçti der. Süratle akıyor. En süratli
akan nehir, ömür nehridir. Sayısı hesabı filan görülmez. Öyle o kadar süratli
akar. Bu seyri seyredebilmek için Seyr-i MaAllah şarttır. O ne demek? Ooo. Çok vakit
olacak. Misaller vereceğiz, anlaşacağız. Yalnız Seyr-i
MaAllah hiddeti fikirle elde
edilmez. Anlatabildik mi? Şurasını söyleyeyim yalnız. Bir gün anlatırım size.
Bir misal bulayım da daha iyi anlaşılsın diyerekten düşündüm. Bir misal. Bunları anlattın ama der belki birisi içinden. "Hissi söz, güzel. Bunun hariçte vücudu
olur mu?" Aşk nedir, mana nedir, hak ile seyir nedir? Her vakit söylediğim gibi
ahlakın manaya taalluk eden sözleri ebediyete gönül verenler içindir. Şimdi
bizim bu konuştuğumuz mevzuular, yalnız maddenin kesafetinde boğulmuş olanlar
için bir mana ifade etmez. Bir adam ki "Ben diyor, başka bir şey tanımam. Ben bir
kör tesadüfün neticesiyim. İşte diyor, insan tekamül etmiş bir hayvan demektir.
Benim içün fazilet filan, mürüvvet, meveddet, muhabbet, hürmet, merhamet, benim
kitabım, paramın üzerindeki yazıdır. Ben başka bir şey bilmem." Tabi o, o
zihniyette, o duyguda olan kimse bu sözlerden bir şey anlamaz. "Ben bakarım
diyor, yüz, beş yüz, bin, filan, ben başka bir şey anlamam" diyor. Paranın dervîşi. İnsanlar her birisi, hani bazı derler ki efendim
bırak şu adam derviştir filan… Ne dervîşi canım. Dünyada derviş
olmayan kimse var mı? Kimi karının dervîşidir, kimi masanın dervîşidir, kimi
paranın dervişidir, kimi rütbenin dervîşidir,
kimi işte şunun… Herkes gönlünü nereye bağlamışsa bağladığı yerin dervişidir. Anlatabildim
mi acaba? Paranın, kasanın, masanın, rütbenin,
cahın, kadının, adamın…
Yaa, şimdi
misal verecektik. Gayet canlı bir misal vereyim. Uyuyan uykusunda nara atar
dimi? Bağırır. Bir hal diyelim bir… Uyku halinde bir rüya diyelim. Yanındaki
onun konuşmasını duyar mı? Uyanık öteki. Anlatabildim mi acaba? Öteki hal-ü
menamda [5]
konuşuyor, bağırıyor, zevk ediyor, yiyor, içiyor, mükemmel mükemmel anlatıyor,
fakat yanında bir uyanık adam var, anlar mı?
Anlamadığı gibi, aşıkın, arifin gönlündeki sedayı da gafil anlamaz. Acaba bir
şey anlatamadım mı? Bu lacivert kubbe ne insanlar yetiştirir? Ve o insan içün
yapılmıştır. Diğerleri nedir? Hâdim. Büyük bir saray tasavvur edin, büyük bir
teşkilat tasavvur edin, muazzam bir konak tasavvur edin, içerisinde hizmetçi
var, şoför var, bilmem ne bileyim kâhya var, uşak var, hâdim var, kapıcı var,
şu var, bu var. İçeride nihayet iki tane de şahsiyet var, bir adam, bir kadın.
Yemekler pişer, kalorifer dairesi çalışır, şu, bu… Nereye çalışır? O hep iki şahsa
çalışır, yüzlerce adam. Bir yandan yemek pişer, onlar da aynı yemekten yerler.
Belki o iki adamdan fazla yerler. Onlar ikişer lokma yer, onlar yirmişer lokma
yer. Fakat maksat, o teşkilat, o iki şahıs için kurulmuştur. Allah'da (cc) bu
teşkilatını Hazreti İnsan için kurmuştur diyor. Anlatabildim mi? Onlar ara
yerden çekildiği vakitte ne saray kalır, ne debdebesi, ne uşağı ne kalorifer
dairesi, hepsi gider. O Hazreti İnsan da bu lacivert kubbeden çekildiği vakitte
Huda paydos der, geçer gider. Anlatabildik mi acaba?
Onun içün taklit ile yaşamayı Allah (cc)
makbul tutmaz. Taklitten kurtulmanın çaresine bakmalı. Tahkike çıkmalı. Tahkike
de imanla çıkılır, aşkla çıkılır, anlatabildim mi acaba? İman. İbrahim (as)
siret olmalı ki nar-ı nemrut adamı yakmasın. İbrahim (as) siret olmalı. Ve o sirete mazhar olan insanlarla dostluk
tedarik etmeli ki onlar, gel benim akıl kanatlarımla uç derler. Pervaz eyle.
Zaman kısa müddet az, çok himmet lazım. İki gününü bir birine müsavi kılan
aldanmıştır der, Beşeriyetin Fahri Ebedisi. Yani Hazreti Muhammed Aleyhisselatü Vesselam, bir adam iki gününü birbirine müsavi kılmış mı, hem maddeten, hem
manen, dün on kuruşu var, bugün de on kuruşu var, aldanmış adam, magbun[6]
der. Dün indi ilahide şu kadar mevkii var bugün de bu kadar, o da aldanmış. Daima teali, uruç
lazım. Daima kırık kalp satın almak lazım. Bunu her konuşmada tekrar ediyorum. Bu bedava alınır. Bu bedava alınan çok
kıymetli matahın müşterisi Allah'dır (cc). Niçün beşeriyet bu işe hepimiz
kuvvetimizi sarf etmeyiz? O da bir mevzuu.
Malum ya, zengin adam kime denir?
Kimin bedeninde çok kalp varsa ona zengin denir. O terklerin
hepsi kalır. Allah (cc) kalp sahiplerini bırakır adamın elinde. Anlatabildim
mi? Allah ne vermişse alır. Adeti o. Hemen hemen bunu bir senedir söylüyorum,
mevzuun burasını. [7]
وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ diyor. Mirasçı benim diyor. Çalıştırır, çalıştırır, çalıştırır, ondan sonra
hadi bakalım, arş. Ya, inanana da inanmayana da, münkiri de musaddıki da ehli
tastik de ehli inkâr da herkes, her zerre ona çalışır. O zanneder ki kendime
çalışırım. Neyi kendine çalışırsın?
Herkes ona. Her şey onun ve çalıştırır. Çalıştırdıktan sonra bir an
gelir, hadi bakalım. Yalnız eğer bu çalışması esnasında birkaç tane kırık kalp
almışsa, bunlara elini sürmez. Bunlara mukabil kendini verir. Ene inde min kesret ül kulub der.
Gafiller beni göklerde semalarda arar, ben kırık kalplerde bulunuyorum der. Yapamıyoruz. Bu
gayet kolay bir şey ama yapamıyoruz. Sevindirtmek. Mahsun adamı sevindirtmekten
büyük ibadet, taat, daha büyük hiçbir şey yok. Mahsun bir adam.
Mesela bazı
kimseler gönlünden geçer, canım o adam bana tenezzül mü eder ki selam versin?
İn aşağıya ver selamı. O başka bir türlü olur.
Aciz geldi işini göremiyor, aklın eriyor, yardım et. Kötülük yapmak bir
büyük kabahat di mi? Tabi. O ayrılır o. Cinayeti olur, rezaleti olur, şusu olur,
busu olur. İyilik yapmak kudreti varken yapmamak, o da kötülüktür diyor Allah
(cc). Çünkü benim sermayemdi o. Sana iyilik yapmaklık kabiliyetini verdim,
yapabilirdin sen o iyiliği. Mal benim diyor. Kullanmadın yerli yerine sen kötü
adamsın diyor, alçaksın diyor. Ben karıncayı incitmedim. Güzel güzel ama sen
iyilik yapabilir miydin? Bu saha sana verilmiş miydi? Verilmişti. Yapmadın
di mi? Kötü adamsın, der. Burasını anlatabildim mi acaba? Evet, hiç kimseyi
incitmemiş. Fakat iyilik yapma kudreti varken de "Bana ne" demiş, yapmamış. Bütün uzuvlar mesuldür. Hepsi. Gözüne zulmetme. Öyle diyor
kendisi. Sorarım hepsinden diyor. كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْؤول عَنْ رَعِيَّتِهِ[8] Her biriniz çobansınız, her çoban
kendisine verilen matahından mesuldür. Gayet açık bir misalle emrolunmuş. كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْؤول عَنْ رَعِيَّتِه Her biriniz çobansınız, her çoban kendisine, evladından, karısından,
kardeşinden, ahbabından, dostundan, büyüğünden, küçüğünden, herkes birbirine bağlanmıştır.
Birbirinin hukukundan mesuldür. Bunun manası bu.
Benim hiç kimsem yok. Hiçbir
şeyle alakam yok. Aza-ı cevahirin var, elinden mesulsün, gözünden mesulsün,
kulağından mesulsün, kalbinden mesulsün. Kalbin vazifesi, gönlün vazifesi, bir
yer ile uğraşacak, bir yere bağlanacak. Oraya bağlamamış, o başka yere
bağlamış, zalimdir demek, mesuldür. Gözünü nazar-ı itibar yapmamış. Anlatamıyor
muyum? Anlatabildim mi? Lüzumsuz yere bakaraktan geçirmiş, o gözün zalimidir,
mesuldür. Kulak ki bütün mana sem’a[9]
bağlı. En büyük uzuv, işitmek yani semi… İşitmek kalksa her şey düşer, anlatabildim
mi? Bütün ilimler, bütün varlıklar ne ile meydana geliyor? İşitmekle. Bizim
elimizde bedava olduğu için kıymetini bilmiyoruz. En son tatile uğrayan uzuv da
odur. İnsana hayattan azl oldun emri gelirken yavaş yavaş hepsi veda eder,
Allah (cc) kulağa en son eder. Acaba anlatabildim mi? Son, en son eder. Neden?
Çünkü vahiy sem’a bağlıdır. Onu en son… İşittikten sonra adam oldun, belki en sonra
yine rücu edersin, merhamet varda onun içün. Anlatabiliyor muyum acaba?
İşittikten sonra adam oldun. En büyük nimet… Belki rücu edersin diyor. Ne
bileyim? Yine çok merhametli Allah (cc). Bak çok şık bir şey söyleyeyim sana.
Ne bahaneler yapmıştır Allah(cc) insanı kurtarmak içün. Ne büyük bahaneler.
Cesaretim yok konuşmaya ama sizi ben tekâmül etmiş, ebediyete inanmış, manaya
gönül vermiş, insanlığa hizmet etmekliği gaye edinmiş, yapıyor yapmıyor,
elinden geliyor, gelmiyor başka fakat niyeti var. Acıma hissi var hülasa. Bir
adam da acıma hissi var mı o günün birinde yakasını kurtarır. Anlatabildim mi? Yokla kendini, acıma hissi
varsa kurtarır. Sizi öyle zannettiğim
için söyleyeceğim.
Allah (cc) en sevgili
dostuna diyor ki, ben bazı kula suç yaptırırım kendisini kurtarmak içün. Siz
bunu sakın suiistimal etmeyin. Zaten söylendikten sonra suiistimal de edilmez
zaten. Bazı kabahatler vardır ki o kabahat onu bana yaklaştırır. Bazı
kabahatler vardır ki o kabahat onu bana yaklaştırır. Onu sormuş, söylemişler.
Şaşırmış herkes. Hem suç, hem yaklaşmak nasıl şey? Buyuruyorlar ki, o kimse
kendine çok mağrur idi. Kafası dik, eğilmeye imkânı yok. O gururu benim ile beraber
azamet yarışına kalkmaktır. Şirktir, affolunmayan bir suçtur. Allah'ın (cc) sevmediği şey. Dünyada fenalık hep ondan çıkıyor. Sevmiyor Huda. Benlik davası.
Böyle geçip gidecekti, ona ufak bir zelle[10]
irtikâp ettirttim, kendinden utandı, boynunu büktü. Hah, anlatabiliyor muyum
acaba? Onun kibr-i nahvetini[11],
irtikab etmiş olduğu bir zelle ile yıktım. Bizim irtikâp ettiğimiz suçlar da
hiç olmazsa bu araya girsin. Suç yaptığımız halde kafamız dik olmasın. Bir şey
anlatabiliyor muyum? En mühim nokta bu…
O vakit ona ne diyor? Sıyrık diyor, hayâsız. El haya u katretün iza
kutire kutile. Hayâ
yüz suyudur. Bir insanın ilk önce utanacağı şey varlık kendidir. Kendinden
utanmayan kimseden utanmaz. Belle bunu. Hani bazıları der ya efendim, "İnsanlardan utanmadın mı?" Bu tabir doğru değil. Kendinden utanmadın mı?
Kendinden utanmadın mı kimseden utanmazsın. İlk önce kendinden utanacaksın.
Kendi mümin olacak ki utanacak. İman olmayınca utanmak olmaz. Anlatabiliyor
muyum? Buraya kadarını söylememiştim, şimdi söylüyorum. Kendinden utanacağı
söyledim amma burasını söylememiştim. Neden kendinden utanacak? Utanmak içün
iman şarttır. İnanacak. Ben yarın bir huzura gideceğim. Seni insan yaptık da
kabahat mi ettik diyecekler. İlk önce kendinden. Bir adam kendinden utanıyor
mu, o adam felah bulur. Kendinden utanan günahkarın enini[12]
diyor, buhurdanlıktaki kokuya benzer. Hani güzel bir koku yakarlar
buhurdanlıkta, o koku âlem-i arşa gittiği vakitte melekler günah kokusu
geliyor, dönmüş bir günah kokusu geliyor, rücu etmiş bir insanın yalvarış
kokusu geliyor, bize bağışla derler. Anlatabiliyor muyum? Bize bağışla derler.
Bunu insan dedirtmeli. Kestirmesi bu.
Bunu dedirtmek
içün, konuşmaya başladığım vakit de ki cümlelere dikkat etmek lazım gelir ki
geliş ve gidişteki gayeyi duymak. Bir adam nicün geldiğini ve nereye
götürüleceğini düşünüp bunu duymaya başladıktan sonra derhal içinden sessiz
sözsüz, bizsiz sizsiz konuşan varlıktan ebed sedasını duyar. Öyle asude kaldığı
vakitte gönlünden ebed, ebed diye o sayhayı[13]
duyar. Onu duyduktan sonra tabiatıyla
utanmak şekli tecelli eder. Duymadıkça etmez. O sahtedir o. Utandı mı, merhamet
başlar, hürmet başlar, muhabbet başlar, intizam-ı âlemde bu üç şey ile devam
eder. Hangi cemiyette merhamet, muhabbet, hürmet kalkmıştır, o cemiyet
yıkılmaya mahkûmdur. O şahıs halen müntehirdir[14].
Ölüdür yani ya. Onda iş yok. Kalp yok ki. Onun içün öyle der Allah (cc); [15] لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ Ben bunu söyledim ama kalbi olan içün der.
Bizde bu kalp, o mudga[16] o
mudga, kalp ayrı bir iş. Her taraftan Hakk’ı müşahede ettiğinden dolayı ismine
kalp denmiştir. Anlatabildim mi? Belle bu tabiri. Her taraftan Hakk’ı müşahede ettiğinden
dolayı kalp ismini almıştır. Onun içün o
kalbi kuyudan dışarıya çıkarmalı. Geçen hafta konuşuyorduk dimi bunun üzerinde?
Biraz daha konuşalım. Çabuk çabuk bitmez kalp. Bir ufak tarifini yaptım. Her
taraftan Hakk’ı müşahede ettiğinden dolayı ismine kalp denmiştir.
Kalbi meydana
çıkarabilmeklik içün zor şartlar var. İnsanın iklim-i vücudunda çöreklenmiş bir
ejderha vardır. Yedi tane başı vardır. Dar-ı cahim de[17]
yedi kapılıdır. Anlatabiliyor muyum? Tak’irhane-i zulm olan, cehennem de yedi kapılıdır hülasa.
Yedi tane kapısı var. İnsanı her kapısından, o söylemiş olduğum yedi başlı
ejderhanın, bir tanesi sokar adamı. Hırs, kapının biri. Tamah, kibir, buğz,
adavet, riya, şehvet. Anlatabildik mi acaba? Nefs-i emmare, iklim-i vücudunda
çöreklenmiş olan nefis, insanı avlarken iki tane yem atar, biri hırstır, biri de
şehvettir. Ten sahasında, anlatabiliyor muyum? Seni bir defa o tuzağa koydu mu,
avladı mı yandın. Hırs icabında insanı acze götürür, icabında küfre götürür.
Çünkü hırs bu başka bir şeye benzemez ki. Hele o hırs, gelmedi aşağısı, kusura
bakma.
İhtirasat-ı
nefsaniye hiçbir vakit beşerde tatmin olmaz. Eğer kalbi esaretten kurtarmazsa.
Misal vereyim bak, adi misal. Hiç parası yok bir adamın, vaziyeti düşkün.
Züğürtlük insanı maneviyata sevk eder dimi ya? Hiç parası yok olan adam yolda
yürürken belli olur. Boyuna taşa çarpar ayağını. Seke seke gider. Konuşması
daha masumane olur. Tuhaftır beşeriyet, acayip bir şey. Kadının evinde şıp şıp
terlikle gezişiyle, her vakit söylerim ya, yüksek topuklu bir şeyle gezişi
arasında bile fark vardır. Cibilli şeyler bunlar. Bir adamın büyük bir masası
varken ki konuşmasıyla masadan düştükten sonraki konuşması arasında, büyük bir
rütbesi varken görüşmesiyle, düştükten sonraki görüşmesi arasında çok farklar
var. Efendim bazı insanda yok. Onlar istisna, onlara Hazreti İnsan diyor ahlak.
O ayrı iş o. İstisnalar kaideye girmez. Evet vardır öyle bazı insanlar.
Olabiliyor. Pek ender.
Üniversite
hocalarından bir Naim bey vardı, Allah rahmet eylesin. İşte O onlardan biriydi.
Dünyanın en büyük tanınmış olan bir şahsiyeti gelsin, cemiyetin hiç kimsenin
kıymet vermediği bir sümüklü adam gelsin konuşurken ikisi arasında bir fark
görmezsin. Hiç. Ama bir gün mü böyle? Canın
sıkıldığı vakitte, zevkli zamanında, her vakit öyle. Kibar bir adam. Ama kibar da
bir şekilde de Allah’ına gitti. Bir öğle
namazının farzının ikinci rekâtının ikinci secdesinde سُبْحَانَ رَبِّىَ ا‘عْلَى dedi bir daha demedi. Daldı gitti. Men tevaza'e refe'ahullah..[i] Kim ki tevazu ile hayatını yetirir, o
kimseyi Allah (cc) yükseltir, Allah'ın (cc) yükselttiği senin benim yükseltmeme
benzemez. Ben seni yükseltirim biri gelir benim yükselttiğimi tepetaklak hop der
düşersin. Allah (cc) yükselti mi bir şey yok. Sonra hakkıyla âlim adam. Öyle
beş on kelime bellemiş, sırası gelmiş de bir iskemleye oturmuş değil. O iskemle
ona her yerde hazır, her vakit, muazzam. Her ilimde yeti tulası[18]
var. Fakat böyle gördün mü, hep bir.
Ben öyle iki tane
adama rast geldim, biri O, biri de hattı zatında başka bir zat vardı. Mehmet Emin Efendi
derlerdi. Herhangi bir şey sorulduğu vakitte kalbi mehbet-i ilham olsa gerek.
Başka türlü olmaz. Doyuracak bir şekilde insana ilmini verir, söyle işitmiştim
der, kendisine mal etmez. Anlatabildim mi acaba?
Mevzuun
neresinde kalmıştık, hatırlatın bakalım bana. Nefs-i emmare, buraları
söylüyorduk. Son cümle şu idi, ben yine hatırlatayım size. Züğürtlük insanı
maneviyata sevk eder dedim, dimi? Şusu varken başka, busu varken başka. Hep bir
hal üzere kalmak… Onlar istisna, kaideye girmez dedik. Allah (cc) bütün mevcudatı, her
zerreyi, bir birine nikâhlamıştır. Kâinatta nikâhsız hiçbir zerre yoktur. Kalbi
anlatacağım size, kalbin kuyudan çıkarılmasını. Mesela elektrik mevzuunda,
müspet kutup, menfi kutup bir araya gelir, hani elektrik denilen şey,
mahiyeti daha beşerin ihtira etmiş eliyle
ama bilmez. Görünen zevahiri meydana gelir derim ben. Elektriğin ne olduğunu
ihtira eden de bilmez. Ya, Allah (cc) verir, verir adama da bir yerine gelir
dur bakalım der. Su iki gazdan teşekkül
eder. Müvellid-ül ma[19],
müvellid-ül humuza[20]. İkisi
bir araya gelir, üçüncü istihale olur. Üçüncü nasıl oldu dediği vakitte
kimyager de bilmez. Bu gördüğümüz şey olur. Yer gök, sema arz ile izdivac eder, Allah (cc) semanın
feyzini arza verir, ikisi birleştikten sonra hayat devam eder. Anlatabildim mi?
Ruhun da zevcesi vardır. Hani, her zerre dedim ya misal getiriyoruz.
Eski
konuşmalarda Hazreti Yusuf (as)’dan bahsetmiştik. Onun bir iç manası vardır,
bir de dış manası vardır. Bir zahiri manası var, bir de enfüsi manası var.
Zahirde hepiniz bilirsiniz, tarih yazar. Yusuf isminde, Yusuf Aleyhisselam
isminde bir peygamber gelmiş. Şöyle böyle şöyle böyle. Buralarını da anlatayım
mı, istiyor musunuz? Bilinen şey ama bazı yeri net değil, daha başka türlü.
Yakup (as) babası. İsimde incelik var. Yakup, takip eden demektir. Kimi takip
ediyor? Yusuf'u (as). İnsan neyi takip edecek? Kalbini. Neden? Kalp nazargah-ı
İlahidir. Vicdanın tavattun[21]
ettiği yerdir. Anlatabilmiyor muyum? Eğer sen makam-ı ademiyete kadem
basmışsan, irtikab etmiş olduğun kötülük varsa, beşer arasında belki kendini,
idare edersin, şekiller yaparsın filan meydana çıkarsın fakat içinde o sessiz sözsüz,
bizsiz sizsiz konuşan o kalp sana alçaksın der. Onun sesini boğamazsın. Sen şöyle
yaptın böyle yaptın şu şekille, servetinle, cahınla, maddenle, modelinle, işini
becerdin, ohh diye derin nefes alıyorsun ama o nefesin senin ben boğarım der. Sen adisin der. Daima seni
recm eder. Anlatabiliyor muyum acaba?
Biliyorsunuz,
Yusuf (as) kardeşleri kuyuya attılar. Atmalarındaki amil neydi? İşte o biraz
evveli yedi başlı dedim ya, bir tanesi o hırs, hased. Bizden sonra o olacak.
Bizden sonra demişim yani. Babamızın yerine o sahip olacak, o cemiyet
içerisinde daha sevgili, daha muhabbetli diye nihayet imhasına kadar karar verdiler.
Mısır’a aziz oldu, sabrının neticesinde. Bunu bilmeyenler zannederler ki böyle
işte Mısır denilen dünyada bir eyalet var, oraya… E onun oraya aziz olmasıyla ne
kıymeti var? Nedir yani Mısır’a aziz? Kral Faruk da Mısır’a Aziz olmuştu, ne
çıkar? İngilizler bir vakit idare etmişti? Ne çıkar yani? O kadar değer bir şey
mi ki Allah (cc) kocaman kitabında bahseder? Bir şey anlatamıyor muyum? O kadar
bir kıymet mi? Nedir? Bir mana ifade eder mi? Yusuf kendi Mısır’ına aziz
olmuştu. Kendi Mısır’ı ne? Arşın, semanın, arzın, her devletin, her milletin,
her hükümetin, her varlığın bir ölçüsü vardır, bir sınırı vardır fakat insanın
sınırı yok. Bir şey anlatamıyor muyum? Her sahanın bir ölçüsü vardır fakat
insanın?
Mihen geçer
dedik amma hakikat öyle değil
Zevali yok
gam u aşkın bu mihnet öyle değil.
Olur mu hiç
giremser piyale nuş-i cemal
Humarı olmaz
o camın o işret öyle değil.
Hudutsuz
düvel olmaz fakat senin hüsnün hududa sığmıyor asla, bu devlet öyle değil. Acaba
anlatamadım mı? Her yerin bir hududu vardır. E-Sahayı sathiyesi…
Hudutsuz düvel olmaz fakat senin hüsnün hududa sığmıyor asla, bu devlet öyle
değil. İnsan kendi iklim-i vücuduna sultan olursa, o vakit işte ona Mısır’ın
azizi derler. Bilmiyorum anlatabildim mi? Hak ile tam alışveriş edende odur.
Kendi Mısır’ına sultan olmuş. Ne vakit olur o? Kalbi çıkarırsan. Beşeriyet
zindanından çıkacak.
Ruhun iki tane
karısı var. Biri nefis biri akıl. Akıl her vakit doğurmaz. Pek nazlı bir kadın.
Ondan olan çocuğun adına vicdan derler. Anlatabildim mi acaba? Nefis, on bir
tane çocuğu… Kötülüğü yaptırmaklık içün ne vakit ki nefis teşvik eder, havas-ı
hamseyi zahire, havas-ı hamseyi batına, anlatabiliyor muyum acaba? İç hisler,
dış hisler. Bilmiyorum, ifade edebiliyor muyum? Ele bir kötülük yaptırtmak
istiyor, git şu işi yap. Kalp mani olur, yapma der değmez. Göze bir fenalık
emreder, kalp mani olur. Nihayet bunlar birleşiyorlar, diyorlar ki, bu kalp sağ
kaldığı müddetçe, bizim bir şey yapmamıza imkân yoktur. Ne yapalım? İttifak
edelim, sen de reyini ver, biz bunu öldürelim. Ölümüne kadar verdikleri vakit
kuvve-i müfekkire, iç hislerden, anlatabildik dimi? İyi ama diyor, bu
ittifakımız bu hususta yanlış. Biz kalbi öldürürsek kendimizde yaşayamayacağız.
Onu öldürmeyelim. Ne yapalım? Onu beşeriyet kuyusuna atalım. Anlatabildim mi
acaba? Onu beşeriyet kuyusuna atalım. Atıyorlar. Zahirde hani bir kardeşi gelir
de kuyuya bakarmış… Biraz bu ders ağırca
amma bu konuşmamız, işte anlatabildiğim kadar. Elbette bir yerinden bir zevk
edinirsin. Anlatamayacak kadar bir şey öğrenilir. Pek birden bire anlatamazsın
aldığını. Zevki kalsın zaten. Bazen aldığını tamamen anlatmak isteyenler
oluyor, onun mealini anlatın, kelime bozulursa murat değişir. İşitiyorum hariçte
ben böyle bir şey demedim. Mesela bir tanesini işittim. (47:07)
..konuştu ki namaz kılmayayım mı?
Yanına çıkmaya sıkılırsın, çıkamam dersin. Türlü cinayeti rezaleti yapıp da bu
oyuncak mıdır, nasıl çıkarsın huzura dedi. Anlatabildim mi acaba? Bu cümle başka senin tefsir ettiğin mana yine başka. Ne
bozarsın bunu? Âdem olacaksın dedim. Kendi kendine suallerini soracaksın. İç
âleminden bu suallerine cevap verecek, inan denecek inan. Neye inan? Mebdeine,
mevlidine, maadına, Hakk’a inan, aslını ara, o vakit ademiyet başlar. Ademiyet
kâfi gelmez, büyük kitap insanları üç sınıfa ayırmıştır. Esrara vakıf olanlar,
esmaya vakıf olanlar, bunlardan agâh olmayanlar da hayvan-ı natıkdır demiştir.
Anlatabiliyor muyum acaba? Binaenaleyh, sen makam-ı ademiyete çıkmışsan, henüz
Hakk’ı isimleriyle biliyorsun. Bu makamda kalma, Hakk’ı kendisi ile bil. O
vakit insan olursun. Teslim olursun, sonra insan olursun. Hakk’ı kendisiyle
bildiğin vakitte Hak tenezzül eder. Gel konuşalım der. Anlatabildim mi? Bu
başka, öbür cümle başka. Şimdi bu anlattığım da öyledir. Bunu iyi anlayamazsa bir
adam hariçte bozar. Hariçte bozar. Hani bazı insanlar vardır şöyle, hem
namazını kılar, hem de can yakar. Ha, o iş başka o iş başka der. Nasıl başka? Ne
demek o iş başka, o iş başka? O iş başka o iş başka ne demek? [22] من لم تنهه صلاته عن الفحشاء والمنكر لم تزدده من
الله إلا بعداا Her hangi bir adam namaz kıldığı halde o adam fenalık yapıyor,
kendisinde Hakk’ın istemediği şeyler var, o adam bilsin ki o namaz onu Allah'tan (cc) uzaklaştırıyor. O ilaç o. Şu adam şeklini yapmış. Şeklini yapan başka,
kendini yapan başka… Bunlar ince işler.
Zeynel Abidin
Hazretleri, Eimme-i İsnâ Aşer[23]
den, ne vakit ki namazı kılmaya kalkarmış, öyle tatlı bir sarı, o pembe beyaz
yanakları kül gibi olurmuş. Bilmeyenler, "Aniden rahatsızlandınız mı?" "Hayır! İçeriye giriyorum" dermiş. Anlatabildim mi acaba? İçeriye giriyorum. Ya. İmam-ı
Ali (kv) yaralandı, operatör diyor ki; cerrah cerrah diyor ki; yara şeklini
değiştirecek, acele ameliyat yapılması lazım. El sürülmüyor. Bugün maddi morfin
yok. Yaranın etrafına dokunmayın, semadan yıldız düşüyor gibi geliyor diyor.
Öyle bir zehirli kılıç yarası, ama vakit geçmeye gelmez demişler. Pekala demiş.
Beni namaz arasında ameliyat edin. Ben secdeye kafamı koydum mu benden eser
kalmaz. Parça parça yap, ne yaparsan yap. Peki diyorlar, işte ameliyat
yapılıyor. Anlatabiliyor muyum acaba? (Çok güzel).
Yakup (as)
takip ediyor Yusuf (as)’ı. Ruh yani ya. Ruh, kalp beşeriyet zindanına girdi,
ruh ona âşık. Kudret ona diyor ki, ihlas ipiyle aşk kovasını saldırt içeriye o
ona taalluk eder çıkar. İhlas ipi ile aşk kovası içeriye saldırılıyor kalp
çıkarılıyor meydana Yusuf (as) meydana çıkıyor. Binaenaleyh insanın da bir
kalbe sahip olabilmesi için evvela ihlasa malik olması şart. Anlatabildik mi? O
ipi tedarik edecek. Ondan sonra aşkı, ne diyeyim onun kelimesi yok ki nasıl
anlatayım? O kelimeyi artık sen benim halimden, ifade tarzımdan anla. Ona malik
olacak. O beşeriyet kuyusuna sarkıtılır sarkıtılmaz, Yusuf-u kalp derhal kenara
çıkar. O vakit beşeriyet kâm alır. Ondan evvel bir şey olmaz. Huda kerimdir,
başka ama şöyle bir elini kolunu sallayarak gitmek lazım dimi? İnsan imreniyor.
Mesela diyor ki Allah (cc):
[24] يَٓا اَيَّتُهَا النَّفْسُ
الْمُطْمَئِنَّةُ [25] اِرْجِع۪ٓي
اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً [26] فَادْخُل۪ي ف۪ي عِبَاد۪يۙ [27] وَادْخُل۪ي جَنَّت۪ي bunun manası şu. Ey üç günlük hayat-ı suride dünya denilen
dar-ı belada hiçbir sebebe gönül vermemişsin sen. Öyle insanlar var, biz öyle
değiliz. Ahmet Efendi bizim işi nasıl yapacak, Mehmet Efendi bizim işi nasıl
yapacak? Bunun yeri var mı? Bunun yeri de var. Ahmet Efendiyi Mehmet Efendiyi
orta yerden kaldırırsa, yeri var.
Bir Rıfat Baba
vardı, ahlakçılardan bir adam, Rıfat Efendi. Yüz on Beş yaşında ahirete gitti.
Ceketini omuzuna alır, Fatih, Edirnekapı, Topkapı, Yedikule, Koca Mustafa Paşa,
gelir. Gözlük takmadan ibareyi okur. Elinde asası olmadan yürür. "Epeyi uzak
yerden dolaştınız, yorulmadınız mı?" "Canım, şu kadarcık yere insan yorulur mu" der. Buradan yüz metre yürüdükten sonra bacaklarımız kesilir. Sonra yüz on
beş yaşında. Cebinde de bir fermanı
vardır. Taa, bir asır evvel, Abdulmecid zamanından. Sultan Mahmud’dan sonra olan hükümdarın
zamanında Rus harbinde on üç kişi ile yüz bin kişilik Rus ordusunu durdurmuş, o
gün ona bir liyakat fermanı vermişler. Bir tepede on üç kişi ile durdurmuş.
Bizim orada, neyse bir hal olmuş, geri çekilirken o geride on üç kişi ile
duruyormuş, onu ayriyetten bir şey etmişler. Böyle bir tuhaf bir zat. Bir gün
bir yere gitmiş, davet etmişler, yemekten sonra ayrılırken, kapıdan çıkarken
hane sahibinin şöyle yakasına durmuş, "Tenezzül ettik de geldik, ya yemeseydik" demiş. Anlatabiliyor muyum inceliğini? Bunun felsefesi çok muazzam. Böyle
yakasından tutmuş, biz tenezzül ettik de geldik yedik, seni Rezzak ismine
mazhar kıldık, yemeseydik demiş. Böyle olursa Ahmet Efendiye, Mehmet Efendiye de
müracaat edilir. Uşak olmak şekli ile olmayacak. Zulme divan durmak şekli ile
olmayacak, ya onu Hakk’ın bir isminde fani kılarak konuşmak olacak.
Bir cevval[28] misal
vereyim daha iyi anla. Açık bir tabirle, Allah (cc) kıskançtır. Acayip, evet gayyurdur. Sıfatının bir tanesi de o. El-
Gayyur. Gayet kıskanç. Allah (cc) bu ne yapacaksın? Boynunu kes. Mesela bazı
adamlar yanlış düşünürler, ufak bir çocuğu olur da Yarabbi, hastalanır, bana
ömür ver şu çocuğumu yetiştireyim filan dedin mi gidersin ha. Öyle şeyleri
karıştırma, çocuğu mocuğu sokma orta yere. Hiç, teslim ol. Çok kuvvetli
seviyorsun dimi ya? Çocuk gider. Sevme yolunu bil. Gayyur çünkü istemez. Niçün
mesela kadına buradan tutturmaz? Namaz kılarken kadın elini öyle tutmaz, böyle
tutar. Çocuk burada tekevvün[29]
ediyor . Böyle tutarsa çocuğuna sahip oluyormuş gibi bir his geliyor. Elini
yukarıya çek diyor. Her şeye sahip. Bir şey anlatamıyor muyum? E nasıl seveyim
çocuğu? Hani, geçenlerde bir şey okumuştum, Seyyid Hamza’nın, Seyyid Nigari’nin
bir sözü.
[ii]Düştü yere, her kim ki kıldı
bize adavet.
Kim derd-keşiz fukarâyız tîr-i kazâyız.
Kazanın okuyum diyor. Arkası
gelmedi hafızamdan çekilmiş. Söyleyeceğim yer ama hafızamda.
Nakşa nigeh ey hâce ki nakkãşa nigehdir.
Sanma ruh-ı zîbâya nigeh ‘ayn-ı günehdir.
Neyse şimdi biz
lazım gelen yere. Severken onda Hakk’ı görmeye alışırsan, anlatabiliyor muyum
acaba? Yarabbi, isminin mazharı olan bu yavrudan nasıl tecelli ettin.
Anlatabiliyor muyum? İsminin mazharı olan bu yavrudan nasıl tecelli ettin.
Senin tecellini temaşa ediyorum diye bağrına basıp öpersen, Allah (cc) tutar. Bir
şey anlatabiliyor muyum? Mühim yerler bunlar işte.
يَٓا اَيَّتُهَا النَّفْسُ
الْمُطْمَئِنَّةُ Ey
diyor, laşey olan laşe-i dünyada, satılmadın, zulme divan durmadın, ah
almadın, kalbinle kalıbının vazifesini ayırdın, gönlünde beni tuttun,
müsebbibü'l-esbab[30]
da fani oldun. Ne demek bunun Türkçesi? Hiçbir sebebe tenezzül etmedin,
sebeplerin sahibi olan bende kaldın. Sana ikram etmek benim şanıma yakışır.
Böyle geldin. Lekeli gelmedin sen. Sen benden hoşnut ben senden razı olarak
yaşadın. Buyurun, mükâfat günündür. Sevdiklerimin yanına. Siz niçün böyle
duruyorsunuz? Buyurun diyor. Malum ya hepimiz bir yere gideceğiz. Yaaaa. Ne tatlı şey o. Herkesi hepimiz gideceğiz bir
yere. Merak etme, ah almamışsan gideceğin yer o kadar zor gibi gelmesin sana.
Çocuk annesinin karnındayken doğmak istemez. Ağlaması odur, her çocuk ağlaya
ağlaya dünyaya gelir dimi ya? Gelmek istemiyor da onun için, memnun hayatından.
Fakat bir cifedir onun geldiği yer. Dön desen, döner mi? Doğum da ölümde bir
doğumdur. Anne karnında yaşıyoruz biz şimdi, dünya anne karnıdır, anlatabildik
mi acaba? Ha, hayat başkaymış, hadi dön desek, şimdi gitmek istemez kimse. Annesinin
karnından gelmek istemediği gibi, bu ikinci anne karnından da hiç kimse gitmek
istemez. O vakit de geri dön desen geri dönmez. Yani . Tabi insan içün
konuşuyoruz. Hepimiz hamileyiz. Doğurtacaklar bizi. Hiç de sakat çıkartmaz
doğurtan kuvve. Hiç, kolu kaldı, bacağı şöyle oldu filan yok. Çıkar. Hepimiz.
Onun içün şöyle iyi düşünecek olursak kaç
yaşındasın? Elli, atmış, yetmiş, yirmi, otuz, bunu her konuşmada tekrar
ediyoruz. Bunu beş misli büyüt yirmi yaşındaysan. Daha fazla olacak değil ya.
Daha fazla olsun ne olacak? Yirmi yaşında gözünü koy ortaya bir şey de hadi
bakayım. Kapa gözünü kapa, yok. Namütenahi desen yine yok. O halde perde-i
gaflet açılmadan, Kudret elden gitmeden, fırsat bitmeden, burası tarladır,
bitince hayat hattı zatında harmandır, orada iki yer vardır. Eli boş
gitmeyelim.
Vaka Beyazıt-i
Bestami demiş öyle ama onu biz söyleyemeyiz ki. Beyazıt-i Bestami söylemiş.
İkinci hayata gittikten sonra dostları demişler ki, bugün şimdi yapıyorlar ya
hani ya. O ruh değildir, gelen ruhun sıfatlarından, ruhun taalluk ettiği bir
şey. Ruh gelmez. Âlem-i Emir, âlem-i halka uşak olur mu? Hani ruh daveti var
ya. Ama bir şey olduğunu Kudret
gösteriyor dimi ya? Amerika da böyle saz heyeti şey takımlarını koyuyorlar, iki
yüz sene evveli, yüz sene evveli gelmiş olan, insanları davet ediyorlar, şahıs
çok çökük halde böyle salb[31]
gibi bir şey fakat en yüksek şekilde o musikiyi dinliyorlar. İnkâr kapısını
Allah (cc) kapadı. Şeride de alıyorlar. İnsanı meydanda değil. Yaa, neler var
dünyada? Daha neler olacak, neler olacak? Neler olacak? Şimdi bilinen, noktanın
daha küçüğü, bilinmeyene nispeten. O vakitte bu işin manası var çimdi maddesi
olduğu gibi, manevi davet var. Nasıl mesela yattı, İmam-ı Ali (kv) yapın dedi
cerraha, ameliyatı yapın dedi, manevi morfini vurdu, onun maddisi de oluyor
işte o. Zaten Hazreti Muhammed (sav) öyle demiştir; keramat-ı diniye mukabili,
keramat-ı fenniye zahir olmadıkça, zuhur etmedikçe, hilkat bu âlemi tebdil
etmeyecektir. Mucizelerde ölü diriltilmiştir. Dimi? Fennen de diriltilecek.
Olacak o. Oraya kadar ilerleyecek. E bitti mi? Hayır. Ondan sonra Kudret
diyecek ki bab-ı kudrete el uzattınız buraya kadar, hadi bakalım. Oraya kadar
olacak.
Neyse ben şimdi
sana lazım olan yeri söyleyeyim. Dostları acaba Bestami ne âlemdedir. İlm-i kerametle
aldıkları malumat şu. Kendisi diyor ki; ilk önce diyor bir sıkıntı geçirdim, ne
ile geldin dediler, ne getirdin dediler. Ani bir sarsıntı geçirdim ama derhal
bab-ı risalet gözüme geldi, oradan aldığım mana ile geda şaha bir şey getirmez,
almaya gelir. Eli boş gelir. Acaba anlatabildim mi? O ayrı o. Onu şimdi söylemek
bir hukuka bağlıdır. Azıcık hukuk olacak ki, nazı geçecek ki.. Malum ya, nazı
geçecek. Allah (cc) yanında konuşmak herkes için ayrı ayrıdır.
Musa (as) Allah
(cc) karşısında her şeyi söyledi, kelimullah oldu ama firavunun ateşiyle dili yandı
da ondan sonra o rütbeyi aldı. Öyle biz dar’ul sürur, böyle…. Yani hülasa
edecek olursak, inan, ah alma, zulme divan durma, evet ile hayır kelimesinin
kullanma yerlerini bil, niçünü kullanmasını öğren, hiç korkma, muhakkak huzurda
yerin var. Kestirmesi bu. Hak dostuna karib ol. Dost bul bu âlemde
ara. Adem olmak istersen Adem ara Ademi bul Adem ile Adem ol. Seyyid-ül
âlemdir Adem, gayrıdan sevdayı kes. Allahü bes bâki heves. Hiçbir şey yok.
Bütün zevkler
geçicidir. Yirmi sene evvel bir hadisenin karşısında şakır şakır gülersin,
yirmi sene sonra aynı hadisede seni ağlattırır. Bak ne devirler geçiriyor adam.
Farkında değiliz biz onun. İnsanın kaç bin devresi vardır bilir misin sen
yaşadığın müddetçe. Son devren hangi devrede gideceksin. Adem olur, hayvan
olur, cin olur, şeytan olur, iblis olur, melek olur… Fakat acaba son hayattan azl
oldun emri geldiği vakitte iblis sıfat mı gideceksin, insan sıfat mı
gideceksin? Korkulu olan nokta bu.
Kendine baksana, dün sıkılıyordun dersin, bugün gülersin. Dünkü vücudunla bugünki
vücudun bir değil. Kalıbın bir ama iç âlemin ayrı. İnsan hal-i gadabında
canavardır. Hal-i şehvetinde cinnet getirmiş bir hayvandır. Hep bunlar ayrı ayrı.
Aynı kalıbın içerisindedir fakat sayfaları ayrı, vücutları ayrı. Bu vücudunun
içerisinde namütenahi vücuda maliksin. Şimdi bile öyledir. Şu dakikada dinliyorsun,
dinleyen vücudun ayrı, bir yandan konuşuyorsun, o yine ayrı, memleketini geziyorsun,
bütün işittiklerin kulağından giriyor, resim çeksen, bir resmin üzerine bir
daha çek, bir daha çek, iktisab[32] ettir boyuna, karma karışık olur fakat ne
kadar çekiyorsun da hiç birbirini bir birine karıştırmıyorsun. Bir bakışta
burada kaç kişi varsa hepsi çekiliyor bana hepsi ayrı ayrı duruyor. Şu kadarcık
şeyin içerisine, nasıl duruyor o? Al fotoğraf makinasını bir tane çek, bir tane
daha onun üzerine çek, bir tane daha çek, orasını şey edemezsin, teşhis
edemezsin.
يَا
أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً
فَادْخُلِي فِي عِبَادِي وَادْخُلِي جَنَّتِي Öyle diyor Allah (cc). Benden başkasına gönül vermeyen
insan, milyonlar önüne döküldü, nefsinle ruhun harp etti, ruhun nefsini yendi,
nefsin dedi ki; al canım, sonra rücu edersin, âlemin akıllısı sen misin? Fırsat
eline geçmiş bir daha nerede bulacaksın? Bırak şimdi sen onu. Güzel bir şekilde
işini kur, içinden hayır dediler. Sen bana güvendin diyor, ben seni bırakır
mıyım? Hiç kimseyi incitmedin. Bayram geldi o günlerini gariplerle geçirdin,
dimi? Evinde yetim çocuk vardı, kendi evladın vardı, ikisinin muamelesini değişik
göstermedin. O her bayram geldiği vakitte bana bir hüzün gelir. Hala da insan
hüzünlü olmaması lazım ama gayri ihtiyari verir. Çünkü çok zavallılar ağlar bu
bayramda. Ya, mahrumlar vardır, mazlumlar vardır, garipler vardır, bunlar
ağlar. Bakarsın ki, nasıl bir fincan su bir uykuyu tarumar ederse, bir damla
gözyaşı bir dünyayı mahveder. Ve o mahvolanların içerisinde çok büyük insanlar da
mahvolur gider. İstisna yapmıyorum. Necmeddin-i Kübra mesela. Ser-tümar-ı[33] evliyaullahın
başında gelen büyük bir zat. Necmeddin-i Kübra. Fahreddin-i Razi gibi asrın
feridi olan bir zatı terbiyeye Hazreti Muhyiddin ona göndermiş. Git Necmeddin’e
demiş. Büyük bir adam… Öyleyken, bir gün böyle oturuyormuş, güzel güzel
konuşurlarken bir sükûta geçmiş, etrafındakiler şaşırmışlar, birden bire
bakmış, kaldırmış, gözleri yaş içerisinde. "Ne oldu efendim?" bir hayır. "Zalim
hükümdar demiş, bir adamın canını yaktı, imhasına gitti, irade-i ilahiye çıktı.
Bu yerleri istila edecekler, kellemi de kurtaramadım, benim kelle de gidiyor
demiş. Benim kelle de gidiyor." Hülagu istilasında, başını almışlar. Acaba
anlatabildim mi?
İnce bir yer
buraları. Her vakit derim ya mesela, kimsesiz bir insan varsa, bir yetim varsa,
kendi çocuğunda varsa, eğer bayramlık mayramlık yapıyorsan, ahlakta ayırma yoktur
haa. Ecirse ziyanı yok, Yani ecir dediğim, maksadım, aylıkla tutmuşsun bir insan, eh, ayrı bir iş.
Aylıklı birisine hakaretle görmek hakkın yok ama öbürki, öyle değil. Mesela;
almışın on yaşında bir yetim kız var yanında, bir de kendi kızın var. Kendi
kızına yapmış olduğun elbise beş yüz lira, onun ki de bilmem ne basmasından
yirmi beş lira, yahut beş lira, içinden derse ki; ah benim de annem babam
olsaydı… Yandın. Hem yedi silsilene kadar gider yanmak. Evladının evladında,
evladının evladında. Tarumar eder adamı. Bunlar en ince yerler. İşte akça pakça…
Biz bunlardan çok ağır ağır cezalar görmüşüzdür. Mesela; birisi şöyle bir işe
girer, bir işe girer, üç beş kuruş aldıktan sonra, eh işte artık elin ekmek
tuttu. Vaziyetini biraz düzelttin ya şöyle, şöyle böyle bir Fatmacık bulda
alıver bakalım. Peygamber(sav)’in kızının evladı, ne hakaret ediyorsun? Başka
isim bulamadın mı? Aytenler, Nurtenler, üüü isim mi yok? Güller, çiçekler,
dolu. O neden? Manayı hor gördüğünden. O mananın düşmanı, o şahsiyeti hor gördüğünden
belli etmeden telkinini yaptı, senin ruhuna rekz[34]
edildi, Sen iman ile geçinirim dediğin halde, o ismi zikrettin. Anlatabildim
mi? Ağlanacak yerdir. Yakar adamı. Hadi bakayım, bir Fatmacık filan buluver. Hatta büyük insanlar, bu büyük
isimleri taşıyanların isimlerini, hizmetlerinde kullandıkları vakitte
değiştirirler. Bir sıfatla hitap ederler. Anlatabildim mi acaba? Mesela;
hizmetine almış bir kimseyi ismi Fatma, Fatma şu suyu ver diyemez. Ona başka
bir isim bulur o. Ona başka bir isim bulur, o isimle hitap eder. Anlatabildim
mi? Cemiyette bile çok büyük kıymeti almış olan bir soyadını taşıyan adama
hakaret etsen bir ceza görürsün. Anlatabiliyor muyum? Yaa. Dikkat olunacak
yerler.
Onun içün dedelerimiz bunları güzel, güzel düşünmüşler. Hani biz kıymetini
bilmeyiz ya. Dedelerimiz var ya bizim yani. Belki de gülersin, göbek adı
derler. Canım göbek adı da neymiş? Sana tesadüf ettim de, anlattım, ikaz ettim,
neden sonra, faydası yok. Göbek adı, alay edersin, göbek adı neymiş? Ben sana
anlatayım mı? İster misin? Yaa, göbek adı. Manada, Hakk’ın büyük kitabında insan
içün, erkek içün tesettür, sürresinden[35],
şu göbeğin altından, diz kapağına kadardır. Anlatabiliyor muyum acaba? Diz
kapağından …. E bu tesettüre ait olan bir yer olduğu için gizleniyor dimi ya?
Gizlendi. Göbek adı demek, gizlenen adı demek. Ona manen büyük insanların
ismini koyduğun vakitte, Muhammed, Ahmet, Fatma, Aişe, anlatabiliyor muyum?
Zeynep, Hatice… Bunlar büyük manaya sahip olan insanların isimleri olduğu için
eğer cemiyette o çocuk yetişir de isme layık bir kabiliyetteyse, ismi zahir
olur kendi kendine konuşulur. Şaki ise o isim gizli kalır ve ortadaki isim
döner. Bir şey anlatamadım mı acaba? Deden ne yapmışsa onlar, onlar muazzam
işler.
Müsavi tut,
tutamadın alma yükü sırtına. Yaa, yükü sırtına alma. Bizde öyle değildir
ekseriyetle. Onun yatağı bile ayrıdır. Boyunu uzatacak kadar da bile yatak
vermezler. Kıvrılacak yatacak zavallı yavrucak. Anlatabiliyor muyum? Ölçüye
bak, kendi çocuğuna nasıl yapıyorsan ona da o kadar yap, hatta daha fazlasını.
Kendi çocuğunun gücüne gitmez ki. Eğer onun gider, o kendi kendine şey etmez.
Öteki babamdır der, anamdır der, aklına bir şey gelmez fakat beriki gelir. İdaresi
çok zordur. Kolay iş değil. Öyle diyor Allah (cc). Kütüb-ü hadisde vardır, bir
yetim ağladığı vakitte, tabi biliyor ama işin azametini beyan içündür. Sekene-i
arşa soruyor âlem melekûta; babasını veya annesini yere yedirdiğim bu yavruyu
kim ağlatıyor? Bir şey anlatamıyor muyum? Hazreti Muhammed (sav)’de diyor ki;
onda ağlayan ben olurum. Sevindiren de o biçim olur şimdi işte. İkisini
karşılaştır. Men ala carieteyn ene ve huve hakeza… Men ala carieteyn ve
zamme esabi'ehu ene ve huve hakeza… Böyle buyurmuşlar. Kimsesiz, herkes bu
vazifeyi üzerine almış olsa… Hülasa, ahlakta, her insan en aşağı bir insan
yetiştirmekle mükelleftir. Ne yap yap, halinle, kalinle, paranla, fikrinle,
aklınla bir insanı yetiştir. En aşağı… Azamisi için havf
(korku) yok. Bir kişiyi yetiştir. Ne ile
yetiştireceksin? Muhabbetle, merhametle, hürmetle. Efendim, yetiştirdim der
bazısı. Ne yaptın? Onlar güzel şeyler ama ahlakın istediği o değil. O iyi fena
değil işte, şu mektepte okuttum, bu mektepte okuttum, dört tane lisan
öğrettirdim, cemiyete o şekilde koydum. Ama herif zalim, adamın canını yakıyor.
Keşke yetiştirmez olsaydın. Onları verirken yanına diğer sıfatları verdin mi?
Bakmadın, o şeylere bakmadın. Öbür ki senin nefsinden geldi. Şunu bilsin, bunu
bilsin, şunu öğrensin, bunu öğrensin. Hiçbir vakit bir insan gönlüne sahip olsun
diye aklına geldi mi? Vallahi gelmedi. Neden bu kadar acı söyledin? Gelse bu
kadar mı olur? Anasının nafakasını vermiyor yahu. Bir vakit biz köpeklere
vakıflar yapmış bir camianın evladıyız. Bizim adliyemizde anaya nafaka davası
açılmaz, bizim adliyemizde haksız yere boşanma davası açılmaz, bizim adliyemize
hiç bunların birisi yakışmaz. Böyle dava olmaz, fakat dolu dosyalar. Dosya
dolu.
Muhabbetsiz, hürmetsiz, evde hâsıl olan çocuktan cemiyete hayır gelmez.
Hazreti Muhammed (sav) demiştir, öyle olacaktır o. Olmaz, imkânı yok.
Ahlakçıların sertac-ı ibdihacı[36]
öyle demiştir. İmkân yoktur, olmaz kardeşim. Hayvanata merhamet elini uzatan,
zulmü gördüğü yere adli koyan, küfrü gördüğü yere imanı vaz eden, ne bileyim
ben, cehli gördüğü yere ilmi koyan dedenin çocuğunun hiç anasının nafakasını vermesin
diye adliyede amme ile nas arasında davası görülsün olur mu? Olmaz ki? Bizim
camiaya, bizim millete yakışmaz. Olmaz. Sonra bu öyle bir şeydir ki; bana ne
ile geçinemezsin der. Allah (cc) öyle diyor; ben diyor fitneye ceza verdiğim
vakitte, şahıs ayırmam. İkisini de beraber yakarım. Bu nasıldır bilir misin?
Bana bir şey olmaz deme, gemi gidiyor, geminin dibinde bir adam var, almış
eline bir şey, tıkır, tıkır, tıkır deliyor, "Canım bana ne? O deliyor." Hayır gemi
delindikten sonra sen boğulacaksın kardeşim. O herif de boğulacak ama o su
içeriye girecek, sende o gemide misin, sen de o camia içinde misin, ceza umumiye
gelecek sen de o gemide boğulacaksın. Anlatamadım mı misali? Son o evet... Koltuktayım ben burada oturuyorum oh orada dibinde, bana ne deme. O oradan delecek,
oradan su içeriye girecek, hem onu hem seni boğacak. Belki seni daha önce
boğacak. Çünkü o belki bir parça yüzmesini de biliyor edepsizlikle. Seni daha
önce boğacak. Boğar. "Yek vücut olarak yaşayın" diyor Allah (cc). O tabi elbette
bir hikmeti var. Hiçbir vakit istisnai muamele yapmamış. Söz dinlemediler diyerekten
Uhud’da Cenab-ı Muhammed’in ordusunu bozmuştur peygamber. Seni dinler mi ya.
Bir söz dinlenmedi diyerekten, o kocaman, o muazzam varlığı bozmuştur. Sonra
Resulullah (sav) müracaat etti de işin şekli değişti başka. Sözümü
dinlemediler, bozdum o gün dedi.
Bir ihtiyar
Allah'tan (cc) korkmayan, muhakkak zalimden korkmaya başlar hastalığı veririm
diyor. Anlatabildim mi acaba? İhtiyarı
ile seve seve benden bir insan korkmadı mı ben ona zalimden korkma yollarını
gösteririm diyor. Benden korkmadın di mi? Kendisinden korkmak demekten , bir
zalimden korkmak gibi değil. Benim sevgimin üzerinden kalkar diye sende bir şey
olmadı di mi diyor. Allah'tan (cc) korku o dur. Bazı insanlar onu yanlış… Allah
(cc), gaddar zalim bir hükümdar, öyle can yakıcı bir varlık olaraktan tasavvur
etme. Gayet rahim, gayet şefik, gayet affedici. Affedici demek, kötülüğü imha
etmek demek. En büyük merhameti, seni benden gizledi, beni senden gizledi.
Settar ismi ile tecelli etti. Namütenahi. Bir ihtiyar benden korkmadı mı, ben
seni zalimle korkutacağım. Bundan daha ağır ceza yoktur. Bir insan zalimden
korkmaya başladı mı, iradesini vermiştir, insanlıktan istifa etmiştir. Binaenaleyh
o umur-u maada göreceği muamelesi, insan
muamelesi değildir. Ne fena şey? İnandığı
müddetçe tarihi semeredar[37]
olur. Kaide-i külliye, yap bir levha yap. Bir millet iman ettiği müddetçe,
imanında teali terakki gösterdikçe, tarihi şanla, şerefle dolar. Misal; aç
kendi tarihini. Kendi tarihini aç. Tek olarak dünyada yaşadığın devreler var
kardeşim. Garb da Şarlken, şark da Süleyman derken, Şarlken de yoktu garb da.
Almanların o hükümdarı. O da değil. Süleyman oraya gittiği vakit, neredesin?
….. Zayıfın karşısına giriyor. Ben senin memleketine ne vakit gelirim, bomboş
bulurum, istediğim gibi tasarruf ederim giderim dedi. Anlatamıyor muyum acaba?
Ya…
Bunu söylemekten maksadım, kendini küçük görme. Sonra taklide de ihtiyacın yok. Kendi bünyende var varlık. Ve onu gösteriyorsun işte. Avrupa'da müsabakalar yapılıyor, Türk çocuğu birinci geliyor. Bugün de yine dünyaya ilan edilen, birinci gelen fen ilminde hattı zatında gene Türk çocuğu çıktı. Ama sahası biraz dar, tatbikatında modelini daha henüz birleştirip veremiyor. Vaktiyle verdi ya. Kalplerimiz birleşse, kendi hüviyetimizi, kendi manamızı anlasak, dünya peşimizden böyle akar, gider. Fakat, varlık var, her şey var, kalp birleşmemiz, sevgi yok, muhabbet yok, merhamet yok.
Herkeste tuhaf bir şey işte. Ben nasıl yaşarım, çoluğumu, çocuğumu ben öldükten sonra ne şekilde hattızatında, sen çoluğunu çocuğunu bırak şimdi. Çoluğunun çocuğunun ne şekilde refahı, ahlakının muntazam vermek şekliyle. Maddesini yalnız düşünme. Maddesiz, şey, ahlaksız madde çabuk söner. Geçer gider o, fayda yok. Haram paranın ahfada[38] hayrı olmamıştır iki gözüm. İster inan, ister inanma. Haram para ile dikkat et, hiçbir vakit aharın zararına dolmuş olan kasa torununda kalmıyor. Perişan olup gidiyor. Dedenin parası halen devam ediyor. Sen daha yerin dibinden bir kuruş çıkarmadın. Acaba anlatamıyor muyum? O elindeki mevcut para dedenin parasıdır. O ne feyizli bereketli paraymış ki bitmez, tükenmez. Yedin yedin bitmez. Sen yokmuş, para yok filan, ona da inanma. Bol o para. Para yok mu? Para olmasa sinemalarda milyonla adam durur mu? Aç adamın işi ne orada? Para çok. Nankörlük ediyoruz. Para çok, böyle akıyor para. Hiç, derya gibi. Bütün eğlence mahalleri insan avlıyor, geçemezsin. Kaburga kemiklerin kırılır. Para olmasa olur mu o? Para bol.
Ama belki içinizde üç beş kişi der ki bende yok. İstisnasın sen. Belki içinizden gelir öyle bende yok, akşamın ekmeği yok. O istisna, külle. Ekseriyete konuşulur daima ilim, ekser üzerinde konuşulur. Ekseriyet. Hiç yamalı pantolonlu insan görmüyorum ben. Hiç. Hiç yamalı potinli adam görmüyorum. Hiç yok. Kadın her hafta bir iskarpin giyiyor, Nerede para yok? Para yok. Para var. Allah (cc), ahlak versin de lüzumlu yere kullandırtsın. O vakit hiç yığıntı kalmaz. Anlatabildim mi acaba? Para var, efendisini kaybetti. Para yok olur mu? Hiç kimsede yok, yamalı pantolon yok. Eskiden vardı böyle. Muazzam serveti de vardı, hatta kadınlar arasında, aileler arasında bir meziyet sayılırdı, filancanın karısı kocasının pantolonunun yüzünü bir geçirmiş ki sanki yeni yapılmış kumaş gibi der. Yapıştırma pençe yoktu, tahta çivili pençe vardı. İki sene giyerdi ayakkabıyı. Üzerinde böyle mükellef daireli iki yana yamalar filan. Şimdi hiç yok öyle bir şey. Para yok olur mu? Moda halinde söyleniyor, moda halinde. Para da olur madde de olur, yalnız mana kaybolursa çok fena olur. Anlatabildim mi acaba?
Kasanı kilitledin, dolabını kilitledin bir şeyin alınmasın ama kalbine bir şey yapamadın. Manan çalındı. Çocuk eğleniyor, çocuğu peşinden getiremedin. Zor yeri burası, anlatamıyor muyum acaba? Zor yeri bu. Çocuk peşinden gelecek, dedesinin peşinde. Ya.
Bunu söylemekten maksadım, kendini küçük görme. Sonra taklide de ihtiyacın yok. Kendi bünyende var varlık. Ve onu gösteriyorsun işte. Avrupa'da müsabakalar yapılıyor, Türk çocuğu birinci geliyor. Bugün de yine dünyaya ilan edilen, birinci gelen fen ilminde hattı zatında gene Türk çocuğu çıktı. Ama sahası biraz dar, tatbikatında modelini daha henüz birleştirip veremiyor. Vaktiyle verdi ya. Kalplerimiz birleşse, kendi hüviyetimizi, kendi manamızı anlasak, dünya peşimizden böyle akar, gider. Fakat, varlık var, her şey var, kalp birleşmemiz, sevgi yok, muhabbet yok, merhamet yok.
Herkeste tuhaf bir şey işte. Ben nasıl yaşarım, çoluğumu, çocuğumu ben öldükten sonra ne şekilde hattızatında, sen çoluğunu çocuğunu bırak şimdi. Çoluğunun çocuğunun ne şekilde refahı, ahlakının muntazam vermek şekliyle. Maddesini yalnız düşünme. Maddesiz, şey, ahlaksız madde çabuk söner. Geçer gider o, fayda yok. Haram paranın ahfada[38] hayrı olmamıştır iki gözüm. İster inan, ister inanma. Haram para ile dikkat et, hiçbir vakit aharın zararına dolmuş olan kasa torununda kalmıyor. Perişan olup gidiyor. Dedenin parası halen devam ediyor. Sen daha yerin dibinden bir kuruş çıkarmadın. Acaba anlatamıyor muyum? O elindeki mevcut para dedenin parasıdır. O ne feyizli bereketli paraymış ki bitmez, tükenmez. Yedin yedin bitmez. Sen yokmuş, para yok filan, ona da inanma. Bol o para. Para yok mu? Para olmasa sinemalarda milyonla adam durur mu? Aç adamın işi ne orada? Para çok. Nankörlük ediyoruz. Para çok, böyle akıyor para. Hiç, derya gibi. Bütün eğlence mahalleri insan avlıyor, geçemezsin. Kaburga kemiklerin kırılır. Para olmasa olur mu o? Para bol.
Ama belki içinizde üç beş kişi der ki bende yok. İstisnasın sen. Belki içinizden gelir öyle bende yok, akşamın ekmeği yok. O istisna, külle. Ekseriyete konuşulur daima ilim, ekser üzerinde konuşulur. Ekseriyet. Hiç yamalı pantolonlu insan görmüyorum ben. Hiç. Hiç yamalı potinli adam görmüyorum. Hiç yok. Kadın her hafta bir iskarpin giyiyor, Nerede para yok? Para yok. Para var. Allah (cc), ahlak versin de lüzumlu yere kullandırtsın. O vakit hiç yığıntı kalmaz. Anlatabildim mi acaba? Para var, efendisini kaybetti. Para yok olur mu? Hiç kimsede yok, yamalı pantolon yok. Eskiden vardı böyle. Muazzam serveti de vardı, hatta kadınlar arasında, aileler arasında bir meziyet sayılırdı, filancanın karısı kocasının pantolonunun yüzünü bir geçirmiş ki sanki yeni yapılmış kumaş gibi der. Yapıştırma pençe yoktu, tahta çivili pençe vardı. İki sene giyerdi ayakkabıyı. Üzerinde böyle mükellef daireli iki yana yamalar filan. Şimdi hiç yok öyle bir şey. Para yok olur mu? Moda halinde söyleniyor, moda halinde. Para da olur madde de olur, yalnız mana kaybolursa çok fena olur. Anlatabildim mi acaba?
Kasanı kilitledin, dolabını kilitledin bir şeyin alınmasın ama kalbine bir şey yapamadın. Manan çalındı. Çocuk eğleniyor, çocuğu peşinden getiremedin. Zor yeri burası, anlatamıyor muyum acaba? Zor yeri bu. Çocuk peşinden gelecek, dedesinin peşinde. Ya.
Taşne-i cam û cemşide'de lezzet kalmadı.
Meclis-i işret bozuldu, eski
ülfet kalmadı.
Bir kuru
gayret hamiyet istikamettir gider.
Kisve-i
zengin-i mana da letafet kalmadı.
Hangi yoldan doğru gitsin
bilmiyor cûyendegân
Cennet û fevze sıratel
istikamet kalmadı.
Ey hatib-i
mimber-i himmet yazık elfazına.
Hutbeler irad edersin, bak cemaat kalmadı
Hayatı yalnız buradan gitmemek, burada geçirdiği günler olmamalı. İkinci âlemden sesi gelmeli. Hayat ona derler, anlatabildim mi acaba? Dedenin ikinci âlemden sesi gelir, benim gelmiyor. Bak Mevlana kaç asır olmuştur? Dünyanın her tarafından gelir, sesini duyduklarından dolayı gelir. Anlatabiliyor muyum acaba? Yaa. Hayattan sesi gelmeli. Beşeriyetin Fahri Ebedisi, senede milyonlarla adam gider. Bugün bilseler ki şöyle bir bez parçasına Hazreti Muhammed (sav) şöyle bir gün yüzünü kurulamıştı, bugün milyarlar verip de parçasını alacak aşık vardır. Yakinen bilsin ki bir gün, Resul-ü Zişan şöyle tutmuştu, yüzünü şöyle kurulamıştı, şöyle bir bez parçası, hatta yarısı, milyarlar verip de canını verip de onu ben alacağım koklayacağım diyen insan vardır. Fakat maddenin kesafetinde gezenlerden değil öyle bir bez parçası, atlasları da olsa yine şöyle bakar geçer gider. Bilmem bir şey anlatabiliyor muyum?
Hutbeler irad edersin, bak cemaat kalmadı
Hayatı yalnız buradan gitmemek, burada geçirdiği günler olmamalı. İkinci âlemden sesi gelmeli. Hayat ona derler, anlatabildim mi acaba? Dedenin ikinci âlemden sesi gelir, benim gelmiyor. Bak Mevlana kaç asır olmuştur? Dünyanın her tarafından gelir, sesini duyduklarından dolayı gelir. Anlatabiliyor muyum acaba? Yaa. Hayattan sesi gelmeli. Beşeriyetin Fahri Ebedisi, senede milyonlarla adam gider. Bugün bilseler ki şöyle bir bez parçasına Hazreti Muhammed (sav) şöyle bir gün yüzünü kurulamıştı, bugün milyarlar verip de parçasını alacak aşık vardır. Yakinen bilsin ki bir gün, Resul-ü Zişan şöyle tutmuştu, yüzünü şöyle kurulamıştı, şöyle bir bez parçası, hatta yarısı, milyarlar verip de canını verip de onu ben alacağım koklayacağım diyen insan vardır. Fakat maddenin kesafetinde gezenlerden değil öyle bir bez parçası, atlasları da olsa yine şöyle bakar geçer gider. Bilmem bir şey anlatabiliyor muyum?
Eni ü nale
seher-hize ney nevası verir. [iii]
Bu âlem inleme âlemidir. Allah (cc) Bir kulunu severse inletir. Fakat o iniltiye sahip olan adam, ondan ney sedasını duyar. Acaba anlatabildim mi? Bizim inlememiz gibi değil ah bacağım tutuldu, öyle değil öyle değil. O başka türlü bir inilti.
Bu âlem inleme âlemidir. Allah (cc) Bir kulunu severse inletir. Fakat o iniltiye sahip olan adam, ondan ney sedasını duyar. Acaba anlatabildim mi? Bizim inlememiz gibi değil ah bacağım tutuldu, öyle değil öyle değil. O başka türlü bir inilti.
Sühanverin eseri bir hayat ı sânidir
Giderse dâr ı fenâdan yine sedası gelir.
Benim vücudum olur na-bedid o dem yoksa.
Cihan bu halde kalmaz kadirşinası gelir.
Bugün ki
konuşma bu kadar yeter.
[2] İstiab: İçine almak. Kaplamak. Toplamak. Tamam
etmek. Tutulmak. Zapteylemek.
Meali: "Ben sizin
en yüce Rabbinizim" dedi.
[5] Menam: Uyku zamanı, rüya, düş
[6]
Magbun: (Gabn. dan) Alışverişte aldanmış olan. Şaşkın. Şaşırmış.
Meali: Biz, elbette biz
diriltir ve öldürürüz, sonunda asıl varis olanlar da biziz.
[8] Hadis-i
Şerif (D.İ.B.Y. Sahihi Buhari; 3/40)
[9] Sem': İşitmek. Kulak ile dinlemek.
[11] Nahvet: Kibir, gurur. Kibirlenme,
büyüklenme, böbürlenme.
[12] Enin: Acı ve sızıdan inleyiş.
[13] Sayh(a): (C.: Siyâh) Çağırış. Çığlık. Feryad. Nâra.
[14]
Müntehir: (Nahr. dan) İntihar
eden, kendini öldüren.
[15] Kaf
suresi 37. Ayet-i Kerime اِنَّ
ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ
اَوْ اَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَه۪يدٌ
Meali:
Şüphesiz ki bunda kalbi olan ve hazır bulunup kulak veren kimse için elbette
bir öğüt vardır.
[17] Dar-ı
Cahim: Cehennem kapısı.
[18] Tula: Çok uzun. Pek uzun.
[20]
Müvellid-ül Humuza: Ekşilik,
oksitlenme meydana getiren. Oksijen
[21]
Tavattun: Bir yeri vatan edinmek, bir yerde yerleşmek.
[22] Hadis-i
Şerif Taberani Mu'cemül Kebir 11025 numaralı hadis
[23] Eimme-i
İsnâ Aşer: On iki imâm.
Silsile-i sâdâttan olup müceddit olan imâmlar hakkındaki bir tâbirdir. Bu
zâtlar esasât-ı İslâmiye ve hakaik-i Kur'âniye ve imâniyenin, dini esasların ve
şeriatın muhafazasına çalışan, saltanat işlerine karışmayan mânevi riyâset ve
ilim sahibi şahsiyetlerdir.
Meali Ey, Rabbine, itaat edip huzura eren
nefis!
Meali: Hem hoşnut edici, hem de hoşnut
edilmiş olarak Rabbine dön.
Meali:
Kullarımın arasına gir.
Meali: Cennetime gir.
[29]
Tekevvün: (C.: Tekevvünât) Vücuda
gelmek. Meydana geliş. şekillenmek.Var olmak.
[30]
Müsebbibü’l Esbab: Sebeplerin yaratıcısı olan Allah.
[31] Salb: Asmak. Darağacına çekmek. Çarmıha germek.
[33]
Ser-tumar-ı: Baş terbiyeci
[34] Rekz: Dikme, yere saplayıp sabit kılma.
[36] İbtihac: Sevinç, sevinme. İç açıklığı.
[ii] Nigari Divanı
Ey hâce ki biz
bende-i merdân-ı Hudâ
Ma‘nâda şehiz gerçi ki zâhirde gedayız
Bî-kayd-ı cihânız
bize hükm eylemez âlâm
Ahrârlarız bende-i Sultân-ı Bahâyız
Ser-geşte-i kûhız
gehî âvâre-i sah
Hercâyîleriz çünki talebkâr-ı likayız.
Evsâf-ı derûn-ı dili
izhâra ne hâcet
Ma‘lûmdur ahvâlimiz
ashâb-ı safâyız
Ser-mest-i müdâmız
velî esrâra habîriz.
Tâ zülf-i girih-gîr ile
biz ‘ukde-güşayız.
Düşdi yere her kim ki
bize kıldı ‘adâvet.
Kim derd-keşiz tîr-i
kazâyız fukarâyız
Ruhsâre-i mehveşlere
dil virmişiz ammâ
Zan itme ki müstagrak-ı
deryâ-yı hatâyız
Nakşa nigeh ey hâce
ki nakkãşa nigehdir
Sanma ruh-ı zîbâya nigeh
‘ayn-ı günehdir
[iii]
[iii]
Eni ü nale
seher-hize ney nevası verir .
Bükadan
Arif i billaha mey safası gelir
Sühanverin
eseri bir hayat ı sânidir
Giderse dâr
ı fenâdan yine sedası gelir.
Benim
vücudum olur na-bedid o dem yoksa.
Cihan bu
halde kalmaz kadirşinası gelir.
Abes, tabib
arama derd i dil ara yahu
Ki
Dert-mend olanın gayrıdan devası gelir.
Kederden
özge garib i diyarı kim yoklar
Mariz
ıyâdetine gelse aşinası gelir.
Sitemkeranı
Hüda naşinas hakkından
Efendi
tecrübe ettim seher duası gelir.
Azab ı
kabri şataretle atlatır feyzi
O dem ki
başucuna Âli Mustafa’sı gelir
0 yorum:
Yorum Gönder