298 Nolu
Band (27-10-1963) 82 dk. (169)
O insan ki, tabiatın esrarını elde etmeye çalışmış, nispeten vakıf
olmuş, mevcudiyetin perdelerini tecessüs[1]
tırnaklarıyla yırtmaya kalkmış, hatta hücregah-ı lahutiye[2]
bile nazar-ı istikşaf[3]ını
dikmiş, ondan korkmamış, bu kadar mütenevvi[4]
malumatın hazini[5] olan bir
insan. Acaba ne vakit vicdanını ve o vicdanındaki nur-i irfanı, o infialat[6],
tahavvülat[7],
bunlar nedir diye araştırmaya başlayacak? Bunları araştırdıktan sonra, aslını
bulmaklık zevkinden hâsıl olan mananın adına aşk derler. Bilmem anlatabildim mi
bir şey? Biraz zor. Mamafih daha açık anlattığım şeyler de vardır.
Ne vakit kendisinde gizlenmiş olan o mana-ı hakikati bulmaya beşeriyet yüzünü çevirecek. Ahlak oraya çevirten şeyin adına derler. Her konuşmada tekrar ediyoruz, bugün hamule-i irfaniye-i beşeriye, insan sınıfının taşımış olduğu bilgi, ilmi çok yükselmiş. Dedik ya tabiatın esrarını elde ediyor. Mevcudiyetin perdelerini tecessüs tırnağı ile yırtıyor artık. Taa, hücregah-ı lahutiye bile nazar-ı istikşafını atmaya cür'et gösteriyor. Bu kadar büyük bir mazhariyet[8] olduğu halde, yine inim inim inliyor. Niçin buraya bir rapor veren, hazırlanan olmuyor? Mesele burada. İlmi göz kamaştırıyor, fenni fikri durduruyor, felsefesi akla veleh veriyor fakat ah sesi dinmiyor. Huzur-u kalp olmuyor. Kalp de huzur olmazsa bütün aza-ı cevarih isyan eder. Onun için beşeriyet rahat bulmaz. Kaide-i külliyedir bu. Kalplerde huzur olmazsa, aza-ı cevarih daima tuğyanda[9] ve isyandadır. İsyan eder, şartı bu. Kalpte huzur oldu mu aza-ı cevarih derhal itaat eder. Başka türlü tecelli ile idare edilir.
Ne vakit kendisinde gizlenmiş olan o mana-ı hakikati bulmaya beşeriyet yüzünü çevirecek. Ahlak oraya çevirten şeyin adına derler. Her konuşmada tekrar ediyoruz, bugün hamule-i irfaniye-i beşeriye, insan sınıfının taşımış olduğu bilgi, ilmi çok yükselmiş. Dedik ya tabiatın esrarını elde ediyor. Mevcudiyetin perdelerini tecessüs tırnağı ile yırtıyor artık. Taa, hücregah-ı lahutiye bile nazar-ı istikşafını atmaya cür'et gösteriyor. Bu kadar büyük bir mazhariyet[8] olduğu halde, yine inim inim inliyor. Niçin buraya bir rapor veren, hazırlanan olmuyor? Mesele burada. İlmi göz kamaştırıyor, fenni fikri durduruyor, felsefesi akla veleh veriyor fakat ah sesi dinmiyor. Huzur-u kalp olmuyor. Kalp de huzur olmazsa bütün aza-ı cevarih isyan eder. Onun için beşeriyet rahat bulmaz. Kaide-i külliyedir bu. Kalplerde huzur olmazsa, aza-ı cevarih daima tuğyanda[9] ve isyandadır. İsyan eder, şartı bu. Kalpte huzur oldu mu aza-ı cevarih derhal itaat eder. Başka türlü tecelli ile idare edilir.
Bugünkü söyleyeceğim şeyin en
mühim rüknü bu. Hangi kalpte huzur vardır, o kalpte Allah (cc) vardır. Hangi kalpte Hak vardır, o
kalp, o kalbin sahibinin aza-ı cevarihi, insan hakkına riayet eder. Değil insan
hakkına, her zerrenin hakkına riayet eder. Anlatabildim mi acaba? Yoksa sözle
olmaz. İnsan bu âleme yüklü gelmiştir, yüklü. Yükünü taşıtacak yeri bulamazsa
daima tepinir. Hepimiz yüklü gelmişizdir. Yükünü kendi taşıyacağım derse inler
altında ve inletir. Tabi ağır gelince sana da vuracak. Senin ki ağır gelince
ona da vuracaksın. İnim inim inler. Ne ilmi fayda ediyor, ne fenni fayda
ediyor, hiçbir şey fayda etmiyor. İnliyor çünkü beşeriyet inliyor. Mevzii
konuşmuyorum, bütün dünya sekenesi üzerinde, hepsi inliyor. Parası olan da
inliyor, kasası olan da inliyor, masası olan da inliyor, cahı olan da inliyor,
hepsi inliyor. Yok. İnim inim inliyor. Büyük büyük başlar toplanıyor, çare,
olmaz.
Öyle hale geliyor ki beşeriyet, canavarları utandıracak haller sadır
olur. Medeniyet, o kadar zavallı hale geliyor ki, vahşet-i musannaya[10]
tapıyor. İkrah[11]
etmiyor. Aman diyor, ne kadar güzel diyor. Bir düğmeye bas, bir milyon adamı
öldür. Bu, bu, nedir bu? Bak Kudret ne hale sokmuş. Hemen hemen her konuşmada
tekrar ediyorum di mi? Dinleyeniniz varsa eğer konuşmayı. Bu ilmin mevzuu
mudur? İlmin semeresi bu mudur? Bir ilim ki milyarla, milyonla insanın, mevcudun
canını imha etmekse, ona ilim mi denir? Yoksa cehil ondan çok üstün bir şey
midir? Bu mudur ilim? Hareket-i fikriye o mudur? Fikrin tekâmülü bu mudur? Felsefe-i
beşer şu mudur? İki tane diplomat gelir, birbiri ile konuşur, bir infial hâsıl
olur, hisleri birbirine uymaz, o hesaba milyonla adam birbirinin yüzünü
görmeden kanını içer. Bu mudur medeniyet? İlmin neticesi bu mudur? Fikr-î
tekâmül bu mudur? Teali, terakki beşer bu mudur?
Başında tüyü bitmemiş yavru, pir-i fani, hasta, aciz, kavi, zayıf,
dakkada canını teslim etsin. Bu mu? Bu
lacivert kubbe ne medeniyetler görmüştür, ne insanlar görmüştür? Ne muazzam
anlar geçirmiştir? Sana bir sahne misali vereyim. Hudeybiye musalahasından
sonra Hayber’in fetholunması Beşeriyetin Fahri ebedisinin Siyaset-i Ahmedisinde
idi. Fesat çıkarıyorlar. İnsanlık zarar görüyor. Feth olunacak. Hazreti Ebu Bekir’i
(r.a) gönderdi, kalenin fethinde kumandan. Fetih müyesser olmadı. Cenab-ı Ömer
(r.a) tayin edildi. Yine olmadı. Mevzuu uzatmayalım, her sabah namazı vakti
Hazreti Bilal (r.a ) gelir sorar, efendim ezan okuyayım mı? O gün de geldi,
adet-i seniyyesi[12] üzere.
Böyle oturuyorlarmış, ekseriyetle böyle otururlarmış. Fahr-i Âlemin oturma
tarzlarında ekseriyetle böyle otururlarmış. Bu muhakemeyi, bu biçim oturma
toplarmış. Böyle oturuyorlarmış. Yine sormuşlar, arkadaşların Hayber’in fethi hakkında ne düşünüyor? Sizlere malum
efendim. Senin ağzından isterim demiş. Dinleyeyim seni biraz. Yeni hidayete
mazhar olanlara, içi dışı başka olan münafıklar, fırsat bekliyorlar; şimdi harp
mevsimi değil, ticaret mevsimidir, lüzumsuz iş görüyoruz, diyorlar. Bir rekâket[13]
oluyor. Biliyorum demiş. Ali’yi bana çağırın demiş. O günde tesadüf, semadan
yıldız dökülür gibi gözü ağrıyor Hazreti Ali’nin (kv). Tahammül fersah. Çağırın
demiş. Söylemişler. Çağırmamak değil de hali anlatmışlar. Gelsin inşallah geçer
demiş. Gelmiş. Çok ağrı içerisinde, muzdarip. Gelmiş. Getir gözlerini bana
demiş. Öpmüş, minterafillah[14]
geçmiş. Geçer mi, geçmez mi? O bahis yine ayrı bir şey. Işkın kuvvetli olur,
değil böyle hakiki bahisde mecazisinde dahi maşukunu görürsün; en kuvvetli
ıstırabın geçiverir, acıkmış bir haldeyken doyuverirsin. Uykun varken uykun
kalkıverir. Kudret bunların misalini kaçırmıştır. Çok vardır. Hazreti İbrahim’i
(as)’, İbrahim (as) Cenab-ı İsmail’i (as) zebh’[15]
etmekliğe emir aldığı vakitte, O büyük Ceddi Nebidir. Hazreti İsmail’in (as) babasına
bir cevabı vardır. Evladım, yavrum, sevdiğimi gördüm, bir imtihan geçiriyoruz,
bu sahne-i şuhutda Kudret’in ne biçim tecellisi olacağını biz bilmeyiz. Emir
edildim, seni zebh’ edilmekliğine. Seni zebh’ edeceğim. Aşkın mahsulü, o zebh’
olunmak filan bunlara kıymet vermiyor da, sevdiğimi gördüm diyor. Babacığım
sevdiğini nerede gördün? Emir ilk önce rüyada gelmiştir, uykudayken gelmiştir.
Rüyada. Şöyle durmuş da baba insan sevdiğinin yanında uyur mu ya. Anlatabildim
mi inceliğini. O ayrı bir iş bu. Bunlar ayrı. Bu saha yine ayrı. O yine ayrı.
Dağıttık mevzuu ama toplayacağım.
Kudret senin elinle fethi müyesser kılacaktır dedi Ali’ye (kv)’. Gel
kılıcımı sana kuşatayım. Haydi bakalım
dedi, ala bereketillah. Buyurun. Ala bereketillah, buyurun. Gitti. Tesadüf, o
gün Hayber emirinin oğlu evleniyor. Kalenin üzerinde düğün yapılıyor. Hayber
emirinin oğlu, muazzam bir düğün. Bahadır adam o da. Genç, dinç, fasih, deli,
pazusu kuvvetli. Öyle derme çatma adam değil. Alacağı kız da öyle. Muazzam
konuşuyor. Belli onun zaten ne şekilde konuştuğu, şimdi söyleyeceğim şekilden
anlayacaksın. Duvağını açacak, yüzünü açacak, bir tepsi mücevher, bir tepsi
altın, götürmüş, yüzünü açmaklık için şöyle eliyle bir itmiş: "Benim yüzüm böyle
maden parçalarıyla açılmaz. Şu kalenin dibinde gezinen çulsuz Arabı getirirsin
bana, onu getirirsin, ondan sonra bu yüzü açabilirsin. Çulsuz adamı getirirsin
bana, bu yüzü öyle açarsın." Şimdi sen düşün, sevgilisi, nişanlısı bir kavmin
reisinin oğlu, birkaç veçhe birleşmiş bir arada, nefis gurur hepsi bir arada
kabarmış, rap dışarıya, Ali’nin (kv) karşısına çıkıyor. O günün adet-i
harbiyesinden uzun boylu müşacere-i kelamiye’[16]de
bulunurlar. Yani birbirlerini anlatır. Şu,şu,şu,şu,şu, muazzam şekilde
anlatıyor. Cenab-ı Kerrar da bir iki cümle söylemiş. Demiş ki; "Sözü
uzatmayalım, bak sevgilin yukarıda seni bekliyor, Allah (cc) ile Muhammed de (sav) beni bekliyor. Ne sen sevgilini beklet, ne ben
sevgilimi bekleteyim. Buyurun demiş. Fakat yine ben size bir ikramda bulunayım.
Usul-ü harpde benim hamlem lazım değil mi?" Ne ise o günün harbi. Ben hamle
etmem, evet. "O hakkı sana veriyorum demiş. Sen hamleni yap bakalım." Adam,
pazusu filan kuvvetli, bir hamle yapmış, Cenab-ı Haydar’ın elindeki kalkanı
ikiye bölmüş. Esedullah-ı Galip de bir hamle yapmış, omuzlarının üzerine
çıkmış. Dizlerini basmış omuzlarının üzerine. Maşuk-u Huda’nın vermiş olduğu
kılıç da elinde, haa ramak kalmış, bu kelle bu vücuttan ayrılacak. Fakat
altındaki adamın irade kuvvetine bak ki, o can bir yerden ayrılmak üzereyken
şuurunu kaybetmiyor ve en son müdafası olarak, balgamını Hazreti Ali’nin (kv)
yüzüne fırlatmış. “Rak” demiş, fırlatmış. Tükürüğünü altından yüzüne fırlatır
fırlatmaz, kılıç böyleyken birden bire kalktı. Altındaki şaşırıyor. Diyor, hangi
şey men etti benim kellemi cesedimden ayrırmaklığa? Bu en büyük bir fırsattı.
Hiç bir mani yoktu. Haa. Söyleyeceğim yerin an yeri geldi. Şurayı anlatmak için
buralarda gezindim. "Biz adama kılıcı, kılıcı, hak namına vururuz. Kendi
nefsimiz için bir hissemiz yoktur. Tükürdüğün vakitte muktezayı beşeriyet
nefsim kıyam eyledi. Yarısı Hak yarısı nefsim hesabına sana kılıç vuramazdım
ben. Yüzüme tükürdün, nefsim galeyana geldi. Vururken derhal içimdeki ruhum
nefsimle beraber bak dedi, sana demiş ben Hak namına kılıç vururum, yarısı
nefsim için yarısı onun içün olmaz ki bir defa daha hamle yaparız." Duruyor adam
diyor ki; "Beni denemişindir diyor. Ben ölümden yılan bir adam değilim." Ali (kv)
diyor ki; "Evet yılan bir adam değilsin. Fakat batılda inat eden bir adamsın." "Yok
meftun oldum sana diyor. Benim diyor senin gittiğin yola beni kaydet, gönlünle
şahit ol ve benim şimdi kellemi al, zahmet çekmeden." "Yok diyor, o halde
aramızda fark kalmadı ki, sen benim canım oldun diyor. Gördün mü medeniyeti
kardeşim."
Deden hakiki medeniyetin aslına sahip idi. Hadi O büyük bir putede
erimiş, O’ndan sonra yine o fazilet o esas var idi. Deden üç kıtada hükümdar
idi. Birçok insanlar kendisine teslim olmuştu. Vaka tarihi okurken tarihin... Bazı, dedenin tarihini sevmeyenler, iftira etmek isterler. Mesela derler ki; şarkda Katolikleri Fransızlar, Ortadoksları da
Ruslar himaye ettiydi. Onun içün bir şey olmadı. Ya Yahudileri? Ben cevap
isterim. Onların himaye edemeyeceği, onların heyet-i umumisine bütün kılıcın
geçtiği zamanı bırak. Hadi biraz zayıfladığı zamanda onu söyleyebilirsin. Peki
Yahudileri? Kâinat (Yahudileri) yakarken, O, bana verin, dedi. Ya. Bana verin. Bir şey
anlatamıyor muyum ya?
Buraya nereden girdik? Dedik ki vazifeden doğan ahlak,
aşktan doğan ahlak. Vazifeden doğan ahlakın membaı akıl, aşktan doğan ahlakın
mastarı kalp. Her vakit tekrar ettiğim gibi, buradaki aşk, romanda okunan aşk
manasına değil, dedik, buralara kadar girdik. Evet insan asude kaldığı zaman,
kendi aslını aramaklık zarureti hâsıl olur, insan olması dolayısıyla. Çünkü
insanda bir suret var, bir mana var. Her meyvenin bir sureti vardır. Suretinden
sonra da lezzeti vardır. Lezzetine mana denir. Şöyle bakarsın sureti, sonra
yersin lezzeti. O manadır. İnsanın da bir sureti var, onun da bir lezzeti var.
Anlatamıyor muyuz acaba? Lezzetini araştırmaya başladığı dakikada itibaren aşk
başlar. Kısa cümle. Kendi lezzetini bulmaya başladığı dakikada, aşka, ayak
atmıştır. Atamamışsa eh, gelir geçer, gider. Yazık. Çünkü insan bütün âlemin
varlığına hamil bir var'dır.
On sekiz bin âlemin cana misâli sendedir
Bil ki sensin ferd-i cami' Hak kemâli sendedir
Hak kemâliyle cemâlin
eyledi sende ayan
Sensin ol sun'-ı
İlâhî Hak cemâli sendedir
Hâsılı sensin bilirsen ol hüma-i lâ-mekân
Kim bu eşyanın serâser hep hayâli sendedir. Ya, satılma.
Sana vasıl olmak için seyr eder bu kâ'inat
Bildi ilham ile bunlar Hak visali sendedir
Ism-i a'zam rûh-u âlemsin hakikat
Gaybîya
O kadar zenginsin. Muhafaza edebilirsen ne ala. Daima
hakikatini ara, kâm al. Ya âlim ol, ya müteallim[18] ol ya müstemi[19]
ol. Üç şeyden birisi ol. Hülasa bu. Ahlak
hissiyattan ziyade akl-ı fikre itina eder. Buraya dikkat edin, bu cümleyi
belleyin. Ahlak, hissiyattan ziyade akl-ı fikre itina eder. Hak ve hakikate
muhabbeti esas bilir. Onun için ilme kıymet verir. İlme kıymet verilince üç şey
meydana çıkar. Ya alim olursun, ya müteallim olursun ya müstemi olursun.
Anlatabildim mi? Ya bilirsin, bildirmeye memursun, ya bilmiyorsun bilmeye
talipsin yahut onlara kabiliyetin yok, bilmiyorsun fakat
aşkın var dinliyorsun. Bu üçü bir millette tecemmu etti mi, bu üç halin birisi
bu üç hal oldu mu bir camiada, dedikodu kalkar. Dedikodu kalkmayınca terakki
olmaz. Anlatabildik mi? Dedikodu bunlarla kalkıyor. Vazife taksim edildi, ya
alimsin, ya müteallimsin ya müstemisin. Başka işe meydan yok ki? Bunlar
olmayınca, doğrudan doğruya dedikodu başlıyor. Sonra insanın asıl hilkatteki
gayesi ameldir. Amel, amel. Derler ki efendim sen benim kalbime bak. Ben niye
senin kalbine bakayım ya ben Allah mıyım? Kalbe yalnız Allah (cc) bakar. Yooo,
biz kalbe bakmaya memur değiliz ki. O Allah’a (cc) ait. O bakar o kalbe. [20]
اَلَّذ۪ي
خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ Ben sizi meydana getirdim ki hanginiz daha güzel iş
yapacaksınız diyerekten. Nazım böyle. Nakil böyle geliyor. اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ
اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ Allah (cc)
mevti ve hayatı, insanların hangisi daha güzel amel yapabileceğini kendilerine
göstermeklik içün yarattım diyor. Başka bir şey yok. Öbür tarafta hiçbir şey
yok, sen benim kalbime bak diyor. Sorar diyor, ömrünü nasıl geçirdin? Nereye
ifna[21]
ettin, gençliğini nasıl bitirdin, nasıl kazandın, nasıl infak ettin? Zayi
olmuş dimi ya? Rücu et diyor. O kadar da geniş Kudret. Bizim gibi değil. Dön
diyor dön. Kabahati gördün, görmemiş gibi oldun. Böylede bir emr-i ilahisi var.
Döndün mü, senin kabahatini gördüm ben. Fakat döndüğünden dolayı görmemiş gibi
oldum. O kadar da nazik, anlatamadık mı acaba? Gördüm, görmemiş gibi oldum.
Demiştim ki,
insan bu âleme yüklü gelmiştir. Yükünü kendi taşıyan, çok zorluk çeker
demiştim. Kendisi taşımaya kalkarsa. Hepimiz yüklü gelmişiz. Sen zannedersin ki
filan adamın daha yükü azdır. Yok yok, herkes, ayrı bir şeydir o. Bu iptila
âlemi çünkü öyle diyor kendisi. İmtihan edeceğim diyor. Üüü. Teslimiyetine göre
ağırlığı gelir. Ne kadar çok teslim olur o kadar hafifler. Teslim olamadıkça
batar. Dayanamaz. Teslim olduktan sonra orta yerde bir şey kalmaz. Adam mesela
bazı insanlar yükünü hafifletmeklik için aklını nara inkılap ettiren şeyden
medet umar. Mesela, işret-kula[22]
niçun dersin, söylenir sorarsın, onun içün çok kederliyim der. Uyuşturacaksın
kendini. Yahu aklını uyuşturup nara inkılap ettirecek şeyden imdat diyeceğine,
aklını nura inkılap ettiren imanından imdat istesene. İman dururken başka
yerden imdat aranır mı? Ne kadar adamı uyuşturur o? Neticesi ne sonra onun? Aklını nara inkılap ettirecek
şeyden imdat mı istenir? İmandan imdat istediğin dakikada derhal âlemde
hikmetsiz bir zerre olmadığını gözünün önüne getirir. Anlatabildim mi bir defa?
Oradan açılırsın. Hiçbir zerrenin hikmetsiz olmadığını, her amelin bir neticesi
bulunacağını sana gösterir. E bana göstermiyor
ya. Kuvvetli değil de onun içün. E sudan, şöyle olsun demişsin. Aşk derecesinde
değil o. Öyle değil o. Öyle açar. Her zerrenin hikmetini böyle açar, böyle açık
açık gösterir. O gözüktükten sonra her amelin bir neticesinin olacağı görünür,
nazar-ı im’an[23]
ile baktıktan sonra karmakarışık mesele her şey senin gözü önünde böyle
pürüzsüz bir şekilde halledilir. O pürüzsüz bir şekilde halledilmeye
başladıktan sonra sende terakki başlar. Ondan evel terakki yoktur. Her gün
tedennidesin. Bilmem bir şey anlatabiliyor muyum? (çok güzel efendim)
Sonra bazı
insanlarda vehim vardır, vehmi at. İblistendir. Vehim yok. Kudret’e söz
verdikten sonra onun aksi olmaz. Bozmak ister aranı Kudret’le. Yaa, kıskanır
seni, o vehimdir o. At onu. Hangi tarafını anlatayım bilmem ki. Sonra Kudret
yalnız bir ihlas ister kardeşim, ihlas. O kadar senin bildiğin gibi zor da
değil o. İhlası gördükten sonra, senin zemair-i serair-i hafayana muttali, o
bütün yolları açar, açar, açar. Yaa… Bazı insanlar vardır, acayip. Sen kendi
gönlünde huzura talip ol. Esrar-ı gayba agâh olmaklık, ne lüzum var sence? Vech-i
didara talip ol. Ne lüzum var? O iyi bir şey midir sanki? Allah’ın (cc) en
büyük merhameti, umur-u istikbali Settar ismiyle bize örtmesidir. Büyük
insanlar katiyen onu istemezler, yalvarırlar. Fakat Kudret mahsustan bazen
yapar. Aman Yarabbi, kapa benden böyle şey istemem der. O ona mekir[24]
muamelesidir o. Huda mahsustan yapar, kendini göstermemek içün. Bazı adam orada
tıkanır kalır. Oldum sevdası gelir, zavallıdır. Kanma, isteme, hep arızi
şeylerdir onlar. Ne lüzumu var?
Size bir misal
bir vakit söylemiştim, tekrar edeyim de hatırlatayım. Anlayın bakın. Büyük
insanlardan birisine birisi gelmiş demiş ki; bazı insanlar demiş böyle, Kudret’in
tasarrufatını aşikâr görürlermiş. Merak ediyorum ben demiş. Sen halinden memnun
ol, ne yapacaksın demiş? Israr etmiş. Yavrum böyle şeyleri ısrar etme, o bir
beladır dayanamazsın. Düşmüş boyuna, pekâla hadi bakalım demiş. O kadar çok
düştün, sonun hayır olsun bakalım. Dönüp geliyor, hayvanatta daha ziyade böyle
agâh olurlar. Mesela zelzele olmazdan evvel kazlar bağırır. Daha rasathanenin
ibresi oynamadan kaz bağırır. Anlatamıyor muyum? Rasathane daha ibresini
oynatmadan kaz bağırır. Ne demek o? Ne bileyim ben? Kaz mıyım ben? Bilmiyorum.
Kaza sor? Rasathanenin ibresi oynamadan kaz bağırır. Mesela cins atlar vardır,
kullananınız varsa bilir. Gideceği yerde düşman varsa durur, kafasını kessen
gitmez. Efendisine sadık, anlatamıyor muyum? Kendini atar oradan gitmez.
Gelirken evin önüne bakmış, köpek ile horoz sofrayı silkelemişler, kavga
ediyor. Horoz kendi lisanı haliyle köpeğe diyor ki; şimdi perde kalksın dedi
ya. Ya bu diyor bana ait bir şey, sen bununla ne doyarsın, ne bir şey olur bu
ekmek kırıntısıdır. Sabret diyor yarın efendinin ineği ölecek, leşini parçalarsın
doyarsın, haftalarca yersin. Herif bir durmuş şimdi, bizim inek gidiyor. Derhal
gelmiş, ineği pazara… İneğin o dakikada bir şeysi yok ki. Çifte kat memeli,
arkası geniş, mastarı güzel, ense yerinde endamı anı yerinde, kim görse alacak.
Tabi alan adamın elinde inek ölüyor. Ertesi günü yine geliyor, köpekle şey
ederken. Yahu ilişme diyor, bu bana ait bir şeydir sen. İyi ama inek ölecek
dedin inek gitti başka bir yere diyor köpek. Beni mahrum ettin sen diyor, ineği
biz kaybettik, inek gitti. Yarın diyor cins at ölecek. Elini çekmiş köpek. Bunu
da duyunca atı da hemen derhal. Öbürsü gün yine gelmiş, aynı manzara
uzatmayalım mevzuu… İlişme şuna demiş, İlişme güzel, inek gitti, at gitti yarın
kendi ölecek demiş. Burada tatlı yapacaklar, yemek pişirecekler ölü içün artanı
sana da yeter herkese de yeter. Şimdi herif uyanmış, eyvah ben gidiyorum.
Koşmuş gelmiş o zata demiş ki aman daha demeden, hiç ağzını açma sakın demiş,
patlama gebereceksin demiş, Kudret’le oyun olur mu? Ben sana dayanamazsın
dedim, o inek gideydi bir şey yoktu orta yerde. Hadi demiş onu şey ettin. Sana
af muamelesi yaptı, beygir de demiş bu sefer şey ettin. Şimdi demiş cayır cayır
yarın geberecen. Hadi git. Diyeceğim nedir? İnsan böyle şeylerle meşgul
olmamalı. Daima mesdur[25].
Bazı insanlarda öyle merak vardır, acaba ne olacak?
Bunun çirkin
bir tarafı da var. Fala bakar, bilmem şuna bakar. Yanına bile uğramaz, yanına
dahi uğramaz. O batıldır ya netice itibariyle , onda bir tahakkuk yoktur netice
itibariyle, tesadüfe an olunan bazı şeylerdir fakat beşer telkine şeydir,
meftundur,onun içerisinde tek bir kelime geçer, elli sene yaşarsa elli sene
seni üzer. Elli sene seni yakar, üzer o.
İçerisinde meşhun[26]
bir kelime geçer. Şöyle bir şey olacak der.
Onunla sen boyuna kendini kendin yersin. Yaa, ne lüzum var ona? Teslim ol
Kudret’e. Teslimiyet bunlardan adamı alakor.
Anlatabildim mi? Teslimiyet olmadığına işaret olduğu içün manada bunlar yasak
olmuştur. Yoksa mana böyle şeylerden alakadar değil. Kulun teslimiyeti az
olduğundan dolayı hoşa gitmez. Anlatamadım mı? Hikmetini anlatıyorum sana.
Neden mezmumdur[27]
mesela böyle şeyler? Çünkü Allah (cc) diyor ki; Bana teslim olsaydı böyle
şeylerle meşgul olmazdı. Bana teslimiyeti az diyor. Sonra o mukadderatı öyle herkesin
eline pek aşikar vermez o.
Bugün ki konuşmamızdan
neticeler. Hilkatteki gaye, evvela amel. Amel ilme bağlı ilmin gayesi
marifetullah. Marifetullah, hikmet ve hilkate vukuftur. Anlatabildim mi? Bak
nafi[28]
ilmi haber veriyor. Hikmet ve hilkate vukuftur. Hikmet-i ameliyeye gelince,
insanların hikmetlerine ve hilkatlerine göre hareket ettiriyor. Hangi adam
Kudret’in insanı niçün yarattığını idrak eder ve ona göre hareket ederse, o
adam ahlaklı adamdır. Ahlakın tarifi bu. Bir şey anlatamadık galiba! Biraz
dolambaçlı ama o kadar sıhhatim iyi değil kusura bakmayın. Biraz şöyle daha
açık misaller veremiyorum, sağ olursam gelecek hafta veririm. Mamafih daha… Yoruldunuz
mu?
Yükünü dedik, imana yükletirsin. Yükletmezsen yorgun gidersin. Hülasa ediyorum. Kalpte huzur
olmazsa aza-ı cevarih daima tuğyandadır, isyandadır. O cemiyet hiçbir vakit
kendisini şekavetten kurtaramaz. Daima şaki yaşar. Kalbi huzuru…
Kalbinde huzura malik olmayan adam, elinden dilinden kimse emin olamaz.
Anlatabildik mi? Kalbinde huzur olabilmesi içün sebepleri saydık. Evvela neşet-i
saniyeye[29]
inanacak. Neş’et-i saniyeye inanacak. Taaa nerelere kadar elini uzatmış, bu
uzatmış olduğu yerlerin daha ondan evvel uzatacağı yer var. Kendi vicdanındaki
lem’a-ı[30] muhabbet
kendisine nereden tulu[31]
edebilir. Bunu arayacak. Şimdi insanlar nicün bu vaziyete düştü? Kaç konuşmadır
konuşuyoruz, belki yüzlerce konuşma oldu. Muhabbet sermayesini kaybettiğinden
dolayı. Bunun membaı doğan yeri neresidir? Bunu arayacak. Niye doğmuyor, bunu
bulacak. Bunu bulmadan refah yok. İmkân yok. Bir defa ümidi kaldırın. Paranız
olsa da yok olmasa da yok. Evlenseniz de
yok, evlenmeseniz de yok. Muhabbet. Muhabbetsiz ailenin çocukları zalim olur.
Hazreti Muhammed’in (sav) dediği olur, başka türlü olmaz ki. Olmaz başka türlü.
Muhabbet oldu mu sinir kalkar. Muhabbet, muhabbet siniri yener. İğneye lüzum
yok. Efendim filan adam sinirli muhabbeti yok. Var muhabbeti, yalan. Nefsinden
gelen muhabbeti o. Ruhtaki muhabbet yok. Aslındaki muhabbet yok. Bu muhabbet,
muhabbet-ı şeheviye. Makbul muhabbet değil o. Kaldırır o. Muhabbet oldu mu,
sinir minir kalkar, hiçbir şey kalmaz. O sinir lafı zulme alet olacak bir
sıfat. Ne siniri? Kaç defa misal getirmişimdir. Hizmet-i mecburi askeriyesini
yapacak tabi, vazifesidir, en büyük vazifesidir. Bir suç yapar amiri, keyfisi
içün şırak tokatı vurur, vurduğu vakitte hiç sinirlenmiyor, rap diye böyle
duruyor. Bir daha yer yine böyle durur. Bir daha yer yine böyle durur. Bir daha
yer yine durur. Hep böyle durur. Ondan sonra zayıf birisini gördüğü vakitte "Ben
asabiyetimi muhafaza edemedim, ne yapayım, oldu" der. Ne ashabını muhafaza edemedin,
edepsizliğini muhafaza edemedin. Kudret onları yazmıyor mu? Dinler mi?
Hilkat, marifet bu olmayınca netice meydana gelmiyor. Marifet ki insanı Hak zevkiyle
doldurur. Buna ilim diyor ahlak. Hak zevkiyle doldurulan bilgiye ilim diyor.
Bununla yoruluyorum, anlatabiliyor muyum acaba? Bunu anlatmak istiyorum ben. Hani
birçok bilgiler var ya. Bunu, bunu diyor. Hak zevkini dolduruyor. Hak zevki
dolarsa vahdetin sırrı duyulur. Vahdetin sırrı duyulduğu vakitte sendeki canla
bendeki canın arasında fark olmaz. O vakit ben sana fenalık yapamam, sen de
bana fenalık yapamazsın. Bir çünkü. Anlatabildim mi? Vahdetin sırrı duyulur,
meveddetsizlik eseri kalmaz insanlarda. O vakit birleşme başlar. Beşerin
saadetinin medarı olan fazilet o vakit meydana çıkar. Şimdi yalnız menfaat var
kâinatta. Menfaatin de daima neticesi boğuşmaktır. İhtirasat-ı… Menfaat
cibillidir. Hepimiz isteriz menfaatı ters anlama. Bazı sözümü ters anlıyor da
efendim kim istemez menfaatı? Ben öyle mi dedim? Kulağıma geliyor sözü. Ben
öyle bir şey dedim mi? Faziletten sonra gelecek dedim.. Menfaat olmazsa
yaşayamazsın ama o gaye olmayacak. Gaye olduğu dakikadan itibaren saadet-i
beşeriye orta yerden kalkar. Çünkü ihtirasat-ı nefsaniye hiçbir vakit tatmin
olmaz. Ben seninle bir iş yapmak istediğim vakitte gel buraya Veli Bey şu işi
yapalım. Sen bana dersin ki ne menfaatı var? Ben de onu derim. Bunu dediğimiz…
Beşer bu hale düşmüştür, bütün dünya sekenesi. O ihtirasat-ı nefsaniye tatmin olmuyor. Bugün
hiç parası olmayan bir adam elli bin liram olsa şöyle olurdu der, elli bin
olur, yüz bin olsa der, yüz bin olur milyon der, milyon olsa milyar der,
nüvilyona çıkar gene bitmez bu cibilli. Onun içün fazileti esas koyacak,
faziletten sonra menfaat gelecek beşer huzura kavuşacak. Fazilet orta yerden
kalkmıştır, sırf menfaat hâkim olduğu için beşer birbirini yiyor. Ve yiyecek. İmkânı
yok. Kudret öyle diyor; beşerden muhabbet kalktıktan sonra bana bağlanmaklık
sırrı tecellisi kalktıktan sonra [32] وَاَلْقَيْنَا
بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ Ben kıyamete kadar aralarına
adavet koymuşumdur. Allah’ın (cc) koyduğu şeyi sen
kaldırabilir misin? En büyük kafa toplansın kaldırabilir mi onu? Dinler mi onu
Kudret? Kendi resmen ilan etmiştir. [33] وَمَنْ
يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ Bana sarılmadıkça yol açmam
felah vermem. Ya ne yaparım? "Kıyamete kadar birbirinize yedirteceğim sizi" diyor. Kudret’in kanunu bu,
sünneti bu böyle. Sen
istediğin kadar en zeki adamı topla, en büyük bilgiyi topla, en müttesibi
topla, ne topla, boyuna topla, olmaz, neden? وَاَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ
الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ Kıyamete kadar ben bunu koydum diyor. Ya ne vakit
kurtulabilirsin? Bir saatten beri saydığım şeylere döner beşeriyet, o vakit. Kendisi benim sayemde yaşar, zahmetsiz yaşar. Kolayı var işin fakat
beşeriyet maalesef şey etmiyor. Saadet-i beşeriyenin medarı, saadet arıyor ya
insanlar, menfaat değildir fazilettir. Mesut olmak istersen, menfaat arama
fazilet ara. Odur o.
Fazilet içinde nefsinde sübutu içün ancak Vücud-u Halıka iman
şarttır. Çünkü saadet, fazilet bunlar öyle bir şeydir ki, Allah’a (cc) iman
etmedikçe, fezaili, fazileti nereye rekz edebileceksin? İki konuşma evveli
söylediğim gibi. Onun meydanı yok ki. Ancak o doğrudan doğruya imana rekz
edilebilir. Kalpteki hırs ancak nur-u imanla söner, başka şeyle sönmez. Hiçbir
terbiye onu söndüremez. Hiç. Evet sen görebilirsin, ondan mahrum olan bir çok
insanlar halim olur, nazik nazik konuşur fakat hakikatte imanı da inkar etmiştir.
Öyle güzel konuşur, bunlara rast gelirsin hayatta. Fakat icabında öyle kaplan, öyle hubris,
kelpten daha ziyade kudurmuş, aslandan daha mufteris [34]
tilkiden daha hud’akâr[35]
yine odur. İcabında, anlatabildim mi? Bunlardan selamete çıkabilmesi içün tek
bir çare vardır. Hakk. Anlatamadık galiba. Güzel güzel konuşur, o kadar nazik
nazik seni şey eder, oooo bayılırsın. Fakat zamanı gelir fırsatını bulursa öyle
olur ki o. O en halim insan dediğin kaplandan daha hubris olur, en mülayim
dediğin kelpten daha akur[36]
olur. Aman ne kadar, ne için bu? "Melek mi" dediğin aslandan daha müfteris olur. "Ne
kadar saf, tamam tertemiz" dediğin tilkiden daha hud’akâr olur ve seni yutar. Öyledir
bu. Hürriyet-i maneviyeni de yutar hürriyeti şe’nide[37]. Bana
bir kalp gösterebilir misiniz ki, biz vicdan bulabilir misiniz ki kendince arzu
ettiği bir gayeye varınca müsterih olsun. Var mı böyle bir adam? O istifa
kanununa tabi olanlar müstesna. Kudret’in istifa kanununa tabi ettiği bir sınıf
var. Onları konuşmuyoruz. Onu Kudret öyle istifa etmiş, o istifa yani. Kudret
der ki Allah (cc); benim bir istifa kanunum vardır der. Oraya tabi ettiğim bir
sınıf var der. Onun ben ağası değilim
ki. O müstesna fakat onun haricinde bana bir kalp gösterebilir misin? Bir
vicdan bulabilir misin ki, kendi arzu ettiği bir gayeye vardıktan sonra, ohh
tam müsterih oldum, artık başka bir şeyim kalmadı diyebilsin. Hayır, öyle bir
şey yok. Istırabı sükûnete tebdil etsin. Bir zengin gösterin ki servetine kani
olsun. Bir rütbeye malik adam gösterin ki rütbesine, geldikten sonra artık
rütbe istemiyorum desin. Bir caha malik olan birisini gösterin ki, o caha
geldikten sonra başka bir şeyde gözüm yok desin. Hiç böyle bir şey gösterebilir
misin? Yok öyle bir şey. O halde ne lazım geliyor? Bunları önleyebilmek için
tek bir madde. Hakk. Anlatamadık yine. Olmaz.
Onun için der büyük kitap, boşuna
mı söylemiştir, üç konuşma evvel söylediğim gibi.[38] فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ اِلَّا الضَّلَالُۚ dalalden başka, Hak’tan sonra dalalden başka ne var?
Öyle diyor kendisi. Hak’tan başka, dalalden, Hak’tan sonra dalalden başka ne
var? Var mı? Başka bir şey. Yok!
İnsan varı yok,
yoku var şeklinde görüyor, dalga köpüğünü görüyor da deryayı göremiyor. Bundan
dolayı da mahvolup gidiyor. Tozu toprağı görüyor, onu kaldıran rüzgârı
göremiyor. Halbûki dünya hakikatte helaktedir, kendinden düşünsene. Deden
nerede helakta değilse, baban nerede, babanın babası nerede? O halde, doğrudan
doğruya yalnız ona bel bağlama ki, mahv-ı dalal değil midir? İşte o da onu diyor. فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ اِلَّا الضَّلَالُ
Daima helaktadır o. Kudret varı yok şeklinde göstertmiş gafillere.
Nerede deden? Dün vücudu yok, bugün ariyet bir vücudu var, yarın da yok olacağı
tahakkuk etmiş muhakkak bir suretle. Bütün vücutların vukuuna sahip olan vücuda
karşı boyun kesmez. Ne acayip şey? Azamet yarışına kalkar, insan inletir, ah
alır. Sayılı nefes sermaye-i hayattır. Bunun hesabı verilecektir. Sayılı nefes
hayatın sermayesidir. Bedava vermemiş ki soracak. "Vaktini laklakayla mı
geçirdin?" der. Kuvveti çenenden bileğine al diyor Kudret. Bırak laklakayı diyor.
Kuvveti çenenden bileğine getir, diyor. Göreyim amelini, onun için getirdim
meydana. Ne vakit ki insan heva-i hevesine, tamah-ı hırsına, vedad-ı
nefsaniyesine boyun keser, hiçbir vakit hürriyet-i vicdaniyesine sahip değilir.
O adam Köledir. İstediği kadar ne olursa olsun, yine köledir, yine köledir,
ahlakın nazarında. Ne vakit ki insan heva-i hevesine, tamah-ı hırsına, vedad-ı
nefsaniyesine boynunu eğmiştir, o adam
hiçbir vakit hürriyet-i vicdaniye ve hürriyet-i kalbiyesine malik
değildir. O resmen köle. Hem adi köle. O bir köle var ya onlardan değil ha. O, bir köle var. Başka bir köle o. Karıştırmayalım onu da.
Şimdi mesela hilaller,
Bilaller gibi köle değil ha. Mesela bazı köle var ki, Hazreti Ömer (ra) gibi
bir adam; bin dört yüz şehir fethetmiş, dünyanın iki büyük hakimiyetini
ayağının altına almış. Kisra hakimiyeti, Bizans hakimiyeti. Dünya daima iki
kuvvetle gitmiştir. Hilkatte öyle götürüyor, daima, iki, iki kuvvet, her vakit
için öyledir o. Diğer küçükler, neşesi, istidadı, kabiliyeti itibariyle hangisi
mülayim gelirse o kuvvete tabi olaraktan gider. Hep öyle gelmiştir. Yalnız
tarih-i âlemde bir kere o iki kuvvet bir kuvvete inkılap etmiş. Ömer’in
zamanında, anlatabildim mi? Bir dört yüz şehri fethetmiş… Bunu niye söyledim
bakayım? Hatırlatın bana. Teşekkür ederim. Kim söyledi onu? Sen mi? Öyle diyor
o. Ateka Ebu Bekir Seyydinina Bilal. Ömer gibi bir adam. Bin dört yüz şehir. O
şehir dediğin, her birisi birer eyalet, birer varlık. O İran’ın misak-ı milli
bayrağı. Üüü, kıta gibi bayrak. Mücevher dolu, sekiz on bin senelik hazinenin pırlantlarından istisnai seçilmiş,
güneş gibi parlayan, şöyle sokağın orta yerine seriverdi. Ama belki bugün
tenkit edilir; Öyle mi yapmalıydı?” Seriverdi. “Getirin bana dedi şeyi, keseyim
şunları, parçalayayım" dedi. “Ve ibret alın bunlarla” dedi. “Beşeriyetin taptığı şeyler” dedi. “Bak
Kudret ne hale sokmuştur.” “Bugün ayağınızın dibinde duruyor” dedi. Parçaladı,
parçaladı, gafillere taksim etti. Hiç dinlemez öyle şey.
A’teka Ebu Bekir,
Seyyidena Bilal. Yani, Bilal Efendimiz’i Ebu Bekir azat etti. Efendimiz
tabirini, Bilal köle. Azat olmuş, ama ona kullanıyor. O köle değil benim burada
söylediğim köle. Anlatabildim mi? Ters anlarsın da. O köle değil. Ateka Ebu
Bekir, seyyidena… Ebu Bekir, Bilal Efendimiz’i azat etti. Rasülullah (sav)
alem-i cemale teşrif etmiş, Ebu Bekir’e diyor ki; “Ben duramayacağım,
gideceğim. Beni bırakma” diyor. “Sen ayrılma buradan!” Bir cümle söylüyor,
yanıyor Ebu Bekir. “Ya Ebu Bekir, nefsin içün aldın azat ettinse, kalayım.
Fakat beni Hak içün aldın azat ettinse bırak gideyim, yanıyorum” diyor. Köle
böyle. Yaa. Selman da köle. Köle ama Es
Selman min ehli Beyti diyor. Böyle hususi bir imtiyaz almış. Bu benim ehli
beytimden, yani . Nasıl anlatayım sana, kelimesi yok ki anlatayım. Kelime yok.
Durur adam. Eshab-ı balsafadan bir zat, bir zata gücenmiş, beşeriyet olur ya. O
vakit işte soruyorlar. O vakit öyle bir şey var ki, atının bile şeceresi belli.
Otuzuncu babasına kadar atını sayıyor. Kendi dedesini bırak, dedesini bırak
sen. Atının dedesi şudur, dedesinin dedesi budur, dedesinin dedesi budur, dedesinin dedesi budur. Atı o. Kendi
babasını bırak. Anlatamadım mı acaba? Onları sayıyor. Selman’a (hz), Selman’a (hz) gücenmiş, Selman’ı (hz) rencide etmek
istiyor Selman’ı (hz). Doğrudan doğruya sormuyor da etraftan böyle soruyor. Hazreti Ömer’e soruyor; “Sizin
babanız kimdir?” diyor. Sayıyor işte O; “ Hattab, Hattab’ın oğlu”, filan, filan,
filan, filan, filan. Ötekine soruyor, filan, filan, filan, filan. Sıra geliyor
Selman’a (hz), Selman (hz) köle çünkü. … “Senin baban kim?” diyor. “İslam’ın
çocuğuyum!” Ömer tutuşmuş; “Berbat ettin meclisi, yakacaksın burayı yahu, ne
biçim sual açtın sen?” O esnada Rasülullah (sav) girmiş içeriye. Hadiseye agâh
olmuş. Tebessüm etmiş. “Evet” demiş. “Es Selman min ehli beyti. Selman benim evladı
iyalimdendir. Ehli beytimdendir.” Anlatabildim mi? Ne muazzam bir rütbe almış. O
da köle ama hani karıştırma, biraz evveli söylediğim köleyi.
Hülasa ahlak
hayali hakikat zannettirip nafile ömrünü beyhude yere tükettirmez. Onun adına ahlak derler. Ne
yapmak lazım? İyi bunları söyledik amma netice? Ne yapmalı? Hepimiz... Sıkılmaya
lüzum yok. Elhamdülillah hepimiz öleceğiz. Aman filan deme. Ohh de. Hele bir
zalimi gördün mü öyle bir nispet ver ki; “ Ölümü öldüremiyorsun azizim” de.
“Çatlasan da ölümü öldüremiyorsun, patlasan da. Mis gibi öleceğim." İnsanın
ef’ali hasenesi yani güzel işleri, kabirden sonra, beraber gider kendisiyle.
Ben sizi inanmış bir zümre olarak görüyorum. Ona göre konuşuyorum. Böyle,
yaradılışındaki gayeyi duymuş, abes hiçbir zerre kâinatta olmadığını yakinen
öğrenmiş, tatmış, duymuş, bilmiş, binaenaleyh kendisinin de mensi ve mühmel
bırakılmayacağına iman etmiş, kendisi gibi iz’anlı, şuurlu, vicdanlı bir varı,
iz’ansız, şuursuz bir varın yaratamayacağını. Binaenaleyh kendisinde bulunan
sıfatların, büyük sıfatlarla muttasıf, eksik sıfatlardan tamamıyla münezzeh bir
varlıktan geldiğini ben de görmek var ki, elbette benden daha iyi gören bu
görmeyi bana verdi demiş. Bende konuşmak var ki, elbette namütenahi konuşmanın
sahibi olan bana bu konuşmayı verdi demiş. Bende işitmek var ki, elbette benim
gibi değil, daha muazzam işiten bir yerden bana işitmek geldi, diyerekten bu
bütün sıfat-ı kemaliyeyi toplamış. O sıfat-ı kemaliyeyi toplamış olduğu
Kudret’e gönlünü vermiş bir camia karşısında konuşuyorum diye konuşuyorum. Yoksa böyle, Kainat bir tesadüfün
neticesidir, insan da tekamül etmiş bir hayvandır fikriyle... bulunanla konuşma
sahası başkadır. Biz onunla da saye-i kudrette konuşuruz. Fakat şimdi lüzumu
yok. Böyle inanmış bir zümre, nispeten huzura kavuşmak isteyen, çırpınan bir
zümre ile konuşuyorum diyerekten konuşuyorum.
Onun içün tabi, o öyle olan zümre de
ebediyete gönül vermiştir. Ebediyete gönül verildiği vakit de, öleceğiz
elhamdülillah. Ne tuhaf temenni di mi? Öleceğiz. Ölmek zor bir şey değil, yani çirkin bir şey
değil, ters söyledim. İki kanadı, kanatları (kırık) olan kuş kafesin kırıldığını
istemez. Ağyar onu telef eder. Kanatları sağlam olan kuş da kafesin durduğunu
istemez. Bizde de güzel iki tane kanat vardır. Anlatabildim mi? Biz, inanan
adam, ah almayan adam, zulmetmeyen adam, can yakmayan adam, Kudret’e gönül
veren adam hiç ölür mü? Bu öleceğiz demekliğim yani elbisemizi değiştireceğiz.
Aslımıza rücu edeceğiz. Sahamız değişecek. Hayatın zevkini ondan sonra
anlayacağız. Şimdi biz her gün inleriz. Ah yorulduk deriz, Kudret daima
imtihana tabi tutmuştur. Her şeyin muntazam olur. Her vakit söylediğim gibi
birisi geçer, ruhen size cem-i ezdaddır[39]
o. Birbirinizi tutmayan bir ruhtur, sıkılırsın, niye geçti buradan yahu dersin.
Baktı bana der. Bak işte şimdi. Hâlbuki tesadüfen geçti, sana bakmadı, belki de
görmedi. Baktı ama görmedi. Hayır, kasten baktı dersin. Mesele o değil mi?
Kasten baktı dersin.
Onun için asıl
hayat "GEL!" emrinden sonra başlar. Gel
emrinden sonra başlayan hayat içün biraz bu hayatta zevk alalım. Derlenelim,
toplanalım. İlmi sohbetler, ahlaki sohbetler, dedikodulardan azade, fitnelerden
uzak, nifaklardan uzak, fesattan uzak… Hiç olmuyor, yok. Üç kişi bir araya
geldi mi muhakkak birisinin bacağından yapışıyor. Gırtlağından yapışıyor. Yaa, artık
ben edeben bacağından diyorum. "Hakiki sohbetten dedi Cenab-ı Peygamber (sav),
evlad-ı manevi doğar. Her sohbette bir çocuk olur," diyor. Eğer hakiki sohbetse
veled-i sahihtir. Gayr-i hakiki sohbetse, nefsaniyse piçtir, veled-i gayri
sahihtir. İkinci hayatta bu çocuklar yanınızda gidecek. İster temiz çocukla
git, ister çirkin çocukla git. Anlatamadık mı? Onun için nahak yere, bazı insan
kendisi şey olur, temiz olur da gelir birisi lüzumsuz konuşur. Lisan-ı
münasiple reddet. Öyle, şeyleri var onun. Usulleri var. Ben size eski konuşmalarımda
tekrar etmişimdir, söylemişimdir, çok defa. Mesela, bir zatın aleyhinde
bulunuyorlar, Sultan-ı Resul’e (sav). “Ben onu çok severdim” diyor, “Ve
severim. Siz onun bilmeli değil miydiniz?” Yani, niçün bunu söylüyorsun
demiyor. Bu yeter adama. “Ben onu çok severim” diyor. Derhal siz de böyle bir
adam geldiği vakitte söz kesilir. Ama biz onu diyemiyoruz. Daha eşiyoruz,
altında ne var? Ne çıkacak ya. Hatta uykusu kaçar. Uyuklarken söylese böyle
gözlerini açar. Daha araştırır. “Ayıplara ait keşifler batıldır” dedi Cenab-ı
Fahri Alem (sav). Bir veli her şeyi bilir, Kudret’in bildirmesiyle. Bazen kapar
başka. Fakat bildiğini katiyen aşikâr edecek olursa derhal koluna atar Allah
(cc). Ayıplara ait keşifler batıldır diyor. Nezahete[40]
bak. Mananın nezaketine bak. Her sohbette muhabbet ve hakikat, ilmi marifet
olursa muhakkak çocuk olur, diyor. Her sohbette oluyor. İyisinde de kötüsünde
de. İyisinde olana veled-i sahih deniyor, kötüsünden olana veled-i gayri sahih
diyor. Hangisini isterse onu öyle der.
Mesela o ekabir
başladılar, o daireyi hidayete girmeye fakat ilk girenler zuafa[41]. Ee vaziyet-i maliye o kadar düzgün değil. Mevsim sıcak, sıcak olduğu içün bazen
o kadar hoşa gitmeyecek rayiha olabiliyor, koku olabiliyor. Kalabalık oluyor
filan. Dediler ki, “Efendim bunlara söyleseniz de biraz dikkat etseler.” Yani,
hülasa sizin anlayacağınız tabirle, bunlar her vakit gelmeseler. Düşkün, zayıf
sınıf… Biraz da onur meselesi yapıyorlar. Hani biz bunu deriz ya, seviye
meselesi efendim, seviye. Seviye meselesi. Sen küçük gördüğün seviyeyi
yükseltmeye çalış. Seviye meselesi diyerekten hakaret etme. Küçüğü yükselt.
Vazifelisin, seviye meselesinde. Birden, seviye meselesi efendim, seviye der.
Doğrudur ama bir cihetten doğru değil. İşte o, o meseleler meydana çıktıktan
sonra, fakir zengine düşman oluyor da kâinatta çirkin nazariyeler meydana
geliyor, kasalar parçalanıyor, cahlar yıkılıyor, herkes müsavi olacağız
diyerekten tepiniyor. Kudret hâlbuki hilkaten herkesi müsavi olaraktan
yaratmamıştır. O da bir cezadır. Anlatabildim mi? O öyle olmaz ki. Müsavat
yalnızca vicdanda kalpte olabilir. Maddede müsavat olmaz. Sen elli kilosun ben
yetmiş kiloyum, nasıl müsavi olacağız? Kesecek misin beni? Sen oturunca yarım
kilo yersin ben oturunca elli gram yerim. Bana yarım kilo verdiğim vakitte
artacak, sana elli gram verdiğin vakitte aç kalacaksın. Nasıl olacak? Olmaz. O
halde nasıl olur müsavat? Gönülde. Anlatamadık mı? Onlara ne şekilde muamele
etti bilir misin? Şimdi onların hoşlarına gitmiyor. Köleleri var hizmetçileri
var, onlarla beraberler. O kadar nazik kovmuştur ki, bayılırım. Siz onların
gelmediği vakit gelseniz olmaz mı? Onların gelmemesine imkân yok. Bir şey
anlatamıyor muyum? Siz onların gelmediği vakit geliniz buyurdular. Onların
gelemediği vakit gelseniz olmaz mı?
Bitirdim de bir
şey okuyayım, ondan sonra konuşmaya nihayet vereyim. İsterseniz, istemezseniz
keseyim sohbeti. Böyle güzel sohbet olursa ondan güzel bir çocuk olur dedik.
Veled-i manevi, veled-i kalbi. Kalbinden olan veled. Zahrından gelen veletten
daha kıymetli. Anlatabildim mi? Yaaa.
Ne bezm ü ülfet
isterim,
Ne
bezm ü ülfet isterim, ne seyri cennet isterim,
Ne
cay ı nüzhet isterim, seninle sohbet isterim.
Gerçi
dil harabınım esir i gül şarabınım,
Senin
ayak turabınım kapında hizmet isterim.
Fena
ı kevne kailim, semayı dilde cahilim
Ne
iz ü şana mailim ne cah ı servet isterim.
Ben ehli dert
enisiyim.
Sohbet edeceğin
insanları tarif ediyor.
Ben
ehli dert enisiyim muhibblerin celisiyim zerafetin ganisiyim,
anlatabiliyor
muyum? Bundaki zerafet, anlıyorsun değil mi? Hani böyle içinde hiçbir samimiyet
yok, bir muhabbet yok da o cali eğilmeler bükülmeler, şıklıklar, pıklıklar,
cıkcıklar, bunlar anlatabiliyor muyum?
Ben
ehli dert enisiyim muhibblerin celisiyim
Zerafetin
ganisiyim, biraz muhabbet isterim.
Düşüp de payine müdam felekten hissem mahzı gam,
Bana
semalar olsa ram, ben öyle devlet isterim.
Bunu da
okuyayım bakayım.
Yanıp
kül oldu cism ü can ,saba esip de nagehan.
Anlıyorsunuz
dimi? Yanıp kül oldu cism ü can, saba
esip de nagehan. Sabah rüzgarına yalvarıyor gel diyor. Ben artık canım cismim
nem varsa hepsini kül yaptım hazırladım. Gel es bakalım. Ne yapacaksın?
Diyarına
savur heman o yare vuslat isterim.
Bu kalıbımla
vuslat etmenin imkanı yok, işte yandım kül oldum al götür bakalım bu diyara.
Yine mi kovacaksın?
Nedir
bu uyku her zaman heba mı etti gün figan,
Uyan a çeşmi
bahtı uyan biraz refahat isterim.
Tapan
kişi hakikate, esir olur mu kuvvete,
Rıza
reva mı zillete biraz ben izzet isterim.
Kesilse
özge cam-u cem, dar olsa mey kadem,
silinse
reng ü derdi gam, ben öyle işret isterim.
Diyor o
yar-ı cam bana, nedir bu sendeki büka?
Öyle ya.
Ey mürg-i
seher, aşk zi pervane biyâmûz.
Gân
sûhterâ, cân şud u âvâz niyâmûz
Ey bülbül
diyor. Nedir sen gülün karşısına geçmişsin de boyuna ötersin figan edersin, sen
aşktan bahsedersin. Git de onu pervaneden öğren. Gider, o döner ateşin
etrafında atar, kendini yakar da sesi çıkmaz. Sende nedir bu? Şimdi bu da ona
öyle bir cevap veriyor.
Diyor
o yar-ı cam bana, nedir bu sendeki büka?
Ben
Ehli aşkı daima karin-i hayret isterim.
Sen bağırıp
çağırıyorsun, makam-ı asktan dem vuruyorsun, ben onu karin, öyle yakın isterim
ki hayrette kalsın sesi çıkmasın. E cevap verir bunu söyleyen adam. Cevabını
çok iyi bilir.
Beni
yakar bu iftirak, dem a dem artar ihtirak,
Ne
derdimiş bu iştiyak, bu derde takat isterim.
Aşağısı var ama
o da bana. Bu günlük bu kadar yeter.
[1] Tecessüs: Gizlice araştırmak. Gizlice bakmak.
İç yüzünü araştırmak. İç yüzünü araştırma merakı.
[2] Lahutî: Uluhiyet
âlemine mensub ve müteallik olan. Sır âlemi. Gaybî âleme ait. Ruhanî âlemle
alâkalı.
[3] İstikşaf: Keşif, araştırma.
[4] Mütenevvi': Çeşit
çeşit, muhtelif, çeşitli, değişik, türlü türlü.
[5] Hazin: (Hızane.
den) Hazine nâzırı. Bekçi.
[6] İnfialat:
(İnfial. C.) İnfialler. Gücenmeler. Aksi te'sirler. Teessürler.
Hareketlenmeler. Teessür ve hareketler.
[7] Tahavvülât: (Tahavvül.
C.) Tahavvüller. Değişmeler.
[8] Mazhariyet: Mazhar
ve nâil olma. Elde etme. Muvaffakiyet.
[9] Tugvan: (tuğyân) Haddinden tecavüz etmek, haddini aşmak.
[10] Vahşet-i musanna: Sanatlı vahşet
[11]İkrah: İğrenmek.
Tiksinmek. Bir işi istemiyerek yapmak. Birine zorla iş yaptırmak veya muamele
yapmak.
[12] Seniyye: (Seniye)
Yüksek. Çok mühim ve kıymetli, âli olan
[13] Rekaket: Kekeleme, dil tutukluğu. Sözün
kusurlu oluşu. Belagattan mahrum olmak. Zayıf ve ince olmak, yufka olmak. El
ile cismin hacmi ve cüssesini anlamak için yoklamak. Gevşeklik, zayıflık,
dermansızlık.
[14] Minterafillah: Allah (cc) tarafından
[15] Zebh’: Kesmek, Boğazlamak, Kurban etmek
[16] Müşacere-i kelamiye: Sözle karşılıklı
çekişme. Kavga, niza. Birbirine ağaçla vurma.
[17] Kasîde-i Devriye-i Keşf-ül-gata Li-Mevlânâ
Hazret-i Gaybi Baba (K.S.)
[18] Müteallim: (İlm.
den) Taallüm eden, ilim ve bilgi edinen, öğrenen. Talebe
[19] Müstemi: İstima eden, dinleyici, işiten. Bir
okula dinleyici olarak devam eden.
[20] Mülk suresi 2. Ayet-i Kerime اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ
اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ
Meali: O, hanginizin daha
güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür,
bağışlayandır.
[21] İfna: Fena etmek, bitirmek,
tüketmek
[22] İşref-kul: Kötülüğe
alışmış, alkolik
[23] İm’an: Manalı
(nazr-ı im’an: manalı bakış)
[24] Mekir: (Mekr)
Hile. Aldatma. Oyun. Düzen
[25] Mestur: Seddedilmiş.
Gizlenmiş.
[26] Meşhun: Doldurulmuş.
Dolu. Dopdolu.
[27] Mezmum: Zemmolunmuş.
Makbul olmıyarak ayıplanmış. Kötü.
[28] Nafi': Menfaatli.
Faydalı. Yarar. Şifalı. Esma-i Hüsnâdan bir isim
[29] Neş’et-i saniyeye: İkinci defa vücuda gelme
[30] Lem'a: (C.:
Lemâat) Parlamak. Şimşek gibi çakmak. Güneş ve yıldız gibi parlamak.
[31] Tulu: Doğma doğuş. Birden zuhur etme.
[32] Maide suresi 64. Ayet-i Kerime وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّٰهِ مَغْلُولَةٌۜ غُلَّتْ
اَيْد۪يهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُواۢ بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِۙ يُنْفِقُ
كَيْفَ يَشَٓاءُۜ وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يرًا مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ
رَبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًاۜ وَاَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ
وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ كُلَّمَٓا اَوْقَدُوا نَارًا
لِلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّٰهُۙ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَادًاۜ وَاللّٰهُ
لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ
Meali: Yahudiler,
"Allah'ın eli çok sıkıdır" dediler. Söyledikleri söz sebebiyle
onların elleri bağlansın ve lanete uğrasınlar! Aksine Allah'ın elleri açıktır,
dilediği gibi verir. Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onların çoğunun
azgınlığını ve küfrünü azdırıyor. Biz, onların aralarına tâ kıyamete kadar
düşmanlık ve kin atmışızdır. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah
onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozğunculuğa koşarlar. Şüphesiz Allah
bozguncuları sevmez.
[33] Âl-i İmran Suresi 3. Ayet-i Kerime
وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ
وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ وَف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ وَمَنْ
يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟
[34] Müfteris: Yırtıcı.
Parçalayıcı. İftiras eden. Zorla yere yıkıp parçalayan.
[35] Hud'akâr: Oyuncu,
düzenbaz, hilekâr.
[36] Akur: Yaralıyan,
ısıran köpek. Kuduz, azgın köpek. Çok şerir, kötü kimse.
[37] Şe’n: İş, Yeni olan hal. Şan. Tavır.
[38] Yunus Suresi 32. Ayet-i kerime فَذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّۚ فَمَاذَا بَعْدَ
الْحَقِّ اِلَّا الضَّلَالُۚ فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ
Meali: İşte o Allah, sizin hak Rabbınız; haktan sonra da dalâlden başka ne vardır? O halde nasıl
çevrilirsiniz?
[39] Cem-i Ezdad: Birbirine
zıd şeylerin bir arada bulunması.
[40] Nezahet: Ahlâk
temizliği, temizlik. İncelik, rikkat.
[41] Zuafa: Zayıflar, zayıf olanlar
2 yorum:
Sohbetleri word dosyası şeklinde yüklemeniz mümkün mü acaba? Yazdırıp okumak istiyorum. Bilgisayardan çok zor oluyor okuması.
Ersin BEy, metni gizlemedik. Kopyala-Yapıştır ile tüm metni Word dosyasına taşımak mümkün.
Gününüz hayr olsun
Yorum Gönder