Eni ü nale seher-hize ney nevası verir
Bükadan Arif i billaha mey safası gelir
Sühanverin eseri bir hayat ı sânidir
Giderse dâr ı fenâdan yine sedası gelir.




Saniye sonra Kapanacaktır

300. Kaset

300 Nolu Band (06-07-1959) 75 dk.
……. doğan ahlakın annesi akıl, aşktan doğan ahlakın mastarı kalp. Gerek akıl, kalp, vazife…  Aşk, tabi, bu aşk romanda okunan aşk değil. Her hafta tekrar ediyoruz ya: İnsan asude kaldığı zaman, kendi iç âlemiyle baş başa olduğu an, birkaç sual kendisine tevcih[1] eder; ve o tevcihi yaptığı vakitte de bütün yükleri gider. “Ben kimim?” der. “Ben suret itibariyle elli atmış kiloluk bir kan kemik torbası gibi görünüyorum ama bu torbanın içerisine taalluk eden bir mana var. O nedir?” der. Benim suretim vak’a bir çukurun içerisine sığabilir. Fakat benim bir mana-ı ihtivam, bir vicdan-ı kibriyam var. O nedir? İçimde sessiz sözsüz, bizsiz sizsiz bir konuşan var. Gelmemde gitmemde ihtiyarım yok! Nereden geldim, nereye götürüleceğim, bu âlemdeki vazifem nedir? Bu suallerin cevabı ona enfüsünden[2] gelmeye başlar. Derken aslını aramaklık zevki doğar. İşte onun adına aşk derler. Anlatabildim mi acaba? 
İnsanlar bu âleme bir şey içün gelmişlerdir. Diğer şeyler teferruattır. Asıl gaye itibariyle… Ne içün geldi bir adam? Bu âleme gelmekteki gaye ne? Tek cevap, aslını bulmak... Bunun arasında birçok işlerle gider fakat aslını bulmak zevkinden mahrum olanlar en zavallı sınıf. Yer, içer, tenasül eder, geliş ve gidişteki gayeyi duymamıştır, geçer gider. Bir de şöyle iç âlemine doğru bakar; bütün eşya bana musahhar[3] kılınmış; âlem ten, insan o tenin canı. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Şu mevcudatı bir ten tasavvur ederseniz, nasıl ki şu kalıbın bir canı var, bu mevcudat da böyle aynen bu kalıp gibidir, onun da canı nedir? Nefs-i natıka-ı kâinatın kalbi olan Hazreti İnsandır. Sen zahirde  cilm-i sağirsin[4] ufak bir zerresin fakat o ufak zerrenin içerisinde bir mana var ki, o mana bütün kâinatı muhit. Mensi ve mühmel bırakılmayacak. Yani unutulmuş, bir kenara atılmış bir şekilde olmayacak. Bu dert başladığı vakitte yol almaya başlar. Buna “Hak Derdi” derler. Anlatabildim mi acaba nereden geldiğini? Eee peki sen bir yere istinat ettirdin bunu, “Hak derdi dedin: Hak nereden oldu?” Böyle batıl sualler vardır. Ona cevabı vermiş İmam-ı Ali (k.v); “’Nerede?’ yok iken O vardı.” Bir şey anlatabiliyor muyum? ‘Nerede’ yoktu, O vardı. İlim de malum ya teselsül[5] de batıldır, devir de batıldır.
Biri bir sual sordu da o münasebetle buraya girdim. Suali soran burada yok. Neyse açmışken söyleyeyim. Böyle dedi; Hak ve hakikate taalluk eden sözü söylerken konuşurken arkadaşlarımız arasında, işte var da diyoruz, yok da diyoruz. Şüphe içerisindeyiz. İyi, Hak bu mevcudatı var eyledi. Kendi, kendi, o biçim sual olmaz. Neredeydi? Nerede yok, O varken. Hep O var zaten. Beşeriyetin Fahri Ebedisi öyle demiş: Kanellahu ve lem yekun şey'en meahu[6] Allah (cc) vardı, hiçbir şey yoktu. Karşısında zaman gelmiş ona muhatap olanlar bu mevzuu Cenab-ı Ali’ye (k.v) açmışlar; El an kemakân! demiş. Şimdi de öyle. Hakikatte vücut, yalnız ona aittir. Hayır efendim! Niçün şimdi de öyle olsun? Pekâlâ, elli sene evveli kırk yaşında bir insana soralım, “Neredeydiniz?” Mana ilmine intisap etmeden söyle nerede olduğunu. Manaya intisap edersen nerede olduğunu söylersin. Bizim derdimiz de o. Fakat sen inkâr sahasındasın. Manaya gönül verdikten sonra nerede olduğunu bulursun fakat inkâr sahasındayken bana söyle. Bilmem anlatabiliyor muyum? Manaya girdikten sonra söylersin fakat sen manayı kabul etmedin, inkâr sahasındayken elli sene evveli kırk yaşındaki insan kendini biliyor muydun? Bunu ben her konuşmamda tekrar ediyorum ki bu mevzuu yayılsın diyerekten. Çünkü bir kavmin tarihinin çok kabarık, çok faziletli, çok yüksek olduğunu gösterebilmek için o kavmin, iman etmesi şarttır. Bizim tarihimiz niçün her tarihin fevkindedir? Yok senin tarihin gibi! En üstün tarih dünyada senin tarihindir. Yok! Neden? Deden çok kuvvetli imanı vardı. İmanın vermiş olduğu yemiş başka şeye benzemiyor. Çürümüyor. Anlatabildim mi acaba? O ayrı bir iş o. Âlemde iman zevkinin üstünde bir zevk tasavvur edilmez, yoktur. Bütün zevkler geçicidir, fakat imanın vermiş olduğu zevk… İman olmayan bir kalp, viran şehre benzer. Kör kuyuya benzer. Nasıl anlatayım bilmem ki, o ayrı bir iş. İman olmayan gönül, imana sahip olmayan vücut daima intihara müstaid[7] bir kabildir. Anlatabildim mi? Meyus olur, kederdir, gamdır, hırs ateşiyle yanar. Öff. Ufacıcık hadisatta bir şeye muvaffak olmasa dövünür, çıldıracağım. Niye çıldıracaksın ya. Ne var hepsi? Bir şey yok orta yerde. Hiçbir şey yok. O en büyük varlıklara sahip olurum diyerekten ortaya atan kimseler kendisini esarete mahkûm etmiş demektir. Farkında değildir o. Anlatabildim mi acaba? Kendisini esarete… Ruhunu esir etmiştir. Öyle bir şey yok. Onun içün bu işleri iman halleder. Ha, ne diyorduk? Otuz yaşında bir insan, otuz beş sene evveli, beyefendi tanır mıydınız zatıâlinizi, kendinizi? Bir yerde var mıydı sizi tanıyan? Yok!
Biraz evveli dediğim gibi, manaya iman ederse bulur yerini. O bulur, bulur, bulur, bulur, bulur. Bir yere, mesela der ki, la tayin âlemi[8]ndeydim. Kün emrinin daire-i merkezindeydim. Daha daha, ilm-i ilahideydim. O eğer kesafet, letafete inkılap ederse, büyüklerin dediği gibi… Cenab-ı Haydar (k.v) öyle der, ben اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ [9] hitabını bir an izz[10]esini/ (yada sesini)  bir an duymazsam düşerim der. Benim kulağımda her an O Allah‘ın  (cc) hitabı işler der. Başka.  Bizde yok. Fakat bizim de imanımız var. Anlatabildim mi? “Efendim niçün bende yok, onda var?”. Yooo bu Pazar… Kime ne kadar verilirse.
Sonra inkâr edemezsin ya sana bir kağıt veririm, sen iki defada okur hafızana alırsın, başkasına vereyim yirmi defa okur alamaz, bir tanesi bir defada okur alır. Eee o bir defada okuyup alan var, diye yirmi defada alamayan, öyle şey olmaz diyebilir mi? Ebu’l-Ala el-Maarri, muazzam bir adam. Fakat sözünü herkes hazmedemez. Bazen böyle konuşur, bazen öyle konuşur. Büyük filozof bir adam. Dünyaya kendini kabul ettirmiş. Ebu’l-Ala el-Maarri. İki gözü yok. Bir gün geniş bir vakit olursa sözlerinden bazısını söyleyeyim, yerinde duramazsın. En uzun bir yazıyı bir defa okurlarmış yanında, ondan sonra verirmiş, aynen. Birde cariyesi varmış, hizmetçisi, O da iki defada alırmış. Birisi özenmiş, bezenmiş muazzam bir şiir yazmış, büyük. Gelmiş huzurunda okuyor. Hizmetçisi de yanında oturuyormuş. Emek vermiş çok. “Bu sizin değil demiş, bu vaktiyle yapılmış bir şey.”   “Aman efendim ben bunu nasıl benim olmaz.” “E” demiş, “Dinle bakalım.” Başlamış, cayır, cayır, cayır, cayır okumaya. “Bu o kadar” demiş, “Bilinmiş bir şeydir ki benim hafızamda oluğu gibi demiş, bizim kızın da hafızasında. Oku kızım sen de” demiş. O da iki seferde alıyor ya. O da okuyunca adam şimdi böyle mebhut[11]. Hiç sesini çıkarmıyor böyle bakıyor.
Neyse o manaya gönül verir, kesafetini letafete inkılap ettirdikten sonra merciini bulur. Fakat inkâr sahasındasın dimi ya? İnkâr bu. Söyle bakayım -Şimdi o bana soran gencin sualine cevap veriyorum- Onun imanı var, ihlası var sormuşlar. Şey etmiş, durmuş tabi. Bizim itikadımız böyle değil. Fakat dünün ilminde görüşülen şekli söyleyeceğim. Bizim itikadımız başka. Hani devir ve teselsül batıl dedim ya. Ona misal vereceğim. İlimde kaidedir, her hadise diğer bir hadisenin vücudu ile kaimdir. Ben şimdi bunu size anlatacak şekle sokacağım. Bizim itikadımızda, ahlakın aşk mertebesinde bulunan, oraya salik olan da itikad, her hadise Allah’ın (cc) vücudu ile kaim. Fakat Hakk’ı kabul etmiyor ya ona göre konuşuyoruz. Bize göre bu mevcudat Allah (cc) ile kaim, onun muhabbeti ile daim. Sen kendi imanını şöyle bırak. Henüz onu kabul etmemiş insanla konuşuyorsun. Her hadise diğer bir hadisenin vücudu ile kaim. Mesela ben bir hadiseyim, hadise. Anlatabildim mi? Ben babamın vücudu ile kaimim. Demek ki ben yoktum. Yoka ne konur riyaziyede? Sıfır dimi ya? Sıfır. Anlatabiliyor muyum bir şey. Baban da bir hadise, o da diğer bir hadisenin vücudu ile kaim. Demek baban da yüz sene evveli yoktu. Ona ne konur? Sıfır. Deden de bir hadise, o da diğer bir hadise ile kaim. Babasının vücudu ile kaim dimi? Pekâlâ o da sıfır. Ee kâinatı sıfıra mı çıkaracağız? Ha, o onunla kaim sıfır, o onunla kaim sıfır. E var, nasıl sıfıra çıkaracağız? Hah, buna şurada bir dur, buna kuvvet-i ula derler, illet-i ula derler. Anlatabildim mi? Şimdi burada bir sıfat ararız. Biz öyle bir hadiseyiz ki; bizde görmek sıfatı var. Bize bu görmek bir yerden olmazsa, gelip olur mu bizde? Konuşamıyorum iyi. Ben biliyorum, benden iyi bilen bir membaı olmazsa bende bilgi olur mu? Ben işitiyorum, elbette işitenden daha işiten olmazsa bende işitmek olur mu? Bu sıfatları koyduğum vakitte buna hak derler. Anlatabildik mi acaba? Bilmem batıl desem, dayanacaksın bir yere. Hah. Biz, bu şimdi umumi bir kaide olaraktan söyledik. Bizde böyle değildir. Her varlık Hak ile kaim deriz, tertemiz bir…  Ama şimdi Hakk’ı kabul etmeyen ürerine konuştuk. Teselsül[12] batıl. Devir de batıl. Devire misal nedir? Tavuk mu yumurtadan çıktı yumurta mı tavuktan? Yumurta tavuktan, tavuk yumurtadan, yumurta tavuktan, tavuk yumurtadan… Batıldır o kardeşim. …. Oradan tecelli eyledi. Anlatabildim mi acaba? Hoş bunların kapısı kapandı ya. Artık fen o kadar Hakk’ın ism-i zahiridir ki öyle bir tecelli etti ki o inkâr kapısı filan… Beşer Kudret’in tecellisini ilm-i zahirle gördükçe aklı duracak kadar ilerledi artık.
Bidayetteki konuşmamıza geçelim. Buraya nereden girdik? Hatırlatın bakayım. Gelmede gitmede ihtiyarımız yok. Gelmişiz, bir yere de götürülüyoruz. Niçün gelmişiz? Aslımızı bulmak, taharri etmek dimi? Buradan başlamadık mı? Aslımızı bulmak. İlk vazife bu… Diğer işler, onlar hepsi teferruat. Kimim? Nereden geldim? Ne olacağım? Nereye götürüleceğim? Bunu insan sorduğu vakitte yükünü atar dedim. Çünkü iman mevzuu gelir, yükünü ona yüklersin. Herkes bu âleme yüklü olarak gelmiştir. Bu yük ne içün çekilir? Bir saadete kavuşmak içün çekilir. Saadet de nedir? Saadet nedir? Mesut olmak nedir yani ya? Üç günlük hayat-ı zahiride biraz şöyle alayişli[13] yaşamak mı? Onun içerisinde de neler vardır neler? Sana öyle gelir. Saadet işte, aslına kavuşmaktır. Anlatabildim mi? Asıl saadet o. Vatan-ı asliye sefer hazırlıklarını aramak ve bulmak. Hepimiz yolcuyuz. Nereye? Vatan-ı asliyeye sefer var. Nerede o kıymetli annen? Hani baban? Nerde o hattı zatında direkler üzerinde yavru çıkarıp da eylenen firavunlar nerede? İbn-i Esed’in dediği gibi,
Lev ekbelet ba’del hamami alal vetedi
Lev edberet ba’l-el-himari ale-ibn-il Esedi.
Eski hükümdarlardan, emirlerden birisi, İbn-i Esed. Yerini yurdunu almışlar, kendisi tebdili kıyafetle kaçmış, hane berduş. Kudret’in de ne cilveleri vardır. Bir gün böyle bir sahrada yatmış, uyuyormuş. Gelmiş haşa huzurdan bir eşek yüzüne işiyor. Uyanmış. Kuvvetli de konuşan bir adam
 Lev ekbelet ba’del hamami alal vetedi
Lev edberet ba’l-el-himari ale-ibn-il Esedi..
Elbette öyle olacak İbn’ül Esed diyor. İkbal devrende sarayının önünde hususi yaptırmış olduğun sütunlar üzerinde böyle cins kuşların yavrularını çıkarmaklıkla zevk alırdın, gün geldi idbar devresi oldu, eşek suratına işedi ya. Değmez. Gönül tahtında sultan olabiliyor musun? Gönül tahtında. O tahtta sultan olanları, olanların hiçbir şeysi eksilmez. O hep pişandadır[14] o. Aynı tecellide gider. Nasıl olur o? Nasıl mı olur? Söylemesi kolay, tatbikatı zor… Ben yapamamaklıkla sizin de yapamamanız lazım gelmez ya. Ben söyleyeyim de içinizden belki… Fakat kolay anlarsınız, şimdi söyleyeceğim şeyi. Şu varlık sizin mi? Allah (cc) bütün aza-ı cevarihi, ruhunu, nefsini, sırrını, hafanı[15], mananı, kalıbını, kalbini, ışkını, bütün aza-ı cevarihini, hepsini birer hizmetle mükellef tutmuştur. Bu verilen varlığın hepsi yerli yerinde hizmetindeyse o adam said adamdır. Bir şey anlatabiliyor muyum? Sözü bırak sen şimdi. Bunların heyet-i umumisi iyi tetkik edilecek olursa, bizatihi senin malın mıdır? “Evet, benim malım!” derler, İhtiyarlama. Biz daha ağaran saçın ağarmasını geriye reddedemiyoruz. Yapabiliyor musun böyle bir şey? Bir adam istediği şekilde bir kadınla evlensin, yahut bir kadın istediği şekilde bir adamla evlensin de istediği renkte, istediği zekada, istediği varlıkta bir yavru meydana getirsin. İmkânı var mı bunun? Şu kadar ömrü olacak, bu kadar müktesebat-ı ilmiyesi olacak, şu kadar şusu olacak, yook.  [16]هُوَ الَّذ۪ي يُصَوِّرُكُمْ فِي الْاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ Yoo. Ben seni suni ilahi fabrikama tezgâh yaptımsa bütün şeyi sana vermedim. Ben istediğim boya ile, ben istediğim şekilde çıkaracağım onu. Bir şey anlatamıyor muyum? Ben ben boyayacağım boyasını. Benim boyadığım boya ile çıkacak. Demek ki bizim değil dimi?
Yirmi yaşındayken kağıda baktığın vakitte gözün başka türlü görür, seksen yaşındayken baktığın vakitte başka türlü görür. Seninse niçün bunlar tahyir-i tahrife uğrar. Bunu idrak edip de bu varlık benim değil, ben bunu sahibinin namına işleteceğim derse. Sahibi hiçbir vakit insanı orta yerde bırakmaz. Bırakır mı insanı. Ara yerden çekilirsen. Senin benliğin orta yerden çıktığı vakitte, Allah (cc) malını bırakır mı? Anlatabildim mi inceliğini? Bizatihi başlar tasarruf etmeye. Sende konuşan O olur. Sen Hak namına lisanını çektin mi bir tarafa, o lisan konuşulacak. Ben onu tatile uğratmam. Sen konuşmuyorsun dimi? Soyundun dimi, diyor. Beni çağırdın, senin namına ben konuşuyorum der. Bir şey anlatamıyor muyum yahu? Sende tutan O, olur. Sende yürüyen O, olur. Sende gören O, olur. Öyle bir aşk gelir ki. İşte bunu ben şimdi size mana senedi ile birleştireyim. Hazreti Fahri Âlem der ki, Cenab-ı Muhammed Aleyhis Salatı Vesselam, hepimiz göreceğiz, hepimiz. Uzun boylu bir iş değil. Herkes görecek. İnanan, inanmayan, iyi, kötü. Çok iyiyi, az iyiyi hepimiz göreceğiz. Bir toplan kumandası olacak. Haşır, neşir, toplanma dağılma. Orta mektepte okudun kimya değil mi ya? Sonra “hiç bir şey zayi olmuyor”u da okudun. E o halde hiçbir şey ziyana uğramaz. Güzel. 
Bunun mana ilminde [17] وَّل۪ينَۚ فَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَبْد۪يلًاۚ  İlk önce söyleyen biz. Bu feza, bu varlık, hepimizin ef’alini, ahvalini, akvalini[18] zapt ediyor. Bugün fen ilmine de girmiş, inkâr edemezsin. Burada oturuyorsun dünyanın bir köşesinde hem konuşanı görüyorsun.  Hem konuştuğunu duyuyorsun. Hatta yanındakinden daha ziyade duyuyorsun. Neden duyuyorsun? Duyuran kim? Oraları dursun. Neden duyuyorsun? Duyuran kim? Bu yüz konferans icap eder. Yalnız bize lazım olan şey, demek ki mahfuz. Muhafaza ediyor. Sesin, sedan, sözün, nasıl muhafaza ediliyorsa, halin hareketin de öyle muhafaza ediliyor. Halini harekâtını bu varlıkla muhafaza ediyor, serairini[19] de kendi muhafaza ediyor. İkinci hayatta elimize bir kitap verilecek. Orada hatırlarsınız, bunu filan adam söyledi diyerekten. Öyle diyor zaten. Büyük kitapta der ki; büyük rızıklar önlerine geldiği vakitte, “Biz bunu dünyada da görmüştük, yemiştik, onun aynı değil ama işitmiştik” dersiniz. Anlatabildim mi acaba? Orada olacak o. 
Oku kitabını diyor, kendi hesabını gör. Burada bir nezaket var. Kimseye aşikâr etmiyor, al diyor, gizli bak. Yani hiçbir kimsenin suçunun, seyyiatının, böyle afakta alevlenmesini, böyle açılmasını istemiyor Allah (cc). Kendin diyor aç, bak orada, bütün göreceksin. Kendi kararını kendin ver. Hesabı kendin gör. Nezaketiyle gizleyerek veriyor. Bir şey anlatamıyor muyum? Sueda[20] ve eşkıya ikiye ayrıldıktan sonra, Allah’ın (cc) tecelliyatı. Uşak efendiden sual soramaz. Dimi ya? Mesela asker olursun, yat yere der kumandan. Orada çamur olabilir. Orası senin yatmana müsait olmayabilir. Ben buraya yatmam demezsin, dipçiği yersin. “Niçün yatayım?” demezsin. Yat. Onlar hep Allah’ın  (cc) ders kaçırmasıdır, yarın senin başına kakmak içün. Kendi cinsinden bir kumandan sana yat yere dedi, hiç itiraz etmeden, şakır, şukur, rappadak yattın. Yatış tarzındaki cevvaliyetini, faaliyetinle oradan bir şey bekleyerekten beğendirmek kastı ile birden bire yerlere kapanmıştın. Ben kumandanların kumandanıydım ya. Acaba anlatabiliyor muyum? Tathir[21]hane-i zulm olan, geçidi, herkesi oradan geçirteceğim. Âlem-i nar. O bizim bildiğimiz ateşin cinsinden ateş değildir. Çünkü ikinci hayattaki maddenin bu âlemdeki şeyi yok, başka oranın maddesi. Kıymeti olmaz. Fakat biz bu âlemde olduğumuz için bize bu âlemden misal getirir. Bunu da anlatabildim mi acaba? Orada ayrı, fakat biz buradayız, bize bu âlemden gelir.
Bir vakit bana sormuşlardı, mevzuu anlatmaklık  içün manaya temas ederekten yürüyorum. Büyük kitapta bir şey vardır. Bir doktor sordu, yirmi sene evvel. Sekiz on sual, onun içerisinde sualin  biri de bu. Çok uğraşmış, çok sormuş filan, ehl-i merak bir adam. Mektupla sordu bana. Diyor ki dedi, Allah (cc), ben dar’üs-selamda mizacı kâfur[22] olan bir şeyi ikram edeceğim. Kâfur o kadar makbul yani onda ne bir kıymet var ki kâfuru söylüyor. [23] إِنَّ الْأَبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِن كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُورً Ebrara böyle bir ikramda bulunuyor. Ebrar ne demek? Herhangi bir şeyi ihsan ettiği vakitte, sevgisi üzerinde olarak veren. Bu kadarına dilim döndü tarif ederken. Ne demek? Yemek gelmiş önüne, kendi karnı çok aç, hepsini yemeklik kabiliyeti var, diğer tarafta başka bir yemek daha var ama bunu seviyor. Onu öyle yiyecek. Bunun bir kısmını sevgisi üzerindeyken veriyor mu? Doyduktan sonra değil, ikinci kısmını da değil, kendi arzusu iştihası üzerindeyken. Bilmem anlatabiliyor muyum? Bunlar zor şeyler. Efendiye ait işler. Üç tane paltosu var. Bir tanesini genişçe bir para ile yaptırmış, daha iki sefer de giymiş, bakıyor aynada hoşuna gidiyor. Bir zevk alıyor, muhabbeti üzerinde. Çıplağı gördüğü vakitte ikincisini değil de birincisini çıkarıp veriyor mu? Ebrar işte. Sevdiğinizi vermedikçe ben sizi ebrardan saymam diyor Allah (cc). O sevdiğinin içerisinde kendi canı da vardır. Sen şimdi paltoyu bırak. Yemeği de bırak, o daha zorlaşır. Sever insan canını dimi ya? İcabında vakfedebiliyor musun? Şimdi bu tabi bu sahada yetişmiş olan insanların da alacakları bir karşılık var.
Onlara karşı Huda diyor ki; إِنَّ الْأَبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِن كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُورً Adam takılmış burada. Dünyada kâfurdan daha üstün şeyler olabilir. Bu kâfurun zikredilmesindeki hikmet-i illet ne? Cevap vermiştim ona. Bir hayli düşündüm ama. Sual ağır öyle konuşulduğu gibi değil. Kâfur mukavvi-i[24] kalptir. Anlatabildim mi? Kalbi takviye eder. Muzad[25]-ı haşerattır. Bunu da anladınız değil mi? Dar’us selam ise cennet ise haşerattan münezzehtir, sefa-i kalbe sahip olanlar girer. Anlata bildik mi şimdi inceliğini? O manaya ait olan büyük kitabı sen alır da lügatiyle okursan bir şey anlayamazsın. O bir sır kutusudur, erbabına açılır. Bir şey anlatabiliyor muyum? Şimdi bunu niye getirdim? Nar, zalemenin[26] gireceği makam…  Dimi ya? Zalimin yapmış olduğu zulüm yerinde kalır mı? Büyük zalimler dünyada görmezler. Haa, öyle mi? Evet. Zulmün son sınıfına çıktı mı bir adam dünyada ceza görmeden gider. Çünkü ona Kudret öyle diyor. O hesabı ben göreceğim diyor. Hani büyük ağır cezalar olur da şimdi onu bırakın biz görürüz derler ya. Öyledir o. Öyle ufak tefek zulümler, burada görür çeker filan. Bazı en büyük zalim, onu Kudret bizatihi şey ediyor, yakalıyor. Onun için öyle demiştir Beşeriyetin Fahri Ebedisi (sav); “En çok kime acıyın, bilir misiniz” diyor. Duruyorlar. “Ben size söyleyeyim” diyor. “Ona çok acıyın ki, dünyada çok fenalık yapmış da bu fenalıkların cezasını dünyada görmeden gitmiş. Çok acıyın ona” diyor. O çok acınacak. Öteki gördü mü, o şey etti o, tahfifledi[27] o.  İş hafifledi demektir. Çok acıyın ona. Bir kiri su temizler. Suyun temizlemediği kiri toprak temizler, toprağın temizlemediği kiri, ateş temizler. Dimi yakarlar onu, mikrop varsa yakın der. Suyu kaynatın derler dimi, iğne yaparken iyice kaynadı mı denir. En büyük kir de Allah’a (cc) karşı azamet yarışına kalkmaktır. En büyük kir de insan haklarını çiğnemektir. En mülevves[28] kir “ah” almaktır. Beşeriyeti eli ile dili ile rencide etmekten daha büyük kir yok. Onun da yıkanacağı yer ateştir. Anlatabildim mi? 
Şimdi bu sahanın Kudret, öyle tecelli etmiş, öyle yapmış. Ne yapalım? Hepimiz göreceğiz. Ama biz inşallah şimdiki söylediğim sınıfa gireriz, dimi ya? İnce bir yerini söylüyorum, çok ince bir yer. Şimdiye kadar söylemedim. O tathirhane-i şirk olan âlem-i narın üzerinden geçilecek. Yol öyle yapılmış. İman dedim ya insanı yükseltir. Bak orada ne kadar büyük faydası var adama. Onun üzerinden geçerken ey inanan ve istikbal inananların olduğuna inanan kişi. Senin ateşin benim ateşim gibi değil, beni yakıyorsun, çabuk geç. Bir şey anlatabildim mi? Aşk ateşi böyle. İbrahim de (as) o vardı, nar-ı nemrut onu yakamadı. Yanmış bir daha yanmaz ki. Öyle değil mi? Yanmış bir daha yanar mı?
Mevzuu epeyce aştık bu sahada. Gelelim biz kendi mevzumuza. Hiç birimizin gelmede gitmede ihtiyarı yok. Sordular mı; “Beyefendi bir âlem-i şuhut var, dünya denilen bir sahne var, gelir misiniz?” diye sormadılar. Giderken de sormazlar. Kâinatın serir-i saltanatına sahip olmuş olsan yine beyefendi, hanımefendi, teşrif eder misiniz? Yok. Hayattan “Azl oldun!” emri geldi mi herkes. Katip yazısını yazarken, kumandan kumandasını verirken, usta keserini vururken…  oraya kadar denir. İnsan geçer ve  gider. Bu da gayet az bir zamandır ha. Kaç yaşındasın? Yirmi. Ortaya bir şey koy bakayım. Yok. Onu on misli yap, yine bir şey koy, yok. Fuzuli ne güzel söylemiştir.

Nem var ki laf edem özümden, mahfeyle beni benim gözümden.
Halk var olanı yok sanırlar, yok varlığına aldanırlar.
Hak ayinedir cihan gubarı.[29]

Halletmiş, benim şimdiye kadar söylediğim şeyi, iki üç şeysinin içerisinde.  Eee bu böyle olunca niçün beşeriyet birbirini sevmiyor. Ahlakın en büyük esası, “İnsanları; hilkatte beraber, hakikatte birader” diye tanıttırır. Tabire dikkat eyle. Ahlak insana öyle talim eder. Hilkatte beraber, hakikatte birader. Niçün birbirinizi yersiniz der. Ya manada kardeşin, ya hilkatte bir eşin. Karşına bir insan geldi, ya manada kardeşin. Yani manada dediği, vicdanınızı gönlünüzü bir yere vermişsiniz, orada kardeş olmuşsunuz. Veremediniz, ayrı ayrısınız. Hilkatte eşsiniz. Sema tavan, arz taban, ara yerindeki insan, ihvan.

Hiçbir şeyi de kimsede bırakmıyor Allah (cc). [30]  وَنَحْنُ الْوَارِثُون diyor. Güler adama. وَنَحْنُ الْوَارِثُون Benim mirasçı. Herkesi çalıştıracağım, çalıştıracağım, çalıştıracağım… Ondan sonra arş çukura, alacağım yine. Vermez kimseye bir şeysini. Âdeti öyle. Hiç vermez. Yalnız ruh ile imanı, onlar mevkuftur[31], onlara ilişmez, eğer sahipsen. Vermez. Kürenin dörtte üçüne sahip olan İskender de bugün bir harabe içinde yatar. Eee, şimdi burada bir sual çıkar, o halde çalışmayalım mı? Yoook. Ahlak çalışmayana adam demez. Ahlak çalışmayanı insan diye kabul etmez bir defa. Onun hesabına çok çalışacaksın der: [32] اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ Ben yeryüzünü, yeryüzünü ıslah edenlere veririm diyor Allah (cc). Ha. Miras olarak bırakmam. Varisleri yeryüzünün, arzın varisleri. Bu benim malımı kim iyi kullanırsa, kim güzel imar ederse, kim insan haklarına daha ziyade riayet ederse, nerede adalet varsa, ben o kimseyi arza varis kılarım.

Bir vakit dedendi.  Üç kıtada, hâkimdi. Zulmü gördüğü yere adli, cehli gördüğü yere ilmi, inkârı gördüğü yere imanı vaz eder. Değil insan haklarını, bütün zerratın hakkına riayet ederdi. Öyle. Allah’ın (cc) âdeti öyle. Çalışacağın, çok. Çok çalışacağın. Hiç ölmeyecek gibi dünyana, yarın ölecek gibi manana çalışacağın. Hangi cemiyet ki maddesini bırakır, dünyasını bırakır, yalnız manası üzerinde yürür, çöker. Hangi cemiyet ki, manaya arkasını çevirir, yalnız madde üzerinde yürür, yine çöker. İkisi muvazeneli[33] yürüyecek. Çünkü biz bu âlem-i hikmet-i şuhutta ruh ve cesetle beraberiz. Bak maddemiz var içinde bir de manamız var, ikisi beraber yürüyecek. Anlatamıyor muyuz acaba? Yalnız mana ile gözükemezsin, yalnız cesetle de uyursan, ölürsen bir işe yaramazsın, ya ikisi beraber olacak. Biri biriyle evlenecek, yürüyecek. Hah. İşte bu esas ahlakta bu. İnsan dendiği vakitte ruh-u maal[34] ceset deniyor dimi ya? İkisi birleşiyor. Bir insanın da yürüyebilmesi için ikisi beraber yürüyecek, hem maddesi, hem manası. O yanlıştır o.
Eğer çalışmak olmasaydı, peygamber (sav) on bir gazaya gitmiştir, oturduğu yerde bu iş olsun der, olurdu. Mübarek yüzü yaralandı, dişi şehit düştü. Taif de bacakları kan içerisinde kaldı. Hendek gazvesinde, öyle bir, sarp bir acayip bir taş meydana geldi, büyük. En kuvvetli pazular parçalayamıyor, bu ne olacak dediler. Verin bakayım bana kazmayı dedi, Bir vurdu, parça parça oldu. Çıkan kıvılcımların arasında, siz bu kıvılcımın içerisinde  kisranın bileziğini görüyorum, sana halka takacak dedi. O da yine ayrı bir iş. O yine ayrı. Ahlak daima hazır ol, müspet bir akideye sahip ol, münevver bir fikre malik ol diye bağırır. Anlatabildim mi acaba? Ahlakın salikine sayhası budur. Hazır ol, müspet bir akideye sahip ol, münevver bir fikre malik ol böyle bağırır. Münevver deyince de hattı zatında biz üç beş sayfa okudu mu, birazda zahiri çulu düzgün oldu mu münevver diyoruz. Münevver o değil. Olmadan evvel bir şeyi görene denir münevver diyerekten azizim. … O, olmadan evvel olanı görür. Anlatabildim mi acaba? Beş on tane kitap, beş on tane frengin lehçesi, telaffuzu, bilmem cümlesi, oldum. Ne oldum?

Sonra ahlakın ilk şeysi, tavsiyesi Hubb-u Hak, insaf, itidal. Ana kaideleri veriyorum şimdi. Gezindik gezindik, ana kaideler bunlar da. Ahlak adama ne emreder? Evvela Hubb-u Hak, Hubb-ı Hak’ta hubb-u gayr vardır. Türkçeleştireyim. Evvela canan sonra can vardır. İşte onun için zordur bizim bu mevzular. Evvela canan sonra can. Evvela can sonra canan değil. Mesela misal vereyim: Beş nüfuslusun, olur ya işin bozuldu; bir işe giremedin, bir yer bulamadın. O günün ekmek parasına muhtaçsın. Bir de dostun var. O da aynı şekilde; biri geldi dedi ki, canım gayet vicdana, örfe, akla, namusa, manaya uygun size bir iş. Ayda bin beş yüz lira. İyi ama benim arkadaşım benden ehildir. Nasıl diyebiliyor musun? Anlatabildim mi acaba? Sen zannetme ki bunu ihlas ile dersin ertesi günü sana yok. Üç binliği var. Ama sen onu görerek, bu vücutta Hak çarpıyor diyerek, maddesine modeline değil de, manasına nazar ederek; bu vücut Hakk’la kaimdir diyerek, ivazsız, garazsız, bu feragati yapabiliyor musun? Zannetme ki, sana şey kaldın? Yok, veren alan Allah ‘tır (cc). Anlatabildim mi bir şey? Senin o niyetini görsün, o ihlasını görsün. Fakat sen nasıl kendine itimat edeceksin? Ya kaçar da gelmezse… Hubb-u gayr. Tam efendiliğe. Ahlak insanı buraya kadar yükselttirir. Ve bundan almış olduğu zevk, o, bin beş yüzden, üç binden, on binden, milyondan, nüvilyondan aldığı zevke benzemez diyor. Bu feragattan ona Kudret bir zevk verir. Tabi oraya kadar tekâmül edecek. Bir şey anlatamıyor muyum? O bir şeye benzemez. İşte hubb-u gayr.

Eski konuşmalarımda çok misalini getirmişimdir. Uhud gazvesinde yedi kişi yaralandı. Ummu Ammare su dağıtıyordu. Yaralananlardan bir tanesi kocası, bir tanesi kardeşi, bir tanesi oğlu. Meydan-ı gazada yaralı düşmüşler. Su diye bağırıyor. İlk önce çocuğunun sesi kulağına geldi koştu: “Oğlum sen misin?” dedi. “Benim anne, gidiyorum”, “Rabb’ime benden selam söyle.” Onda da aşk var. “Su istedin.” O suyu verirken öbür taraftan, su dedi. “O içmeden ben içmem” dedi. Öbür taraftan birisi daha istedi, öteki de öyle. Hepsini sıra ile dolaştı, hiç biri içmeden hepsi Allah’tan (cc)  içti gitti. Var mı böyle bir medeniyet? Bu artık paraya maraya da benzemez. Meydan-ı gaza, yara, yaranın vermiş olduğu hararet. Susuzluğu biliyor musun nedir o? O hararet, o tam buradan diğer âleme geçeceği bir anda istida[35], yalvarış, su diyerekten nida… Fakat diğer sesi işittiği vakitte bu kulak öyle bir zevk alıyor ki o içecek… Vücut bir vücuda münhasırdır, merak etme. Sen bunu aşk ile yapacak olursan, zannetme ki o suyu içerken sen susuz kalıyorsun. Sana başka birisi suyu içirir. Anlatabildim mi? Esasen hakikatte vücut birdir. Biz onun farkında değiliz. Kaç defa söylemişimdir, şurada bir kazaya uğrasa birisi Allah (cc) muhafaza etsin, bir şeyin altında kalırsa, sen burada böyle tepinirsin. Eee o gidiyor. Allah (cc) diyor ki; vücudunuz bir de onun içün. Eğer letafete inkılap edersen o acıyı bu vücutta da hissedersin. Bu kadar insan birbirine yakın olduğu halde, İlimde bu kadar gözleri kamaştıracak kadar, büyüdüğü yükseldiği halde, fenni felsefesi fikirleri durduracak bir vaziyette terakki ettiği halde niçün ah sesi dinmiyor? Neden beşeriyet birbirine sarılamıyor? Ve sarılamaz. Bütün dünyanın diplomatları bir araya gelsin, en yüksek kafalar toplansın, en zeki fikirler birleşsin, en muazzam iktisatçılar bir araya gelsin, mevzii konuşmuyorum, bütün dünya sekenesi üzerinde, beşere huzur verilmez, beşer bir yere sarılmadıkça.
[36] وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ diyor. Allah bana sarılmadıkça yol açmam diyor. Beşer biraz tenekecilikte ilerledi, fen denilen zevahir işte biraz terakki etti, yaratırım sevdasına düştü, herkes semayı deler gibi baktı, yeri ezer gibi bastı, basmaya başladı, Kudret musluğu sıktı. Geçinin bakalım dedi. Hadi buyurun.

Huzur kesbi[37] değildir ki. Kalbe gelecek olan huzur insanın elinde değildir, vehbi[38]dir. Nimete, git filan yerde nimet ol derse nimet olur ve illa nikmet[39] olur. Olmaz. Bugün kâinat üzerinde en yüksek rütbenin sahibi de en muazzam masanın maliki de en mükellef kasanın efendisi de yine huzur içerisinde değildir. Fakat onu almış. Huzur, Allah (cc) sevgisi ile başlar. Anlatabildik mi acaba? Sevebiliyor musun Allah’ı (cc) çok? Herhangi şey başına geldiği vakitte Allah’ın canı sağ olsun diyebiliyor musun? Tabir sakattır ama Allah (cc) affetsin, anlatayım diye söylüyorum. Yoksa caiz değil, Allah’a (cc) böyle konuşulmaz. Beni affetsin. Anlatayım diyerekten söyledim. Anlatabildim mi? Ya. Huzur ancak onunla başlar.

Ne demiştik? Ahlak, Hubb-u Hak. Hak sevgisi. Hubb-u gayrdır o. Yani, nas, iyalullah[40], bütün mevcudat nas, Hakk’ın iyali. Onu benimseyerek. İşte dediğim gibi evvela canan sonra can. Dedemiz böyle yaşamış bizim. Biz aşktan doğan ahlakın saliklerinin çocuklarıyız. Bizim dedemiz, nenemiz, annemiz, üüü hiç yok, öyle insan yok. Hiç yok. Bulamazsın. Yoruldunuz mu? Keseyim mi?

Sonra itidali adaleti emreder. Adalet neye denir, her şeyi yerli yerinde kullanmaya denir. Anlatabildim mi acaba? Manası bu? Adaletin manası, her şeyi yerli yerine kullanmak. Buna adalet denir. Bundan sonra adamı yükseltir. Onlar başladıktan sonra muhabbet rütbesine çıkarır. Muhabbet de adaletle mezun olunur. Acayip evet. Çünkü adalet ikilikte olur, muhabbette ikilik kalkar. … Burayı da anlatabildim mi acaba? Muhabbet, en büyük, en son rütbe. Muhabbet öyle bir sıfat-ı muhlikadır[41] ki, hangi kalbe karargâhını kurarsa o kalp de kendisinden maada ne varsa yakar yıkar atar. Bunları talime gelmişizdir bu âleme. Gelmemizdeki gaye bu. Dünya denilen şey iki gözüm, yani bu şuhut âlemi, bunun birçok ismi var. Dar-ul belva, dar-ul iptila, dar-ul mihen… Her hafta söylediğim gibi, hemen hemen her konuşmamda tekrar ettiğim gibi, belle bunu hiç müteessir olmazsın. Bir ikbal tecelli etti sana, buraya kadar gülme, dudağın buraya kadar açılmasın, bir idbar tecellisi karşısında kaldın, kaşlarını çatma. Çünkü ikbalinde hud’a[42], idbarında fecia var. Ne kaşını çat, ne buraya kadar gül.

Dünyâ nedür ü ta‘allukâtı
Endîşe-i mevtdür hayâtı             
Ammâ dimezem yamandur ol hem
Ser-menzil-i imtihândur ol hem

İnsanlar bunları idrak ediyorlar ama gelir abit ibadethaneye ama neden sonra? Bunu idrak eder insanlar. Güzel bir şey söyleyeceğim şimdi. Zevkim var çok. Sen yoruldunsa keseyim. (hayır) Ne olacak işte? Haftada da bir saatini şöyle ayırmış olursun. Hem dinlenirsin. Sonra bu konuştuğum sözler, inkâr sahasında gezen insanlara ait değildir. Ben sizi inanmış bir sınıf diyerekten onun için konuşuyorum böyle. Öbür sınıfın konuşma tarzı yine ayrı olur. O ayrı. Öyle de  konuşuruz ama şimdi lüzumu yok. İnanmış, hale üzenmiş, Kudret’le ünsiyet peyda etmiş veya etmeye niyet etmiş, “Ne olur enisim Hak olsun” diyerekten niyet etmiş kimseler diyerekten bu şekilde. Mesela o maddenin kesafetinde olan bundan bir şey anlamaz. Hiç. Ne anlayacak? O mesela, insan tekâmül etmiş bir hayvandır, bu kâinat kör bir tesadüfün neticesidir, işte bu âlemde fırsat bulduğun vakitte, vur şunu et, bunu et, binaenaleyh kitap denilen şey, paranın üzerindeki yazıdır. Yüz mü var, beş yüz mü var, bin mi var, ben başka bir şey tanımam diyene ait söyler değil bunlar. Onun konuşma tarzı ayrı. Ben onunla da konuşurum amma şimdi lüzumu yok. Böyle insanlığa hizmet etmeklik niyeti ile konuşuyorum. Siz de öyle dinliyorsunuz, dimi? Elimizden geldiği kadar insanlığa hizmet edelim, kalp fethedelim, kalp. Bir kalpte bir gül fidan meydana getirmek. Anlatabildim mi? Hüner o. Yemişini görmek ister. Yoksa ne olacak, netice itibariyle? Biraz evveli dediğim gibi, Hiç kimsenin elinde bir şeysi kalmaz. Bak, manaya sahip olan insanlar bu âlemden gider, milyarlarca insanlar gelir, onu ziyaret eder. Gönlünde.

Bugün misal vereyim mesela. En ufak bir misalini vereyim. Cenab-ı Peygamber (sav), bugün “Kime on para verir?” Var mı bir maddi bir şey verdiği kimseye? Yok, vermez! Fakat senede kaç milyon adam ağlayarak gider orada boynunu büker bilir misin? Sonra cihanda en büyük bir cihangiri gör, en muazzam kâinatı fethetmiş olan bir hükümdarı gör, kaç adam gider de karşısında durur? Belki iki tane adam gider ama tarihi vaziyetini, oturduğu yerin şeklini görmeklik içün. Ruhuna ait bağı bile yoktur. Bir şey anlatamıyor muyum yahu? Birine öyle bile….

O gönül fethetti, gönül çeker onu. O gönül fethetti, öteki toprak fethetti, toprak. Neyse toprakta çeker adamı. Hepsi çeker birbirini. Gönül gönül. Gönül fethetti. Bugün İsa’nın (as) bindiği zannedilen beyaz katırın nalı, pırlant bir çekmecenin üzerinde durur. Milyonlarca insan o katıra binmiştir, bu nal burada diye. Nalın karşısında boynunu büker durur azizim. Bu ne manadır, bu ne bağdır? Deden, ne yaptı o? Gönül fethetmeye kendisini memur etmişti. İstifa kanunu ile. Allah’ın (cc) istifa kanunu vardır. Ne demek o? Hemen beş dakikada olmaz onlar. … Tenezzülen bu âleme gelmişler, gönül fethetmişler, hakiki insanlar da onların varisleri olmuşlar. Hepimiz de üzeniriz, öyle bir hal, öyle bir ahlak versin de biz de gönül fethedelim. Gönül fethetmeden, eğer hayatta bir tane kırık gönül almadan gidersek çok yazık bize. O senin bütün taatın, bütün ibadetin, bütün evradın[43], bütün ezkarın[44].  Eğer bir kırık kalpsiz gittinse hepsini başına çarpar Allah (cc). Hepsini. Yaa. “Nerede yemişin?” der, hani derede yemişin? Onun için ahlak insana Hak ve hakikati sevdirir. Zira Allah’ın (cc) bir ismi de Hak’tır. Onun içün gönül fethetmek birinci esas. Biz fethetmekten de vazgeçtik, kırmadan gidebilsek. Fetihten vazgeçtik de kırmadan gidebilsek.

Mihen geçer dedik ammâ hakîkât öyle değil
Zevâli yok gam-ı aşkın bu mîhnet öyle değil

Olur mu hiç gîrân ser piyâle-nûş-ı cemâl
Humârı olmaz o câmın o işret öyle değil

Kopunca bir teli bağlansa da düğümlü kalır
Dokunma gönlüme şart-ı muhâbbet öyle değil  Anlatabildim mi?

Kopunca bir teli bağlansa da düğümlü kalır,
Dokunma gönlüme şart-ı muhâbbet öyle değil.
Çünkü gönül Allah’ın ulu beytidir.  Birisine kırılırsın, Gün gelir barıştırırlar. Düzelirsin, elinden tutarsın, yardım edersin, iş verirsin, her, bütün fedakârlıkları yaparsın. Fakat içinde senin bir konuşan vardır. Olmadı der. Anlatabildim mi acaba? Onu tasarruf edemezsin ki. Olmadı der. Canın gibi seversin, bağrına basarsın, her şeyi yaparsın, her fedakârlığı yaparsın, fakat o içindeki o kırıldı ya o, olmadı. Ona binaen ne kadar güzel söylüyor.

Kopunca bir teli bağlansa da düğümlü kalır,
Dokunma gönlüme şart-ı muhâbbet öyle değil.
Kırmamalı. Ahlakın ilk tavsiye ettiği madde. Sonra insanı yakar. Buna çok dikkat etmek lazım. Bunun üzerinde az konuşuyorum ben, bu gönül mevzuunda. Çok. Bilmez insan, beşeriyet işte, oluyor hepimizde. O ne tuhaf. Bazen ani bir felaketle karşılar. Bazen tedrici bir felaketle karşılar. Bunun üzerinde Huda duruyor.

Size eski konuşmalarımda bir iki defa tekrar etmiştim. Yine tekrar edeyim de oradan yabancı arkadaşlar var, onlar da duymuş olsunlar. Bilen… İyi bir şeyin tekrarında zaten feyiz vardır. İbrahim Hakkı (hz) vardır, Marifetname sahibi. Onun kitabını, kısm-ı sanisini[45] almanlar tercüme etmişlerdir. Deden senin işte, deden. Halis-üd dem[46]. Koca Türk, muazzam adam. “Daha biz fen sahasında bir santim ileriye gidemedik, İbrahim  Hakkı’nın (hz) bıraktığı yerden” diyorlar. Anlatabildim mi? Böyle bir adam. Ahlaka ait kısmı vardır. Ve o kadar da kibar bir adam ki hepsi kendi sözü olduğu halde kimse bir şey demesin diyerekten, nihayetinde der ki, “Ben bu eserimi, iki yüz büyük adamın eserinden aldım, yaptım” der. Hepsi de kendinindir. Anlatabildim mi? Nerede, şimdi öyle insanlar? Var mı? Her ilmin sahasında konuşurken ismini verir, ehl-i tefsir şöyle demiştir, ehl-i ahlak böyle demiştir, ehl-i hadis şöyle demiştir, bilmem ehl-i fen böyle demiştir, hep böyle. Acayip. Safi zevk adam. Şey de onundur ya. İşte.

Deme niçin  şol şöyle
Yerindedir ol öyle
Bak sonuna seyreyle
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler…


Nâçâr kalacak yerde
Nâgâh açar ol perde
Dermân eder her derde
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler…

Bil kâdî-i hâcâtı
Terk eyle murâdâtı
Kıl Âna münâcâtı

Ne istersen sen eksik istersin. Aç boynunu işte de. İstemiyor onun gözüktüğü adama. Anlatabildim mi acaba? Sen ne istersen pürüzlüdür. Bak benim halime de.

Neyse bize lazım olan şimdi orası değil. Şimdi bu örfümüzde çok olur. Birisini beğenmeyiz, arkasından mmmm  deriz. Çoluğun çocuğun çeker. Ben sana söyleyeyim açıkçası. Cayır cayır çeker. Hiç kimseyi küçük görme. Hiç kimseyi küçük görme. Ressam çok güzelini yaptığı gibi, çok çirkinini de yapmazsa ona ressam denmez. Kudreti yok demektir. Allah (cc) hepsini yapar. Anlatabildim mi?

Nakşa nigeh nakkaşa nigehtir.,
Düşdi yere her kim ki kıldı  bize  ‘adâvet.
Kim derd-keşiz tîr-i kazâyız fukarayız
Ruhsâre-i Mehveşlere gönül virmişiz ammâ
Zan itme ki müstagrak-ı deryâ-yı hatâyız           
Ey hâce kim…

Getiremedim aşağısını. Neyse manası, meali anlaşılsın. Nakşa nigeh nakkaşa nigehtir. Anladınız ne demek istediğimi. Yani hiç kimseyi küçük görme, hülasa bu. Ağırdır cezası. Ahlak öyle der, çok ağırmış cezası. Allah (cc)  çok gücenirmiş. Garip fakir aciz bir insan bir ufak kabahat yaptı mı herkes üzerine hücum eder, hakaret hakaret üzerine gelir. Öbür tarafta, cahı var, parası var, kasası var, türlü türlü rezalet yapılır, karşısında el pençe divan durur. Ne mana bu? Anlatabildim mi acaba? Bir garip bir zavallı, bir aciz, ufak bir seyyie irtikab[47] eder; üüü olanca hücumu ile üzerine yürünür. Öbür tarafta birisi bakarsın ki kocaman rezalet irtikab eder fakat, büyük büyük varlıklara sahiptir fakat yine karşısında el pençe divan durur. İnnema ühlikellezine min kabliküm ennehüm kanü iza serika fihim-mü-şerif tereku ve iza serika fihim zayıf fe-kamu aleyh-il- Hadd. Bir gün topladı dostlarını Beşeriyetin Fahr-i Ebedisi(sav), ”Dikkat edin dedi; sizden evvelki milletlerin yıkılmasının en büyük sebebi, içlerinden  zayıf tabakası, ufak, ayak tabakası, ufak tabakası bir şey çaldı mı derhal dehşetli cezalara uğrarlar fakat yüksek tabaka çaldı mı hiç daha hesap sorulmaz. Bu hal hangi camiada meydana gelirse yıkılır” dedi. İnnema ühlikellezine min kabliküm ennehüm kanü iza serika fihim-mü zayıf fe-kamu aleyh-il- Hadd. ve iza serika fihim şerif tereku Ya. Hülasa nizam-ı âlem Hak ile kaimdir.

İnsanlar hasis menfaatlerine kapıldılar mı iptal-i hak eylerler, kuvve-i hakimeden de aynı muameleyi görürler. Anladın mı acaba? Böyle diyor. Neyse, nerede kaldıktı. Babası onu götürmüş, o zamanın ilim adamlarından, Fakirullah[48] ismini taşıyan büyük bir alime. Hem âlim, hem manaya sahip. Acaip bir adamdır. Sekiz yaşında götürmüş onu. Tedris[49] ediyor, daire-i terbiyesine almış. “İbrahim” demiş, “Şu testiyi al, karşıki pınardan bana bir su getir. Taze su olsun” demiş, mevsim sıcak. Almış, getirmiş. Koşarak gitmiş. Bir yeniçeri sipahisi suyu doldururken gelmiş, “çekil oradan” demiş, bir vurmuş, testi kopmuş. E çocuk daha sekiz yaşında. Ağlaya ağlaya gelmiş. “Ne oldu?” demiş. “Bir yeniçeri sipahisi vurdu” demiş, “Testi koptu.” “Niye ağlıyorsun?” demiş. “Çok gücüme gitti” demiş, “İçim yandı” demiş. “Koş demiş: Git o adama bir küfret.” Şimdi bu adam ahlakçıların ser-i tommarından gelir. Fakirullah. Muazzam bir adam. Etrafındakiler şaşırmışlar, Hiç öyle “Küfür et!” der mi? Öyle nezih bir adam. “Hadi koş” demiş, “Çabuk.” Eh gitmiş, muhitinde öyle bir şey görmeyince çocuk, yapmış, hiçbir şey söyleyemeden gelmiş. “Ettin mi?”Yapamadım efendim”. “Çabuk koş” demiş, “Ben sana ne emir verdimse yap.” Gitmiş, bir de bakmış ki sipahinin beyin tası fırlamış. Gelmiş. “Ne oldu?” “Parçalanmış herif” demiş. “Ulan İbrahim, bir testiye bir adam yedin, ne olur bir cevap verseydin. Sen” demiş “o gönlün kırıldı içine attın, işe Allah (cc) vaziyet etti, tokatladı” demiş. “Eğer ufak bir cümle ile cevap verseydin yakasını kurtaracaktı herif” demiş. Bir şey anlatabiliyor muyum?

Bazen öyle mazlum insanlar vardır, yakar adamı. Yaa. Yanar adam. Eee şimdi bir şey daha söylemek isterdim, siz dinleyecek misiniz? Ha, dinlersiniz, pekâlâ, ben de söylerim. Sahib-i ahlak olan kimse, ahlaka sahip olan kimse, ahlaklı kimse, neyse, Arif olur. Altı köşeli bir kuyu tasavvur edin. Bu kâinat bir tabiat kuyusudur, altı köşeli. Şimdi bu kuyudan Yusuf’u çıkarmak lazım. Hepimizin kuyusunda bir Yusuf vardır. Anlatabiliyor muyum acaba? Hepimizin kuyusunda bir Yusuf vardır. Fakat bazı adamların kuyusunun kovası pahalıdır. Çözmeye imkân yoktur. Bazı kimsenin kuyusu kovası meydandadır. Açıktadır. Kuyunun içerisine saldırır, Yusuf’una taalluk eder çıkar. Anlatabiliyor muyum acaba? Hangi adam kuyudan kendisi Yusuf’unu çıkarabilir? Hangi adam, kendisi, kendi tabiat kuyusundan çıkıp da kenara geçmişse… Anlatabiliyor muyum acaba? Tabiat kuyusundan, bu nefs-i emmarenin varlığının kuyusundan çıktı da kenara geçti mi, âli bir mertebede olacak bir şey ki, kuyunun içerisindeki adam kalbi çıkarır mı? Kuyuyu çıkarır, Yusuf’u çıkarabilir mi? Kendi de kuyunun içerisinde. Kendi çıkacak, kenarda olacak ki, aşk kovasını kuyunun içerisine saldırdığı vakit Yusuf ona taalluk etsin çıksın. Şimdi bu kalp mevzuu, gönül mevzuu üzerinedir bu konuşmam, bugün temelini attık, sağ kalırsam gelecek hafta konuşmada izahını yapacağım. Bugünlük bu kadar yeter.

Leyla vü Mecnun / Fuzuli

Bu arsada her eser ki gördüm
Sensen dedüm ol eser yögürdüm
Çün verdi hayâl ana ham ü pîç
Men münfa‘il oldum ol eser hîç
Men akldan isterem delâlet
Aklum mana gösterür dalâlet
Tahkîk yolında akl n’etsün
A‘mâ vü garîb handa getsün
Tevfîk edesen meğer refîkum
Tâ sehl ola şiddet-i tarîkum
Gör hırsumı istegünce ver kâm
Senden ikbâl ü menden ikdâm
îlmünde ıyândur i‘tikâdum
Sensen senden hemîn murâdum
Dünyâ nedür ü ta‘allukâtı
Endîşe-i mevtdür hayâtı
Ammâ demezem yamandur ol hem
Ser-menzil-i imtihândur ol hem
Bi’llâh ki bu dil-fîrîb menzil
Eyle mana verdi râhat-i dil
Kim eski makâmumı unutdum
Sandum vatanum makâm dutdum
Müşkil gelür imdi terkin etmek
Bir özge makâma dahi getmek




Mihen geçer dedik ammâ hakîkât öyle değil
Zevâli yok gam-ı aşkın bu mîhnet öyle değil

Olur mu hiç gîrân ser piyâle-nûş-ı cemâl
Humârı olmaz o câmın o işret öyle değil

Kopunca bir teli bağlansa da düğümlü kalır
Dokunma gönlüme şart-ı muhâbbet öyle değil
Elem geçer dedik ammâ hakîkât öyle değil
Zevâli yok gam-ı aşkın bu mîhnet öyle değil 
Hudûtsuz düvel olmaz fakat senin hüsnün
Hudûda sığmıyor aslâ bu devlet öyle değil
Olur mu hiç gîrân ser piyâle-nûş-ı cemâl
Humârı olmaz o câmın o işret öyle değil 
Kopunca bir teli bağlansa da düğümlü kalır
Dokunma gönlüme şart-ı muhâbbet öyle değil
Zaman gelir bıkılır mâhlardan ey Mûhyî
Fakat o mihre doyulmaz o âfet öyle değil







[1] Tevcih: Döndürmek, yöneltmek.
[2] Enfüs: Nefs. C.) Nefsler, ruhlar, canlar. Yaşayanlar.
[3] Musahhar: 1) Teshir edilmiş. Ele geçirilmiş. Fethedilmiş. 2) İstenilen hâle konulmuş.
[4] Cilm-i sağir: Cilmi kadar yer yakar deniyor ya) küçücük cüsse
[5] Teselsül: Zincirleme. Zincir gibi birbirine bitişik kısımlar olma. Silsile peyda etme. Ulaştırma. Man: (Bak: Delil-i ihtira)
[6]  Hadis-i Şerif (1) Buhârî, Megâzî, 67, 74, Bed'u'l-Halk 1, Tevhid 22; Tirmizî, Menâkıb, 3946.
[7] Müstaid: İstidadı olan, kabiliyetli, uyanık, anlayışlı, akıllı.
[8] La Tayin Alemi: Tayin edilmemişler, atanmamışlar alemi.
[9] Araf Suresi 172. وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَن۪ٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ قَالُوا بَلٰىۚۛ شَهِدْنَاۚۛ اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غ
َافِل۪ينَۙ
Meali: Bir de Rabbin, Âdemoğullarından, bellerindeki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" dediği vakit, "pekâlâ Rabbimizsin, şahidiz" dediler. (Bunu) kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yoktu." demeyesiniz diye (yapmıştık).
[10] İzz: Kıymet. Değer. Güçlü oluş. Alikadir olmak. Kavi. Şerif. Azim.
[11] Mebhut: Hayretle, şaşkın, mütehayyir. Sersem
[12] Teseslsül: Zincirleme. Zincir gibi birbirine bitişik kısımlar olma. Silsile peyda etme.
[13] Alayiş: Bulaşıklık, bulaşma. Debdebe, tantana, gösteriş.
[14] Pişan: En ön, en ileri.
[15] Hafa: Gizlilik gizli olmak, Saklılık
[16] Al-i İmran Surei 6’ncı Ayet-i Kerime هُوَ الَّذ۪ي يُصَوِّرُكُمْ فِي الْاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Meali: Sizi, rahimlerde dilediği gibi şekillendiren O'dur. Kendisinden başka tanrı olmayan, şan, şeref ve hikmet sahibi olan O'dur.
[17] Fatır Suresi 43’ncü Ayet_i Kerime اِسْتِكْبَارًا فِي الْاَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِۜ وَلَا يَح۪يقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ اِلَّا بِاَهْلِه۪ۜ فَهَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا سُنَّتَ الْاَوَّل۪ينَۚ فَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَبْد۪يلًاۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَحْو۪يلً
Meali: (Bu da) yeryüzünde bir kibirlenme ve bir suikast düzenidir. Hâlbuki fena düzen ancak sahibinin başına geçer. O halde öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Sen Allah'ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın. Sen Allah'ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın.
[18] Akval: (Kavl. C.) Sözler, kaviller.
[19] Serair: (Sır. C.) Gizli şeyler, sırlar.
[20] Sueda: (Said. C.) Saidler. Allah'ın (C.C.) rızâsına erenler. Mes'ud olanlar.
[21] Tathir: Temizlemek. Yıkayıp pâk etmek. Tâhir kılmak.
[22] Kâfur: Beyaz ve yarı şeffaf, kolaylıkla parçalanan bir madde. Sert, güzel kokulu, katı ve yağlı bir madde.
Cennette bir kaynak ismi.
[23] İnsan Suresi 6’ncı Ayet-i Kerime    إِنَّ الْأَبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِن كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُورً
Meali : Bir kaynak ki ondan Allah'ın kulları içerler, güzel yollar açarak akıtırlar onu.
[24] Mukavvî: Takviye eden. Kuvvetlendiren. Kuvvet veren. Takviye eden ilâç.
[25] Muzad: (Zıd. dan) Karşı. Zıd.
[26] Zâlimîn: (Zâleleme) Zâlimler, zulmedenler.
[27] Tahfif: Hafiflemek, hafiflenmek.
[28] Mülevves: Kirli, pis, bulaşık.
[29] Gubar: toz.
[30] Hicr Suresi 23’ncü Ayet-ı Kerime وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ
Meali: Elbette biz diriltiriz ve biz öldürürüz! Ve hepsinin varisleri de biziz.
[31] Mevkuf: Durdurulan. Vakfedilen. Dâimi bir halde bırakılan. Tevkif edilen. Tutulup hapsedilen. Ait, bağlı.
[32] Enbiya Suresi 105’nci Ayet-i Kerime وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ
Meali: And olsun ki, Tevrat'tan sonra Zebûr'da da yeryüzüne ancak iyi kullarımın mirasçı olduğunu yazmıştık.
[33] Muvazene(t): Ölçmek. Denk olup olmadığını bilmek için tartmak, ölçmek. Düşünmek.
İki şeyin vezince birbirine denk olması. Uygunluk.
[34] Maal: yükseklik, ilerilik, şereflilik
[35]İsti'da: Medet, yardım istemek.     .
[36] Al-i İmran Suresi 101. وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ وَف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟ Meali: Size Allah'ın âyetleri okunup dururken ve Allah'ın elçisi de aranızda iken nasıl inkâra saparsınız? Kim Allah'a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle doğru yola iletilmiştir.
[37] Kesbi: Çalışmakla kazanılan. Sonradan elde edilen. Doğuştan olmayan. Vehbî olmayan.
[38] Vehbi: Doğuştan. Allah vergisi. Çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın (C.C.) lütfu ile olan.
[39] Nikmet: Şiddetli ceza. Hoş olmayan muamelelerle olan mücâzat.
[40] İyaullah : İslam yönetim felsefesinde halk, “iyaullah”tır. Yani “Allah'ın ailesi”dir
[41] Muhlika: Öldürücü, helâk edici:
[42] Hud’a: Hile aldatma
[43] Evrad: Vird. Sık sık ve devamlı okunan dua.
[44] Ezkar: Zikirler
[45] Kısm-ı Sâni: İkinci kısım.
[46] Hâlis-üd Dem: Arı kan, safkan
[47] İrtikâb:               Kötü bir iş işlemek. Rüşvet almak gibi çirkin bir şey yapmak. Bir makamı âlet ederek, hakkı olmayan para veya malı hile ile almak.
[48] İsmail Fakirullah Efendi Hazretleri.
[49] Tedris Okutmak. Öğretmek. Ders vermek.

2 yorum:

Teyp kayıtlarını yazıya aktarılmasında hizmeti bulunanlara Allah c.c. dünya dada, ahiret dede iyilik versin. Çok büyük hizmet yaptınız.

Yorum Gönder

 
Şemseddin Yeşil - Tüm Hakları Saklıdır..
Designed by CruelKeSh | 2017