040 (05.06.1959) 60 dk (279)
Mevzuu başlıca iki esasa ayrılmıştı. Birine vazifeden doğan ahlak, diğerine de aşktan doğan ahlak tesmi edilmişti. Vazifeden doğan ahlakın menşei akıl, aşktan doğan ahlakın membaı kalp. Gerek vazife, gerek aşk, gerek akıl, kalp, bunların hepsi mana-i insaniyenin birer vasıfları olması hasebiyle, mevzuu esas itibariyle doğrudan doğruya insanla meşgul. İnsan. Evvela insan nedir? Bunun bir sureti var, bir içi var, bir hafası[1] var, bir manası var.
Zahirde elli atmış kiloluk kan ve kemik torbasından ibaret. Bu görünüş vücudu nihayet iki metre uzunluğundaki bir çukura sığar fakat bunun bir vicdan-ı kibriyası var. O olmasa vücut olmaz, vücut olmasa vicdan bulunmaz. Onun mana-i ihtivaisi bütün kâinatı muhit. Bu geniş varlık nedir? Bura ile meşgul işte ahlak. Ahlak insana hakiki kıbleyi buldurur. Anlatabildim mi acaba? İlk söylediğim söz. Zapt edin. Ahlak insana hakiki kıbleyi buldurur. Hakiki kıblesini bulamayan adam yahut hakiki kıblesinden gafil olan kimse, her batılı kıble ittihaz[2] eder. Beşeriyet onun için mübazelesini[3] kaybetti. Ondan dolayı dünya sahasında Hakk’a naib olan Hazreti İnsan zavallı vaziyete düştü. Herkes inliyor. Bütün dünya, mevzii konuşmuyoruz. Şurası, burası, orası, değil, bütün. Cümleyi tekrar edelim, ahlak insana hakiki kıblesini buldurur. Hakiki kıblesinden gafil olan kimse yahut bulamayan kimse, batılı kıble ittihaz eder. Bütün batıl ona kıble olur. Her batıl ona kıble olur. Kâinatta diken arar hâlbuki kendisi diken olur. Acaba anlatabildim mi? Çünkü hakiki insana karşı bütün varlık bir cennettir. Hakiki insana, çünkü o naib-i haktır. O esrar-ı zatiyeden agâhtır. O sıfat-ı rabbaniyeye layıktır. Bu sıfatlara layık olan, bu hale sahip olan kimse içün, bütün varlık cennettir. Cennette diken aranmaz, ararsan kendini bulursun. İşte ahlak insana bunları öğrettirir. Bu cümleleri belle, bunların üzerine sonra ilerde daha açacağız, misaller vereceğiz.Ahlaka göre genç adam kime
derler, ihtiyar adam kime derler. Söyleyeyim mi biliyor musunuz? Sabırlı adama
ahlak genç der, isterse bin yaşında olsun. Sabırsız adama ahlak ihtiyar eder,
isterse on beş yaşında olsun. Kendini imtihan et, geç misin, ihtiyar mısın? İnsanın
sohbeti, muhabbeti, sıhhati, bir kuzudur, gadabı da kurttur. Binaenaleyh ahlak
der ki; sıhhatini, sohbetini, muhabbetini, sakın kurdun önüne koyma. Hayatta birçok
iyilikler yaparsın fakat bu gazap önüne gelir. Bu iyilikleri birer kuzudur.
Misal olarak söylüyorum. Kurt parçalar dimi ya? Bir an-ı gazabın da bütün
iyiliğini parçalatırsın, geçer gider. Kuzu vardı ama parçalandı. Pişirip
yiyemedin, yahut eline alıp sevemedin, kurt parçaladı. Bugün parça parça
söyleyeceğim böyle. Müfret[4],
müfretle. Hakiki insandan dost ittihaz edemeyen kimse cahille oturur kalkar.
Geçende söylemiştik
işte, biz cahil deyince okuması yazması olmayana derler. Yok, ahlaka göre
okuması yazması olmayana cahil demez. Ahlak cahil diye doğru histen mahrum
olamayana der. Acaba, bunu eskiden söylemiştim. Anlatabildim mi? Doğru histen
kim ki mahrumdur, nazarı ahlakta cahildir. İsterse bin hayvan yükü kitap
okusun, isterse yüz tane büyük mektepten kâğıt alsın böyle büyük. Doğru histen
mahrum mu? Mahrum. Cahildir der. Binaenaleyh hakiki insana mülaki olmayan kimse
muhakkak onunla oturur kalkar, onunla oturup kalkanda manasını imha etmiş olur.
Vücudu nari olur, nuri olmaz. İnsan İbrahim (as) gibi can beslemeli ki onun
nuru ateşin içerisinde cennet ve köşk görebilsin. Bu sahne öyledir. Bu derya,
öyle bir deryadır. Ya. Onun içün öyle demişlerdir; kâmil insanın, hakiki
insanın, göreceği gören kimsenin, sözü toz olmaz, toz koparmaz. Belki sükûnet
verir, teskin eder. Demir Davud’un (as) elinde yumuşak olmasa, onun sesini
duyduğundan dolayıdır. Dikkat et konuştuğun insan ortalığı toza mı veriyor
yoksa sükûnet-i kalp mi meydana getiriyor. Şimdi beşeriyet birbirine düşüyor,
neden? Sözü toz kaldırıyor. İbrahim (As) gibi cana malik olmalı. O vakit o
canın nuru, ateşte cennetler gösterir.
Balığın deryadan pervası olmaz.
Derya ne kadar geniş olursa ne kadar dalgalı olursa balık o kadar zevk alır.
Hakiki insanda bu sahnede ne kadar belaya uğrarsa, hangi hadise çarparsa altında
gizlenmiş olan güzelliği görür zevk alır. Anlatabiliyor muyum acaba? Balığın
deryadan şeysi yoktur, pervası yoktur. Hakiki insanın da derya-ı taattan, derya-ı
muhabbetten… Şakiye, taat, itaat, ibadet, ahlak, bir korku verir. Şakidir
çünkü. Hakiki insanda taatın deryasından zevk alır. Anlatabildim mi acaba? Evet
cemaddır[5]
böyle bir şeydir amma bunu değiştirebilir. Şöyle suret itibariyle nihayet kan
ve kemik torbasıdır. Bir cemaddır fakat bu değişir. Misal vermiştim size yine
tekrar edeyim. Fakat o gün ki verdiğim misali bugün anlayabileceksin. Çünkü
bunu getirdim misal olaraktan, daha iyi anlayacaksın. Güzel bir taş, içinden su akar, ona taş demezsin, çeşme dersin. Anlatabildim mi? Taata hak ve adalete,
fazilete sahip olan kimseden de hak akar hak.
İnsanda iki mühim esas vardır.
İki esas. Biri şefkat, diğeri adalet… Yok, yok… Kendisi, varsa hakiki insansın,
yoksa olmaya çalış. Adalet de çok zordur. Hakkı yerinde kullanmaktır. Ne kadar
acı olsa da, acı değildir ama misak-ı manamız, eski konuşmalarımda söylediğim
gibi kuvve-i zaikası[6]
fesada uğrayan kimseye en güzel yemek en çirkin bir şekilde gelir. Hasta, en
nefis, güzel bir yemek pişiyor, kokusundan “Dışarıya
çıkarın çıkaracağım!” diyor. Öbür tarafta sıhhatli adam pişsin diye
bekliyor. Aç yiyecek, beriki de “Aman!
diyor çıkarın.” O da adam o da adam. Birinin midesi fesada uğramış. Kuvve-i
zaikası bozuk. Ona kötü geliyor. Zaika-i maneviyesi… Zaika-ı ruhiyesi bozuk
olan kimseye de hakikat acı gelir, hakikat acı değildir, hakikatten daha güzel
bir şey yoktur ama o zaika bozuk olduğu içün ona acı gelir. Hani derler ya
konuşurlar “Efendim, hakikat acıdır.”
Herkes kabul eder mi? Yanlıştır o söz. Hakikat
tatlıdır ama hasta adama layık değil. Hakikat acı olmaz. Acı olan şeyi Kudret kabul edin demez. O
yerindedir, zaikası bozuk. Onu izah etmiştik.
Çeşme misalini anlatabildik mi
acaba? Taş denmez, güzel bir taş, iyi bir su akıyor, burada taş var denmez; “Çeşme
var, akıyor” denir. E bu elli atmış kiloluk kan ve kemik torbasında da fanisini
baki ile değişmiş olan kimseye, kan ve kemik torbası denmez. Hak ondan akıyor
denir. Anlatabildim mi acaba? Yokla kendini, hep bunlar insana ait olan şeyler.
Surette kalma. Sevmediğinin bir resmi olsa, altından yapılsa, hiçte
sevmiyorsun, “Ben bunu sevmem” diye o
altını atar mısın? Neme lazım bana
sureti? Bana altın lazım dersin, altını alırsın. Dimi ya? En canlı misal; hiç
sevmediğin bir adamın resmi: Senin düşmanın, seni imhaya hazırlanmış fakat heykeltıraş
bir altının üzerine onu yapmış. Ha bu benim sevmediğim diyerek onu atmazsın, bunun
altını var altını dersin. Mevcudatta daima o mana gizlidir. Anlatabildim mi?
Surette kalma, onun iyi tarafını al.
Binaenaleyh gaibane[7] aramayı
bırak. Gaibane aramanın neticesi çıkmaz. Emeğin boşa geçer. Gaibane aramayı
bırak. Aradığını aradığından sor. Kâinata ziyasının feyzini veren güneş,
güneşten sorulur.
Yine mevzuu söylediğimiz yere
gelelim, o taş misalinde; orada taş isim aldı, çeşme oldu. Vücut değişti. Sende
evet böyle görüktüğü vaziyette netice itibariyle bir kalıptan ibaretsin ama
vücudun değişir. “Çeşme ol çeşme.”
Mecnunun akrabası bunun farkına varmamıştı. Bir de tarihi misal verelim.
Varmamıştı da “Sana Leylinin yerine daha
başka birini bulalım, daha güzelini bulalım” diyordu. Mecnun onlara cevap
verdi. “Suret kâse gibidir dedi, füsunda[8] onun
içerisindeki mey gibidir” dedi. “Siz
bu işin farkında değilsiniz dedi. Ben balını yerim sen sirkesini iç” dedi
geçti. Acaba anlatabildik mi? Daha uzun anlatamadım. Burası çok uzun konuşmak
lazım… Yakup’da (as) Yusuf (as) gıda-i ruhani oldu. Yusuf kardeşlerine karşı da
hattı zatında ne oldu? Haset ateşiyle bunları yaktı. Kurt oldu. Kurt yedi,
diyorlar ya. Zeliha da daha başka bir şey oldu. Binaenaleyh insan bu âlemde bir
şey olmaya gelmiştir. Bir şey olmak lazım gelir.
Gelelim başladığımız yere. İnsan
dedik, anlatılması zor. Tarifi güç. Birçok şeye benzer, birçok vücudu camidir.
Şurada bile ispat edebilirsin, birçok vücuda sahip olduğundan. Beni dinlerken
bir yandan konuşuyorsun, bir yandan geziyorsun. Hangi vücudunla dinliyorsun?
Hangi vücudunla konuşuyorsun? Hangi vücudunla geziyorsun? Kudret ne kadar eşya
gizlemiş, ne kadar varlık gizlemiş sende. Bir yandan dinliyorsun, bir yandan
konuşuyorsun. Dinlediğin vücudun hangisi, konuştuğun vücudun hangisi? Bir
yandan kâinatın filmini çeviriyorsun. Hangi vücudun o filmi çeviriyor? Ya. Günde
kaç ana girer çıkarsın? Dua et ki son anında insan anında geç. Kaç an
değiştirirsin. Hal-i gadabında mükemmel bir hayvansın. Kapacağım, keseceğim… Ya
o anında gidersen. Yazık günah değil mi? İlm-i ezelide insan ol. Levh-i
mahfuzda insan ol. Kudret sana isim versin, kendisi beğensin, ilmi huzurisin de
tutsun, nihayet sahneye göndersin, bu imtihan âleminde burası geçit âlemi.
Kalma yeri değil ki burası, geçme yeri. Adi bir şeye tap, ondan sonra birden
bire bir makam-ı hayvaniyetle geç göç git. Çok fena, en ağır şey bu. Büyük
iflas. Kaç vücuda sahipsin?
Bütün hukuklar, bütün muvalat[9],
bütün işler, son nefes içindir. Sen eğer dünyada birisiyle bir hak ve hukuk
tedarik ettin de, şurada sayılı günlerle şöyle böyle dedinse aldanmışsın. Zavallı adamsın. Maddeperest sayılırsın,
madde. Hukuk-u lisan… böyle üç günlük hayat içün yandı. Meveddet[10],
muvalat asfiya[11] maşallaha
bağlıdır. Onun içün merhaba diyeceğin adamı iyi düşün taşın ölç, biç, boş
kalmasın. O da ne vakit olur? Biraz evveli söylediğim gibi, gayibhane aramayı
bırakmakla olur. Aradığını aradığından soracaksın. Her şeyi gösteren güneş,
güneşten sorulmalı. Eşyayı sana ne gösteriyor, güneş gösteriyor dimi ya? Sen
şimdi eşyadan güneşi mi soracaksın. Güneşten sorsana güneşi… Sonra ömür gelip
gidiyor. Gittikçe de merhamet-i ilahi, insan üzerinde fazlaca tecelli ediyor.
Bir emr-i ilahi var, insan çok utanır çok. İhtiyarlık hakkında azap yapmaklıktan
Allahlığımdan hayâ ederim diyor. Ya ihtiyarlar. Sırf bunu söylemek için çıktım
buraya. Söyleyeceğim cümle bu. Emr-i ilahi böyle… İhtiyarlara azap etmekten
Allahlığımdan hayâ ederim. Bende öyle olduğum halde ya ihtiyarlar diyor
arkasından. Hiç olmazsa, hiç olmazsa makam-ı ademiyete kadem basarak gitmek
lazım. Hiç olmazsa. Vaz geçtik ki o arif rütbesini, âşık rütbesini. Onları bırak, bunların üzerinde çok duramaz, sözünde kalır. Ölçüsü
var onun. İnanma makamında olsun, göster bize kâfi, vâfi[12].
İnanma makamında yaşayan kimseler eşyayı kendileriyle değil de Allah’ın (cc)
nuruyla görürler. Arifler âşıklar ise eşyayı Allah (cc) ile görürler. Bir şey
anlatabiliyor muyum acaba? Bak kendini imtihan et. Kendi kendini aldatma.
İnsanın kalbine üç şeyden hatarat[13]
gelir. Ya Allah’tan (cc) gelir, ya manzume-i kuvve-i melekuttan gelir, ya
iblisten gelir. İblisten gelenin ki vesvesedir. “Öbürkülerini de söyle!”
Öbürkülerin… Hepsi bir günde söylenmez. Eğer sağ kalırsam… Şöyle midir, böyle
midir, işte vesvese. Şöyle idi böyle idi, şöyle midir, böyle midir? Vesvese.
Demek ki, daha henüz Rahman’dan bir şey gelmiyor. Kendime söylüyorum. Kimseye,
üzerine alınacak bir şeysi yok. Ya, insan zor iş zor… Kolay mı insan? Naib-i
Hak. Üç beş konuşmadır tekrar ediyorum, yine tekrar edeyim, insan, evet zor.
Allah (cc) diyor, benim güzelliğime bütün kâinat ayine olamaz. Ben kendimin
güzelliğini insanda gösterdim diyor. Onu ayna yapmışım. Ama her iki ayağı
üzerinde yürüyene de insan demiyor. Zor olan yeri burası… Bu hakikat badesi[14] namahremlerin
didesinde[15]
nihandır[16].
Öyle dermiş. “Hiç hasene ile seyyie bir
midir?” diyor kendisi. Hiç hasene ile seyyie bir midir? [17]
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ
Şey olur mu? Sonra seyyieyi de seyyie ile def et demez. Kötülüğü kötülükle, ahlaka
göre kötülük kötülükle def olmaz. Güzel de koymuş tarzı yani. “Kötülüğü, çirkinliği, en güzellikle def et!”
der. Misal vereyim size daha iyi anlaşılsın. Hani konuşurken dedim ya ahlaka
göre ihtiyar kime denir? Sabırsız adama ihtiyar, der. Ama bir de sabr-ı himarî[18]
vardır o hariç haaa. Mananı çalıyorlar, boynunu bük; hak ve hakikat üzerinde
seni eziyorlar, boynunu kes; şeref-i haysinetine tecavüz ediyorlar, yoook! Ona
sabır değil, eşek sabrı diyorlar. Öyle değil. Kudret tarafından sana taksim olunmuş olan yerde kaşını çatmamaklık
sabır, anlatabildim mi acaba? Karıştırır, bunları söylerken de insan
korkar. Gadaba karşı yapılacak muameleyi Allah (cc) tarif eder. Yani kötülüğü
seyyieyi en güzellikle def et. Bunu sormuşlar Beşeriyetin Fahri Ebedisine;
biraz açar mısınız, nasıl olur? Gadaba karşı sabır diyor. Anlatabildim mi?
Geldi karşına bir cahil, nadan, dır dır dır dır cevap vermeye çalışıyorsun, sen
de onun gibisin demektir. Değmez. Hiçbir vakit, her insanın lisanı vardır, her
mahlûkun. Hiçbir vakit köpeğe buyurun teşrif mi ettiniz demez, anlamaz ondan.
Kuçu kuçu diye çağıracaksın. Anlatabildi mi? Köpeğe “Gidiyor musunuz, sefa ile
gidiniz” anlatsan, anlamaz. “Hoooşt” diyeceksin. Anlatabildim mi? Lisanı var.
Her mevcudun Kudret tarafından kendisine verilmiş lisanları var. Gadaba karşı
sabır, cehle karşı hilim, fenalığa karşıda af. Anlatabildik mi acaba? Bu
sıfatlar varsa ahlaka nispetin var. Aczinden dolayı değil ama. Gücün yetmez de,
aczinden dolayı ben onu affettim dersin. Kuvvetinde var, tepelemekliğe de
kadirsin fakat ahlakın vermiş olduğu düstur elinde de tepelemeklik kudreti
varken, affettin. Anlatabildim mi? Ezmeklik sahası mevcut…
Kerîm odur ki mücâzâtın af ede hasmın
Zaman müsaade-i intikam
verdikçe. [i]
Anlatabiliyor muyum acaba? Kerîm
odur ki, mücâzâtın af ede hasmın. Zaman müsaade-i intikam verdikçe. Elinde bir
şey yok gücün yetmez, artık ben sabrettim. Onlar öyle diyor. Her şeyi yapmaklık
kudretine maliksin, Kerimsin. “Ben, Allah (cc) sıfatım. Onun sıfatıyla yaşarım”,
der. Görmez misin Allah’ı (cc)? Rezzak ı
erâzil ü eâzımdır. Alçağında yiyeceği rızkını verir, yükseğinde. Aliye de,
adiye de.
Niçün Hazreti Ali’ye Ebu Turab
denmiştir? Toprakta ism-i azam vardır. Niçün Ebu Turab deniştir? Onu derler ki;
bir gün gitmiş, bir yerde yatıyormuş, Peygamber Efendimiz (sav) görmüş, yüzü
topraklanmış, toprağını uyuyorken silmiş, “Ya,
Ebu Turab” demiş. Hakikat o değil o. Hakikati o değil. Her şeyi o kabul eder,
toprak. Sen en ziyade sevdiğini kaç dakika yanında tutabilirsin gözünü
kapadıktan sonra? Şöyleyim, böyleyim filan. Üüüü, gözü kapantıktan sonra işte.
Şimdi oda yok ya. Şimdi kedi ölüsü kadar da kıymeti yok. Cenazeyi teşriye[19]
geliyor. Eli arkasında, yanındakiyle öpüşür, sevişir, koklaşır, güler, oynar. O
insani rikkat filan, onlar, onlar bitmiş. Fatiha kapısı kapanmış. Denmez belki
ama işte dedikodu olur der. Maiyetindeydi, iyiliğini görmüştü, şuydu, buydu,
içinden kızarak. Ölüsüne hürmeti olmayanın dirisine merhameti olmaz. Usul böyle.
Ölüsüne hürmeti yok, dirisine merhameti olmaz. Neden Ebu Turab denmiş? Toprakta
ayrı bir sır var. Âşığını, maşukunu, evladını, anneni, çok sevdiğin yavrunu,
bağrına bastığın çocuğunu, gözünü kapadı mı nihayet… şöyle böyle. Birkaç zaman
kaç saat, ondan sonra derhal götürür, sinesine teslim eder. Tükürürsün,
pislersin… Hiç sana bir şey demez. “Peki” der. Ezersin, “Buyrun” der, nimetini
yetiştirir yine önüne kor. İnsan da öyle ahlaklı olacak. Anlatabildim mi acaba?
Bak bakalım. Ondan dolayı Ebu Turab denmiştir. Hasmına dahi merhamet elini
uzatır Ali. Hasmına, hasım var mı? Hasmına dahi merhamet eder.
İbn Mülcem o cinayeti irtikab[20]
ettiği vakitte, zehirli kılıçla boynundan yaraladığı zaman, o nasıl bir cahiya[21]
ise alet-i cahiya ise o vücutta dehşetli bir ateş verdi. “Bana şerbet yetiştirin” dedi. İsmini unuttum, o günün bir şerbeti
var, harareti derhal alıyor. Sonra yaraladı. etrafındakiler katili derhal
yakaladılar. Başladılar dövmeye. “Ben
yaşıyorum daha! Ne yapıyorsunuz? Zulüm yapıyorsunuz!” dedi. “Ben öldükten sonra kısas yaparsınız. Ben
daha hayattayım” dedi. Yapabilir misin, nasıl? Tabi onlarda hususi... “Ben daha yaşıyorum” dedi. “Ona da getirin dedi şerbet” dedi. “Oda heyecanla vurdu, onda da rengi kaçtı.
Oda heyecanını teskin etsin.” Daha böyle medeniyet dünyada yok. Olur mu?
Olmaz. Getirdiler. “Verin ilk önce içsin”
dedi. İlk önce o tarafa tabi emre riayet ediyorlar verirlerken. İçmedi. “Niçin içmiyorsun?” dedi. “Korkuyorum.” “Şimdi
nadim[22]
oldum” dedi, yaptığım cinayetin cezası veriliyor, zehirleniyorum” galiba
dedi. “Seni Allah’ın (cc) yanında da
kucaklayıp kurtaracaktım” dedi. “Bana
ihanet izafe ettin, seninle nispetimi kestim” dedi. “Beni hain tasavvur ettin. Yoksa dedi ben bu kazaya da boyun kesmiştim,
seni yarın o huzurda bağrıma basacaktım, bunu bana bağışla diyecektim. Fakat
sen bana şimdi hain nazarıyla bakıyorsun, benim nispetim senden ayrılmıştır,
kesilmiştir” dedi. Ahlakın ölçüsü bu…
Vaktiyle ahlakçılardan bir zat,
yanındaki insanları yetiştirmek için şöyle demiş; “Sizinle bir gezinti yapalım, kale kapısından dışarıya çıkalım”
demiş. Çıkmışlar, öyle ilkbahar mevsimi,
bakla ekiyorlar filan yahut bakla çıkacak, toplanacak her neyse. Bir Müslümanın
bahçesinin önünde durmuş; yanındaki insanlarda duruyor: “Ağa demiş bu ektiğin arazi, şu bostan ne kadar bakla verir?” O gün
okka devri, “şu kadar okka verir”
demiş. “Bereketli olsun inşallah”
demiş geçmiş. Biraz ilerisine geçmiş, bir Hıristiyanın bahçesi oda. Ona da
sormuş, “Kolay gelsin” demiş. Aynı
mevsim olduğu için aynı muhit, aynı şeyler dikiliyor oda aynı şeyi dikiyor, ona
da demiş ki; “Bu sizin bu sizin bahçe ne
kadar şey verebilir.” “A efendim
demiş, onu ben ne bilirim? Allah (cc) ne kadar verirse o kadar verir. Onu ben
bilmem ki” demiş. Ben ekerim, bana ek demiş, bakalım kendisi ne kadar
verecek? Döndükten sonra, şöyle
geçtikten sonra, “İnşallah olur”
demiş. Yanındaki –işte insan yetiştiriyor- yanındaki adamlarına, şakirtlerine, talebelerine, “Hangisi Hakk’a iyi teslim olmuş dersiniz?”
demiş. Bunların hangisi Allah’a (cc) daha iyi ziyade teslim olmuş?
Ondan biraz daha ileriye
gitmişler. Bir bostan dolabı dönüyor, “Burada
iki şeye dikkat edin” demiş. “Buyurun
efendim” demişler. “Biri demiş saatlerden beri şu hayvan yürüyor. Yol
alabiliyor mu alamıyor mu ona dikkat edin.” “Hayır efendim aynı yerinde
dönüyorlar.” “İşin sözüyle geçinenlerde aynen bu bostan dolabında dönen hayvana
benzerler” demiş. Söyler, söyler, söyle, söyler söyler ama aynı yerde döner
demiş. Binaenaleyh sözlerinizi hale intibak ettirin. Halen olmaya çalışın.
Bir de demiş şu bostan dolabının
kovalarına dikkat edin demiş. Kova demiş bak doluyor, dolduktan sonra tekrar böyle
hiç kendisinde tutmaksınız veriyor. Anlatabildim mi? Zenginde buna derler
demiş. Zengin parayı tutana değil, paranın yerini tutulup da kullanan denir
demiş. Anlatabiliyor muyum acaba? Zengin parayı bir yerde tutana denmez demiş.
O zavallı demiş, bekçi para ondan lanet eder, Kudret ondan nefret eder,
zenginde demiş bak bu bostan dolabına benzer. Hiç bir vakit kendisinde onu
devreder. Gelir ve böyle gider. Zenginde binaenaleyh parayı böyle derleyip
tutana değil, kullanma yerinde kullanana denir. Hiç kendisine benlik vermeden
demiş görüyor musun nasıl veriyor dolap? Oradan ayrılmışlar. Bunlara tatbikatlı
ahlak dersi denir. Sen istersen yüz tane hayvan yükü kitap yaz. Ben neyim işte
bilmem ne. Hiç faydası yok.
Bu akşam bizde yemek yiyelim
demiş. Gelmişler, mum, mum. Ben demiş mumun şeysinden, şimdi öyle mumda yok ya,
şimdi insan boğulur dumanından. O hakikaten balın mumundan yapılan şule ciğere
iyi gelirmiş. Deden her ne kullanmışsa bir hikmeti var. Sakın alay etme. Sakın
istihza etme. O bal var ya bal. Nerede bulacaksın şimdi o yok. O feyz o bereket
yok ki bulursun. Balın kendi yok. Deden
o vakit o kadar gayretliymiş ki her ev kendi şekerini kendi yapıyor. Balınla,
her evde var o petek. Bundan bir asır evvel, her evde var. Kumaşını kendi
dokur. Nasıl kumaş? Öyle kumaş nerede? Fabrikada yok. Elleriyle onun ipini
nasıl yapmışlar, nasıl şeydi o bilinmez? Allah’ın (cc) bir ihsanı. O nasıl
parmak, o ne biçim olmuş, kim kullanmış o parmağı? Onlar hayret o oyalar, düğümcükler
filan o tuhaf bir şey. Dedikodu… Yok ki? İlim var o vakit, ilim. Çünkü cehalet
adamı dedikoduya sevk eder. Çık hadi bakalım filanca yere, tıkır, tıkır, tıkır,
tıkır. Evvel de erkeklerde yoktu, şimdi erkelerde daha çok. Çıkar kahveye, ya dedikodu edecek, ya hattı
zatında şak şuk şak şuk, şak binlerce sigara dumanı içerisinde. O ciğer ne olur? تسيحوا وسيروا diyor.
Açık havalarda gezin ve sıhhat alın diyor Hazreti Muhammed Aleyhissalati
vesselam. Emir öyle, açık alanlarda gezin de sıhhat alın. تسيحوا وسيروا … تسيحوا وسافروا ... سيروا öyle açık
havalarda سافروا uzak uzak memleketler değiştirin. Hep
bir yerde oturmak manen zaten mekruhtur derler.
Neresinde kalmıştık? Evet. Mumu
uyandırmış, örfün tarifine göre yani yakmış. Niçün uyandırmış diyorum biliyor
musun? Belki içinizde eski konuşmalarımda bulunmayanlar vardır da. Dedemizin şu
tarihimizin en eski efendisi olan ecdadımızın, nezaket ve nezahatine ait olan
birer şeydir bunlar. Hani beğenmeyiz ya. Onlar derler ki, söz tohumdur. Ve
onların dediklerini de fen ispat etti. Ve bir gün gelecek istenilen şahsın
sözleri de toplanacak. Toplanacak mı? Evet toplanacak. Bin sene evveli filanca
gelmiş. Onu bu fezadan sözlerini toplayacaklar. Kudret buraya kadar ilham
edecek insanlara. Ne olacak? Zayi olmuyor dimi ya? Dünyanın bir köşesinde
konuşuyor, sen burada dinliyorsun. O mahfuz[23]
ki dinliyorsun. Mahfuz olmasa.
Onun için meş’um[24]
kelime kullanmazlarmış. Hiç. Mesela biz deriz ki, öyle alışmışız. “Koşma düşeceksin!” Düşmekliği tahakkuk
ettiriyoruz. O öyle demezmiş. “Koşma
düşmeyesin!” Arandaki farkları ölçebiliyor musun acaba? “Elinle onu tutma yanacaksın.” “Tutma onu
yanmayasın.” Binaenaleyh mesela yakmak kelimesi meş’um bir kelime. Yanmıyor
o. “Lambayı yak!” demiyor “o lambayı uyandır.” Sönmek kelimesi
ademe[25]
taalluk eden bir kelimedir, onu kullanmıyor. “Lambayı dinlendir.” Anlatabildim mi acaba? Ama tabi şimdi belki
bunları söylersek, zavallı denir dimi? Yahut dırıltı. Bu aşka, zevke, sefaya,
manaya, kalbe, hafa’[26]ya,
taalluk eden bahisler. Kapıyı kitle, kapın kitlensin eski intizarlarda yani
arayanın soranın bulunmasın. Onu meş’um
olduğu için söylemiyor. Kapıyı sırlayınız. Birisi vefat etmiş, gitmişler
toprağa teslim etmişler. Şimdi hepimiz evet hep filanca adam öldü filan yere
gömüldü. Kedi mi bu? O kelimeyi küçük görüyor. Ahmet Efendi Hakk’a geçti filan
yerde gizledik. Nezaketlerine idrak ettiremiyor muyum acaba? Filan yerde
gizledik. Âli
şeyler bunlar.
Neyse “Mumu uyandırın” demiş. Bu gün ki tabirimizle “yakın şu mumu bakalım.” Ben onun diyor öyle ihtizazlı[27]
ışığından burada otururken de oraya gölgem vurur, benim de kendimin de bir
gölge olduğunu idrak ederim. Bir şey anlatabiliyor muyum? Nasıl ben burada
otururken mum buradayken benim gölgem oraya geçmişse, ben de bir gölgeyim, bir
varlığın gölgesiyim. Binaenaleyh bende bir varlık olmadığını idrak ederim.
Bunları anlattırıyor. Ondan sonra… bir yandan yemek yiyorlar, bir yandan da
diyorlar ki, hakiki insan neye benzer bilir misiniz? İşte bu muma benzer: Bu
mum etrafıma ışık vereceğim diye, neşr-i envar[28]
eyleyeceğim diye kendi yakarda kendi ışık yanmaz. Niye bir şey anlamadınız. Ben
etrafıma ışık vereyim diye kendisi yanar, etrafı ışıklanır fakat kendi yakmaz.
Hakiki insan da buna derler.
İşte bu devre kapandıktan sonra
ihtilalat-ı beşeriyenin[29]
madeni ikiye ayrılır. Biri sen çalış ben yiyeyim, diğeri de, ben yaşayayım sen
geber, ne olursan ol. Dünya şimdi bu nazariye üzerine yaşıyor. O devreyi
kapıyor Kudret, onun ehli kalmayınca, tabi celal devri geliyor. Gelince… Şimdi
bütün beşeriyette o sevda vardır. Sen çalış ben yiyeyim. İkincisi ben yaşayayım
sen ne olursan ol. Büyük kitap bunun ikisinin ilacını gösterir. Ve bütün, bir
gün söylerim, şimdi söyleyemeyeceğim. O zaten biraz az söyleyeceğim. Ne vakit
ki bu düşünce, bu fikrin ilacı tatbik edilir, insanlar felaha kavuşur. Ve illa
kavuşamaz. En büyük kafalar toplansın,
en muazzam iktisatçılar bir araya gelsin, mükellef mükellef toplantılar olsun,
yine çaresi bulunmaz. Pislik çıkmış meydana. İhtilalat-ı beşeriyenin madeni
ikidir. Bak ara cümle veriyorum. Biri insanlarda “sen çalış, ben yiyeyim”
nazariyesi başlamıştır ve tatbikatı da gözükmektedir ve görülüyor. İkincisi, “ben
yaşayayım, sen ne olursan ol”. O bostan dolabındaki kuyunun suyu, mumun
kendisine vermiş olduğu ışık filan… onlar tamamıyla onlar, onlar (bitti gitti) ….
Onlara onlar diyorlar ki; -maddenin
kesafetinde boğulan kimseler- o şefkat merhamet filan bunlar, onlar zaaf
alametidir. A’sab[30]
zaafından ileri gelir. İyi güzel… Hepimiz doğuracağız: o doğurtucu zat geldiği
vakitte, “Amaaan!” der herkes amma bende acıma merhamet damarı yok der. Sen onu
vaktiyle zem etmiştir. Hiç ben katiyen acımam…
Ben kendime zaaf izafe
ettirebilir miyim? Sence merhamet bir alamet-ı zaaf olaraktan tarif ediyordun
düne kadar, ben de öyle zaaf filan yok…
كَلَّا إِذَا بَلَغَتْ التَّرَاقِيَ ﴿٢٦﴾
وَقِيلَ مَنْ رَاقٍ ﴿٢٧﴾
وَظَنَّ
أَنَّهُ الْفِرَاقُ ﴿٢٨﴾
وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ ﴿٢٩﴾
إِلَى
رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمَسَاقُ ﴿٣٠﴾ [31] Azm-i takva, oraya geldi mi
diyor, hepinize gelecek. Ama biz inşallah bir maşuku hakiki görerek…
Beşeriyetin Fahri Ebedisi öyle der, hakiki insan bu âlemden geçerken garip
bırakılmaz. Garip kalmaz. Anlatabiliyor muyum acaba? O ayrı. Bir de hakiki
insan olmayan vardır. İşte böyle ona zaaf der, ötekine bilmem zırıltı der,
güler, burnunu büker, dudağını keser, her neyse. Hiç bulunmadın mı? Bulun, bu
âlemden diğer âleme gidenin yanında. Bazısında belli olur bazısında belli olmaz
fakat neticede yine belli olur.
Mesela en canlısı koma halinde
gidenlerdedir. Daha iyi belli olur orada. Ve o mahareleri de bir hırıltı,
hırıltı... Fakat “Gel!” der demez, koma
birden kalkar. Gözünü diker. Ne oldu orada? Anlatabiliyor muyum acaba? O hani,
koma halindeyken kendinde böyle bir hırıltı hırıltı öyle… Dürtsen de anlamaz,
söylesen de anlamaz, bak filanca geldi seni şey ediyor filan onların hiç birisi…
alakası kesilmiş, yok. Fakat o tam o hal biter de bir “Gel!” derler, o vakit
açar. O külçe halindeki kafa döndüremezsin. O bir bakıştır o. Acayip bir şey. Yaaa,
işte o vakit garip kalmamak. Buradaki hayata bağlı o. Buradaki hayata bağlı. Bu
hepimizde olacak. Bunun uzun boylu bir zamanı ve mekânı da yok. Ama herkes
hayalinde kendisine bir ömür verir. Verdirttirir Allah (cc). Öyle adeti var O’nun.
Mesela bir dakika sonra gidecek de yine onun hayalinde kendi kendine bir ömür
verdirtmiştir O. Hepiniz kendi kendinize hayalen bir ömür korsunuz kendinize. Şimdi şöyle yetmiş beş seksen
dersin, kimisi şöyle bir doksan der. O bazısı da efendim ben şimdi hemen de
razıyım. Onların hepsi yalandır o. Veyahut yalan değildir de öyle bir gelir
gider. O bir maşuk şeklinde gelmesinde o umumi bir vaziyette gelsin o. O zat-ı
ala ……….
E İntihar edenler… ….. onları
insan kabul etmiyor. Cenaze namazı kılınmaz yav. Bir insan üzerinde
konuşuyoruz, onu insan kabul etmez. Allah (cc) insan olarak kabul etmiyor
müntehiri. Cenaze namazını kılmayın der. Ya, o ayrı iş biz insan üzerinde
konuşuyoruz. Ne vardı ki, intihar ettin? Hangi mertebeden aşağıya saldı? Nen vardı
ki elinden aldı? Sebep ne? Hepsi ariyet değil mi? Hepsi onun değil mi? Onun
malına sen sahip mi olacaksın? Onun için kabul etmiyor işte. Bu vücut benim
diyor, ne salahiyetle kundan soktun[32]
diyor? Kendi malın mıydı da soktun? Komşunun on paralık bir kulübesini yaksan
cayır cayır sürüklendirirler, mahkûm ederler, ben beden-i hudaya sana kundak
sokturayım da sonra sana numara vereyim de namazın kılınsın, öyle mi?
O, hiçbir dinde yok o. Hiçbir
manada yok o, cenaze namazı mevzuu. O yalnız bize ait Allah (cc) tahsis etmiş.
Biz, biz putperest miyiz? Biz putperest değiliz ki! Görüyorum hakikaten böyle
yapıyor, namazı kıldıran adam… onun da şekli değişmiş ya, namazı kıldıran adam
onun en yakın adamı olacak. Biz işin suretinde kalmışız. En yakın adamı. Babaysa
oğlu kıldıracak. Oğluysa babası kıldıracak. Kardeşi kıldıracak, en yakını
kimse. En yakınından kimse yoksa en iyi dostu kıldıracak. Ondan da kimse yoksa,
İmam-ı hayyi kıldıracak. İmam-ı hay demek, hayattayken manaya taalluk ettiği,
bilmediğini öğrettiği insan. Hepsinde iş var. Şekilden ibaret değil ki o. Durur
böyle, tam kalbinin hizasına, sadrına, putperest miyiz biz kıble yaptık işte, önümüzde duruyor. Dirinin namazı
kılınmıyor da ölünün ki niye kılınıyor? Dirinin ki niye kılınmıyor böyle?
Diriyi böyle yatırıp kılarsa olmaz. Niye olmuyor? Diride nefis bakidir daha.
Nefis puttur. Gittikten sonra nefis bitti artık, anlatabildim mi acaba? İncelik
burada? O hiza sana gelir, çünkü orada nazar-ı ilahi vardır. Allah (cc)
bırakmıyor. Bana inanmıştı, tak onun kalbine ben baktım, o baktığım kalbinin
hizasında dur. Orada ben varım diyor. E müntehir de var mı öyle şey? Hikmetini
tahlil eyledim. Anlayabiliyor muyum acaba?
Hiçbir namazda وجل ثناؤك demezsin. Yalnız onu dersin. Düşündün mü bir defa acaba niçün وجل ثناؤك derim.….. söyler miyim, söyleyeyim mi? Hayır bugün söylemem. Bir araştır
sor bakalım kendi kendine. Bak şöyle, neden hepsinde böyle denmez de yalnız
cenazede وجل ثناؤك denir.
Biz ne tatlı şeylere sahibiz ama atıvermişiz. Ne tatlı şeylere. Bizde
olan tatlı. Bizde olan şey, hiçbir şeyde
yok. Çok tatlı şeylere sahibiz. Ölümümüz bile bir gelin gibidir. Zaten gelindir
ya gibisi fazla. Gelin oluyor Kudret’e. Hakiki insan ölür mü? Ölen zalimdir,
münkirdir, mürteddir. Müşriktir, insan hakkı yiyendir, inletendir. Onun ceketi,
cife[33] olan tarafı, bir çukura
hubut[34] ederken, inerken manası
refik-i alaya uruc[35] eder. Öyle mi zannedersin.
Ama gidiyoruz da ziyaret filan yapıyoruz. Haa. Adres o. Orası adres.
Mesela namaz kılarken kıbleye döneriz, Beytullah deriz. Allah (cc) haşa
içinde mi oturuyor? Öyle mi? Yok. Beşer daima arzusunu bir yere kayıtlamak
ister. Beşer-i hassadır o. Bir yere kayıtlayacak. Binaenaleyh Huda’da demiş ki;
siz o tarafa teveccüh edin, ben sizi o taraftan ikbal ederim. Ölenin mezarı da
öyledir. Sen oraya ziyaret etmeye gittiğin vakitte, derhal ispat-ı vücut eder.
Onun içün zaman mekân mefhumu kalmamıştır artık. Anlatabildim mi? Bu bana geldi
der, manen seni karşılar, seninle konuşur fakat bizde kesafet olduğu içün biz
onu göremeyiz. Göreni de olmaz mı? Çoook. Çoook. Çoook. O onun yazıhanesidir.
Yoksa oraya vesikası düşer. Mana bütün âlemdedir, bütün varlıktadır. “Nasıl
olur?” dersen Kudret dersini kaçırmış. Sen hindistan cevizi kadar muhafazanla
bir madde olaraktan meydana getirmiş olduğun elektriğin vidasını çevirirken,
cereyanı verince bütün, bütün yerler aydınlanıyor da Allah’ın (cc) kıymet
vermiş olduğu bir ruh, bir ruh-u menfuh, ruh-u menfuh ile tekrim edilmiş olan bir
var, nerde ister yerde ispat-ı vücut etmesin. Anlatabildik mi? Vasıta o. Manaya
taalluk eden bahisler bu asırda hiç kapalı kalmamıştır. Hepsi meydandadır.
Hepsi.
Hakiki insan, orada kaldık dimi ya? Toprak gibi olacak. Toprakta ismi
azam var. O isme sahip olacak. İşte o getirmiş olduğum misal gibi, yanacak,
kendinden önce etrafına ışığını verecek… Bir şey okuyacağımda size onun için
arıyorum. Geçenlerde yine okumuştum size bu, yanacak etrafına ışık verecek
dedim ya, ona misal getiriyorum.
Matla-ı[36] nur
sefa-i meşrebi rindaneyim
Aşinayı aşka mahrem gayrıya
biganeyim
Hayatında böyle bir program
yapacaksın. Hesabını yap. Hakk’a aşina olanla hukuk tedarik et. Öbür tarafı
kalır.
Matla-ı nur safa-i meşrebi rindaneyim
Aşinayı aşka mahrem gayrıya
biganeyim
Neşve-i[37]
feyzi ezelden mayeyi[38]
esti bana … Neşve-i feyzi ezelden mayeyi esti bana
Badesi birden
tükenmek bilmeyen meyhaneyim.
Bu bade bizim bildiğimiz aklı nara inkılap ettiren bade
değil. Bu badenin kadehi kalp. Ben öyle bir Füyuzat-ı[39]
ilahiyeye mazhar olmuşum ki bizde intifa[40]
yoktur diyor. Kalp kadehi ile isteyen talibe nuş[41]
ederim. Hem yanar, hem neşr-i envar eylerim etrafıma. Muma misal getiriyorum.
Hem yanar
hem neşr-i envar eylerim etrafıma
Şem-i
bezm-i âşıkan-ı bihiş-i fenaneyim
Kıblegâhım
her zaman, her yerde yâr ebrûsudur
Nûr-ı
mihrâb-ı cemâle tâ ebed pervaneyim
Hakiki hazreti
insana ezelden beri pervane olmuşum diyor. Açık manası bu.
Gezm-i edna[42] cartarındır[43]
ettiğin miraçta
Kays’e[44]
iman-ı cünun-u aşk eden divaneyim
Kibriya ı aşk her mesulumü is’af eder .
Ben anın fahri divanı değil de ya neyim.
Yoruldunuz dimi? ( hayır efendim) Yok. Gözlerde uyku,
hallerde bitkinlik. Bu gün ki konuşma bu kadar yeter. Bayram namazını…..
[1] Hafa: Gizlilik. Gizli olmak. Saklılık.
[2] İttihaz Edinmek:
Kabullenmek. "Öyle" diye bakmak. Kabul etmek.
[3] Mübazele: Cömertlik, sehâvet.
[4] Müfred (Müfret): Tek, yalnız. Müteaddid olmayıp
yalnız birden ibaret olan.
[5] Cemad Donmuş,
katı isim Cansız ve kurumuş olmak. Yağmur yağmayan yer.
[6] Kuvve-i zaika: Tad alma duyusu
[7] GAİBÂNE: f. Hazırda görünmeksizin, yüzyüze
olmadan. Gizliden.
[8] Füsun Şaşırtıcı,
hayret verici ve kendine cezbedici bir güzellik. Büyü.
[9] Muvalat: Dostluk, karşılıklı sevgi.Tebrik ile terdif
ederim arz-ı hulûsu, Kalbimdeki sıdk u müvâlât senindir.
[10] Meveddet: Dostluk. Sevgi. Muhabbet. Muhabbet etmek.
Sevmek.
[11] Asfiya:
Sâfiyet,
takvâ ve kemâlât sâhibi ve Peygambere (A.S.M.) vâris olup, onun meslek ve
gayelerini ihyaya ve tatbike çalışan muhakkik zatlar.
[12] Vâfi(ye): (Vefâ. dan) Tam, elverişli, kâfi, yeter.
Sözünün eri. Va'dini mutlak yerine getiren Cenab-ı Hak.
[13] Hatarat: Tehlikeler. Akla gelen fikirler.
[14] Bâde: Şarap, içki. Kadeh
[15] Dide:
Göz, göz bebeği
[16] Nihan:
Gizli, saklı, gizemli
[17] Fussilet Suresi 34. Ayet-i Kerime وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ
بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ
وَلِيٌّ حَمِيمٌ
Meali: Hem hasene (güzellik, iyilik) de bir değildir kötülük de.
Kötülüğü, en güzel olan hasene ile önle. O zaman bakarsın ki, seninle arasında
bir düşmanlık bulunan kimse yakılgan (şefkatli) bir hısım gibi olmuş!
[18] Hımar:
Eşek
[19] Teşhiye: "Gönlün ne isterse sana vereyim"
demek.
[20] İrtikâb: Bir işe girişmek. Kötü bir iş işlemek.
Rüşvet almak gibi çirkin bir şey yapmak. Bir makamı âlet ederek, hakkı olmayan
para veya malı hile ile almak
[21] Cayiha: Şiddet. Kıtlık. Yemişe gelen âfet
[22] Nadim: Nedamet
etmiş, pişman.
[23] Mahfuz (Hıfz. dan): Hıfzolunmuş, saklanılmış.
Ezberlenmiş. Hafızaya alınmış. Korunup gözetilmiş. Gizlenmiş, saklanmış.
[24] Meş'um: Kötü. Uğursuz. Bedbaht..
[25] Adem: Yokluk,
olmama, bulunmama.
[26] Hafa: Gizlilik, kapalılık
[27] İhtizaz: Hafif titremek. Deprenmek. Şevk ile meyil ve
hareket. Harekete geçme. Sallanma, sıçrayıp oynama.
[28] Neşr-i envar: Nurları yayma.
[29]
İhtilalat-ı beşeriye:Ç: İnsanlardaki ihtilaller, karışıklıklar.
[30] A'sâb (Asab. C.):
Sinirler. Damarlar.
[31] Kıyamet Suresi 26,27,28,29,30’ncu ayet-i Kerimeler.
Meali: 26. Hayır, hayır! Ne zaman ki, can köprücüklere dayanır 27. ve:
«Okuyacak kim var?» denilir. 28. ve o zaman (o da bunun) tam bir ayrılış
olduğunu sezmiş. 29. el, ayak, bacak bacağa dolaşmıştır. 30. O gün kişi yalnız Rabbinin
huzuruna sevkedilir.
[32] Kundan
sokmak: 1) Yangın çıkarmak 2) Ara bozacak şekilde bir söz söylemek veya
davranışta bulunmak
[33] Cife: Kokmuş et, ölü hayvan, leş
[34] Hubut: Aşağıya inme, düşme.
[35] Uruc: Yukarı çıkmak. Yükselmek.
[36] Matla: Güneş veya yıldızların doğdukları yer, ufuktan
çıktıkları yer.
Yıldız veya güneşin
zuhur etmesi. Edb: Kaside ve gazelin kafiyeli olan ilk beyti. (Bak: Musarra')
[37] Neşve: (Nişve - Nüşve) Sevinç, keyif. Büyümek ve
yetişmek. Koklamak. Rayiha. Bir şeyi tekrarlamak. Mest ve sarhoş olmak. İyice
duyup vâkıf olmak.
[38] Maye: Damızlık. Esas. Temel. Bir şeyin mayalanması ve
ekşimesi (tahammürü) için konulan madde.
Para, mal. İktidar.
Güç. İlim.
[39] Füyuzat: Feyizler. İnayetler. Füyuzlar. Mânevi
tecelliler.
[40] İntifa' :
Bir şey ortadan yok olma. Aradan çıkma.
[41] Nuş: İçen, içici. Tatlı şerbet gibi içilecek şey.
Zevk ve safâ.
[42] Edna Pek aşağı,
en alçak. Pek az, pek cüz'i. Çok yakın.
[43] Çarta(re) Dünya, âlem, küre-i arz.
[44] Kays Leylâ ile
Mecnun hikâyesinin erkek kahramanı olan Amirinin adı.
9 yorum:
Balığın deryadan pervası olmaz. Derya ne kadar geniş olursa ne kadar dalgalı olursa balık o kadar zevk alır. Hakiki insanda bu sahnede ne kadar belaya uğrarsa, hangi hadise çarparsa altında gizlenmiş olan güzelliği görür zevk alır. Anlatabiliyor muyum acaba? Balığın deryadan şeysi yoktur, pervası yoktur.
Ahlaka göre genç adam kime derler, ihtiyar adam kime derler. Söyleyeyim mi biliyor musunuz? Sabırlı adama ahlak genç der, isterse bin yaşında olsun. Sabırsız adama ahlak ihtiyar eder, isterse on beş yaşında olsun. Kendini imtihan et, geç misin, ihtiyar mısın?
Cennette diken aranmaz, ararsan kendini bulursun. İşte ahlak insana bunları öğrettirir.
biz cahil deyince okuması yazması olmayana derler. Yok, ahlaka göre okuması yazması olmayana cahil demez. Ahlak cahil diye doğru histen mahrum olamayana der.
Birinin midesi fesada uğramış. Kuvve-i zaikası bozuk. Ona kötü geliyor. Zaika-i maneviyesi… Zaika-ı ruhiyesi bozuk olan kimseye de hakikat acı gelir, hakikat acı değildir, hakikatten daha güzel bir şey yoktur ama o zaika bozuk olduğu içün ona acı gelir. Hani derler ya konuşurlar “Efendim, hakikat acıdır.” Herkes kabul eder mi? Yanlıştır o söz. Hakikat tatlıdır ama hasta adama layık değil. Hakikat acı olmaz. Acı olan şeyi Kudret kabul edin demez. O yerindedir, zaikası bozuk. Onu izah etmiştik.
En canlı misal; hiç sevmediğin bir adamın resmi: Senin düşmanın, seni imhaya hazırlanmış fakat heykeltıraş bir altının üzerine onu yapmış. Ha bu benim sevmediğim diyerek onu atmazsın, bunun altını var altını dersin. Mevcudatta daima o mana gizlidir. Anlatabildim mi?
Bir de demiş şu bostan dolabının kovalarına dikkat edin demiş. Kova demiş bak doluyor, dolduktan sonra tekrar böyle hiç kendisinde tutmaksınız veriyor. Anlatabildim mi? Zenginde buna derler demiş. Zengin parayı tutana değil, paranın yerini tutulup da kullanan denir demiş. Anlatabiliyor muyum acaba? Zengin parayı bir yerde tutana denmez demiş. O zavallı demiş, bekçi para ondan lanet eder, Kudret ondan nefret eder, zenginde demiş bak bu bostan dolabına benzer. Hiç bir vakit kendisinde onu devreder. Gelir ve böyle gider. Zenginde binaenaleyh parayı böyle derleyip tutana değil, kullanma yerinde kullanana denir. Hiç kendisine benlik vermeden demiş görüyor musun nasıl veriyor dolap? Oradan ayrılmışlar.
Ve bir gün gelecek istenilen şahsın sözleri de toplanacak. Toplanacak mı? Evet toplanacak. Bin sene evveli filanca gelmiş. Onu bu fezadan sözlerini toplayacaklar. Kudret buraya kadar ilham edecek insanlara. Ne olacak? Zayi olmuyor dimi ya? Dünyanın bir köşesinde konuşuyor, sen burada dinliyorsun. O mahfuz[23] ki dinliyorsun. Mahfuz olmasa.
Şekilden ibaret değil ki o. Durur böyle, tam kalbinin hizasına, sadrına, putperest miyiz biz kıble yaptık işte, önümüzde duruyor. Dirinin namazı kılınmıyor da ölünün ki niye kılınıyor? Dirinin ki niye kılınmıyor böyle? Diriyi böyle yatırıp kılarsa olmaz. Niye olmuyor? Diride nefis bakidir daha. Nefis puttur. Gittikten sonra nefis bitti artık, anlatabildim mi acaba? İncelik burada? O hiza sana gelir, çünkü orada nazar-ı ilahi vardır. Allah (cc) bırakmıyor. Bana inanmıştı, tak onun kalbine ben baktım, o baktığım kalbinin hizasında dur. Orada ben varım diyor. E müntehir de var mı öyle şey? Hikmetini tahlil eyledim. Anlayabiliyor muyum acaba?
Yorum Gönder