Eni ü nale seher-hize ney nevası verir
Bükadan Arif i billaha mey safası gelir
Sühanverin eseri bir hayat ı sânidir
Giderse dâr ı fenâdan yine sedası gelir.




Saniye sonra Kapanacaktır

279. Kaset

 040 (05.06.1959) 60 dk (279)

Mevzuu başlıca iki esasa ayrılmıştı. Birine vazifeden doğan ahlak, diğerine de aşktan doğan ahlak tesmi edilmişti. Vazifeden doğan ahlakın menşei akıl, aşktan doğan ahlakın membaı kalp. Gerek vazife, gerek aşk, gerek akıl, kalp, bunların hepsi mana-i insaniyenin birer vasıfları olması hasebiyle, mevzuu esas itibariyle doğrudan doğruya insanla meşgul. İnsan. Evvela insan nedir? Bunun bir sureti var, bir içi var, bir hafası[1] var, bir manası var.

Zahirde elli atmış kiloluk kan ve kemik torbasından ibaret. Bu görünüş vücudu nihayet iki metre uzunluğundaki bir çukura sığar fakat bunun bir vicdan-ı kibriyası var. O olmasa vücut olmaz, vücut olmasa vicdan bulunmaz. Onun mana-i ihtivaisi bütün kâinatı muhit. Bu geniş varlık nedir? Bura ile meşgul işte ahlak. Ahlak insana hakiki kıbleyi buldurur. Anlatabildim mi acaba? İlk söylediğim söz. Zapt edin. Ahlak insana hakiki kıbleyi buldurur. Hakiki kıblesini bulamayan adam yahut hakiki kıblesinden gafil olan kimse, her batılı kıble ittihaz[2] eder. Beşeriyet onun için mübazelesini[3] kaybetti. Ondan dolayı dünya sahasında Hakk’a naib olan Hazreti İnsan zavallı vaziyete düştü. Herkes inliyor. Bütün dünya, mevzii konuşmuyoruz. Şurası, burası, orası, değil, bütün. Cümleyi tekrar edelim, ahlak insana hakiki kıblesini buldurur. Hakiki kıblesinden gafil olan kimse yahut bulamayan kimse, batılı kıble ittihaz eder. Bütün batıl ona kıble olur. Her batıl ona kıble olur. Kâinatta diken arar hâlbuki kendisi diken olur. Acaba anlatabildim mi? Çünkü hakiki insana karşı bütün varlık bir cennettir. Hakiki insana, çünkü o naib-i haktır. O esrar-ı zatiyeden agâhtır. O sıfat-ı rabbaniyeye layıktır. Bu sıfatlara layık olan, bu hale sahip olan kimse içün, bütün varlık cennettir. Cennette diken aranmaz, ararsan kendini bulursun. İşte ahlak insana bunları öğrettirir. Bu cümleleri belle, bunların üzerine sonra ilerde daha açacağız, misaller vereceğiz.

Ahlaka göre genç adam kime derler, ihtiyar adam kime derler. Söyleyeyim mi biliyor musunuz? Sabırlı adama ahlak genç der, isterse bin yaşında olsun. Sabırsız adama ahlak ihtiyar eder, isterse on beş yaşında olsun. Kendini imtihan et, geç misin, ihtiyar mısın? İnsanın sohbeti, muhabbeti, sıhhati, bir kuzudur, gadabı da kurttur. Binaenaleyh ahlak der ki; sıhhatini, sohbetini, muhabbetini, sakın kurdun önüne koyma. Hayatta birçok iyilikler yaparsın fakat bu gazap önüne gelir. Bu iyilikleri birer kuzudur. Misal olarak söylüyorum. Kurt parçalar dimi ya? Bir an-ı gazabın da bütün iyiliğini parçalatırsın, geçer gider. Kuzu vardı ama parçalandı. Pişirip yiyemedin, yahut eline alıp sevemedin, kurt parçaladı. Bugün parça parça söyleyeceğim böyle. Müfret[4], müfretle. Hakiki insandan dost ittihaz edemeyen kimse cahille oturur kalkar.

Geçende söylemiştik işte, biz cahil deyince okuması yazması olmayana derler. Yok, ahlaka göre okuması yazması olmayana cahil demez. Ahlak cahil diye doğru histen mahrum olamayana der. Acaba, bunu eskiden söylemiştim. Anlatabildim mi? Doğru histen kim ki mahrumdur, nazarı ahlakta cahildir. İsterse bin hayvan yükü kitap okusun, isterse yüz tane büyük mektepten kâğıt alsın böyle büyük. Doğru histen mahrum mu? Mahrum. Cahildir der. Binaenaleyh hakiki insana mülaki olmayan kimse muhakkak onunla oturur kalkar, onunla oturup kalkanda manasını imha etmiş olur. Vücudu nari olur, nuri olmaz. İnsan İbrahim (as) gibi can beslemeli ki onun nuru ateşin içerisinde cennet ve köşk görebilsin. Bu sahne öyledir. Bu derya, öyle bir deryadır. Ya. Onun içün öyle demişlerdir; kâmil insanın, hakiki insanın, göreceği gören kimsenin, sözü toz olmaz, toz koparmaz. Belki sükûnet verir, teskin eder. Demir Davud’un (as) elinde yumuşak olmasa, onun sesini duyduğundan dolayıdır. Dikkat et konuştuğun insan ortalığı toza mı veriyor yoksa sükûnet-i kalp mi meydana getiriyor. Şimdi beşeriyet birbirine düşüyor, neden? Sözü toz kaldırıyor. İbrahim (As) gibi cana malik olmalı. O vakit o canın nuru, ateşte cennetler gösterir.

Balığın deryadan pervası olmaz. Derya ne kadar geniş olursa ne kadar dalgalı olursa balık o kadar zevk alır. Hakiki insanda bu sahnede ne kadar belaya uğrarsa, hangi hadise çarparsa altında gizlenmiş olan güzelliği görür zevk alır. Anlatabiliyor muyum acaba? Balığın deryadan şeysi yoktur, pervası yoktur. Hakiki insanın da derya-ı taattan, derya-ı muhabbetten… Şakiye, taat, itaat, ibadet, ahlak, bir korku verir. Şakidir çünkü. Hakiki insanda taatın deryasından zevk alır. Anlatabildim mi acaba? Evet cemaddır[5] böyle bir şeydir amma bunu değiştirebilir. Şöyle suret itibariyle nihayet kan ve kemik torbasıdır. Bir cemaddır fakat bu değişir. Misal vermiştim size yine tekrar edeyim. Fakat o gün ki verdiğim misali bugün anlayabileceksin. Çünkü bunu getirdim misal olaraktan, daha iyi anlayacaksın. Güzel bir taş, içinden su akar, ona taş demezsin, çeşme dersin.  Anlatabildim mi? Taata hak ve adalete, fazilete sahip olan kimseden de hak akar hak.

İnsanda iki mühim esas vardır. İki esas. Biri şefkat, diğeri adalet… Yok, yok… Kendisi, varsa hakiki insansın, yoksa olmaya çalış. Adalet de çok zordur. Hakkı yerinde kullanmaktır. Ne kadar acı olsa da, acı değildir ama misak-ı manamız, eski konuşmalarımda söylediğim gibi kuvve-i zaikası[6] fesada uğrayan kimseye en güzel yemek en çirkin bir şekilde gelir. Hasta, en nefis, güzel bir yemek pişiyor, kokusundan “Dışarıya çıkarın çıkaracağım!” diyor. Öbür tarafta sıhhatli adam pişsin diye bekliyor. Aç yiyecek, beriki de “Aman! diyor çıkarın.” O da adam o da adam. Birinin midesi fesada uğramış. Kuvve-i zaikası bozuk. Ona kötü geliyor. Zaika-i maneviyesi… Zaika-ı ruhiyesi bozuk olan kimseye de hakikat acı gelir, hakikat acı değildir, hakikatten daha güzel bir şey yoktur ama o zaika bozuk olduğu içün ona acı gelir. Hani derler ya konuşurlar “Efendim, hakikat acıdır.” Herkes kabul eder mi? Yanlıştır o söz. Hakikat tatlıdır ama hasta adama layık değil. Hakikat acı olmaz.  Acı olan şeyi Kudret kabul edin demez. O yerindedir, zaikası bozuk. Onu izah etmiştik.

Çeşme misalini anlatabildik mi acaba? Taş denmez, güzel bir taş, iyi bir su akıyor, burada taş var denmez; “Çeşme var, akıyor” denir. E bu elli atmış kiloluk kan ve kemik torbasında da fanisini baki ile değişmiş olan kimseye, kan ve kemik torbası denmez. Hak ondan akıyor denir. Anlatabildim mi acaba? Yokla kendini, hep bunlar insana ait olan şeyler. Surette kalma. Sevmediğinin bir resmi olsa, altından yapılsa, hiçte sevmiyorsun, “Ben bunu sevmem” diye o altını atar mısın?  Neme lazım bana sureti? Bana altın lazım dersin, altını alırsın. Dimi ya? En canlı misal; hiç sevmediğin bir adamın resmi: Senin düşmanın, seni imhaya hazırlanmış fakat heykeltıraş bir altının üzerine onu yapmış. Ha bu benim sevmediğim diyerek onu atmazsın, bunun altını var altını dersin. Mevcudatta daima o mana gizlidir. Anlatabildim mi? Surette kalma,  onun iyi tarafını al. Binaenaleyh gaibane[7] aramayı bırak. Gaibane aramanın neticesi çıkmaz. Emeğin boşa geçer. Gaibane aramayı bırak. Aradığını aradığından sor. Kâinata ziyasının feyzini veren güneş, güneşten sorulur.

Yine mevzuu söylediğimiz yere gelelim, o taş misalinde; orada taş isim aldı, çeşme oldu. Vücut değişti. Sende evet böyle görüktüğü vaziyette netice itibariyle bir kalıptan ibaretsin ama vücudun değişir. “Çeşme ol çeşme.” Mecnunun akrabası bunun farkına varmamıştı. Bir de tarihi misal verelim. Varmamıştı da “Sana Leylinin yerine daha başka birini bulalım, daha güzelini bulalım” diyordu. Mecnun onlara cevap verdi. “Suret kâse gibidir dedi, füsunda[8] onun içerisindeki mey gibidir” dedi. “Siz bu işin farkında değilsiniz dedi. Ben balını yerim sen sirkesini iç” dedi geçti. Acaba anlatabildik mi? Daha uzun anlatamadım. Burası çok uzun konuşmak lazım… Yakup’da (as) Yusuf (as) gıda-i ruhani oldu. Yusuf kardeşlerine karşı da hattı zatında ne oldu? Haset ateşiyle bunları yaktı. Kurt oldu. Kurt yedi, diyorlar ya. Zeliha da daha başka bir şey oldu. Binaenaleyh insan bu âlemde bir şey olmaya gelmiştir. Bir şey olmak lazım gelir.

Gelelim başladığımız yere. İnsan dedik, anlatılması zor. Tarifi güç. Birçok şeye benzer, birçok vücudu camidir. Şurada bile ispat edebilirsin, birçok vücuda sahip olduğundan. Beni dinlerken bir yandan konuşuyorsun, bir yandan geziyorsun. Hangi vücudunla dinliyorsun? Hangi vücudunla konuşuyorsun? Hangi vücudunla geziyorsun? Kudret ne kadar eşya gizlemiş, ne kadar varlık gizlemiş sende. Bir yandan dinliyorsun, bir yandan konuşuyorsun. Dinlediğin vücudun hangisi, konuştuğun vücudun hangisi? Bir yandan kâinatın filmini çeviriyorsun. Hangi vücudun o filmi çeviriyor? Ya. Günde kaç ana girer çıkarsın? Dua et ki son anında insan anında geç. Kaç an değiştirirsin. Hal-i gadabında mükemmel bir hayvansın. Kapacağım, keseceğim… Ya o anında gidersen. Yazık günah değil mi? İlm-i ezelide insan ol. Levh-i mahfuzda insan ol. Kudret sana isim versin, kendisi beğensin, ilmi huzurisin de tutsun, nihayet sahneye göndersin, bu imtihan âleminde burası geçit âlemi. Kalma yeri değil ki burası, geçme yeri. Adi bir şeye tap, ondan sonra birden bire bir makam-ı hayvaniyetle geç göç git. Çok fena, en ağır şey bu. Büyük iflas. Kaç vücuda sahipsin?

Bütün hukuklar, bütün muvalat[9], bütün işler, son nefes içindir. Sen eğer dünyada birisiyle bir hak ve hukuk tedarik ettin de, şurada sayılı günlerle şöyle böyle dedinse aldanmışsın.  Zavallı adamsın. Maddeperest sayılırsın, madde. Hukuk-u lisan… böyle üç günlük hayat içün yandı. Meveddet[10], muvalat asfiya[11] maşallaha bağlıdır. Onun içün merhaba diyeceğin adamı iyi düşün taşın ölç, biç, boş kalmasın. O da ne vakit olur? Biraz evveli söylediğim gibi, gayibhane aramayı bırakmakla olur. Aradığını aradığından soracaksın. Her şeyi gösteren güneş, güneşten sorulmalı. Eşyayı sana ne gösteriyor, güneş gösteriyor dimi ya? Sen şimdi eşyadan güneşi mi soracaksın. Güneşten sorsana güneşi… Sonra ömür gelip gidiyor. Gittikçe de merhamet-i ilahi, insan üzerinde fazlaca tecelli ediyor. Bir emr-i ilahi var, insan çok utanır çok. İhtiyarlık hakkında azap yapmaklıktan Allahlığımdan hayâ ederim diyor. Ya ihtiyarlar. Sırf bunu söylemek için çıktım buraya. Söyleyeceğim cümle bu. Emr-i ilahi böyle… İhtiyarlara azap etmekten Allahlığımdan hayâ ederim. Bende öyle olduğum halde ya ihtiyarlar diyor arkasından. Hiç olmazsa, hiç olmazsa makam-ı ademiyete kadem basarak gitmek lazım. Hiç olmazsa. Vaz geçtik ki o arif rütbesini,  âşık rütbesini. Onları bırak, bunların  üzerinde çok duramaz, sözünde kalır. Ölçüsü var onun. İnanma makamında olsun, göster bize kâfi, vâfi[12]. İnanma makamında yaşayan kimseler eşyayı kendileriyle değil de Allah’ın (cc) nuruyla görürler. Arifler âşıklar ise eşyayı Allah (cc) ile görürler. Bir şey anlatabiliyor muyum acaba? Bak kendini imtihan et. Kendi kendini aldatma.

İnsanın kalbine üç şeyden hatarat[13] gelir. Ya Allah’tan (cc) gelir, ya manzume-i kuvve-i melekuttan gelir, ya iblisten gelir. İblisten gelenin ki vesvesedir. “Öbürkülerini de söyle!” Öbürkülerin… Hepsi bir günde söylenmez. Eğer sağ kalırsam… Şöyle midir, böyle midir, işte vesvese. Şöyle idi böyle idi, şöyle midir, böyle midir? Vesvese. Demek ki, daha henüz Rahman’dan bir şey gelmiyor. Kendime söylüyorum. Kimseye, üzerine alınacak bir şeysi yok. Ya, insan zor iş zor… Kolay mı insan? Naib-i Hak. Üç beş konuşmadır tekrar ediyorum, yine tekrar edeyim, insan, evet zor. Allah (cc) diyor, benim güzelliğime bütün kâinat ayine olamaz. Ben kendimin güzelliğini insanda gösterdim diyor. Onu ayna yapmışım. Ama her iki ayağı üzerinde yürüyene de insan demiyor. Zor olan yeri burası… Bu hakikat badesi[14] namahremlerin didesinde[15] nihandır[16]. Öyle dermiş. “Hiç hasene ile seyyie bir midir?” diyor kendisi. Hiç hasene ile seyyie bir midir? [17] وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ Şey olur mu? Sonra seyyieyi de seyyie ile def et demez. Kötülüğü kötülükle, ahlaka göre kötülük kötülükle def olmaz. Güzel de koymuş tarzı yani. “Kötülüğü, çirkinliği, en güzellikle def et!” der. Misal vereyim size daha iyi anlaşılsın. Hani konuşurken dedim ya ahlaka göre ihtiyar kime denir? Sabırsız adama ihtiyar, der. Ama bir de sabr-ı himarî[18] vardır o hariç haaa. Mananı çalıyorlar, boynunu bük; hak ve hakikat üzerinde seni eziyorlar, boynunu kes; şeref-i haysinetine tecavüz ediyorlar, yoook! Ona sabır değil, eşek sabrı diyorlar. Öyle değil. Kudret tarafından sana taksim olunmuş olan yerde kaşını çatmamaklık sabır, anlatabildim mi acaba? Karıştırır, bunları söylerken de insan korkar. Gadaba karşı yapılacak muameleyi Allah (cc) tarif eder. Yani kötülüğü seyyieyi en güzellikle def et. Bunu sormuşlar Beşeriyetin Fahri Ebedisine; biraz açar mısınız, nasıl olur? Gadaba karşı sabır diyor. Anlatabildim mi? Geldi karşına bir cahil, nadan, dır dır dır dır cevap vermeye çalışıyorsun, sen de onun gibisin demektir. Değmez. Hiçbir vakit, her insanın lisanı vardır, her mahlûkun. Hiçbir vakit köpeğe buyurun teşrif mi ettiniz demez, anlamaz ondan. Kuçu kuçu diye çağıracaksın. Anlatabildi mi? Köpeğe “Gidiyor musunuz, sefa ile gidiniz” anlatsan, anlamaz. “Hoooşt” diyeceksin. Anlatabildim mi? Lisanı var. Her mevcudun Kudret tarafından kendisine verilmiş lisanları var. Gadaba karşı sabır, cehle karşı hilim, fenalığa karşıda af. Anlatabildik mi acaba? Bu sıfatlar varsa ahlaka nispetin var. Aczinden dolayı değil ama. Gücün yetmez de, aczinden dolayı ben onu affettim dersin. Kuvvetinde var, tepelemekliğe de kadirsin fakat ahlakın vermiş olduğu düstur elinde de tepelemeklik kudreti varken, affettin. Anlatabildim mi? Ezmeklik sahası mevcut…

Kerîm odur ki mücâzâtın af ede hasmın

Zaman müsaade-i intikam verdikçe. [i]

 

Anlatabiliyor muyum acaba? Kerîm odur ki, mücâzâtın af ede hasmın. Zaman müsaade-i intikam verdikçe. Elinde bir şey yok gücün yetmez, artık ben sabrettim. Onlar öyle diyor. Her şeyi yapmaklık kudretine maliksin, Kerimsin. “Ben, Allah (cc) sıfatım. Onun sıfatıyla yaşarım”, der. Görmez misin Allah’ı (cc)?  Rezzak ı erâzil ü eâzımdır. Alçağında yiyeceği rızkını verir, yükseğinde. Aliye de, adiye de.

Niçün Hazreti Ali’ye Ebu Turab denmiştir? Toprakta ism-i azam vardır. Niçün Ebu Turab deniştir? Onu derler ki; bir gün gitmiş, bir yerde yatıyormuş, Peygamber Efendimiz (sav) görmüş, yüzü topraklanmış, toprağını uyuyorken silmiş, “Ya, Ebu Turab” demiş. Hakikat o değil o. Hakikati o değil. Her şeyi o kabul eder, toprak. Sen en ziyade sevdiğini kaç dakika yanında tutabilirsin gözünü kapadıktan sonra? Şöyleyim, böyleyim filan. Üüüü, gözü kapantıktan sonra işte. Şimdi oda yok ya. Şimdi kedi ölüsü kadar da kıymeti yok. Cenazeyi teşriye[19] geliyor. Eli arkasında, yanındakiyle öpüşür, sevişir, koklaşır, güler, oynar. O insani rikkat filan, onlar, onlar bitmiş. Fatiha kapısı kapanmış. Denmez belki ama işte dedikodu olur der. Maiyetindeydi, iyiliğini görmüştü, şuydu, buydu, içinden kızarak. Ölüsüne hürmeti olmayanın dirisine merhameti olmaz. Usul böyle. Ölüsüne hürmeti yok, dirisine merhameti olmaz. Neden Ebu Turab denmiş? Toprakta ayrı bir sır var. Âşığını, maşukunu, evladını, anneni, çok sevdiğin yavrunu, bağrına bastığın çocuğunu, gözünü kapadı mı nihayet… şöyle böyle. Birkaç zaman kaç saat, ondan sonra derhal götürür, sinesine teslim eder. Tükürürsün, pislersin… Hiç sana bir şey demez. “Peki” der. Ezersin, “Buyrun” der, nimetini yetiştirir yine önüne kor. İnsan da öyle ahlaklı olacak. Anlatabildim mi acaba? Bak bakalım. Ondan dolayı Ebu Turab denmiştir. Hasmına dahi merhamet elini uzatır Ali. Hasmına, hasım var mı? Hasmına dahi merhamet eder.

İbn Mülcem o cinayeti irtikab[20] ettiği vakitte, zehirli kılıçla boynundan yaraladığı zaman, o nasıl bir cahiya[21] ise alet-i cahiya ise o vücutta dehşetli bir ateş verdi. “Bana şerbet yetiştirin” dedi. İsmini unuttum, o günün bir şerbeti var, harareti derhal alıyor. Sonra yaraladı. etrafındakiler katili derhal yakaladılar. Başladılar dövmeye. “Ben yaşıyorum daha! Ne yapıyorsunuz? Zulüm yapıyorsunuz!” dedi. “Ben öldükten sonra kısas yaparsınız. Ben daha hayattayım” dedi. Yapabilir misin, nasıl? Tabi onlarda hususi... “Ben daha yaşıyorum” dedi. “Ona da getirin dedi şerbet” dedi. “Oda heyecanla vurdu, onda da rengi kaçtı. Oda heyecanını teskin etsin.” Daha böyle medeniyet dünyada yok. Olur mu? Olmaz. Getirdiler. “Verin ilk önce içsin” dedi. İlk önce o tarafa tabi emre riayet ediyorlar verirlerken. İçmedi. “Niçin içmiyorsun?” dedi. “Korkuyorum.”  Şimdi nadim[22] oldum” dedi, yaptığım cinayetin cezası veriliyor, zehirleniyorum” galiba dedi. “Seni Allah’ın (cc) yanında da kucaklayıp kurtaracaktım” dedi. “Bana ihanet izafe ettin, seninle nispetimi kestim” dedi. “Beni hain tasavvur ettin. Yoksa dedi ben bu kazaya da boyun kesmiştim, seni yarın o huzurda bağrıma basacaktım, bunu bana bağışla diyecektim. Fakat sen bana şimdi hain nazarıyla bakıyorsun, benim nispetim senden ayrılmıştır, kesilmiştir” dedi. Ahlakın ölçüsü bu…

Vaktiyle ahlakçılardan bir zat, yanındaki insanları yetiştirmek için şöyle demiş; “Sizinle bir gezinti yapalım, kale kapısından dışarıya çıkalım” demiş.  Çıkmışlar, öyle ilkbahar mevsimi, bakla ekiyorlar filan yahut bakla çıkacak, toplanacak her neyse. Bir Müslümanın bahçesinin önünde durmuş; yanındaki insanlarda duruyor: “Ağa demiş bu ektiğin arazi, şu bostan ne kadar bakla verir?” O gün okka devri, “şu kadar okka verir” demiş. “Bereketli olsun inşallah” demiş geçmiş. Biraz ilerisine geçmiş, bir Hıristiyanın bahçesi oda. Ona da sormuş, “Kolay gelsin” demiş. Aynı mevsim olduğu için aynı muhit, aynı şeyler dikiliyor oda aynı şeyi dikiyor, ona da demiş ki; “Bu sizin bu sizin bahçe ne kadar şey verebilir.”A efendim demiş, onu ben ne bilirim? Allah (cc) ne kadar verirse o kadar verir. Onu ben bilmem ki” demiş. Ben ekerim, bana ek demiş, bakalım kendisi ne kadar verecek?  Döndükten sonra, şöyle geçtikten sonra, “İnşallah olur” demiş. Yanındaki –işte insan yetiştiriyor- yanındaki adamlarına, şakirtlerine, talebelerine, “Hangisi Hakk’a iyi teslim olmuş dersiniz?” demiş. Bunların hangisi Allah’a (cc) daha iyi ziyade teslim olmuş?

Ondan biraz daha ileriye gitmişler. Bir bostan dolabı dönüyor, “Burada iki şeye dikkat edin” demiş. “Buyurun efendim” demişler. “Biri demiş saatlerden beri şu hayvan yürüyor. Yol alabiliyor mu alamıyor mu ona dikkat edin.” “Hayır efendim aynı yerinde dönüyorlar.” “İşin sözüyle geçinenlerde aynen bu bostan dolabında dönen hayvana benzerler” demiş. Söyler, söyler, söyle, söyler söyler ama aynı yerde döner demiş. Binaenaleyh sözlerinizi hale intibak ettirin. Halen olmaya çalışın.

Bir de demiş şu bostan dolabının kovalarına dikkat edin demiş. Kova demiş bak doluyor, dolduktan sonra tekrar böyle hiç kendisinde tutmaksınız veriyor. Anlatabildim mi? Zenginde buna derler demiş. Zengin parayı tutana değil, paranın yerini tutulup da kullanan denir demiş. Anlatabiliyor muyum acaba? Zengin parayı bir yerde tutana denmez demiş. O zavallı demiş, bekçi para ondan lanet eder, Kudret ondan nefret eder, zenginde demiş bak bu bostan dolabına benzer. Hiç bir vakit kendisinde onu devreder. Gelir ve böyle gider. Zenginde binaenaleyh parayı böyle derleyip tutana değil, kullanma yerinde kullanana denir. Hiç kendisine benlik vermeden demiş görüyor musun nasıl veriyor dolap? Oradan ayrılmışlar. Bunlara tatbikatlı ahlak dersi denir. Sen istersen yüz tane hayvan yükü kitap yaz. Ben neyim işte bilmem ne. Hiç faydası yok.

Bu akşam bizde yemek yiyelim demiş. Gelmişler, mum, mum. Ben demiş mumun şeysinden, şimdi öyle mumda yok ya, şimdi insan boğulur dumanından. O hakikaten balın mumundan yapılan şule ciğere iyi gelirmiş. Deden her ne kullanmışsa bir hikmeti var. Sakın alay etme. Sakın istihza etme. O bal var ya bal. Nerede bulacaksın şimdi o yok. O feyz o bereket yok ki bulursun. Balın kendi yok.  Deden o vakit o kadar gayretliymiş ki her ev kendi şekerini kendi yapıyor. Balınla, her evde var o petek. Bundan bir asır evvel, her evde var. Kumaşını kendi dokur. Nasıl kumaş? Öyle kumaş nerede? Fabrikada yok. Elleriyle onun ipini nasıl yapmışlar, nasıl şeydi o bilinmez? Allah’ın (cc) bir ihsanı. O nasıl parmak, o ne biçim olmuş, kim kullanmış o parmağı? Onlar hayret o oyalar, düğümcükler filan o tuhaf bir şey. Dedikodu… Yok ki? İlim var o vakit, ilim. Çünkü cehalet adamı dedikoduya sevk eder. Çık hadi bakalım filanca yere, tıkır, tıkır, tıkır, tıkır. Evvel de erkeklerde yoktu, şimdi erkelerde daha çok.  Çıkar kahveye, ya dedikodu edecek, ya hattı zatında şak şuk şak şuk, şak binlerce sigara dumanı içerisinde. O ciğer ne olur? تسيحوا  وسيروا     diyor. Açık havalarda gezin ve sıhhat alın diyor Hazreti Muhammed Aleyhissalati vesselam. Emir öyle, açık alanlarda gezin de sıhhat alın.          تسيحوا  وسيروا    تسيحوا وسافروا     ... سيروا  öyle açık havalarda سافروا  uzak uzak memleketler değiştirin. Hep bir yerde oturmak manen zaten mekruhtur derler.

Neresinde kalmıştık? Evet. Mumu uyandırmış, örfün tarifine göre yani yakmış. Niçün uyandırmış diyorum biliyor musun? Belki içinizde eski konuşmalarımda bulunmayanlar vardır da. Dedemizin şu tarihimizin en eski efendisi olan ecdadımızın, nezaket ve nezahatine ait olan birer şeydir bunlar. Hani beğenmeyiz ya. Onlar derler ki, söz tohumdur. Ve onların dediklerini de fen ispat etti. Ve bir gün gelecek istenilen şahsın sözleri de toplanacak. Toplanacak mı? Evet toplanacak. Bin sene evveli filanca gelmiş. Onu bu fezadan sözlerini toplayacaklar. Kudret buraya kadar ilham edecek insanlara. Ne olacak? Zayi olmuyor dimi ya? Dünyanın bir köşesinde konuşuyor, sen burada dinliyorsun. O mahfuz[23] ki dinliyorsun. Mahfuz olmasa.

Onun için meş’um[24] kelime kullanmazlarmış. Hiç. Mesela biz deriz ki, öyle alışmışız. “Koşma düşeceksin!” Düşmekliği tahakkuk ettiriyoruz. O öyle demezmiş. “Koşma düşmeyesin!” Arandaki farkları ölçebiliyor musun acaba? “Elinle onu tutma yanacaksın.” “Tutma onu yanmayasın.” Binaenaleyh mesela yakmak kelimesi meş’um bir kelime. Yanmıyor o. “Lambayı yak!” demiyor “o lambayı uyandır.” Sönmek kelimesi ademe[25] taalluk eden bir kelimedir, onu kullanmıyor. “Lambayı dinlendir.” Anlatabildim mi acaba? Ama tabi şimdi belki bunları söylersek, zavallı denir dimi? Yahut dırıltı. Bu aşka, zevke, sefaya, manaya, kalbe, hafa’[26]ya, taalluk eden bahisler. Kapıyı kitle, kapın kitlensin eski intizarlarda yani arayanın soranın bulunmasın.  Onu meş’um olduğu için söylemiyor. Kapıyı sırlayınız. Birisi vefat etmiş, gitmişler toprağa teslim etmişler. Şimdi hepimiz evet hep filanca adam öldü filan yere gömüldü. Kedi mi bu? O kelimeyi küçük görüyor. Ahmet Efendi Hakk’a geçti filan yerde gizledik. Nezaketlerine idrak ettiremiyor muyum acaba? Filan yerde gizledik. Âli şeyler bunlar.

Neyse “Mumu uyandırın” demiş. Bu gün ki tabirimizle “yakın şu mumu bakalım.” Ben onun diyor öyle ihtizazlı[27] ışığından burada otururken de oraya gölgem vurur, benim de kendimin de bir gölge olduğunu idrak ederim. Bir şey anlatabiliyor muyum? Nasıl ben burada otururken mum buradayken benim gölgem oraya geçmişse, ben de bir gölgeyim, bir varlığın gölgesiyim. Binaenaleyh bende bir varlık olmadığını idrak ederim. Bunları anlattırıyor. Ondan sonra… bir yandan yemek yiyorlar, bir yandan da diyorlar ki, hakiki insan neye benzer bilir misiniz? İşte bu muma benzer: Bu mum etrafıma ışık vereceğim diye, neşr-i envar[28] eyleyeceğim diye kendi yakarda kendi ışık yanmaz. Niye bir şey anlamadınız. Ben etrafıma ışık vereyim diye kendisi yanar, etrafı ışıklanır fakat kendi yakmaz. Hakiki insan da buna derler.

İşte bu devre kapandıktan sonra ihtilalat-ı beşeriyenin[29] madeni ikiye ayrılır. Biri sen çalış ben yiyeyim, diğeri de, ben yaşayayım sen geber, ne olursan ol. Dünya şimdi bu nazariye üzerine yaşıyor. O devreyi kapıyor Kudret, onun ehli kalmayınca, tabi celal devri geliyor. Gelince… Şimdi bütün beşeriyette o sevda vardır. Sen çalış ben yiyeyim. İkincisi ben yaşayayım sen ne olursan ol. Büyük kitap bunun ikisinin ilacını gösterir. Ve bütün, bir gün söylerim, şimdi söyleyemeyeceğim. O zaten biraz az söyleyeceğim. Ne vakit ki bu düşünce, bu fikrin ilacı tatbik edilir, insanlar felaha kavuşur. Ve illa kavuşamaz.  En büyük kafalar toplansın, en muazzam iktisatçılar bir araya gelsin, mükellef mükellef toplantılar olsun, yine çaresi bulunmaz. Pislik çıkmış meydana. İhtilalat-ı beşeriyenin madeni ikidir. Bak ara cümle veriyorum. Biri insanlarda “sen çalış, ben yiyeyim” nazariyesi başlamıştır ve tatbikatı da gözükmektedir ve görülüyor. İkincisi, “ben yaşayayım, sen ne olursan ol”. O bostan dolabındaki kuyunun suyu, mumun kendisine vermiş olduğu ışık filan… onlar tamamıyla onlar, onlar (bitti gitti) ….

Onlara onlar diyorlar ki; -maddenin kesafetinde boğulan kimseler- o şefkat merhamet filan bunlar, onlar zaaf alametidir. A’sab[30] zaafından ileri gelir. İyi güzel… Hepimiz doğuracağız: o doğurtucu zat geldiği vakitte, “Amaaan!” der herkes amma bende acıma merhamet damarı yok der. Sen onu vaktiyle zem etmiştir. Hiç ben katiyen acımam…

Ben kendime zaaf izafe ettirebilir miyim? Sence merhamet bir alamet-ı zaaf olaraktan tarif ediyordun düne kadar, ben de öyle zaaf filan yok…

 كَلَّا إِذَا بَلَغَتْ التَّرَاقِيَ ﴿٢٦﴾

  وَقِيلَ مَنْ رَاقٍ ﴿٢٧﴾

   وَظَنَّ أَنَّهُ الْفِرَاقُ ﴿٢٨﴾        

  وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ ﴿٢٩﴾

  إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمَسَاقُ ﴿٣٠﴾  [31] Azm-i takva, oraya geldi mi diyor, hepinize gelecek. Ama biz inşallah bir maşuku hakiki görerek… Beşeriyetin Fahri Ebedisi öyle der, hakiki insan bu âlemden geçerken garip bırakılmaz. Garip kalmaz. Anlatabiliyor muyum acaba? O ayrı. Bir de hakiki insan olmayan vardır. İşte böyle ona zaaf der, ötekine bilmem zırıltı der, güler, burnunu büker, dudağını keser, her neyse. Hiç bulunmadın mı? Bulun, bu âlemden diğer âleme gidenin yanında. Bazısında belli olur bazısında belli olmaz fakat neticede yine belli olur.

Mesela en canlısı koma halinde gidenlerdedir. Daha iyi belli olur orada. Ve o mahareleri de bir hırıltı, hırıltı... Fakat “Gel!” der demez,  koma birden kalkar. Gözünü diker. Ne oldu orada? Anlatabiliyor muyum acaba? O hani, koma halindeyken kendinde böyle bir hırıltı hırıltı öyle… Dürtsen de anlamaz, söylesen de anlamaz, bak filanca geldi seni şey ediyor filan onların hiç birisi… alakası kesilmiş, yok. Fakat o tam o hal biter de bir “Gel!” derler, o vakit açar. O külçe halindeki kafa döndüremezsin. O bir bakıştır o. Acayip bir şey. Yaaa, işte o vakit garip kalmamak. Buradaki hayata bağlı o. Buradaki hayata bağlı. Bu hepimizde olacak. Bunun uzun boylu bir zamanı ve mekânı da yok. Ama herkes hayalinde kendisine bir ömür verir. Verdirttirir Allah (cc). Öyle adeti var O’nun. Mesela bir dakika sonra gidecek de yine onun hayalinde kendi kendine bir ömür verdirtmiştir O. Hepiniz kendi kendinize hayalen bir ömür korsunuz kendinize. Şimdi şöyle yetmiş beş seksen dersin, kimisi şöyle bir doksan der. O bazısı da efendim ben şimdi hemen de razıyım. Onların hepsi yalandır o. Veyahut yalan değildir de öyle bir gelir gider. O bir maşuk şeklinde gelmesinde o umumi bir vaziyette gelsin o. O zat-ı ala ………. 

E İntihar edenler… ….. onları insan kabul etmiyor. Cenaze namazı kılınmaz yav. Bir insan üzerinde konuşuyoruz, onu insan kabul etmez. Allah (cc) insan olarak kabul etmiyor müntehiri. Cenaze namazını kılmayın der. Ya, o ayrı iş biz insan üzerinde konuşuyoruz. Ne vardı ki, intihar ettin? Hangi mertebeden aşağıya saldı? Nen vardı ki elinden aldı? Sebep ne? Hepsi ariyet değil mi? Hepsi onun değil mi? Onun malına sen sahip mi olacaksın? Onun için kabul etmiyor işte. Bu vücut benim diyor, ne salahiyetle kundan soktun[32] diyor? Kendi malın mıydı da soktun? Komşunun on paralık bir kulübesini yaksan cayır cayır sürüklendirirler, mahkûm ederler, ben beden-i hudaya sana kundak sokturayım da sonra sana numara vereyim de namazın kılınsın, öyle mi?

O, hiçbir dinde yok o. Hiçbir manada yok o, cenaze namazı mevzuu. O yalnız bize ait Allah (cc) tahsis etmiş. Biz, biz putperest miyiz? Biz putperest değiliz ki! Görüyorum hakikaten böyle yapıyor, namazı kıldıran adam… onun da şekli değişmiş ya, namazı kıldıran adam onun en yakın adamı olacak. Biz işin suretinde kalmışız. En yakın adamı. Babaysa oğlu kıldıracak. Oğluysa babası kıldıracak. Kardeşi kıldıracak, en yakını kimse. En yakınından kimse yoksa en iyi dostu kıldıracak. Ondan da kimse yoksa, İmam-ı hayyi kıldıracak. İmam-ı hay demek, hayattayken manaya taalluk ettiği, bilmediğini öğrettiği insan. Hepsinde iş var. Şekilden ibaret değil ki o. Durur böyle, tam kalbinin hizasına, sadrına, putperest miyiz biz kıble yaptık işte, önümüzde duruyor. Dirinin namazı kılınmıyor da ölünün ki niye kılınıyor? Dirinin ki niye kılınmıyor böyle? Diriyi böyle yatırıp kılarsa olmaz. Niye olmuyor? Diride nefis bakidir daha. Nefis puttur. Gittikten sonra nefis bitti artık, anlatabildim mi acaba? İncelik burada? O hiza sana gelir, çünkü orada nazar-ı ilahi vardır. Allah (cc) bırakmıyor. Bana inanmıştı, tak onun kalbine ben baktım, o baktığım kalbinin hizasında dur. Orada ben varım diyor. E müntehir de var mı öyle şey? Hikmetini tahlil eyledim. Anlayabiliyor muyum acaba?

Hiçbir namazda وجل ثناؤك  demezsin. Yalnız onu dersin. Düşündün mü bir defa acaba niçün  وجل ثناؤك   derim.….. söyler miyim, söyleyeyim mi? Hayır bugün söylemem. Bir araştır sor bakalım kendi kendine. Bak şöyle, neden hepsinde böyle denmez de yalnız cenazede وجل ثناؤك  denir.

Biz ne tatlı şeylere sahibiz ama atıvermişiz. Ne tatlı şeylere. Bizde olan tatlı.  Bizde olan şey, hiçbir şeyde yok. Çok tatlı şeylere sahibiz. Ölümümüz bile bir gelin gibidir. Zaten gelindir ya gibisi fazla. Gelin oluyor Kudret’e. Hakiki insan ölür mü? Ölen zalimdir, münkirdir, mürteddir. Müşriktir, insan hakkı yiyendir, inletendir. Onun ceketi, cife[33] olan tarafı, bir çukura hubut[34] ederken, inerken manası refik-i alaya uruc[35] eder. Öyle mi zannedersin. Ama gidiyoruz da ziyaret filan yapıyoruz. Haa. Adres o. Orası adres.

Mesela namaz kılarken kıbleye döneriz, Beytullah deriz. Allah (cc) haşa içinde mi oturuyor? Öyle mi? Yok. Beşer daima arzusunu bir yere kayıtlamak ister. Beşer-i hassadır o. Bir yere kayıtlayacak. Binaenaleyh Huda’da demiş ki; siz o tarafa teveccüh edin, ben sizi o taraftan ikbal ederim. Ölenin mezarı da öyledir. Sen oraya ziyaret etmeye gittiğin vakitte, derhal ispat-ı vücut eder. Onun içün zaman mekân mefhumu kalmamıştır artık. Anlatabildim mi? Bu bana geldi der, manen seni karşılar, seninle konuşur fakat bizde kesafet olduğu içün biz onu göremeyiz. Göreni de olmaz mı? Çoook. Çoook. Çoook. O onun yazıhanesidir. Yoksa oraya vesikası düşer. Mana bütün âlemdedir, bütün varlıktadır. “Nasıl olur?” dersen Kudret dersini kaçırmış. Sen hindistan cevizi kadar muhafazanla bir madde olaraktan meydana getirmiş olduğun elektriğin vidasını çevirirken, cereyanı verince bütün, bütün yerler aydınlanıyor da Allah’ın (cc) kıymet vermiş olduğu bir ruh, bir ruh-u menfuh, ruh-u menfuh ile tekrim edilmiş olan bir var, nerde ister yerde ispat-ı vücut etmesin. Anlatabildik mi? Vasıta o. Manaya taalluk eden bahisler bu asırda hiç kapalı kalmamıştır. Hepsi meydandadır. Hepsi.

Hakiki insan, orada kaldık dimi ya? Toprak gibi olacak. Toprakta ismi azam var. O isme sahip olacak. İşte o getirmiş olduğum misal gibi, yanacak, kendinden önce etrafına ışığını verecek… Bir şey okuyacağımda size onun için arıyorum. Geçenlerde yine okumuştum size bu, yanacak etrafına ışık verecek dedim ya, ona misal getiriyorum.

Matla-ı[36] nur sefa-i meşrebi rindaneyim

Aşinayı aşka mahrem gayrıya biganeyim

Hayatında böyle bir program yapacaksın. Hesabını yap. Hakk’a aşina olanla hukuk tedarik et. Öbür tarafı kalır.

Matla-ı nur safa-i meşrebi rindaneyim

Aşinayı aşka mahrem gayrıya biganeyim

Neşve-i[37] feyzi ezelden mayeyi[38] esti bana … Neşve-i feyzi ezelden mayeyi esti bana

Badesi birden tükenmek bilmeyen meyhaneyim.

Bu bade bizim bildiğimiz aklı nara inkılap ettiren bade değil. Bu badenin kadehi kalp. Ben öyle bir Füyuzat-ı[39] ilahiyeye mazhar olmuşum ki bizde intifa[40] yoktur diyor. Kalp kadehi ile isteyen talibe nuş[41] ederim. Hem yanar, hem neşr-i envar eylerim etrafıma. Muma misal getiriyorum.

Hem yanar hem neşr-i envar eylerim etrafıma

Şem-i bezm-i âşıkan-ı bihiş-i fenaneyim

Kıblegâhım her zaman, her yerde yâr ebrûsudur

Nûr-ı mihrâb-ı cemâle tâ ebed pervaneyim

 

Hakiki hazreti insana ezelden beri pervane olmuşum diyor. Açık manası bu.

Gezm-i edna[42] cartarındır[43] ettiğin miraçta

Kays’e[44] iman-ı cünun-u aşk eden divaneyim

Kibriya ı aşk her mesulumü is’af eder .

Ben anın fahri divanı değil de ya neyim.

 

Yoruldunuz dimi? ( hayır efendim) Yok. Gözlerde uyku, hallerde bitkinlik. Bu gün ki konuşma bu kadar yeter. Bayram namazını…..

 

 

 

 

 

 

 



[1] Hafa: Gizlilik. Gizli olmak. Saklılık.

[2] İttihaz Edinmek: Kabullenmek. "Öyle" diye bakmak. Kabul etmek.

[3] Mübazele: Cömertlik, sehâvet.

[4] Müfred (Müfret): Tek, yalnız. Müteaddid olmayıp yalnız birden ibaret olan.

[5] Cemad  Donmuş, katı isim Cansız ve kurumuş olmak. Yağmur yağmayan yer.

[6] Kuvve-i zaika: Tad alma duyusu

[7] GAİBÂNE: f. Hazırda görünmeksizin, yüzyüze olmadan. Gizliden.

[8] Füsun Şaşırtıcı, hayret verici ve kendine cezbedici bir güzellik. Büyü.

[9] Muvalat: Dostluk, karşılıklı sevgi.Tebrik ile terdif ederim arz-ı hulûsu, Kalbimdeki sıdk u müvâlât senindir.

[10] Meveddet: Dostluk. Sevgi. Muhabbet. Muhabbet etmek. Sevmek.

[11] Asfiya: Sâfiyet, takvâ ve kemâlât sâhibi ve Peygambere (A.S.M.) vâris olup, onun meslek ve gayelerini ihyaya ve tatbike çalışan muhakkik zatlar.

[12] Vâfi(ye): (Vefâ. dan) Tam, elverişli, kâfi, yeter. Sözünün eri. Va'dini mutlak yerine getiren Cenab-ı Hak.

[13] Hatarat: Tehlikeler. Akla gelen fikirler.

[14] Bâde: Şarap, içki. Kadeh

[15] Dide: Göz, göz bebeği

[16] Nihan: Gizli, saklı, gizemli

[17] Fussilet Suresi 34. Ayet-i Kerime وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ

Meali: Hem hasene (güzellik, iyilik) de bir değildir kötülük de. Kötülüğü, en güzel olan hasene ile önle. O zaman bakarsın ki, seninle arasında bir düşmanlık bulunan kimse yakılgan (şefkatli) bir hısım gibi olmuş!

[18] Hımar: Eşek

[19] Teşhiye: "Gönlün ne isterse sana vereyim" demek.

[20] İrtikâb: Bir işe girişmek. Kötü bir iş işlemek. Rüşvet almak gibi çirkin bir şey yapmak. Bir makamı âlet ederek, hakkı olmayan para veya malı hile ile almak

[21] Cayiha: Şiddet. Kıtlık. Yemişe gelen âfet

[22] Nadim: Nedamet etmiş, pişman.

[23] Mahfuz (Hıfz. dan): Hıfzolunmuş, saklanılmış. Ezberlenmiş. Hafızaya alınmış. Korunup gözetilmiş. Gizlenmiş, saklanmış.

[24] Meş'um: Kötü. Uğursuz. Bedbaht..

[25] Adem:  Yokluk, olmama, bulunmama.

[26] Hafa: Gizlilik, kapalılık

[27] İhtizaz: Hafif titremek. Deprenmek. Şevk ile meyil ve hareket. Harekete geçme. Sallanma, sıçrayıp oynama.

[28] Neşr-i envar: Nurları yayma.

[29] İhtilalat-ı beşeriye:Ç: İnsanlardaki ihtilaller, karışıklıklar.

[30] A'sâb (Asab. C.): Sinirler. Damarlar.

[31] Kıyamet Suresi 26,27,28,29,30’ncu ayet-i Kerimeler. Meali: 26. Hayır, hayır! Ne zaman ki, can köprücüklere dayanır 27. ve: «Okuyacak kim var?» denilir. 28. ve o zaman (o da bunun) tam bir ayrılış olduğunu sezmiş. 29. el, ayak, bacak bacağa dolaşmıştır. 30. O gün kişi yalnız Rabbinin huzuruna sevkedilir.

[32] Kundan sokmak: 1) Yangın çıkarmak 2) Ara bozacak şekilde bir söz söylemek veya davranışta bulunmak

[33] Cife: Kokmuş et, ölü hayvan, leş

[34] Hubut: Aşağıya inme, düşme.

[35] Uruc: Yukarı çıkmak. Yükselmek.

[36] Matla: Güneş veya yıldızların doğdukları yer, ufuktan çıktıkları yer.

Yıldız veya güneşin zuhur etmesi. Edb: Kaside ve gazelin kafiyeli olan ilk beyti. (Bak: Musarra')

[37] Neşve: (Nişve - Nüşve) Sevinç, keyif. Büyümek ve yetişmek. Koklamak. Rayiha. Bir şeyi tekrarlamak. Mest ve sarhoş olmak. İyice duyup vâkıf olmak.

[38] Maye: Damızlık. Esas. Temel. Bir şeyin mayalanması ve ekşimesi (tahammürü) için konulan madde.

Para, mal. İktidar. Güç. İlim.

[39] Füyuzat: Feyizler. İnayetler. Füyuzlar. Mânevi tecelliler.

[40] İntifa'               : Bir şey ortadan yok olma. Aradan çıkma.

[41] Nuş: İçen, içici. Tatlı şerbet gibi içilecek şey. Zevk ve safâ.

[42] Edna Pek aşağı, en alçak. Pek az, pek cüz'i. Çok yakın.

[43] Çarta(re) Dünya, âlem, küre-i arz.

[44] Kays  Leylâ ile Mecnun hikâyesinin erkek kahramanı olan Amirinin adı.



 

 

 

[i]

Lâzım degil ‘inâyeti ehl-i tekebbürün

Bahs eyledim ‘atâsını vech-i ‘abûsuna

 

Kerîm odur ki mücâzât-ı ‘afv ide hasmına

Felek müsâ’ade-i intikâm verdikce

 

Nahîfî. - Divan.

 

 

 

9 yorum:

Balığın deryadan pervası olmaz. Derya ne kadar geniş olursa ne kadar dalgalı olursa balık o kadar zevk alır. Hakiki insanda bu sahnede ne kadar belaya uğrarsa, hangi hadise çarparsa altında gizlenmiş olan güzelliği görür zevk alır. Anlatabiliyor muyum acaba? Balığın deryadan şeysi yoktur, pervası yoktur.

Ahlaka göre genç adam kime derler, ihtiyar adam kime derler. Söyleyeyim mi biliyor musunuz? Sabırlı adama ahlak genç der, isterse bin yaşında olsun. Sabırsız adama ahlak ihtiyar eder, isterse on beş yaşında olsun. Kendini imtihan et, geç misin, ihtiyar mısın?

Cennette diken aranmaz, ararsan kendini bulursun. İşte ahlak insana bunları öğrettirir.

biz cahil deyince okuması yazması olmayana derler. Yok, ahlaka göre okuması yazması olmayana cahil demez. Ahlak cahil diye doğru histen mahrum olamayana der.

Birinin midesi fesada uğramış. Kuvve-i zaikası bozuk. Ona kötü geliyor. Zaika-i maneviyesi… Zaika-ı ruhiyesi bozuk olan kimseye de hakikat acı gelir, hakikat acı değildir, hakikatten daha güzel bir şey yoktur ama o zaika bozuk olduğu içün ona acı gelir. Hani derler ya konuşurlar “Efendim, hakikat acıdır.” Herkes kabul eder mi? Yanlıştır o söz. Hakikat tatlıdır ama hasta adama layık değil. Hakikat acı olmaz. Acı olan şeyi Kudret kabul edin demez. O yerindedir, zaikası bozuk. Onu izah etmiştik.

En canlı misal; hiç sevmediğin bir adamın resmi: Senin düşmanın, seni imhaya hazırlanmış fakat heykeltıraş bir altının üzerine onu yapmış. Ha bu benim sevmediğim diyerek onu atmazsın, bunun altını var altını dersin. Mevcudatta daima o mana gizlidir. Anlatabildim mi?

Bir de demiş şu bostan dolabının kovalarına dikkat edin demiş. Kova demiş bak doluyor, dolduktan sonra tekrar böyle hiç kendisinde tutmaksınız veriyor. Anlatabildim mi? Zenginde buna derler demiş. Zengin parayı tutana değil, paranın yerini tutulup da kullanan denir demiş. Anlatabiliyor muyum acaba? Zengin parayı bir yerde tutana denmez demiş. O zavallı demiş, bekçi para ondan lanet eder, Kudret ondan nefret eder, zenginde demiş bak bu bostan dolabına benzer. Hiç bir vakit kendisinde onu devreder. Gelir ve böyle gider. Zenginde binaenaleyh parayı böyle derleyip tutana değil, kullanma yerinde kullanana denir. Hiç kendisine benlik vermeden demiş görüyor musun nasıl veriyor dolap? Oradan ayrılmışlar.

Ve bir gün gelecek istenilen şahsın sözleri de toplanacak. Toplanacak mı? Evet toplanacak. Bin sene evveli filanca gelmiş. Onu bu fezadan sözlerini toplayacaklar. Kudret buraya kadar ilham edecek insanlara. Ne olacak? Zayi olmuyor dimi ya? Dünyanın bir köşesinde konuşuyor, sen burada dinliyorsun. O mahfuz[23] ki dinliyorsun. Mahfuz olmasa.

Şekilden ibaret değil ki o. Durur böyle, tam kalbinin hizasına, sadrına, putperest miyiz biz kıble yaptık işte, önümüzde duruyor. Dirinin namazı kılınmıyor da ölünün ki niye kılınıyor? Dirinin ki niye kılınmıyor böyle? Diriyi böyle yatırıp kılarsa olmaz. Niye olmuyor? Diride nefis bakidir daha. Nefis puttur. Gittikten sonra nefis bitti artık, anlatabildim mi acaba? İncelik burada? O hiza sana gelir, çünkü orada nazar-ı ilahi vardır. Allah (cc) bırakmıyor. Bana inanmıştı, tak onun kalbine ben baktım, o baktığım kalbinin hizasında dur. Orada ben varım diyor. E müntehir de var mı öyle şey? Hikmetini tahlil eyledim. Anlayabiliyor muyum acaba?

Yorum Gönder

 
Şemseddin Yeşil - Tüm Hakları Saklıdır..
Designed by CruelKeSh | 2017