Eni ü nale seher-hize ney nevası verir
Bükadan Arif i billaha mey safası gelir
Sühanverin eseri bir hayat ı sânidir
Giderse dâr ı fenâdan yine sedası gelir.




Saniye sonra Kapanacaktır

Mah-ı Muharrem

Kerbela Bahsi.. (12.07.1959)

Bu lacivert kubbe, öyle (aziz, kıymetli) insanlar yetiştirdiği gibi; üç günlük hayatı dünyevisinde adi bir caha,   Evlad-ı Resul’ü parçalayanlar da yetiştirmiştir.  Ya... Böyle bir kubbe bu!

Taassa'büd-dinari yü ved- dirhemi vel-hamisati ven-tekese ve iza şi'kemen tekaş.

Onun içün öyle diyor Sultan-ı Resul: “Sürüm sürüm sürünsün o kimse ki, zahirdeki adi çula, bir parça maden parçasından ibaret olan paraya, adi, neticesi cifeye inkılap edecek servete tapar da Hak ve hakikati çiğner. Dilerim Allah’tan  ayağına diken batarsa çıkaranı olmasın.”

Taassa'büd-dinari yü ved- dirhemi vel-hamisati ven-tekese ve iza şi'kemen tekaş. “Burnu üzerine sürtünsün, ikinci hayatta yüzüne bakanı olmasın.”  Orada bir incelik var, diken batarsa çıkaranı olmasın diyor. Çünkü malum ya diken bir musibettir fakat batmış, beş yaşında bir çocuğu da çağırsan, “Yavrum şunu şuradan çekiver” desen, çeker alır. Anlatabiliyor muyum? İnceliği o. Niçin diken batarsa çıkaranı olmasın diyor O. Bir o mana. Bir de kalbini ihya eden olmasın. Hırs kalbe batan dikendir. Anlatabildim mi? Bunu pek çıkarmak çok zor. Her cımbızla çıkmıyor o. Kalbe diken battı mı onu çıkarmak pek zor. Para ile nice adamlar satın alınmıştır.

Muharrem, malum ya. Bugünlerde biraz mahzun olmak şeriate ihtiramdır[1]. Rızayı ilahi bâhâ ile değildir, bahane iledir. Anlatabildim mi? Hiç haberin olmadan, hiç haberin olmadan, bakarsın ki ikinci hayatta seyyiatın dolu, artık ümidini kesmiş bir vaziyetteyken,[2] اِقْرَأْ كِتَابَكَۜ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَس۪يبًاۜ .. diye insana bir menşur[3] verecekler. Menşur, bir kitap, bir sayife. Hayatının şeyi. “Oku” diyor Allah (cc). Herkesin eline verilecek. Sebebi; Cenab-ı Hak o kadar nazik ki, kimse kimsenin suçunu bilmesin diyerekten. “Kendin oku kendin hükmünü ver.” Settar! Hiç bakarsın ki tamamen mahv-ı hüsrandasın, sayfanın bir tarafını açarsın, “Sevdiğimin sevdiğine mahzun davrandı, eski hesabı kapansın.” Bir bahane olur o.

Para insanı ne kadar caydırır, ne fenalıklara götürür. Sünnetullahtır, iyi kullanmak şartıyla elbette insan içün büyük bir hayırdır. Her vakit dediğim gibi, servet denize benzer, gemi sağlam olursa, delik olmazsa, deniz de güzel olursa, tamamıyla gemi yol alır gider. Gemi çürük olursa, içine su alırsa, o deniz o gemiye bir beladır, onu batırır. İnsanda çürük olursa, kalbi bozuk olursa, servet de kalbinden içeriye girerse, cinayetler irtikâp eder, rezaletler irtikâp eder, cemiyetler yakar. Fakat insan said olursa, Ahric an kalbike ila yedike la tedurru meak. Kalbinden çıkar eline al, beraber götür, sana faydası var.

Yirmi bin kişiydi mektup yazan, İmam-ı Hüseyin’e (kv). Yirmi bin kişi!..

 —Bizi zulümden kurtar, sana iltica ediyoruz, gel! (diyorlardı.)

Yirmi bin kişi! Bir kişi değil, yirmi bin kişi yazmış! Fakat Yezid’in parası geldi, yirmi bin kişi birden silahla karşısına çıktı!

O bazı insanlar derki: “Efendim O’na nasihat ettiler, gitmeyeydi.”

Evlad-ı Resul aklı ile iş görmez, şuhudu ile iş görür. Zanneder misin ki benim gibi çıktı, elini salladı gitti? Görüyordu da gitti. Öyle mi zannedersin? Fakat görüyordu, bilerek gitti.

Yirmi bin kişiydi. Meydan-ı  Kerb-ü bela’da yalnız Ehl-i beyti ile kaldı. Kimse yoktu. Kendi insanlarıyla. Sonra bilinmez ki insanlar ne acayip. En son gece idi, çağırdı kardeşinin çocuklarını, filan hepsi var orada. “Düşman” dedi:

—Yalnız beni istiyor. Onların tamah ettikleri, matmah-ı nazarları[4] ben, beni istiyor. Bu geceden başka günümüz kalmamıştır. Şu kadar size gücenmeyeceğim, Rabbimi şahit kıldım, her birimiz, biriniz evlad-ı iyalimden birisini alsın, gecenin karanlığından istifade etsin, fırsat ittihaz etsin, benden ayrılsın. Ben, yalnız beni istiyor, onunla beraber baş başa kalacağım.

—Huzur-u İlahiye nasıl çıkacağız.(dediler)
—Benimle çıkarsınız yine, ben razıyım
—Biz bu işi yapamayacağız! (dediler) “Biz bu işi yapamayacağız!”
—O halde bana müsaade edin, çadırımdan çıkın!

 Yalnız bir kölesi vardı. “Bu kalacak!” Köleymiş o. Hepsi çıktılar…
-Hadi burasını da söyleyeyim bari. Zevke taalluk eden yer burası. Zevk.-Köleye esrar-ı kaderi, levh-i mahfuzu birer birer müşahade etmeye başlattı. İçerde konuşmalar başlayınca, dışardan Sükeyne (kv) ile Cenab-ı Zeynep (kv)  duydu, hıçkırıklarda başladı.

Neyse mevzuumuz bu değil, buraya uğradık, yani adle, manaya gönül veren bir insanın hizmeti ile bir de şekavette yüzen bir kimsenin hali, bu lacivert kubbenin altında.

Sabah oldu, düşman, ordular, öteki bir avuç insan. Cenab-ı Hüseyin aleyhisselam dedi ki: (burası çok acıklıdır)

—Bana mektup göndermediniz mi, davet etmediniz mi?

Bana gelen bu davetiyeyi içinizde filan, filan, filan, filan, filan, filan,filan, filan... Hepsini sayıyor birer birer.

—Hepiniz biliyorsunuz, ben sizin Peygamberinizin torunu değil miyim? Fatıma’nın (kv) oğlu, Ali’nin (kv) evladı değil miyim? İçinizden birisine ağır bir söz söyledimde, o sözün hakkını yahut ufak bir tokat vurdumda o tokadın hakkını yahut birisini yaraladımda o yaranın acısının hakkını almaya mı kalktınız? Yok mu bir hicap, benim kanımı dökmeklik içün? İçinizde bir adam, dökmemek için!

Uzun bu bahis. Hepsini söylemeyelim. Ne cevap aldı, biliyor musun, cevaben?

Ok!!!

Uzun boylu bir konuşmadır, buna cevap olarak, ok yağmuruna tuttular. Birçok kimse yaralandı, birçok kimse şey etti. Hamle yapıyordu Hazreti Hüseyin (kv). Dalga dalga gelen hasım yıkılıyordu. Bulut halinde geliyor, hamle yapılıyor, yıkılıyor. En nihayet, sırrına bir hitab-ı izzet sadır oldu, Allah (cc) dedi ki; “Sevdiğimiz sevgilisi, benim sevgilim, ben senden şehadet bekliyorum sen şecaat gösteriyorsun. Kes artık bunu” dedi. Ondan sonra bir ok ile atından düştü. Demek oluyor ki insan, böyle matah-ı dünya mukabilinde bir çok rezaletlerde irtikâp ediyor ha.

Yirmi bin kişi birden ok attı,
kalb-i gâh-ı sırrı Kur'ân'e.
Ali-vü Fatıma,
Peygamber-i âhir zaman ağlar
Geçip mihrab-ı dine, düşmen-i iyman imâm oldu
Din ağlar, iman ağlar, ezan ağlar vezân ağlar. [i]

Evet. Ömer İbn-ü Abdulaziz Hazretleri öyle derlermiş, böyle arada sırada, bak bu kubbe nasıl adamlar yetiştiriyor. Onlara misal veriyorum. İçini çeker “Ahh” der hamd eder. Münasip bir zaman da şey etmişler, kendisine sormuşlar, “Siz böyle dalar, ah eder, hamd edersiniz, nedir hikmeti?” demiş ki: “Ben Evlad-ı Resul’e yapılan o ihanet zamanında, dünyanın bir köşesinde olsaydım da o civarda değil, herhangi bir uzak bir köşesinde olsaydım, bunu da işitseydim, bir gaflet gelseydi de alakadar olmasaydım. Beni ikinci hayatta cennete koysalar giremezdim. Çünkü neden? Resul-ü Zişan şöyle bir baksa, öyle bir şey gelirdi ki, benim çocuklarıma ihanet edildi sen dünyadaydın, bakmadın der gibi.” Böyle. Onun için demiş: “O zaman da dünyada olmadığıma ah eder hamd ederim.”

Şemseddin Yeşil Efendi —12.07.1959  (142. Kaset  55. dakikadan  sonraki 17 dakikalık bölüm)


[1] İhtiram Hürmet olunmak, tazim olunmak, hürmet, saygı.
[2] İsra Suresi 14’ncü Ayet-i Kerime اِقْرَأْ كِتَابَكَۜ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَس۪يبًاۜ Meali: "Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak sana nefsin yeter!" deriz.
[3] Menşur: (Neşr. den) Neşrolunmuş. Dağıtılmış. Yayılmış. Herkese ilân edilmiş.
[4] Matmah-ı Nazar: Hırsla bakılan şey.


[i] Muharrem'dir, kamer mahzun, güneş me'yus kan ağlar
Felek sergeşte mebhut, hayrete dalmış cihân ağlar 

Cefay-ı şah-ı mazluma tahammül etmeyip dağlar
Ezelden gözlerinden ablar olmuş revân ağlar 

Ne düşmansın behey ibn-i recim, ey sâkiy-i iblis
Senin yaptıklarına düşman-ı insan olan ağlar

Medine halkına kıldı veda ol kan-ı ilm-ül gayb
Tutup âfâkı bir efgân, yanar pir ü civân ağlar

Nice Günler edip kat-i merâhil akıbet bir gün
Erip Kerbubelâ'da cümlesi Hakk'a divân ağlar

Bilinmişti ki ol yerler serencâm-ı şahâdettir
Bilinmişti ki ol yerden geçilmez, hânedân ağlar

İmâm-ül etkiyâ toplandırıp etbâ-u ahbâbın
Okur bir hutbe bir bir fitneyi eyler beyân ağlar

Kuruldu heymey-i ahyâr o gün Kerbubelâ içre
Bu gün Kerbubelâ'da kaldı hâlâ âşıkân ağlar

Yazıp bir nâme Reis-ül usât'a söyledi ey kavm
Bu fitne sarsar İslâm'ı, yıkar dini, imân ağlar

Hezar şetm ile Sa'd oğlu hem gönderdi bir name
Onu dil söylemez kafir dahi olsa zeban ağlar

Hucum etti o mel'unlar Kitabullah'ı imhaya
Sanırsın bir kıyamet koptu toz ağlar, duman ağlar!

Kesildi her taraftan su, sabiler gül gibi soldu
Su ağlar, servi ağlar, bahçe ağlar, bağıban ağlar

Bozuldu gülşen-i bağ-ı risalet, har ile doldu
Gül ağlar, bülbül ağlar, lale ağlar, erguvan ağlar

Hezaran zulm ile yetmiş iki sadık olup kurban
Bu kıssadan kevn-o mekân ağlar

Kesildi başları bin cevr ile bir aşık-ı zarın
Kesen mel'unlara lanet edip seyf u sinan ağlar

Ali Ekber'le Kâsım can verip cananı buldu
Ali Asğar gibi oklar vuruldu ümmühan ağlar

Vefaya Davet etmek, sonra bin türlü cefa etmek
Size ey kavm, sek dersem behaim biguman ağlar

Yirmi bin kişi birden ok attı şah-ı mazluma
Bizi atman deyip zalimlere, tir-ü keman ağlar

Ok atmak kurret-ül-ayne, değilmi aslını imha
Sebepsiz mi bu gün halâ, hakiki müslüman ağlar

Cigergâh-ı Habib-i Kibriyâ'ya ok atan mel'ûn
Cehennemde bugün şeytanla kurmuş âşiyan ağlar

Cihanın sahibinden bir içim su kısıtlanmış âh
Fırat ağlar, Murat ağlar, zemin-i âsuman ağlar

İmam-ül-muttakiynin, Şimr-i mel'un kesti çün başın
Cehennem kaynayıp, arş sayha etti tevleşan ağlar

Ayak bastı o mel'un, kalb-gâh-ı sırrı Kur'ân'a
Ali-vü Fatıma, Peygamber-i âhir zaman ağlar

Haremgâh-ı Habib-i Kibriyâ'ya doldu namahrem
Bizi hep öldürün derler, sabilerle zenân ağlar

Çadırdan nâle-vü feryat yükseldi semavata
Melekler sordular n'oldu, dediler teşnegân ağlar

Döküldü hûn-i mazlûman yere, yer mâteme girdi
Çöl ağlar, dağlar ağlar, vâdiyyü berrü yaban ağlar

O şâhın derdi etmiş insan oğlunu giryân
Bilenler, bilmeyenler hep bu dert ile inan ağlar

Gelip birkaç deve çulsuz, yularsız Şimr-i mel'un
Bugün şam'a sefer lazım, bu emri her duyan ağlar

Deve uryan, ciğer püryan, yürürler aç susuz sıbyan
Deve ağlar, ceres ağlar, yol ağlar, kârban ağlar

Meşakketle develer, kat'ı menzilden kalıp bitâb
Düşüp yollarda mâ'suman, eder âh-u figan ağlar

O yollarda, o çöllerde, o ıssız gurbet illerde
Sekine, Zeyneb'in ahvaline, hûr-i cinân ağlar

Dikildi niyzeye sultan-ı kevneyn'in ser-i pâki
Çıkıp bir nur olur arş, sayesinde sâyeban ağlar

Nihayet bir sabahtı, Şam'a dahil oldular ah Şam
O talihsiz misafirler konuldu hana, hân ağlar

Geçip mihrab-ı dine, düşmen-i iyman imâm oldu
Bozuldu vahdet-i İslâm; namaz ağlar, ezan ağlar

Atıp zindana Zeynelabidin'i ettiler mahpus
Cefa bitmez, güneş girmez sebâ etmez, vezân ağlar

Ezelden ağlarım, aktı dü-çeşmim kanlı yaşınla
Ne hâbım var, ne rahat var, yanan cismimde can ağlar

İki göz oldu a'ma, ağlarım ey kurre't-ül-ayneyn
"Kemâlî" sûz-i derdinle nihan ağlar, ayân ağlar

Osman Kemali Baba.

 

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Şemseddin Yeşil - Tüm Hakları Saklıdır..
Designed by CruelKeSh | 2017