Eni ü nale seher-hize ney nevası verir
Bükadan Arif i billaha mey safası gelir
Sühanverin eseri bir hayat ı sânidir
Giderse dâr ı fenâdan yine sedası gelir.




Saniye sonra Kapanacaktır

26. Kaset

026 (06.12.1958) 70 dk. (82)

…itibariyle ikiye ayrılmıştı. Birine vazifeden doğan ahlak, diğerine de aşktan doğan ahlak tesmi’ etmiştik. Vazifeden doğan ahlakın menşeinin akıl, ışktan doğan ahlakın mastarının kalp olduğunu…

Akıl aşk, kalp, bunlar manayı insaniyeye ait birer vasıf olması hasebiyle, mevzuu doğrudan doğruya insan mefhumu ile alakadar. İzahı en güç olan kısmı da burası. İnsan. Zahirde elli atmış kiloluk kan ve kemik torbasından ibaret gibi gözüken insan, o varlığı nihayet boyunun alacağı kadar bir çukura sığabiliyorsa da manayı ihtivası, vicdanı kibriyası, içinde sessiz sözsüz bizsiz sizsiz konuşan vücudu kâinatı muhit. Bir veçhesi âlemi hikmete taalluk etmiş. Âlemi hikmet dünya denilen şu sahneyi şuhut.

Feryat âlemi. İnsanı elem ile emel arasında yoğurur yoğurur götürür. Aslını aramakta biraz gecikirse, hayaline köle yapar ve öyle bitirir. Şöyle bir düşün. Kendimize söyleyelim, kendime söyleyeyim. Hayalimin kölesi. Hürüm der, şöyleyim der böyleyim. Bu sahneyi şuhutta, dünya denilen bu imtihan âleminde, feryat âleminde, nasıl söyleyeyim, hangi kelime ile izah edebileyim? İkbalinde hud’a[1] , idbarında[2] fecia[3] gizlenen bu sahnede, geliş ve gidişindeki gayeyi layığı ile duyup tatbikatına geçmedi mi bir kimse, hayalinin kölesidir. Hayal de adamı yarı yolda bırakır. Ondan sonra boyuna…

Hani konuşurken inkisarı[4] hayale uğradık, inkisarı hayale uğradık. Hayale uğruyoruz... Ahlak insanı bundan kurtarır işte. Çünkü ahlak insana gelme ve gitmede ki gayeyi öğretir. Zimmet-i hak nedir, onu bildirir. Mebdei, mevlidi, maadı, aslı, bunları böyle önüne çıkarır, huzur verdirir. Onun için her konuşmada tekrar ediyorum, yemek değişir ama sofranın ekmeği değişmez. O bir kaç cümle bizim mevzuun ekmeği sayılır. İnsan asude kaldığı vakit, kendi kendisi ile baş başa olduğu zaman, iç âlemine doğru girer, şöyle içeriye doğru, kendisinden içeri. İç âlemin de ne var? İşte, ne varsa iç âleminde var. Niyazi’nin dediği gibi;

Sağum solum gözler idim
Dost yüzünü görsem deyû
Ben taşra arar idim

Meğer Ol cân içinde cânan imiş

Sanma zâhid Savm-u salât u
Hac u zekât ile biter işin
İnsan-ı kâmil olmağa
Lâzım olan irfân imiş

Kande gelirsin  
Yakında varır menzilin
Nerden gelip gittiğini
Anlamayan hayvân imiş[i]

Bu geliş gidiş var ya hani. Böyle kendi kendisi ile kaldığı zaman, birkaç sual sorar. Ben kimim? Fakat bu sual, nefsinden gelen sual değildir. Bir de insan böyle bir sual sorar. Karşısındakini küçük görür de “Beni tanıyor musun?” der,  “Ben kimim?” Tanıyorum kimsin? Bu davada gidersen iblissin. Kim olacaksın, yer yer seni.

İnsan manaya sahip olmazsa necaset kutusundan ibarettir. Hepimize tahlil yapılsa, eğer manamız yoksa beş on okka idrak, bilmem pislik şundan bundan ibarettir. İnsanı insan yapan manasıdır. Onu al içerisinden, cife. O mana çekildikten sonra esas itibariyle yanında yarım saatte tutmazlar adamı. Bu ben kimim, bu şekilde ben kimim değil. Ruhundan gelen sesle. Mütevazihane, haşihane, hadihane, huşu ve hudu ile. Kalıpta olan inceliğe şuhu, kalpte olan inceliğe hudu derler. Anlatabildik mi acaba? Bunun ikisini bir kullanırlar ama manalar ayrıdır. Kalıbında Hakk’a karşı olan saygının adına huşu, kalbinde Hakk’a karşı olan saygının adına da hudu? Anlatabiliyor muyum acaba?

Haa, bu şekilde kimim der. Nereden geldim? Ne iktida[5] mutasavver[6], ne intiha[7]. Gelmede gitmede sormadılar. Hiç birimize sordular mı var mı içimizde birisine sorulan: “Böyle bir âlem vardır, teşrif eder misiniz, gider misiniz?” Sormazlar. Giderken de sormazlar. Beyefendi, hanımefendi, ikinci bir hayat var, hayatı berzahiye, teşrif eder misiniz? O halde neyimize güveniriz? Niye can yakarız? Neden ah alırız? Neden insan haklarını tanımayız? Niye birbirimiz inletmeklik içün şekiller ararız? Niye züğürtken mütevazı oluruz da vaziyetimiz değiştikten sonra burnumuz çok yukarıya kalkar?

İkinci hayat var ya. Bizim ananemizde bizim manamızda, bizim terbiyemizde, malum ya tarihin en eski efendisi olan bu necip millet, bizim çok büyük şeceremiz büyük. Bizi taklit yıkmıştır, taklit afettir. Bizi hiç kimseyi taklit edecek, tenezzül edecek, şeyimiz yok. Çok zengindir. Öyle garbın, mücteba-i[8] irfanından dökülen kırıntı ile geçinecek kadar düşmemiştir bu millet. Dövün. Cehli gördüğü yere ilmi koymuş,… 

Bunu her hafta söylüyorum da ehli merakı kalmadı. Nasıl koymuş? Dedesinin kütüphanesine uğrayan yok ki. Öyle aşk bir defa bak ne yapmış? Medeniyetin hakiki esasını deden koymuş orta yere. Hakikisini? Evvela canan sonra can demiş. Medeniyet böyle yürür. Ama yapamayız. Evvela canan sonra can demiş. ‘Yanındaki komşusunun aç olduğunu bilerek kendi karnını doyuran insan değildir’, demiş. Nispetini kat ediyor insanlıktan. Yanındaki komşusunun aç olduğunu bilerek kendisi karnını doyurursa insan değildir diyor. Kabul etmiyor insanlığını.

Ama cicili biçili giyiniyor, cicili biçili konuşuyor, kaç paralık insandır diyor. Mutantan[9] sofralarda oturmakla, seksen tane hizmetçi etrafında eğilip bükülmekle, suri zevk ile sefa âleminde bulunmakla, medeni sayılıyorsa, benim ananem öyle medeniyeti kabul etmiyor. Yani senin, Türk varlığı. Yaa, aç arayacağım diyor. En büyük zevkim odur diyor. Düşmüşü kaldıracağım diyor. Nerede inleyen var diyor. Başkasının alam-ı[10] ızdırabatına karşı lakayd[11] yaşayan bir adamla, vaziyet-i surisi güzel, şöyle süslü püslü, öbür tarafta da keçeden yapmış abası, elinde beş on tane koyunu, kendisine muhatap tuttuğu kavalının sesi, o mu medeni, yoksa inleten mi medeni? Hangisine medeni adam diyeceksin?

O çoban çok medenidir. O çok medenidir. Hayvanlara bile sözünü geçirttirir. Sen gel de bir vakitte gelmez fakat o gel dediği vakitte çünkü onun insanlığına hayvan da meftun olmuştur. Fakat benimkine meftun olmaz. Sen hainsin der. Sen insan inletensin der. Öyle sözünü dinletir ki, yanar hayvan suya yaklaşır da içmesin diyerekten, bir parça seslendiği vakitte içi yanarken döner ona huşu ile döner. Gider, gelir. Kıl abalı çoban, insan inleten süslü adamdan daha medeni. Bir şey anlatabiliyor muyum? Çok medeni.

Sen gönül huzurunu nerede zannedersin satılık? Asude bir dile sahip olmak, gönül, huzur, huzur yok mu huzur, anlamıyor musunuz? O cevheri zannetme ki sen hükümdarların, padişahların emirlerin, reislerin, lortların kasasında üretilen bir para ile satılabilir. Yok, oralarda bulunmaz. O kırık kalpli insanlarda bulunur. O huzur kırık kalpli insanlarda. Boynu bükük insanlarda bulunur o. Ara bul hukuk tedarik et.

Evet, deden cehli gördüğü yere ilmi, inkârı gördüğü yere imanı, zulmü gördüğü yere adli koyan bir adam. Dünya hayatıyla...

Bir defa hayata intiha vermiyor. En mühim nokta bu. Dikkat edin, hayata nihayet tanıyan kimseden hayır gelmez. Şimdiye kadar konuşmadığım yerdir burası. Bir adam ki, işte geldim gittim de hayat bundan ibaret diyor, ondan hayır bekleme. Onun içün dünya huzur içinde değildir. Ve olmayacaktır. Olamayacaktır. Vermedikçe. Terbiye tezgâhları istediği kadar çalışsın, inzibat teşkilatı olanca kuvveti ile yapacağını yapmaklık içün faaliyette bulunsun. En yüksek kafalar toplansın. En büyük diplomatlar birleşsin, yine beşerin ah sesini dindiremeyecektir. Dinmez. Dindiremez. Kısbi değil ki o. Kisbi değil. Bir yerden gelecek o huzur. Ona bir şey verecek o da gelecek. Bunu her konuşmada tekrar ediyorum dimi ya?

İlim ne kadar yükseldi? Göz kamaştırıyor. Fen aldı yürüdü. Felsefesi fikirleri durdurdu. Fakat beşere huzur verebildi mi? Veremedi ne faydası var?  Fayda ne? Biz aşktan doğan ahlakın sahip olanların torunlarıyız. Tarihte iki şekil gözüküyor başladığımda söylediğim gibi. Vazifeden doğan ahlak, birde aşktan doğan ahlak. Tabi bu romanda okunan aşk değil. O aşk, ahlakın tarif ettiği aşk başka. Romanda okunan aşk başka. Bu aşk, aslını, mebdeini, maadını, mevlidini, kendi hüviyetini, bulmaklık içün, kalpte hâsıl olan bir mana. Kaç defa tariflerini yaptım ya değiştire değiştire. Onun içün marifetin de fevkindedir bu. Her şeyin fevkinde.

Aşk maşuk-i hakikinin rızasıdır. Size bir tarifini daha yapıyoruz. Aşk maşuk-i hakikinin rızasıdır. İnsanın hakikatte sermayesi odur. Maşukunun rızasında bulunan âşık, ne talibi izzettir, ne talibi zillettir. Sen bu mevkie çıktıktan sonra zulme divan durmazsın. Bu sahaya geldikten sonra hiçbir suretle satılmazsın. Bu payeye eriştikten sonra seciyeyi insanini, Hakk’ın sana bahşetmiş olduğu o büyük emanetini hiçbir şey mukabilinde değişemezsin. Çünkü izzete de talip değilsin, zillete de talip değilsin. …sende kulağına rahman bir küpe yazılmıştır, ferşten arşa kadar olan saha sana sineğin kanadı kadar gelmez.

O cah budalasına, masa delisine, kasa zavallısına, çocuk nazarı ile bakarsın. Çocuğun eline boncuk verdiğin vakitte böyle elinden alacaksın, ağlar bağırır filan. Nihayet boncuktur, oyuncakla oynuyor, anlatabildim mi? İnsan da yüz yaşına gelir, sakallı çocuk olursun. Buluğa ermez. Bir cismin buluğa ermesi vardır, kadınsa kadınlığını görmez, erkekse erkekliğini görmez. Bir de ruhun buluğu vardır. Anlatabiliyor muyum acaba? İnsanı ahlak ruhun buluğuna eriştirir. Anlatabiliyor muyuz acaba? Bir kalıbın buluğa ermesi vardır; kadın kadınlığını görmesi, erkek erkekliğini görmesi. Birde ruhun, asıl iş orada. Ve insan onu görmek için gelmiştir.

Onu gördüğü dakikadan itibaren, eğer beşeriyet onu gördü mü cemiyette tefrika kalkar. İlk önce aileye bakmak lazım gelir. Beş nüfuslu bir aile, ruhen birleşmişler mi birleşmemişler mi? Biz bu hali kaybettik. On nüfus var evin içerisinde, hepsinin kafası ayrı işler. İşler de hayra mı işler? Hayra işlese iyi neticeler çıkar, neye işler? Hevayı hevese işte. O onu beğenmez, o onu beğenmez, o onu beğenmez… Yalnız külaha bayılma, kafana bayıl kafana. Külahı başkası verir ama kafanı verir mi? Kafanı veren bir yerdir, niçin boyun kesmiyorsun?

… bir deryadır azizim, sen ne kadar akıllı olursan akıllı ol, derya senin aklından korkmaz. Bak mağrur olur aklına. Derya eğer senin aklından korkarsa, hiç, kıymet bile vermez. İşte derya da Allah’ın (cc) kuvvet verdiği insandır. O kuvvet kimde varsa hiçbir şeyden korkmaz. Deden öyle idi. Kâinattan korkmazdı ve kâinatın efendisiydi. Anlatabiliyor muyum bir şey? Sende o dedenin çocuğusun.

İlk önce hislerimizi düzeltmek lazım gelir. Beş zahir his var, beşte batın his var. Fakat batın hissi bir hisse indirenler de var. Ona hissi müşterek derler. Altı his diyelim biz, kolaylaştıralım işi. Bunlar bozuk olursa, ilk büyük düşman içerde oturuyor, nasıl yürüyeceksin? Yürümenin imkânı yok ki. Hisler, hisler bozuk, galat. Göreceği göremiyoruz, işiteceği işitemiyoruz, tutulacağı tutamıyoruz. Koklanacağı koklayamıyoruz. Eee en büyük düşman içimizde. Bunu tashih etmek lazım gelir. Tashih edince insan kıble olur, kıble. İnsanın tarifini yapıyorum, acaba anlatabiliyor muyum?

Başladık ya en zor olan yer diyerekten. İnsan, bu hislerini tashih ettiği dakikadan itibaren bütün mevcudat ona boyun keser. Onun kendisine ait vücudu kalmaz. Kendine ait vücudu kalsa Âdem’e (as) secde eder miydi melekler? Putperest mi onlar? Anlatabiliyor muyum inceliklerini? Sen benliğini atarsan, ben benliğimi atarsam, fenalık yapabilir miyim sana? Sen bana yapabilir misin? Yapamazsın. Niçün? Hislerimiz bizim garaz şimdi. Onun içün tutunamıyoruz.

Ne emniyet var, ne itimat var, ne merhamet var, ne hürmet var, ne de bunların neticesi olan muhabbet var. Bunlar olmadığından dolayı zavallı vaziyetteyiz. Bunlar olmadıkça da Allah (cc) bana yardım etmez. Ben size sermaye verdim der, işletin bunları der. Havas tabakasında merhamet, aşağı tabakasında o merhameti gördüğü vakitte hürmet, ikisi evlenecek muhabbet çocuğu doğacak. Ondan sonra ben sizinle beraberim der. Yukarı tabaka aşağı tabakayı inletirse, aşağı tabaka da yukarı tabakaya sırası gelir ben seni tepelerim diye yaşarsa, nerede gelecek muhabbet? Hiç bir şey yok. Çöker. O acze düşünce aman demenin faydası yok. Öyle herkes diyor o faydası yok.

Firavun, hayatında baş ağrısı görmemiş adam. Hiç. Allah’ın (cc) işleri. Ömründe baş ağrısı nedir görmemiş. Bir gün kaşı çatık gezmemiş. O kadar fırsat eline verilmiş ki, Nihayet, [12] اَنَا۬ رَبُّكُمُ الْاَعْلٰى demiş işte. “Aradığınız Allah benim” diyor. Buraya kadar açmış kapıyı. Zaman gelmiş, tepele emri verilmiş, aciz tabi, [13] اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى   diyor. Çok şeytan adam, İman ettim demiyor Allah’a da (cc), huyu öyle, yakayı kurtarmak istiyor. Çok şeytan. Yarabbi, Harun’un (as), Musa’nın (as) İman ettiği Allah’a (cc) iman ettim. Kendi kendine bir Allah tanımıyor. Tanımak istemiyor çünkü malum ya felsefi iman bir iman değildir, kabul etmez.

Yani vardır ya bazı insanlar, evet ben görüyorum kâinatta bir gizli kuvvet vardır. Ne gizli kuvveti, kuvvet aşikâr olur bir defa. O söz de acayip. Gizli kuvvet olur mu? Kuvvet aşikâre. O senin bulduğun Hak, Hakk’ın kendisi değildir. Öyle istemez. Ben bunu beyana insan gönderdim, Onun beyan ettiği gibi kabul edeceksin. Ben kendimi beyan etmeklik içün, kendime layık kıldığım insan gönderdim. O nasıl beyan etmişse. Öyle “Onu ben kendi aklımla buldum”… O senin bulduğun şey hadistir. O Allah (cc) olmaz.

 Bunun farkına vardı da, tepele emrini de aldı, اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى dedi. Ben Musa’nın (as) Harun’un (as) iman ettiğine iman ettim. Onun üzerine, manzumeyi kuvve-i ilahineyeden melekutten bir kuvveye “Ağzına çamuru tık” dediler. O remiz, o çamur denilen şey kesafet. Yani hayatının filmini çevir. Bu kadar insanı öldürdün, bu kadar ev yaktın, bu kadar ocak söndürdün, bundan sonra mı Allah(cc) diyorsun? Tepele. O fayda etmez o. Onun faydası olmaz. Öyle.

Yoksa kim acze düştüğü vakitte aman demez? Kudret aşikârdır, tramvaya koşarsın yetişirsin, kaçtı ha dersin, aczin tahakkuk etti. Yaratırım deme artık. Elini cebine sokarsın, gerilirsin, beş saat sonra da uyursun. O halle o hal ne? Dimi? Geriliyordun ya. Şöyle yaparım, böyle yaparım, şöyle ederim, böyle ederim, şimdi de uyuyorsun. Zavallı vaziyette her şeyin elinden alınmış. Karı gitmiş koca gitmiş, çocuk gitmiş, masa gitmiş, rütbe gitmiş, ilim gitmiş, bilgi gitmiş, şuur gitmiş. Ne kadar ders kaçırır. Kudret ne kadar ders kaçırır. Ne büyük ibretler vardır içinde. Hepsini elinden alır, bahr-ı ummanı ehadiyetine atar, fakat bizim gibi nüfus kâğıdı kayboldu, evrak altında filan kayboldu yok. Yakaza halini verdiği vakitte, buyurun ilminiz, buyurun kocanız, buyurun karınız, işte çocuğun, işte masan, cehlin, emir isen emirliğin, hepsi teker teker birer birer verir. “Bir gün vermezsem ne yaparsın?” diyor. Şu senin varlığını güvendiğini ben her an elinden alıyorum iki gözüm. Ben öyle bir Allah’ım (cc) ki, bakmaya kıyamadığın gözlerinin etrafında çevrilen kirpiklerden duvar üzerinde diken yaparım. Ben öyle bir Halik’im. O yere pek sert basma, ya bir dilaranın yanağıdır, ya bir aslanın göbeğidir der.

Görüp kabr içre tenhalığı nefret kılma ölmekten.

Tarîk-i ünsi tut kim her avuç toprak bir âdemdir.
İşte hayatın icab-ı zarurisi ey yâr
Bugün sen benden, yarın ben benden ayrılmaz.

E bu feryat âleminde artık birbirimize sarılmanın zamanı gelmedi mi? Kalplerin birleşme anı gelmedi mi? Mevzuun başlangıcında dedim ki, bizim ananemizde yani biz dedemiz -Sıhhatim o kadar iyi değil de cümleleri karıştırıyorum. Siz seçin seçin alın- aşktan doğan ahlaka saliktir. Aşk. Birde vazifeden doğan ahlak var. Dedemiz ona tenezzül etmemiş. Ama biz, ben onun aleyhinde mi zannedersin? Yoook. Hepsi baş üzerinde. Bugün hepsi taa burada. Anlatıyoruz tarihi vaziyetini.

Vazifeden doğan ahlak da her şey yerli yerine kullanılır, bütün nimetler yeri yoluna vaz edilir, fakat içerisinde kendisi mevcuttur. Aşktan doğan ahlakta kendi yoktur. En canlı misali Türk askeri. Hala o kan bizde mevcut. İşte Kore de imtihanı verdik. Yine tarihte birinciliği aldık. Allah (cc)  bize hususi bir iltimas muamelesi yapmış. Cepheye gider, derhal soyunur, hiçbir şey yok aklında. Ekmeğini vermezsin Allah (cc) der doyar. Ayakkabısını yetiştirmezsin nasırından çarık yapar. Arkamdan vurulursam, imansız giderim der. Belki bu senelerde rast gelmemişsek de biraz şöyle çok uzağa değil az geriye doğru döndüğümüz vakitte öyle anneler tesadüf ediliyor ki tarihte, çocuğunu gönderirken “Gel yavrum, alnından öpeyim. Öptüğüm yerden şehit olursun inşallah” diyor. Bu ne ile olur iki gözüm? Ne buldu da bunu dedi? O kadın aptal değil, öyle zannetme sen. Boyasını yapacak bugün el yok. Dağlarda toplamış olduğu çiçeğin boyasını vermiş olduğu kimyager yok. Alman kimyageri, halıyı, alıyor, böyle bakıyor, bakıyor çıldıracağım diyor, bulamadım boyayı diyor. Kadın buldu bunu annen buldu. Dağda çiçeklerden buldu yaptı, Alman kimyageri alıyor bakıyor, şaşırıyor, parçası, şu kadar parçası binlerce lira ediyor. Onun sen yününe vermiyor o. Bu boya nasıl bulundu?

Sekiz saat harp ettim, e sen getirmedin askerini …  arka kuvvetini getirirdin. Ben vazifemi yaptım. Öyledir vazifeden doğan ahlak. Yok diyor öyle saat yok, aşkta saat olmaz ki. Anlatabildim mi acaba? Aşk da saat olmaz, mekân olmaz, zaman olmaz, akıl olmaz. Akıl boşanmadıkça aşk gelmez. Anlatabiliyor muyum acaba? Akıl boşanacak ki o büyük nimet gelebilsin. Bunların hiçbir şeyi yok. İşte deden bu şeyin, bu ahlakın sahibi. Onun için evladına öyle derdi, Allah’tan hayat istersen aşk iste yavrum aşk. Aşksız hayat ölü. Onun ayine-i vücudunda hak yok demektir. Anlatabiliyor muyum?

Ayineyi vücuduna hak henüz cemaliyle tecelli etmemiş. Haksız bir şey yok ama anlatmak için söylüyorum. Allah’ın (cc) türlü türlü sıfatları var. Onun ayine-i vücuduna Huda cemali ile tecelli etmemiş demektir. Ne mahrum adam, ne zavallı adam. Haa, onun içün ne demiştim konuşurken? Hayata nihayet veren insan, hayat bundan ibarettir, intiha buldu mu hayatta, o adamdan hayır gelmez. Gelmez. Cemiyete hayır gelmez. İnsanlık hayır görmez. Benim dedemin ananesinde dünya tarladır. Ahiret denilen ikinci hayat harmandır. Anlatabiliyor muyum? Dar’us Selam bir hazinedir, tathir[14]hane-i şekavet olan mahalli bir hazmahgendir. Binaenaleyh doğdun mu artık nihayet yok. Böyle bir varlığa sahip olan bir camia elbette karadan gemi yürüttürür. Elbette zalimi gördüğü vakitte nazarı ile otur dediği vakitte oturtturur.

Çünkü orada tasarruf eden başka bir kuvvet de vardır. …derki “Güzel söz kelimeyi tayyibedir. Yani kelimeyi tayyibe şecere-i tayibe gibidir” der. Allah (cc) kendisi, ben size misal getireyim, diyor. Ne diyor kelimeyi tayyibe? Ben yokum sen varsın. Anlatabildim mi acaba? Ben yokum sen varsın. Çünkü ben otuz yaşındayım, elli yaşındayım, kırk yaşındayım, atmış yaşındayım, bin sene evveli kendimi bilmiyordum, etrafımda beni bilmiyordu. Hiçbir defterde de ismim yoktu, ismim cismim, resmim tanınmıyordu. Kendim kendimi bilmezdim, mühim beni hiç bilmezdi. Beni var ettin.

Yine zamanı gelecek, bu isimler, bu resimler, taallünler[15] bu sahneden çekiliverecek. Demek ki benim hakikatte bizatihi vücudum yok. Vücud-u mecazim var, fakat hakikatte vücut senin vücudun demek.  Buna kelimeyi tayyibe derler. Anlatabildik mi acaba? Bu ruhtan gelen bir kelimedir. Bu şecere-i tayyibeye derler der. Mesela hurma ağacını alalım. Çekirdeği bir tahtadır. İntifa[16] edilir. Erir de insanda. Namütenahi vitamin vardır. Evet, henüz keşfedilmemiş. Cami-i vitamin. Elyafından[17] istifade… Atılacak bir çöpü yoktur. Atılacak şöyle ufacık bir çöpü yoktur. Beşeriyetin Fahri Ebedisinin (sav) yatağı onun lifindendi. Hiç mikrop gelmez, toz olmaz, toprak kabul etmez, böcek içerde tutunamaz. Hiçbir şey tutunamaz. Anlatabiliyor muyum?

O yatağın yüzü de sahtiyandandır[18]. Gayret yumuşak böyle, şimdi görülüyor, eskiden daha iyi görülürdü ya, hani yumuşak çantalar vardır derisi, eldiven gibi, ondan. Yaa. Nefisten gelen, ben varım, başka bir şey tanımıyorum sözü de kelimeyi habisedir diyor. Allah (cc) diyor bunu. O da ebu cehil karpuzuna benzer diyor. Ufak bir rüzgârla kül olur geçer gider, tutunamaz. Fakat hurma ağacını rüzgâr sökmez, hiç görülmemiş hurma ağacını rüzgâr söksün.  [19] اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَٓاءِۙ  . Lügat manası öyle. İç manasına girecek olursak, ben kelime-i tayyibeyi, o mübarek şecereyi, sevdiğim kulun araziyi kalbiyesinde rekz[20] ederim, hiçbir düşmanın sözü ile sarsılmaz, çıkaramazsın onu sen. Dünyanın her tarafından esen manevi zehirli gaz tesiratını yapsın ona tesiri dokunmaz. Ben yokum Allah (cc) var der o. Lokma lokma etsen öyle der. Azizim bana bir milyon lira, beş milyon lira, bir milyar lira teklif etsin, şunun hakkını bana ver dedin, ben böyle şeylere tenezzül etmem. Çünkü ben insanı naibi hak tanımışım. Onda Hakk’ın vücudunu görmüşüm, senin teklif ettiğin şey ona karşı tecavüzdür, ben onu ayağımın altına alır çiğnerim. Tesir etmiyor. Neden? O ağacın kökleri semada. Sema bu. Akıl âlemine gelmiş. Reddet diyor aklı, at. O kimsenin adına ahlak da ne diyorlar: Münevver adam. Münevver adamın tarifi bu. Anlatabildim mi acaba? Üç sayfa okumuş, dört tane Frenkçe kelime bellemiş, kendi aslında bulunan en büyük varlığı ayağının altına almış farkında değil de şunu bunu taklit etmiş de ondan sonra münevver olmuş. Ne münevveri?

Durduğumuz nokta, hayat inkıtaya[21] uğramıyor. Ahlak mevzuunda hayata intiha yok. Hayata intiha kabul edildi mi cemiyette hayır bekleme. Yıkım başlar. İnkıraz[22]. Hatta ikinci hayata gitmezden evvelde hayat devam etmekte. Şurada güzel bir şey söyleyeyim size. Tıp, fen mevzuuna da girdi canım bunu inkâra lüzum kalmadı ki. Ruh ilmi ile uğraşanlar ama davet ettikleri ruh değildir. Bir mana vücudunu ispat, çünkü ruh âlemi emirdendir, mahlûka uşak olmaz. Anlatabiliyor muyum inceliklerini?

İyi ama topluyoruz şöyle oluyor böyle oluyor. Mesela hattı zatında daha buralarında bir şey yok. Amerika da üç tane adam yahut bir tane adam vuruyor masaya, masa beş metre, cazibe kanunu hafif etti işte. Beş metre yukarıya kalkıyor. Efendim telkinle. Masaya yine fotoğrafını çekiyorlar. Cemad da telkine uyar mı? Yani Kudret bu asırda fen ismi ile tecelli etmiştir, inkâr kapısını kapamıştır, tepelerim diyor. Masanın üzerine adam oturuyor, rap beş metre yukarıda. Tık fotoğrafını çekiyorlar, telkin diyemezsin, buna da mı telkin diyeceksin? Cemad da mı telkine kapıldı? Serair[23] dolu. Huda öyle tecelli etti şimdi.

Mesela bundan bir asır evvel demiş olsaydık ki, Ömer’in (ra) İran’a Göndermiş olduğu ordu, bir aralık muhasara ediliyormuş. O günde Ömer (ra) Cuma namazı kıldırıyor, hutbede hutbe irad[24] ediyor. Şöyle bir bakmış, o tarafa doğru, hutbe irad ederken bırakmış birden bire eliyle Ya Sâriye, el-Cebel cebel diyor. Derhal tespit etmişler, kimse bir şey söylemiyor. Zaman geliyor, ordu muzaffer oluyor, genaim de geliyor. Kumandanı geliyor, Sariye’ye diyorlar ki, “Ne oldu?” Böyle bir şey oldu, evet” diyor, “Bizzat gördüm harbi buradan idare etti. O böyle dediği vakitte biz meğer aşağıdan kuşatılmışız, zirveyi alın diyor zirveyi geçin bu tarafa” E bir asır evvel inanan gönlünü keser, fakat bugün, onu inkâr eden dudağını bükeni fen koparır atar.

Keramet-i mana mukabili kerameti dünya zahir olmadıkça kâinata nihayet yok dedi Beşeriyetin Fahri Ebedisi (sav). Burada… Burada oturursun, konuşursun, ta dünyanın bir ucunda suratını da görürler, sözünü de hiç böyle hıh derken nefes alışın dahi duyuluyor dimi ya? Hindistan cevizi kadar muhafazanın içerisinde, o cevheri aklı babanın evinden mi götürdün? Unuttum biraz sonra aklıma gelirse. Nereye gitti de nereden gelecek? Ne kadar da ders kaçırmıştır. Unuttum dersin, bakalım aklıma geldiği vakit, nereye gitti o? Nereden gelecek?

 …olduğunuz akılınız kabili vezin midir? Eczanede satılır mı? Nerede bulunur? Rengi nasıldır? Efendim dimağın işte, şurasında da. Sayfa numarasını göster, bırak konuşmayı. Hücrenin bilmem neresinde. Sayfa numarasını görelim bakalım, sayfa numarasını. Ampulü görüp de, her vakit söylerim bu misali veririm. En canlı misali. Getir sahrayı beyabandan bir adamı, hiç hayatında ışık görmemiş, yalnız tahta parçasıyla etrafını aydınlatmış, birden bire kaldır buraya getir, bunu gördüğü vakitte bunun içinde ne yakıyorsun der. Yahu bunun içine bir şey konmaz, bu ampuldür. Müspet menfi iki tane kutup filan onlar… Ne konuşuyor yahu... “İçinde ne var diyorum, sen bana ne anlatıyorsun?” der. Buda aynı ona benzer.

Beşeriyetin Fahri Ebedisi (sav) Mahdum-u Necipleri Hazreti İbrahim vefat etmiş. Ahiret istasyonu olan kabre teslim ediyorlar. Kabir kapanmış. Oğlum, oğlum demiyor. Yavrum, kalp hazin, gözler yaşla dolu, söyle yavrum, Rabbim Allah (cc) de, dinim de İslam de, babam peygamberdi de. Tabi o hangi cümlelerle söylüyorsa yanmaya başlamış etraftaki insanlar. Hazreti Ömer biraz seslice ağlamaya başlamış. İltifat etmişler ona. Dokunmuşlar yine. O sizin yavrunuz demiş. Sonra teklif de yok daha, mini mini. Bir suale şey değil. Fakat işin azameti, saltanatı. Bunun içün böyle derse. Derhal hükümet-i süphaniyenin büyük sefiri namus-u ekber, nazm-ı kerimle geliyor. Biraz evveli söylemiş olduğum kelimeyi tayyibe, ثَابِتٌ  . dedi ya. Onu namütenahi ye kadar sevdiğinde ispat edecektir, kesilmeyecektir rüzgâra diyor. Anlatabildim mi? Onun içün hayatta, ahlakta yer almak isteyenler, bunu gaye edinirler de nispet dâhilinde bundan birden bire soyunulmaz. Bu birden bire atılmaz. Fakat düşüne düşüne, hiç olmazsa zulmü terk ederse, hiç olmazsa bana yapılırsa ben tahammül eder miyim diye düşünmeklik şekillerine girerse , ... alıyor demektir. O kelimeyi tayyibe ki, ben yokum sen varsın. Azıyla söylemek değil, hal ile göstermek. Anlatabiliyor muyum acaba? Haliyle.

Serverlik ister isen üftâdelik şiar et
Kim düşmeden ayağ çıkmadı başa bade. Fuzuli bunu ne kadar güzel söylemiş. Serverlik ister isen üftâdelik şiar et Kim düşmeden ayağ… Ayağ iki manaya gelir, bir kadeh manasına gelir, bir de birigin[25] (cilm) ezilmesinde ezen vasıta. Okumuştum nazımı ama yine okuyayım.

Çat kaşlarını, çehreyi namusa hitap et.
Yak narına mamureyi takvayı yebab[26] et. Biraz da izah etmek lazım şimdi orayı. Buradaki namus ahlakın bidirdiği namus değil. Örfü beldede bir şey vardır. Şöyle derler böyle derler, Anlatabiliyor muyum acaba? Bir de ahlakın tarif ettiği namus var. Ona yüzsuyu deniyor. İmam-ı Ali (kv) onu şöyle tarif ediyor.  El hayâ u katretün iza kutire kutile. Hayâ bir damladır, düştü mü ölür. Çok iyi muhafaza edin der.

Büyük sertac-ı ibtihac olan zatı ala da “Bir insan bir camia düşmeye başladı mı Allah’a (cc) başka bir şey istemeyin, Rabbim bunlara hayâ verin diye dua edin” der. Hayâyı verdi mi her şeyi verecek der. Bir kavmi Allah (cc) düşürmek istediği vakitte ilk önce hayatını alırmış. Bir insanı yıkmak istedi mi evvela hayâsını alırmış. Kendinden utanmayan kimseden utanmaz diyor. Önce kendi kendinden utanacaksın diyor. Ölçüde bu. Kendinden utandın mı herkesten utandın. Kendin utanmadın mı öbürküne ca’li[27] diyor o. Sahtekâr diyor, kendi kendini aldatıyor, etrafı aldatıyor diyor. Kendinden utanacak diyor. Ölçü bu.

Namus, Allah’ın (cc) gayret sıfatından, hususi sıfatından, sevdiği benimsediği, seçtiği insanın kalbine ilham etmiş olduğu varlığın adına denir. O ayrı o. Bu da aynı ya. Canım filanca şöyle derse? Canlı misali çok onun. Dostum, dostum diyor her neyse. Ölür götürü musalla taşına, parmaklığın kenarında dikilir durur. Niye geldin? Sigarasını yakar, yanındakilere o adam iste orada ölmüştü veya o cenazeyle alakadar. Dostu ile alakadar. Sözüm yabana. Hikâye anlatır, güler, şakalaşır. Öteki beriki, canım der kendi kendine içinden, hava bugün karlı yağmurlu, yakasını kaldırır, gezinirken kendi kendine, sırası mıydı şimdi bunun ölmesi? Sırası mıydı der. Etraftan çekindi de geldi kendi kendine işte. Bir tane misal, daha böyle namütenahi. Hayatımızda çok. Ona karşı söylenmiş bu.

Çat kaşlarını, çehreyi namusa hitap et. Yak narına mamureyi takvayı yebab et. Dondurma kutusu gibi sofuluk yapmışsın. Kendinden başkasını insan tanımıyorsun yahut imanlı tanımıyorsun. Takvanı da bir yak bakalım diyor, kibriti çak. Evliya mı oldun. Bu asırda da çok, sahte. Kadınlardan da bollaştı. Hiç kimse imanını kurtarayım da gideyim demiyor. Kadınlardan. Rüya gördü şunu gördü bunu gördü. Kendini yokla. Rüya, salih adamların rüyası hayatta tecelli eder. İyilik kısmı. Kötülük kısmı salihde de tecelli eder, şaki de de tecelli eder. İyilik kısmında bir defa iyi rüyanın çıkabilmesi için o adamın yalan söylemesi şarttır, dedi Hazreti Muhammed (sav). Oo zor iş o kardeşim.

Efendim peygamberi gördüm ben diyor. Birisi gelmiş bana peygamberi… E ne oldu? Kendi kendine bir paye veriyor? Ebu cehil canlı gördü, elini tuttu. Ebu Cehil var ya meşhur, böyle canlı tuttu, elini tuttu, yanına gitti konuştu. Evliya Allah’ın (cc) dostu demektir. Allah’ın (cc) dostu, Allah’ın (cc) ahlakında olur. Bak var mı o ahlaklar sende, ahlakında o Allah’ın (cc) ahlakında oldun mu zaten onu söylemezsin sen. O hali göstermezsin, kaçarsın. Allah’ın (cc) ahlakı. Ölçü o   [28]. تخلقوا باخلاق الله واتصفوا بصفات الله.   .Allah’ın (cc) ahlakı ile ahlaklan, Allah’ın (cc) sıfatı ile sıfatlan demiş. Zühd afete yansın görüp ey dide-i canan. Neyse ben lazım olan yeri okuyayım, çok uzun sürecek bu ben yorgunum.

Olmazsa garaz âleme sertacı mubahat,

Olmazsa garaz âleme sertacı mubahat.
Sen kendini önce kademi yâre turab et.[ii] Anlatabildim mi acaba? Sen eğer kâinatta, büyük mana âleminde büyük büyük bir mevkie sahip olmak istersen, [29]عِنْدَ مَل۪يكٍ مُقْتَدِر  sırrına sahip olmak istersen, bu kolay kolay olmaz ki. Yaa, ne yapacaksın diyor. Olmazsa garaz âleme sertacı mubahat. Sen kendini önce kademi yâre turab et.

Ey çehreyi maksud, ruyundaki envarı sema görsün utansın.
Ey çehreyi maksut, Ne var? Keşfi nikab et.

Ey aşk azabında senin başka sefa var.
Cennette de lütfeyle beni vakfı azab et. Hani dedik ya, Hayat  şu içün lazım diyerekten.

Ey aşk azabında senin başka sefa var.

Cennette de lütfeyle beni vakfı azab et

Ey dil sana sen gelmek için az mı dolaştın?
Kaç bin puta taptın bu sanemgahta hesap et.

Öyle değil mi ya, memur olursun, amir olacağım dersin, putun o dur. Amir olursun daha büyük olacağım dersin, putun o dur. Masan daha büyüsün dersin putun o dur. Neyse gönlünde emel, hep onlar birer puttur. Onlardan soyunup da lazım gelen şeyleri alabilmek için ona işaret ediyor. Ey dil sana sen gelmek için az mı dolaştın? Kaç bin puta taptın bu sanemgahta hesap et.

Konuştuğumuz esasların tariflerini yapalım. Yoruldunuz galiba? (hayır) yaptığım tarifler ama yabancı arkadaşlar gördüğüm için tekrar ediyorum. Vazifeden doğan dedik. Vazife nedir? Üç şey cemiyette suiistimal edilmiştir. Vazife, vicdan, münevver. … tarif ettik. Efendim vazife her şeyden mukaddestir der, onu tarif etmek lazım. Vazife ne? Vazife, vacib-ül icra olan şeye denir. Biraz daha açık Türkçesi, yapılması aklen, ahlaken, örfen, hamiyeten, mürüvveten, kalben, yapılması mecburi olan şeyin adına vazife denir. Onun için mukaddestir. Mukaddes olan şey kutsiyetten doğar, kutsiyet ahlakiyattan doğar, ahlak bir yere inanmakla olur.

Demek oluyor ki, bu kanaldan geçmeyen herhangi bir iş vazife değildir. Sen bir yere uşak olmuşsun, efendim ben orada vazifeliyim, e keyfine alet olmuşsun, vazife mi o? Öyle vazife olur mu? Saçma. Acaba anlatabildim mi? Bakacaksın akıntısına. Nereden geliyor bu? Vazife mukaddestir, mukaddes olan şey kutsiyetten doğar, kutsiyet hattı zatında ahlaktan doğar, ahlak Allah’tan (cc) doğar. Kanal böyle geliyorsa vazife. Gelmiyorsa bakarsın, işe yarar bir şey mi yaramaz bir şe mi? Öyle şey değil ki bu.

Bir de vicdan kelimesi. Efendim sen onu benim vicdanıma bırak. İyi ama vicdan kelimesi, ne bileyim ben. Vicdan Arapça bir kelime. Manası bulmak. Vicdan, Türkçesi bulmak. Ne demek bulmak? İnsanlar bu âleme üç şey için geldiler. Bilmek, bulmak, olmak. Bilmek makamında yüksek bir yer. Binaenaleyh öyle milyonda bir insanda var o kardeşim. Bulmak, Allah’ı (cc) bilecek, bildikten sonra da bulacak, sonra olacak.

Vicdanıma bırak dersin, bırakırsın, ondan sonra seni cayır, cayır yakar. Yukardan beri yaptığım tariflerde geçen cümleler arasında lazım gelen manayı biz ifade ettik kanaatindeyim. Buraya uyduraraktan, hakikaten o adam, hayatta ben yokum sen varsın diye yaşıyorsa, evet onda vicdan vardır. Güzel. Dikkat olunacak nokta. Çünkü ahlak der ki, “Lâ darara velâ dırâr” aldanmakta yok aldatmakta. Dikkat ey buraya aldanmak yok. Aldandın mı hariçtekine kusur bulmayacaksın. Kendine. Benim manamda eksiklik varmış ki, bu beni aldattı. Ne güzel hesaplar dimi? İkisi de yok, ne aldanmak var, ne aldatmak var. Ama gayba agâh olmak için gaybı görücü olmak şarttır. Gaybı görücü olabilmeklik için, bu gözü diğer gözle değiştirmeklik şarttır. Dedik ya, rahatsız hasta. Havas, en büyük düşman o. Kendimiz de iklim-i vücudumuzda çöreklenmiş. Bilerek aldanmak var. O makbul o. Hazreti Osman (ra) dedi ki, “Şu şekilde, şu şekilde taat de bulunanları, köleleri -çok kölesi vardı- azat edeceğim” dedi. O şekilde görünmeye başladılar. Bir gün hazreti Ömer (ra) koluna vurdu, dedi ki, “Bunlar samimi değil” dedi. “Hay, din için aldanayım, biliyorum anma” dedi, Anlatabildim mi? Onun şekli yine ayrı o. O tatlı o. Bilerek aldanmak. Ufak çocuğun olur da, sofrada tavuk yersin, kemiğini kırarsın lades tutuşursun. Çocuk sevinsin diyerekten bir şey verdiği vakitte, mahsustan alırsın. O sana, bir hal geçirir, bir zevk geçirir. Gözünde o ışıltıyı görmek için. Anlatabiliyor muyum acaba? O ayrı o. Şimdi misalini vereyim de sana daha iyi anla. Bilerek, onun ziyanı yok. Aldanmayacaksın. Aldanmamak için aklı külden bir şey gelmek lazım gelir.

Bir misal vereyim sizde. Emir-i Subba hastalanmış. Aslan yani ya. Hayvanatın emiri. Tilki duymuş, yahu demiş bu kadar bizim başımızda durdu, şunu ben bir ziyaret edeyim. Girmiş, gitmiş yanına,  bakmış ki, na-tuvan[30], aciz. O savlet[31] filan yok. Öyledir. Acımış demiş ki;

-          Emirim, bir doktor toplantısı yapılmadı mı? Bir şeyler söylenmedi mi?

-          Ne yapalım, bizde gidiyoruz galiba. Demiş.

-          Hiçbir şey yapılmadı mı?

-          Ha hatırladım, demiş, Bu sabahki doktor toplantısında, dediler ki senin mühim bir ilacın kalmıştır. Olursa, o olur. Olmazsa ne yapalım kadere teslim olmak. Bir geyik beyni yersen iyi olmaklık ihtimalin var. Sen geldin, seni o işe memur ettim” demiş. “Bana bir geyik avla getir.

-          -Aman efendim, demiş, Geyiğin kendisine mahsus bir sıfatı vardır, sürat. Ben ona nasıl yetişirim?
-          Sen kendi sıfatını kullan, sen tilki değil misin?
-          Evet.
-          Kullan! Tilki acımış.
-          Himmet edin de bulayım, demiş.
-          Hadi demiş memnun edersin beni. Geçmiş ormana, uzaktan bir geyik görmüş.
-     Ooo demiş efendim Allah (cc) uzun ömürler versin, inşallah şöylesiniz, filan, birçok elfaz-ı tevkiriye[32], ikramlı ikramlı sözler. Geyik etrafına bakınmış,
-          Eliyle bana mı? Demiş.
-          Evet, zatınıza söyledim.
-          Hayret! Demiş. “Ben bu hitaplara bilmem ki neden layık olayım?
-        Aaa, haberin yok mu? demiş. Ben bu işin acemisiyim, dilim bu kadar dönüyor. Esas size lazım gelen elfazi tevkiriye bugün takat getirmez. Yapılamaz.
-          Ne oluyor? demiş.
-       Emirimiz ölmek üzere, sizi namzet gösteriyorlar, deyince duraklamış. Çünkü bu iskemlede ne varsa bunda. Bunda bir hastalık vardır ki, ihtirası bunun hiç kurtulan yok. Yalnız çukurda. Çukura gittikten sonra kurtuluş yok. Ondan evvel kurtulmazsın. Öyle bir hastalık o. Yumuşayıvermiş, geyik, zavallı.
-          İyi ama bu kadar büyük hayvanlar var, kaplanlar var, sırtlanlar var, işte ne bileyim birçok hayvanları sayıyor, ayıyı, şusunu filan. Hepsine birer kusur bulmuş.
-          Hepsi yanında sayıldı. O hunhardır, hayvanata riayet etmez, iyi bakmaz, ayı aptaldır idare edemez, şudur budur. Fakat ismi zarifiniz zikredilir edilmez, “geyik”; Hah! demiş. Durdu, fakat demiş bu öyle bir yer ki bunun çok rakibi olur, sizin haberiniz bile yok. Ben size teşrifatçılık yapayım, huzura kadar götüreyim, kulunuzu da unutmazsınız, demiş. O makama gelince unutmazsın.
-          “Pekâlâ.” tıpış tıpış yürümüşler. Şimdi aslanın yanına çıkmış.  Çıkmış ama ne de olsa ürküyor, iki adım gidiyor, bir adım geri çekiliyor, iki adım gidiyor, bir adım… Aslan da çok zayıf bir vaziyette ama nede olsa aslan. Şöyle elini dokunmuş, ki kavrayayım diyerekten, kulağına çarpınca kulak parçalanmış. Aslan eli. Fırlamış. Ondan sonra derin bir ah çekmiş aslan.
-          “Ee kader” demiş. “Biraz sabrederdik, av önümüze geldi, biraz daha duraydık, acele ettik. Acımış tilki demiş ki:
-          Efendim merak etmeyin, ben geyiği size getireceğim, hem o kulağı yırtılan geyiği getireceğim. Kanının izini takip ede ede ede, ormanda karşılaşınca başlamış geyik kendisine, ileri geri söylenmeye, demiş;
-          Benim hayatıma niye suikast edersin? Ben şurada düşen ot parçası ile geçinen, zavallı bir mahlûkum. Benden ne istersin?
-       Ah efendim demiş, hakkınız var, ne söylerseniz hakkınız var ama işin inceliğini bilmiyorsunuz. Düşünün bir defa demiş ben sizin hayatınıza kast etmiş olsam, aslanın huzuruna çıktıktan sonra siz bir hayat alabilir miydiniz? Nefesi ile orada boğulurdunuz. Siz acemisiniz, o da gitmek üzere acele ediyor. Kulağınızı çekecekti de demiş, esrarı ibare, verecekti kendi de çekilecekti, sizi yerine oturtacaktı. Acele ettiniz ne de olsa aslan eli olunca dahi biz iz yapar. Mamafih demiş ben sizden artık, biraz yüzsüzlük edeceğim, sizi tekrar götüreceğim ama iyi bir yerde isterim” demiş. Makama gelince bana iyi bir yer. Yumuşamış yine. İskemle ya.
-          Yalnız demiş, “Sakın terbiyesizlik yapmayın, çok rica ederim arzı teslimiyet edersiniz. Birden bire ayaklarına kapanın, girer girmez.
-          Gitmiş, kulağında kanı akaraktan, hemen aslanın ayağına kapanır kapanmaz, bir vurmuş, bütün azayı cevahiri[33] bir yere fırlamış, ciğeri ile beyni de bir köşeye gitmiş, bulunduğu yerde. Bu sefer tilki bakmış, taze dumanı çıkıyor, kendi diklenmiş, kendisi. Bir hiddet aslan, geyiğin o ayak bacak filan azayı cevahirini karıştırıyor,
-          Beyni yok bunun, diyor Beyni. Tilki, efendim müsaade ederseniz arz ederim ama aman verir misiniz bendenize demiş.
-          Söyle nedir, ne var?
-          Beyni olsaydı ikinci bir sefer huzurunuza çıkar mıydı?” demiş

Bir şey anlaşıldı dimi? Beyni olsaydı ikinci bir seferde tekrar huzurunuza çıkar mıydı? Buna niye misal getirdik? (bilerek aldanmak) Hah, bilerek aldanmak. Bilerek olur, fakat bilmeyerek, aldandın mı tashihe çalış kendini. Hayatta daima tashihe çalış. Zaten insan kendini tashihe bütün ömrünü vakfetmiş olsa, kâfi gelmez ama biz dedikodudan meydan alamayız. Yaa, en büyük kötülüğümüz de o dur. Dedikodu.

Onun da ne kadar kötü olduğunu size ben daha iyi anlatmak için bir mana ilminden bir misal vereyim. Sardı, çünkü dedikodu, ilim orta yerden kalkınca başlar. İlim müsaade etmez. İlim insanı lüzumlu çalışmaya sevk eder. Vakit bulamazsın ki, dedikodu edeceksin. Yok. İlim kalktı mı orta yerden, dedikodu yerine kaim olur. Şununkinden bununkinden. Beşeriyetin Fahri Ebedisi diyor ki, Hazreti Muhammed Aleyhisselatı Vesselam buyuruyorlar ki, Men kefa mü’minen bima leyse fihi habisehullahu teala fi rebzetil hibal hatta yektiye bi mahlec. Bir kimse bir kimsenin arkasından söylese, tabire dikkat et. Söylemiş olduğu o şeyde, o kimsede olmasa… Olur ya. İkinci hayatta söylediğini ispat edinceye kadar, irin çamurunda hapsedilecektir, diyor. E söylediği yok ki ispat etsin. Namütenahi kalacaktır. Dinleyen de öyle olacaktır. Âlemin lüzumsuz bir vaziyetinde, süfli bir hayatının anlatış,  anlatılma tarzında, sen niye ebedi hayatını mahvetmeye kalkarsın. Böyle bir şey söylendiği vakitte, işitmez de. Dedende bunlar yaşamış. İstanbul da Kulaksız semti vardır. Adres, kulaksız, onun kulağı var. Dedikodu yapıldığı vakitte, işitmez dermiş kulak yok. Duruyor herkesin ağzında kalıveriyor. Mesela bu semte etyemez deniyor. Eti mis gibi yer. İnsan eti yemezmiş. Şurada bir manevi terbiye ocağı varmış, orada bir efendi varmış, yanında birisi dedi mi “Burada et yenmez” dermiş. İnsan eti yenmez, konuşmayın. Dedikodu etmeyin. Bu yenmez. Şöhret almış. Nihayet semte ismi olmuş. Biz bunları tatbikatı ile ahlaken sahneyi şuhutta göstermişiz. Bugün ki konuşma bu kadar yeter zannederim.


[1] Hud'a:  Hile, oyun. Aldatma. Düzen. Mekir. Bir kere aldanmak. Herkese aldanan. Safdil.
[2] İdbar: Geriye gitmek. Geri dönmek. İşlerin ters gitmesi. Talihsizlik. Bir gezegenin diğer oniki burcun tertibine zıt olarak hareketi
[3] Fecîa: (C.: Fecâyi') Belâ, felâket, âfet, musibet, fâcia.
[4] İnkisar: Kırılma. Gücenme. Beddua ve lânet okuma. Şikeste olma.
[5] İktida: Uymak, tâbi olmak. Birinin hareketini örnek alarak ona benzemeye çalışmak. İttiba etmek
[6] Mutasavver: Tasavvur edilmiş. İlerde yapılması düşünülmüş. Tasvir edilen. Hatırdan geçen. Kabil, akıl kabul eder, akıl alır.
[7] İntiha: Son, nihayet, uç.
İNTİHA': Eğilme. Dayanma, yaslanma.
[8] Mücteba: Seçilmiş. Kıymetli, ihtiyar olunmuş
[9] Mutantan: Debdebeli. Tantanalı. Gürültülü. Gösterişli ve şatafatlı.
[10] Alam: (Elem. C.) Elemler. Kederler. Üzüntüler.
[11] Lâkayd: Kayıtsız. Alâkasız. Karışmayan. Kıymet ve ehemmiyet vermeyen. Aldırış etmeyen.
[12] Nazi’at Suresi 24’ncü Ayet-i Kerime فَقَالَ اَنَا۬ رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىۘ
Meali: "Ben sizin en yüce Rabbinizim" dedi.
[13] Taha Suresi 70’nci Ayet-i Kerime فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى
Meali. Sonunda bütün sihirbazlar secdeye kapandılar, "Musa ile Harun'un Rabbine iman ettik" dediler.
Şemseddin Yeşil Efendi Hazretleri  آمَنْتُ بِرَبِّ هَارُونَ وَمُوسَى okuduğu آمَنْتُ kelimesi hariç Taha suresi 70’nci Ayet-i Kerimesinde geçen bu ayeti kerimeyi okuyor.  فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ هَارُونَ وَمُوسَى  Lakin Mealin de; Sonunda bütün sihirbazlar secdeye kapandılar, "Musa ile Harun'un Rabbine iman ettik" dediler. Okunduğu üzere sihirbazlardan bahsedilmektedir.  Yunus Suresi 90’ncı Ayet-i Kerime de ise وَجَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي إِسْرَٓاء۪يلَ الْبَحْرَ فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ وَجُنُودُهُ بَغْيًا وَعَدْوًاۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَدْرَكَهُ الْغَرَقُۙ قَالَ اٰمَنْتُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا الَّذ۪ٓي اٰمَنَتْ بِه۪ بَنُٓوا اِسْرَٓاء۪يلَ وَاَنَا۬ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ
Meali: Ve sonra İsrailoğulları'nı denizden aşırdık. Firavun, düşmanca saldırmak için derhal adamlarını ve askerlerini arkalarına düşürdü. Ta ki, suda boğulmaya başlayınca "İnandım, gerçekten de İsrailoğulları'nın iman ettiğinden başka tanrı yoktur. Ben de ona teslim olanlardanım." dedi. 
Not: Ayet-i Kerime de beyan olunduğu üzere Firavun, “İsrail oğullarının iman ettiğine iman ettim” demektedir.  Şemseddin Yeşil Efendi bir dil sürçmesi veyahut istemeden ayetleri karıştırarak da olsa bizim ufkumuzu açmaktadır.
[14] Tathir: Temizlemek. Yıkayıp pâk etmek. Tâhir kılmak.
[15] Taallün: Aleni, âşikâr, meydanda olma. Herkesin gözü önünde gibi bilinme.
[16] İntifa': (ﺍﻧﺘﻔﺎﻉi. (Ar. nef’ “faydalandırmak”tan intifā‘) Faydalanma, yararlanma: Otundan ve suyundan intifâ eylediler (Âlî Mustafa Efendi). O halde intifâ edemeyeceğin ağacı dikip de ne yapacaksın? (Fâik Reşat). Rûhu hiss-i intifâdan muarrâdır denebilir (Cenap Şahâbeddin)..
[17] Elyaf: (Lif. C.) Lifler.
[18] Sahtiyan: Farsça Boyanmış, cilâlanmış deri. Tabaklanmış deri.
[19] İbrahim Suresi 24’cü Ayet-i Kerime  اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَٓاءِۙ
Meali: Görmedin mi? Allah nasıl bir misal verdi. Güzel bir söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir.
[20] Rekz: Dikme, yere saplayıp sabit kılma.
[21] İnkıta':                Tükenme. Kesilme. Arkası gelmeme.
[22] İnkıraz: Sönme. Zeval bulma.
[23] Serair: (Sır. C.) Gizli şeyler, sırlar.
[24] İrad: Varid kılmak. Getirmek. Söylemek. Gelir. Kazanç. Bir mal veya mülkün getirdiği kazanç
[25]. Birig: Farsça Üzüm salkımı.
[26] Yebab: Yıkık, bozuk, harap, virâne.
[27] Ca'lî: Uydurma, samimi olmayan, sahte, düzme ve taklid.
[28] Hadis-i Serif.
[29] Kamer Suresi 55’nci Ayet-i Kerime ف۪ي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَل۪يكٍ مُقْتَدِرٍ
Meali, Güçlü padişahın huzurunda doğruluk koltuklarındadırlar.
[30] Na-tuvan: (Nâtüvân) f. İktidarsız, zayıf, halsiz, kudretsiz, çâresiz.
[31] Savlet: Saldırma. Ani ve şiddetli atılış.
[32] Tevkir: Tazim. Hürmetle anmak. İhtiram etmek.
[33] Cevarih: El, ayak gibi vücut azaları.


[i] Dermân aradım derdime
Derdim bana dermân imiş
Bürhân aradım aslıma
Aslım bana bürhân imiş

Sağ u solum gözler idim
Dost yüzünü görsem deyû
Ben taşrada arar idim
Ol cân içinde cân imiş

Öyle sanırdım ayrıyam
Dost gayrıdır ben gayrıyam
Benden görüp işiteni
Bildim ki ol cânân imiş

Savm-u salât u hac ile
Sanma ki biter zâhid işin
İnsan-ı kâmil olmağa
Lâzım olan irfân imiş

Kande gelir yolun senin
Ya kande varır menzilin
Nerden gelip gittiğini
Anlamayan hayvân imiş

Mürşid gerektir bildire
Hakk’ı sana hakka’l-yakîn
Mürşîdi olmayanların
Bildikleri gümân imiş 

Her mürşîde dil verme
Kim yolunu sarpa uğradır
Mürşîdi kâmil olanın
Gâyet yolu âsân imiş

Anla hemen bir sözdürür
Yokuş değildir düzdürür
Âlem kamu bir yüzdürür
Gören onu hayrân imiş

İşte Niyâzî’nin sözün
Bir nesne örtmez Hak yüzün
Hak’tan âyân bir nesne yok
Gözsüzlere pinhân imiş

Niyazi Mısri 

[ii] 

 

1 yorum:

Büyük sertac-ı ibtihac olan zatı ala da “Bir insan bir camia düşmeye başladı mı Allah’a (cc) başka bir şey istemeyin, Rabbim bunlara hayâ verin diye dua edin” der. Hayâyı verdi mi her şeyi verecek der. Bir kavmi Allah (cc) düşürmek istediği vakitte ilk önce hayatını alırmış. Bir insanı yıkmak istedi mi evvela hayâsını alırmış.

Yorum Gönder

 
Şemseddin Yeşil - Tüm Hakları Saklıdır..
Designed by CruelKeSh | 2017