Eni ü nale seher-hize ney nevası verir
Bükadan Arif i billaha mey safası gelir
Sühanverin eseri bir hayat ı sânidir
Giderse dâr ı fenâdan yine sedası gelir.




Saniye sonra Kapanacaktır

38 Kaset

 038 (22.03.1959) 36 dk. (316)

Hilkatte aslolan muhabbet olması hasebiyle, insanın aslına karşı bir iştiyakı olur, daha doğrusu şevki. Şevk ile iştiyak arasında fark vardır. İştiyak, insan sevdiğini doğru gördüğü vakit tatmin olmak. Şevk, daha ziyade akmak. Anlatabiliyor muyuz acaba? Binaenaleyh, insanın hakikatte sevdiği yer birdir, Allah,  Hak. Muhabbet O’nun en büyük sıfatı olması hasebiyle, insanlar diğer şeyleri sevseler dahi kayıttır. Hakikatte yine sevgilerin heyet-i umumisi oraya gider. Fakat bu âlemde gafil olduğu içün onu kayıtlar da ayağı kayar, göçer geçer, gider. Şimdi bize lazım olan yer bu mevzûda insan asûde kaldığı zaman, kalabilirse...

·         Bunu her konuşmada tekrar ediyoruz ki yayılsın diyerekten. Malum ya ahlakta en büyük vazife yalnız bilmek değil, bildiğini bildirmek. Öyle bildirecek ki belli etmeden bildirecek. Bir de vardır ki nefsi hırpalayarak bildirir, o tutmaz.

Birisinin hatasını gördün, “Şu şöyledir, bu böyledir.” diyerekten başladın mı nefsine vurmaya, nefis öyle azgın bir şeydir ki inadına aksine gider.

Belli etmeksizin, makbul bir hırsızlık vardır. Bir adamın kötülüğünü haberi olmadan çalabilirsen, Allah’ın yanında en büyük, ne bileyim artık, sen öbür tarafını nokta nokta, sen ver. İbareyi sen söyle. En büyük hırsızlık, makbul yani ya, haberi olmadan. Onun vicdana, akla, mânâya, kalbe, insanlığa, yakışmayan bir hâlini, kendisinin haberi olmadan çaldın mı hayatta en büyük şeyi yaptın, demektir. Çal da nasıl çalarsan çal. Ama kendi kendine böyle, kendi nefsini kabartarak; senin şuran bozuktur, onun şurası şöyledir, filan hiçbir şey olmaz. Hiç! Tenkit ettiğin şeyi vaktiyle sen de yapmışındır. Niye hakaretle tenkit ediyorsun? Ekseriyet öyledir. İhtiyarlar, günah ona artık tenezzül etmez. “Sen çökmüşsün!” der. Ondan sonra bakarsın ki abid olur, zahid olur, eshab-ı faziletten olur, eshab-ı mânâdan olur. Şunu bunu tenkide başlar. A kardeşim sen kendi kendine bu hâle gelmedin, senin kötülüğün artık seni beğenmedi. Sana tenezzül etmedi. Kötülüğün seni beğenirken atabilirsen, yine Hudâ açar. “Gel” der. Yaa! Hepimizde bu hâl vardır maalesef. Kötülük seni terk ettikten sonra, şunu bunu tenkit etmişsin, onun ne faydası var?

مَنْ عَيَّرَ أَخَاهُ بِذَنْبٍ لَمْ يَمُتْ حَتَّى يَعْمَلَهُ[1]

“Bir kimse bir kimseyi tahkir[2] ederekten ayıplarsa” Peygamber öyle dedi: “Onu kendi işlemeden ölmez.” dedi. Muhakkak onu sen kendin de yapacaksın. Onun için bir çirkinliği gördüğün vakitte belli etmeden onu izale etmeye çalış ve kendi kendine de ki: “Ya beni yapsaydın? Bu kerem yine Sen’dendir. Sen beni muhafaza ettin.” diyerekten boynunu bük. Ben bunu yapmadım, diye kafanı dikme. Anlatabildim mi? İşte bu. Ahlakın ana hatları bunlar.

Buy-u[3] Muhammediyi kokla isyanına şifa olur. Niyet ettin mi? Kelime-i tayyibeyi kendine mal et. Hakk’ın rızasını avlamış olursun. Güzel konuşmayı. Ama bizde konuşuruz mesela böyle yalandan güleriz, cicili bicili eğilir bükülürüz. Kendi kendimize içimizden yine bir kararlar veririz. Burası ile burası bir olmadıkça münafıktır. Kudret: “İkinci hayatta yüz vermem!” diyor.  Yani bu suratını vermem, onun.

Ahlakın ilk emrettiği şey, burayla burayı birleştir. Ayrı mı? İnsan değilsin, der. Sen bırak şimdi, o insanlığın rütbeleri var, şu makama çıkmış, bu makama çıkmış. Canım daha henüz insan olduğunu mânâ âlemi kabul etti mi bakalım? Kabul edebilmesi için hiç yalan söylemeyeceksin.  İnsanda ilk mertebe iman mertebesidir. Anlatamıyor muyuz acaba? İnsanda ilk, en ufak mertebe iman mertebesi. Neferlik mertebesi, şöyle anlatalım, erlik mertebesi. Ondan sonra onbaşı olur, çavuş olur, kumandan olur, şöyle olur. İmanda da öyledir. Mânâ ilminde de öyledir. İlk rütbe iman rütbesi ki, er rütbesidir.

E söylüyor, sormuşlar, kaç defa söyledim, tekrar ediyorum mevzû münasebet aldı da. “Ya Resulullah! Mü’min zina eder mi?” “Yakışmaz ama edeni bulunur.” diyor. İmandan çıkarmıyor onu. “Mü’min yalan söyler mi?” “Hayır!” Şimdi sen bu emri gözünün önünde tut, kendi vicdanınla kendi mânânla mütalaasını, şerhini sen yap. Benim yapmama lüzum yok. Cümle böyle. Soruyorlar: “Ya Resulullah! Mü’min zina eder mi?” “Yakışmaz ama edeni bulunur.” “Mü’min yalan söyler mi?” “Hayır!” Bir şey anlaşılmıyor mu bu cümleden?

İman ki insanın en ufak bir rütbesidir, orada yalan kalkıyor. Şöyle bir kendimizi imtihan edelim. Kendi içimizi kimseye söylemeden, kendi kendimizin yüzünü kapayalım. Yaa, insanlık gayet zor. Hem tatlı, hem çok zor. İnsan olmak.  İnsan enisi olacak, bak ünsten müştak. İnsan, enisi kim? Hak. Enisi Hak olan kimsede çirkinlik bulunur mu? Bulunmaz. Enisi, munisi, yârı, nigârı Allah. İnsanın tarifi bu. Kimin ki enisi Hak’tır, ahlaka göre insandır. Kimin ki enisi Hak değildir, artık ne ise odur. Onun için kelime-i tayyibe.

Allah’ın rızası ne ile avlanabilirmiş? Kelime-i tayyibe ile.

Ne demek kelime-i tayyibe? Kırık kalplere sürûr vermekle. Tarifi bu. Bir kırık kalbe sürûr verebilir misin? Sevindirebilir misin? Açar mısın? Kelime-i tayyibe o, bunlar da bedava şeyler. Burayı da yapamazsak Kudret: “Ben, seni affetmem!” der. “Kaç kişiyi hayatta güldürdün.” diyor. “Soracağım!” diyor. “Hayat-ı sûrîyede bir garibin yüzüne tebessüm eden kimseye karşı Ben büyük tebessümümle karşılarım.”

Bizde inadına garibe karşı çin-i cebin[4] gösteririz. Zalime karşı da uşak olmaktan zevk alırız. Vurur, kırar, inletir, beyefendi olur, hanımefendi olur(!) Öbür tarafta kalp alır; herif olur, kadın olur, adam olur! Tersine, her şeyimiz tersine. Her şeyi öyle!  “Men ayyera ehâhû” bunu belleyin, bugün bunu söylemeye çıktık. Belki bilirsiniz amma bazı bilinen şeyin vadesi gelince insana mal olur. Çok şeyi bilirsin bilirsin de yirmi sene sonra belki hayatında da “Yahu ben bunu bilirdim ama böyle de bilmezdim.” dersin. Çünkü onun zamanı gelmemiştir. Hûdâ, onu sana iyi anlatmamıştır. Belki bugün zamanı gelmiştir.

“Men ayyera ehâhû bizembin lem yemut hattâ yâ'melehû. Bir kimse bir kimseyi tahkir ederek ta’yib[5] ederse, onu kendi irtikâp etmeden gözünü bu âlem de kapayamaz.” İlhak ve muhakkak yapacak. Allah yaptıracak. Yaa!  Belli etmeden, tahkir etmeden, o adamdaki o çirkinliği alabileceksin.

Öyle derdi Hazreti Muhammed Aleyhisselat-ı vesselam: “Bir dostunda Allah’ın istemediği, insanların sevmediği bir hâli gördün, ilk önce umur-u hariciyede bir misal getir. Öyle bir fiili anlat. Birkaç gün sonra bak, tesiri oldu mu olmadı mı. Olmadı. Diğer bir mecliste diğer bir bulunuşta yine anlat. Yine birkaç gün sonra bak, tesiri oldu mu olmadı mı. Olmadı. Bir daha tekrar et. Oldu üç. Yine olmadı. Bu sefer hiç kimse olmadan, eşi dostu hiç kimse yanında bulunmaksızın kendisinden bir teminat al.” Görüyor musun nezaketi, medeniyeti? Ne diye teminat al? Senin onu, ondan fazla sevdiğine imanı var mı yok mu bir defa dene. Öyle ulu-orta değil ki bu. Yokla mizacını, o adam hakikaten seni seviyor mu? Veya senin sevdiğine onun imanı var mı? O kanaat gelirse sana, de ki: “Size üzülerek bir şey söyleyeyim. Ben sizi çok severim, siz de beni seviyorsunuz. Şöyle bir hâl var, sizi çok sevdiğimden dolayı, o hâl bana da tesir ediyor, bana acıyın da o hâli bırakın.” Emir böyle, anlatabildim mi acaba?  “Ooo, baksana bana, nedir o senin yaptığın edepsizlik?”… Hiçbir şey kaldıramazsın. Daha koyu edepsiz olur. Daha koyu. Öyle!

Nezaket. İşte biraz evveli konuştuğum gibi haberi olmadan çalarsan, ne mutlu sana. İş edinecek, öyle tesadüfen değil. O işin ehli olan insan, onu iş edinecek, gaye edinecek. Bu âleme gelmekten gaye, insan yetiştirmektir. Anlatabildim mi acaba? Bu âleme gelmekten gaye insan. Nasıl yetiştireceksin bilmem artık. Parayla yetiştir, tatlı sözle yetiştir, mânâ ile yetiştir, nasıl yetiştirirsen yetiştir. Yaa!

Her şeyin şükrü yapılacak, insanlığın şükrü de insan yetiştirmektir. Bir adam beni, Allah insan yapmış, “hamdolsun” demekle o şükrü yerine getirmedi. Beni insan yapmış, insan yetiştireceğim. Yetiştirdin mi şükrünü yerine getirdin. Masanın şükrü, büyük bir masaya sahip olmuşsun; Kudret vermiş sana bir masa, adalettir. Büyük bir kasaya sahip olmuşsun, şükrü infaktır. Düşeni kaldırmaktır. Baktın aynaya “Bir güzel cemale malikim.” diyerekten kendi kendine içinden bir his geldi, onun şükrü iffettir, namustur. Bir şey anlatamıyor muyum?

Hülâsa beşeriyet sıfatlarını ne kadar çabuk kal’[6] edersen, yıkabilirsen, o kadar çabuk Hakk’a karîn olursun. Beşeriyet sıfatın ne kadar kalınsa o kadar da Allah’tan uzak olursun. Öyle bir kenara oturayım, dört tane evliyanın menakıbını okuyayım, beş tane tercüme-i hâlini bileyim, öyle bir iş yok. İyi, fena değil amma âlemin malından sana bir şey gelmez ki. Âlemin malından sana ne gelir kardeşim? Yahut bir kenara kapanayım, alayım elime tesbihimi, on bin tane ismi celal diyeyim, yirmi bin tane şunu diyeyim, e ne olacak! “Keşfim açılacak!” Hangi keşif?  “Keşfim açılacak!” Ahlakın düzelmedikten sonra keşfin açılmışın faydası var mı? Cenab-ı Muhammed öyle dedi: “Bir adam âlim olur, abid olur, veli de olur, fakat ahlak sahibi olur mu? O en sonra gelir, dedi. O en sonra o. Onun içün Cenab-ı Hak, Resul-ü Edibini âlem-i mevcûdâta takdim ederken:

 [7] وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ   der. “Senin ahlakına bayılırım ya Muhammed.” Olur, âlim de olur, abid de olur, zahid de olur, hatta veli de olur, ahlak sahibi olur mu? O en son o. Beklenen de odur. Onun içün Hazreti Muhammed de kendisini insaniyete takdim ederken: İnnemâ ene buistû li ütemmime mekârimel ahlâk[8] diye takdim etmiştir. “Ben mekârim-i ahlakı itmama gönderildim. Gönül âlemini fethetmeye gönderildim.”

Vazifesini resmen ilan ettiği hâlde bazı insanlar çıkar der ki: “Efendim atom niye yapmamış!” Peygamber imhaya mı memur!? Atom yapıldı da ne oldu? Herkes tir tir titriyor. Huzursuzluk vermeye mi geldi Hazreti Muhammed yoksa beşere huzur vermeye mi geldi?  Öyle bir yığın aptal aptal sualler var. “Efendim atom niye yapmamış!? Bilmem, Bedir Harbine gitmiş de niçün mâdâmı ki öyle kuvve-i kutsiyesi varmış püf demiş adamlar ölmemiş!?”  Öyle bir dava ile gelmedi ki. Öyle bir dava ile gelmedi Resulullah. Bir düğmeye basıp da milyarla adamı öldürmeklik şeylerini ihtira etmek için gelmedi. Öyle bir düğmeye basacak ki o düğmede, Cenab-ı Hak da gönüllerde Allah ziyası çıkacak. İş o. Getirdiği Kitap da ratb-ü yâbis[9] her şey camîdir, der. Müdafa-ı nefs içün düşmanından kavî ol, der. Sen de her şeyini yap, günün ihtiyacı neyse o ihtiyaç da en üstün ol. Fakat insan canı yakmak içün değil. Yakmak isteyenleri yakmak için. Anlatabildik mi?

İnsan, mevzû burada kaldıydı değil mi? Kendi zâtı ile kendi mânâsı ile kendi iç âlemi ile baş başa kaldığı zaman, kendisine bazı sualler tevcih eder. Bu suallerde evvela kendisini arar. Kendini arar kendini. Kendisini arar, kendisinin elli altmış kiloluk kan ve kemik torbasına taalluk eden o mânâsı üzerinde durur. Kimim ben, der. Gelmede gitmede ihtiyârım yok. Suret itibariyle benim seksen, yüz, altmış, yetmiş kiloluk zahiri vücudum nihayet iki metre uzunluğunda bir çukura istiâp eder. Yaa… Benim bir mânâ-i ihtivam var. Şöyle otururum da ne bileyim adet manzumesine giremeyecek kadar varlığı böyyyle, bir dirhem yağ parçasının içerisinden çekerim. Bir fotoğraf çekersin, bir daha çekersin onun üzerine, bir daha çekersin, bir daha çektin mi teşhis edemezsin. Biz böyle nâmütenâhi âlemi çekeriz hiçbiri de birbirine karışmaz. Anlatamıyor muyuz? Yaa, karışmaz birbirine. Bu yetmez mi bu?

Acaba kendimi kendim mi yaptım? Eğer kendimi kendim yapsam bütün işlerimi yapmam lazım gelir. İstediğim şekilde bir kadınla evlenirim, istediğim şekilde bir çocuk yaparım. Gözü böyle olacak, boyu şu kadar olacak,  şu zekâda olacak, şu kabiliyette hafızası olacak, bu kadar sene yaşayacak, hiçbirisi benim dediğim gibi olmuyor. O hâlde arar, arar, aradıktan sonra muhitim benden de zayıf der. “Var!” der. Ona bir iptila gelir. Ona, Allah derdi derler. Anlatabildik mi acaba? Ya, o dert gelir, işte onun adına aşk denir. Aşk bu. Böyle asûde kalıp, bunlardan içinden bir ebed sedası duymuşsan ve o sedaya da lebbeyk demişsen, bir aşk denilen bir sahaya girmişsin demektir ki o sahaya girdiğine en büyük ölçü, bütün zevkler elem gelir. O sahaya giren insana ne kadar camianın örfün zevk diye tarif etmiş olduğu şey varsa, hepsi elem vermeye başlar. Elem vermeye başladı mı makam-ı aşktasın. Onunla baş başasın. Doymuyorsun hiçbir şeyle. O vakit:

Nem var ki laf edem özümden

Mahveyle beni benim gözümden

Demekle gözyaşı dökersin.

Nem var ki laf edem özümden

Mahveyle beni benim gözümden

Benim görünen suretim, öyle bir şekilde yapmışsın ki, onunla kendini perdelemişsin, kaldır ne olursun, der.

Hülâsa bu iş, öyle söz işi değil. Bu âlemde herkes imtihana gelmiş. Söz işi değil. Buna numune olaraktan da bütün ahlakçıların sertac-ı ibtihâcı, beşeriyetin en büyük zâtı, Fahr-i Ebedisi Hazreti Muhammed’dir. Numune olarak gelmiş, ya! Mesela derler, orta yerde dönen sözlerdendir. “Efendim, peki ama ne yapmış?”  Öyle nadan insanlar vardır. Yapılan çok ya şurasını size tavsif edelim, evvela. Hilkatin tekevvününü[10] beyan etmiş. Dikkat edin, ince bir yerler söyleyeceğim. Biraz zor amma Kudret isterse anlatır. Zor, kolay değil.

Sizinle, fikren on dört asır evveline dünyayı bir seyahate çıkalım. Fikrimizi alalım, fikir malum ya fikir içün zaman mekân yoktur o. On dört asır evveline seyahate çıkalım. Dünya yüzünü gezelim. Medeniyet taşıyan âlemlerde adım adım duralım. Burada ilk durulacak şey, hilkatin tekevvününe ve o tekevvün içerisinde bütün mevcûdât emrine musahhar olmuş olan, insana ait bir varlık görürüz, değil mi?

Hilkatten gaye nedir? İnsan. Mevcûdâtdan gaye ne? İnsan. Dur, bunun üzerinde. Bugünkü beşeriyet niçün inliyor? Kur’an’ı, cihanı, insanı bilmediğinden. Bak açık ilan ediyorum. Ve inleyecek. Bugünkü insanlık âlemi; maddesi çok, ilmi bol, taşıyacağından daha ağır ilme malik, gözünün ihatasından daha geniş saha-i fenne sahip, fikrini dolduracak, durduracak kadar felsefeye muhit, malik, fakat hani ya huzur? Huzur var mı huzur? Huzur yok. Neden huzur yok? E huzur insanın elinde değil ki. Vermez ki! Huzur yok. Neden huzur yok?

Bugün insanlık âlemi üç şeyi bilmiyor. Cihanı bilmiyoruz. Acayip, işte görüyoruz ya, görmek başka bilmek başka, bir de bulmak var, o da başka, bir de olmak var o daha başka. İnsanı bilmiyor, Kur’an’ı bilmiyor. Yaa! Cihan, insan, Kur’an birbirinden ayrılmaz. Anlatabildim mi acaba? Bunlar birbirinden ayrılmaz. Ayıramazsın birbirinden. Sen ağzınla ayırırsın fakat O, ne demişse öyle olur. Şimdi bunu ispat edeceğim.

(Yoruldunuz mu yoksa. Neyse bir on dakika daha zaten konuşacağım. Biraz geç kaldım bugün ama kusura bakmayın. Haftaya inşallah daha erken geliriz.)

Müsahhar kılmış Allah. “Bütün mevcûdâtı, ne kadar varlık varsa insanın emrine müsahhar kıldım.” Bir defa o Kitab’a ilk muhatap olan biziz. Fakat gözümüzü kapar da dinleriz. Açsana gözünü dinlesene ya ne kapatıyorsun? Gözünü niye kapatıyorsun?  Gözünü aç, hem de iç gözünü aç da dinle. Onu biz yalnız bir ibadet kitabı zannederiz.  Ve ekseri inanan insanlar da bu kanaattedir. İbadetten başka sanki yalnız bir ibadet kitabıdır,  böyle! Namaz hocası kitabı gibi bir şey zanneder, ibadet kitabı, ya!

“Ben her şeyi insana müsahhar kıldım.” diye ilan eden Kudret’in karşısında yarın ne şekilde cephe alıp da ne şekilde durabiliriz acaba? Hangi müsahhara olan şeye biz elimizi attık? Öyle değil mi? O müsahhar olunan şeyin usulü bilinseydi de taşlar, dağlar, zerre, kâinat, bütün varlığı ilk önce biz konuştursaydık. Ama bu öyle bir Kitap’tır ki şahsa gelmemiştir, müsteid[11] olan kalplere gelmiştir. Onun büyüğüne kitab-ı kâinat denir. Hani bazısı der ki:  “Efendim iyi ama hani sizin bu Kitap kıyamete kadar baki idi!” Elbette baki ya. Bu Kitap’ın mânâsı görmüş olduğun mezâhir. Yapılan şeyler bu mezâhirden çıkmıyor mu? İşte kıyamete kadar baki. Anlatamadık mı acaba? Ne anlıyorsun sen bundan?

Şimdi fikren seyahate çıktık, fikren seyahate çıktığımız vakitte, ilk çıkıntıları beşerin o günkü zulmünü mulmünü… Malum ya ortalığı bütün kesif karanlık zulmet perdesi kaplamış. Zayıf kavîden hakkını alamaz. Fuhuş memdûh, edep makdûh[12], ırz şeref namına satılır, bütün rezil insanlar, adamdır diye makamata[13] alınır. Öyle o vakit. Devresi öyle.

Hilkatin saltanatının azametini bildiren insandır. Binaenaleyh, bu hilkatte insanı dokuyan da kadındır. Dikkat et, bak şimdi inceliğe bak. Cenab-ı Hudâ kendi varlığının tecellisini muhabbeti ile meydana getirmek istediği vakitte erkeği yapmış. Binaenaleyh erkek, kudreten kudret onun aslı olmuş. Kendisine de, bir tecelli, kendi varlığını görebilmesi içün, kendinden olmak üzere, kadını hâlk etmiş.

Anlaşılmıyor buralar, gözler donuk çünkü. İstediğim gibi anlatamıyorum ben. Ya zor yeri çünkü bu, zor. Kolay yeri değil, yine biz değiştirelim bu mevzûu ya! Devam olur mu ya anlatamayınca?

Ve bunların birbirine muhabbetini, kendisine olan bir muhabbet olarak kabul etmiş. Dikkat edin buraya. Bunların birbirine vaki olacak muhabbeti. Çünkü Allah, cisim değil ki, muhabbet için böyle tutmak lazım, görmek filan. Böyle şeylerden münezzeh. Onun içün Cenab-ı Hudâ öyle diyor ferman-ı subhânisinde:

[14] قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

“Benim Muhammedim, bu sahne-i şuhûdda, Beni seviyorum iddiasında adam varsa Beni nasıl sever? Beni böyle tutamaz ki. Böyle kucaklayamaz ki. Ben herkesi kucaklamışım. Onların kolu Bana yetmez.” Anlatamıyor muyum? Yetmez o. O hâlde, “Ben zâtımla sende tecelli ettim.” Bu emrin karşısında o vakit buyurmuştur Sultan-ı Resul: “Men reânî fekad reel Hak.[15] Beni gören Allah’ı gördü.” Ama görmek başka bakmak başka.

 [16] وَتَرٰيهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُون

“Habibim, onlar sana bakıyorlar ama göremiyorlar ki!” diyor. Anlatabildik mi? Bakmak başka görmek başka. Hahh! “Beni seviyorum iddiasında insan varsa sana sarılsın. Sevgi bunları ister. Sana tabi olsun. Senin sözünde fani olsun.” Sevgide vücut kalmaz. Sevgi öyle bir sıfat-ı muhlikadır[17] ki hangi kalbe girerse kendisinden başkasını bırakmaz. Yakar, yıkar, atar. Anlatabildik mi acaba? O vakit:

  وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ    “Seni sevdikten sonra ne yaparsa ben onu örterim.” Diyor. Ağası mısın Allah’ın! “Onların günahlarını örtbas ederim.”  E ama şimdi burada bir şey çıkar. “Ben seviyorum her fenalığı yapayım!” Yapamazsın, yalancı seviyorsun sen. Sen sahtekârsın! Sevdin mi kendin yok ki. Onu Kudret öyle bir yere bağlamıştır ki o kadar şıktır ki, derinliğine gittiğin vakitte, şöyledir bak.

Hafız-ı Şirazi divanında der ki: Mebâş… Neyse lafzını irad edemeyeceğim, hafızamdan çıkmış. “Bizim mânâmızda, bizim hakikatimizde, bizim varlığımızda, gönül kırma da ne günah işlersen işle. Gönül kırmaktan başka günah yoktur.” diyor. Bunu mübtedi[18] okuduğu vakitte: “Ne kadar kolaydır.” Hayır, kolay değil.  O, onu o kadar arif bir adam ki bir kelimenin içerisine sokmuştur. Sen herhangi bir şeyi kimsenin gönlünün kırılmayacağı bir şekle sokaraktan bir biçim gizleyerekten yapsan, içinde bir gönlün vardır, o “olmadı” der. Senin gönlün de senin değildir. O'nundur, O'nu kırıyor. Anlatabildim mi acaba? Senin gönlün de senin değildir. O'nundur, O'nu kırdın. Yine içine düştün.

Şimdi gelelim mevzûun an yerine. Hudâ, kendi zâtına mazhar olarak, insanı meydana getirmiş. Kendi sıfatlarıyla mücehhez kılmış, onun muhabbetini kendisine tecelli ettirmiş. Binaenaleyh, “Ben ki seni kendime mazhar kıldım.  Muhabbetime bir ayine yaptım, sana da bir ayine lazım demiş. Sana da nisayı yaptım.” diyor. Onun içün Cenab-ı Muhammed der ki: Hubbibe ileyye min dünyâküm esselâsetü ennisâ ü vettıybi ve kurreti aynî essalâtü. Türkçesi: “Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi.” Üç şey sevdirildi. Buraya çok dikkat edin, işte burayı söylemek için çıktım bugün.

“Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi.” Onun bir tanesini söyleyeceğiz, öbürküler duracak. Nisa, kadınlarınız. Dikkat et, bak şimdi.  Ahbebtü demiyor, sevdim demiyor. Çünkü onun sevgisi yalnız Allah’adır. İnceliğini anlatabiliyor muyum? Hubbube deyince, sevdirildi deyince, benden seven O oldu diyor. 

Bir insan bu hukuka riayet ederek evlenecek olursa ve oradaki muhabbetin, oradan sevenin Allah olduğunu duyacak olursa bir hafta sonra boşanma davası olmaz. Bir şey anlatamıyor muyum? Benden sevenin O olduğunu duyuruyor. Yani Allah olduğunu duyuruyor. Şimdi Hazreti Muhammed atomu yapmaz. Fakat aile teşkilatında bu esası kor.

Senin medeniyet diye tapınmış olduğun sahada o gün, kadın it gibi pazarda satılıyordu, efendi! 1870 tarihine kadar İngiltere’de kadın kocaya vardığı vakitte kadın malını tasarruf edemezdi. Daha şöyle bir karış zaman evveline kadar. Derhal mal kocaya intikal eder, o tasarruf eder, o satar, istediği gibi kullanır.

Daha daha ince yerleri de var, onu da söyleyeyim mi? Der ki: “Kadın kocaya vardığı vakitte babasının isminden soymayın.” Ne kadar sahip oluyor? Dikkat et, bak. Olur ki geçinemez, başka birisine varır. Olur ki onunla da geçinemez başka birisine varır. Olur ki ölür, başka birisine varır. Bugün bir attı yarın öbürü attı, öbür gün daha öbürü attı. Kadın için bu hakarettir, yapmayın babasından ayırmayın, der. Anlatamıyor muyum acaba?

Medeniyetin aslı. Ama şöyle bir sual sorar, efendim onu öyle veriyor ki, onlar bir vücut olmuş gibi gözüksün. E güzel amma adam malını alıyor, tasarruf ediyor, satıyor, şey ediyor filan ediyor. Kadına diyor, senin tasarrufun yok, diyor. Kız çocuk, erkek çocuk varken mirasa girmezdi. Bu usulleri Hazreti Muhammed, koydu. Anlatabildim mi? Kız çocuk, erkek çocuk var mı, hizmetçi defterine kaydolur. En himaye edilen medeniyette, Ben-i İsrail medeniyetinde mesela. Roma medeniyetinde kadın mühlik bir tehlike. Hem bunu eizesi[19] söylüyor, kilise erkânından, onlarca veli tanınmış olan büyük adamlar. Böyle yazmışlardır. Mühlik bir tehlike, alet-i zevk, alet-i şer, üüüü! Ne kadar mezmum kelime varsa. Gel şimdi şeye...

 Beşeriyetin Fahr-i Ebedisi, “Hani ne yapmış?” Kadın mahall-i tekvin, mükevvine kurbiyeti var. Allah’ın saltanatına dokuma tezgâhıdır. Ona en yakın Allah’tır. Binaenaleyh, sakın iki hakla gelmeyin. Biri, birçok, bütün hak ve hukuklara riayet edin fakat iki hakla gelirseniz size elimi uzatmam. Biri kadın hakkı, biri de yetim hakkı. Anlatabildim mi acaba? İki hakla gelmeyin der, yüzünüze bakmam. "İnni uharrimû aleykûm hakkî’l- zaifeyn, el yetim ve'l- mer'e" iki hakla gelmeyin, diyor.

Bugünkü konuşma bu kadar yeter.



[1] Hadis-i Şerif: "Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz."

( مَنْ عَيَّرَ أَخَاهُ بِذَنْبٍ لَمْ يَمُتْ حَتَّى يَعْمَلَهُ   Men ayyera ehâhû bizembin lem yemut hattâ yâ'melehû.)

(Tirmizi, Kıyamet, 53, no: 2507; Beyhaki, Şuabu'l-İman, 5/315, no: 2778; bkz: Keşfu'l-hâfâ, 2/265)

[2] Tahkir: Hareket etmek. Hor görmek. Küçük görmek. Aşağı ve alçak addetmek

[3] Buy: Koku. Ümit, umma. Sevgi, muhabbet. Tamah. Huy. Tabiat. Kısmet, pay, nasib.

[4] Çin-i Cebin: Alın buruşuğu. Alın kırışığı. Kaş çatmak.

[5] Ta'yib: Ayıplamak. Kötülüğünü söylemek.

[6] KAL': Bir şeyi kökünden çekip koparmak. * Azletmek. Bir tarafa ayırmak.(Kal’ etmek: Kaldırmak,yıkmak...)

[7] Kalem Suresi 4’ncü Ayet-i Kerime وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ
Meali: Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.

[8] Hadis-i Şerif (İbn Hanbel, Müsned, II, 381)

[9] Ratb ü yâbis:  (yaş ve kuru) Küçük büyük her zerre mânâsına.

[10] Tekevvün: (C.: Tekevvünât) Vücuda gelmek. Meydana geliş. Şekillenmek. Var olmak.

[11] Müste’id/ Müsta'id: İstidadı olan, kabiliyetli, uyanık, anlayışlı, akıllı.

[12] Makduh(e):   (Kadh. den) Beğenilmemiş, ayıp.

[13] Makamat: (Makam ve makame. C.) Makamlar, mertebeler. Cemaatler, cemiyetler, kalabalıklar, topluluklar.

[14] Ali İmran Suresi 31’nci Ayet-i Kerime  قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Meali: De ki, siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.

[15] Hadisi Şerif: Buhari, Tâbir, 10; Müslim, Rü’ya, 11, Dârimi, Rü’ya, 4 (Hadis No; 2140). Nevevi, Sahih-i

Müslim Şerhi, 11, 25-26. (Men reani fekad reel hak feinneş şeytan la yetemesselu bi.) Ma'nası: " Her kim beni görürse Hakk'ı görmüşdür. Zira Şeytan benim suretimde mütemessil olamaz.

[16] Araf Suresi 198’nci Ayet-i Kerime  وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَسْمَعُواۜ وَتَرٰيهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ Meali: Siz onları doğru yola çağıracak olsanız da duymazlar." Onların sana baktıklarını görürsün, bakarlar, ama görmezler.

[17] Mühlik, mühlike (a. s. helâk'den) : helak eden, öldüren, öldürücü.
İllet-i mühlike: öldürücü hastalık

[18] Mübtedi: Yeni. Yeni talebe. İlk mekteb talebesi. Yeni başlamış

[19] Eizze: Azizler.

4 yorum:

Öyle ulu-orta değil ki bu. Yokla mizacını, o adam hakikaten seni seviyor mu? Veya senin sevdiğine onun imanı var mı? O kanaat gelirse sana, de ki: “Size üzülerek bir şey söyleyeyim. Ben sizi çok severim, siz de beni seviyorsunuz. Şöyle bir hâl var, sizi çok sevdiğimden dolayı, o hâl bana da tesir ediyor, bana acıyın da o hâli bırakın.” Emir böyle, anlatabildim mi acaba? “Ooo, baksana bana, nedir o senin yaptığın edepsizlik?”… Hiçbir şey kaldıramazsın. Daha koyu edepsiz olur. Daha koyu. Öyle!

Bugünkü beşeriyet niçün inliyor? Kur’an’ı, cihanı, insanı bilmediğinden. Bak açık ilan ediyorum. Ve inleyecek. Bugünkü insanlık âlemi; maddesi çok, ilmi bol, taşıyacağından daha ağır ilme malik, gözünün ihatasından daha geniş saha-i fenne sahip, fikrini dolduracak, durduracak kadar felsefeye muhit, malik, fakat hani ya huzur? Huzur var mı huzur? Huzur yok. Neden huzur yok? E huzur insanın elinde değil ki. Vermez ki! Huzur yok. Neden huzur yok?

Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi.” Onun bir tanesini söyleyeceğiz, öbürküler duracak. Nisa, kadınlarınız. Dikkat et, bak şimdi. Ahbebtü demiyor, sevdim demiyor. Çünkü onun sevgisi yalnız Allah’adır. İnceliğini anlatabiliyor muyum? Hubbube deyince, sevdirildi deyince, benden seven O oldu diyor.

Bir insan bu hukuka riayet ederek evlenecek olursa ve oradaki muhabbetin, oradan sevenin Allah olduğunu duyacak olursa bir hafta sonra boşanma davası olmaz. Bir şey anlatamıyor muyum? Benden sevenin O olduğunu duyuruyor. Yani Allah olduğunu duyuruyor. Şimdi Hazreti Muhammed atomu yapmaz. Fakat aile teşkilatında bu esası kor.

Beşeriyetin Fahr-i Ebedisi, “Hani ne yapmış?” Kadın mahall-i tekvin, mükevvine kurbiyeti var. Allah’ın saltanatına dokuma tezgâhıdır. Ona en yakın Allah’tır. Binaenaleyh, sakın iki hakla gelmeyin. Biri, birçok, bütün hak ve hukuklara riayet edin fakat iki hakla gelirseniz size elimi uzatmam. Biri kadın hakkı, biri de yetim hakkı. Anlatabildim mi acaba? İki hakla gelmeyin der, yüzünüze bakmam. "İnni uharrimû aleykûm hakkî’l- zaifeyn, el yetim ve'l- mer'e" iki hakla gelmeyin, diyor.

Yorum Gönder

 
Şemseddin Yeşil - Tüm Hakları Saklıdır..
Designed by CruelKeSh | 2017