Ahlak
mevzuu üzerinde devam etmekte…. acılığını, tatlılığını, fark eden kimsenin,
kendisine sorması şarttır. Bir muhabbetin neticesi insan. Kimin muhabbetinin
neticesi? Allah’ın. İnsanı Allah, muhabbet esatiziyle[1]
yoğurmuş, meydana getirmiş. İlk yaptığım tarif bu. İyi dinle. Bu kıymetleri
takdir edemezsen, zavallı geçer gidersin. Hayattan hiç zevk alamazsın. Madde
zevki fanidir. Bizim bir veçhemiz bakidir. Nasıl tatmin edebilirsin kendini?
Tatmin edemezsin. Bu sualleri sorduktan sonra, hakikati hakkında, layıkıyla
kelimesini bulamıyorum da, onun içün düşünüyorum. Kendi hakikati aslı hakkında,
bir marifet hasıl olur. Eski konuşmalarda söylemişimdir; her meyvenin bir
sureti vardır. Suretten sonra lezzet gelir. İşte o lezzet, o meyvenin
manasıdır. Bir şey anlatamıyor muyum acaba?
Bir
meyveyi al gözünün önüne, onun bir sureti var. O suretten sonra onun bir
lezzeti var. İşte o lezzet, o meyvenin manasıdır. İnsanın da bir sureti var,
onun da bir lezzeti var, o lezzet de o manadır. O lezzetin adına aşk derler.
Anlatabildim mi acaba? Ahlakın bahsettiği aşk, bu aşk. Nazarlar sönük zevksiz dinleniyor.
Yahut ben iyi anlatamıyorum. Bahsi değiştireyim, maddileştireyim mi? Yoksa beş
altı haftadır, ahlakın manası üzerinde, zevki üzerinde işliyoruz. Çünkü
dinleyenle söyleyenin gönlü, kalbi birleşmezse Allah feyz vermez. Ben nahak[2] yere yorulurum, siz de nahak
yere saatinizi zayi etmiş olursunuz. Niyet edeceksin. Dinleyenle söyleyen
birleşecek ki; kudret bir şey meydana getirsin. Çok kere tekrar etmişimdir: şurada
desem ki şimdi; bir milyon lira çıkacak numaraları okuyorum. Her sandalyede bir
hareket, tıkırtı değil hareket, böyle içerden nefesler değişir, gözler
başkalaşır. Yaa.. bir numara kalmış der. Tuh, kaybettim der. Mesela elindeki
numara beş bin yedi yüz otuz yedi. Bende onu gayet ağır ağır söylüyorum. Beş
bin dedim mi, oradan başlar, yedi yüz deyince biraz daha hareket kuvvetleşir,
otuz dedim mi; duramaz yerinde. Otuz altı dedim mi gitti der.
Ahlakın
bahsettiği aşkı söyledik. Hiç merak ettik mi acaba? Düşündük mü? Halbuki;
bunları kudret şey ediyor. Ahlak mevzuu ebediyet mefhumuna iman etmekle,
beraber gider. Ebediyet mefhumuna. Yani ben ölmeyeceğim. O zahiri ölüm
hepimizde olacak fakat hakiki insan ölmez. Di mi? Madamı ki var olmuşum, benim
hüviyyetim yok olmayacak. Suretim tebeddülde[3]gayur[4] eder. Bu her an oluyor ama,
kudret onu bizden gizliyor da farkında olmuyoruz. Yoksa Allahın bir ismi Muhyi[5],
bir ismi mümit[6]. Bir ismi yaşatıcı, bir
ismi de öldürücü. Ne kadar yaşıyorsak, ne kadar vücuttaysak, o kadar da ademdeyiz.
Tecellinin,
sür’at kelimesini kullanmak burada caiz değil amma anlatmak için başka kelime
de yok. Sür’atinden hep var olduğumuzu idrak ediyoruz. Ben bunu söyleyinceye
kadar, adet manzumesine girmeyecek kadar, var oldum, yok oldum. Sizde bunu
dinleyinceye kadar, adet manzumesine girmeyecek kadar, var oldunuz, yok oldunuz.
Fakat son şeklin değişişinde biraz dokunur Kudret. Ve ibrette oradadır. Onu
düşündü mü adam sema-ı deler gibi bakmaz. Şöyle sema-ı deler gibi bakmak.
Bakma. Neden? Bir göz ki; sonunda akacak. Sema-ı deler gibi bakmakta hamakat[7] yok ta, ya ne vardır? Düşün
sen şöyle. Bir ayak ki; neticede titreyecek, sallanacak, başka bir insanın
eliyle yan yana gelecek, kendi de getiremeyecek. Bu muhakkak olduğu halde, aklı
başında olan insan öyle ayağını, sert basmaz. Hüküm neticeye değil midir?
Neticeyedir. O halde, bu göz akacak di mi? Evet akacak. Ne diye mülayim
letafetle bakmazsın da, deler gibi bakarsın. Ve o bakışınla, belki gönül de
kırarsın. Kalp kıranın kısası, Allah kılıcıyla olur. Dikkat et. Her kısas, idam
sehpasında olur, balta ile olur, silahla olur, kurşuna dizilir olur, fakat
gönül kıranın kısası, Allah kılıcıyla olur. Onunla yapılır, ona dikkat etmek
lazım gelir.
Gelmişiz dünya değirmenine, növbet bekleriz.
Dane i ten un olunca mürg ü can eyleriz.[i]
Dane i ten un olunca mürg ü can eyleriz.[i]
Hepimiz
gelmişiz bu dünya değirmenine nöbet bekliyoruz.
Gelmişiz
dünya değirmenine, növbet bekleriz.
Tane
i ten un olunca mürg ü can eyleriz.
Bir
şey yok orta yerde. Onun içün Allah diyor ki; bir kaç sual soracağım diyor,
insanlara evvela, birçok sualler soracağım da, ilk önce soracağım: Ömrünü nasıl
geçirdin? Nereye ihna[8] ettin, gençliğini nasıl
bitirdin, nasıl kazandın, nasıl infak ettin? Bunları soracağım diyor. Çünkü
bunlar için gönderdim ben sizi diyor. İnsanın asıl hilkatindeki gaye ameldir.
Gelmişiz ya buraya, bu hilkatimiz var, gayesi amel. Bir insanın kalbi ne kadar
temiz olursa olsun, amelsiz kalp kıymetsizdir. Hani derler ya; sen benim
kalbime bak! Ben senin kalbine niye bakayım? Ben Allah mıyım ben? Ben hiç senin
kalbine bakmam. O senin kalbine bakan Allah’tır. Ben bakmam. Bana ait değil o.
İnsanın kalbine Allah bakar. Ya.. ben senin ameline bakarım.
Büyük kitapta öyle der; Ahkamı eskimeyeceği,
tahakkuk eden büyük kitap الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ
أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ[9] Yani Allah diyor ki; Ölümü, hayatı insanların
hangisi daha güzel amel yapabileceğini bilfiil kendilerine göstermeklik içün
verdim, diyor. O meydana çıksın içün. Bu amellerin içersinde en mühimi de insan
yetiştirmektir. Kudretin muhabbetini ve insanın muhabbetini, insanın kalbine
ilka[10] etmektir. Onu yaşatmaktır.
Hepimiz kendimize bir sual soralım; acaba hiç aklımıza geldi mi? Yarın ne iş
yapacağız? Şu olacak, bu olacak. Zannetme ki tenkid ediyorum, hayır lazım onlar
tabi. Bunun ona ihtiyacı var. Kalıbın tabibe, kalbin habibe ihtiyacı var. Güzel
bunlar iyi ama, öbür tarafta var mı böyle bir şey, aradık mı? Tabiatın esrarını
elde edeceğim diye, mevcudiyetin perdelerini tecessüs[11]
kılmaklarıyla koparmak isteyen beşer, vicdan-ı muallayı melekuta mensup olan, o
manaya, o irfana bunu tattırabildi mi? Bu ne vakit meydana çıkacak? Afitab-ı[12] muhabbet, muhabbet afitab-ı,
kimin matlab-ı[13] hidayetinden lemean[14] edeceğini düşünüyor muyuz?
Beşer bunu düşünmediği müddetçe felaha kavuşamaz. İstediği kadar dünyanın iri
kafaları toplansın, İstediği kadar zeki başlar bir araya gelsin, iktisatçıları,
diplomatları, ne bileyim ben, fencileri, ilimcileri, felsefecileri, bilmem
şunlar, istediği kadar terbiye tezgahları işlesin, istediği kadar inzibat
teşkilatı muntazam olsun, acaba beşerin kalbinde bir oh sedasını meydana
getirebilir mi? Getiremez. Evvela beşer düşünecek ki; Afitab-ı muhabbet kimin
matlab-ı hidayetinden lemean ediyor? Nerde(?) bunu duyacak.
Bunu duyduğu dakikadan itibaren, insanlara hem huzur da var, hem refah da var, hem felah da var. Bunu duymadıkça hiç birisi yok. Kestirme cevaplar. Buda semavi cazibeye tutulmakla düşünülebilir. Bu gün ki beşeriyet semavi cazibeden ayrıldığından dolayı, tenekecilikte de bir parça ilerledi. Yok aya çıkacağım, yok güneşi seyredeceğim, yok bilmem diğer seyyarelerle irtibat. Ne çıkar kardeşim, yapsan ne olacak? Ki yapacaksın. Büyük kitap haberini verdi onun. Yapacaksın. Ama ne olur? Bu odadan o odaya geçmişsin. Bu odada da karanlıktaydın, o odada da karanlıktasın. Burada da birikmiş ahların vebali ile manevi vücudun eğrilmiştir. Oraya çıksan da yine manevi ahların vücudu ile tesiriyle o vücudun kambur olmuştur. Onun içün ahlak der ki; hissiyattan ziyade, bugün beşer onunla mahkum olmuş, Akıl ve fikre itina et der. Hak ve hakikate muhabbet esası nerden geliyor? Evvela ilme kıymet ver der. İşte bu kadar ilim diyor, onlar değil. Evvela ilme kıymet ver. Her insan süluk[15] edeceği mesleğe, hayata göre ilme çalışacak. Bir adam mimar olacak. O mesleğe ait, ona salik[16] olacak. Ona ait olan bilgiye kıymet verecek. O ilme çalışacak. Onu birer birer topla şimdi. Tabibini böyle al, ötekini öyle al. Bizde öyle değil, surette kalıyor, surette kalıyor. O vakit ne oluyor? İnsan ya alim oluyor, ya mütaallim[17] oluyor, ya müstemi[18] oluyor. Ya o, kendi sülük edeceği mesleğin ilminin sahibi oluyor, alim oluyor. Yahut onu öğrenici oluyor, müteallim oluyor. Kabiliyeti yoksa bu ikisine de, insan ya, işiticisi oluyor. Anlatabildim mi? Herkes alim olamaz, herkes müteallim olamaz, fakat herkes duymak zevkini duyar. Bir şey anlatamıyor muyum yahu? Bunun birisinden, birisi. Şimdi bir millet, bunların birisinden birisine, taksim edilirse, ne olur? Herkesin vazifesi var. Vazifesi olunca birbirini yemeye vakit bulabilir mi? Demek ki; bizdeki haset, riya, buğz, adavet, hele kin, cahil olduğumuzdan ileri gelir.
Bunu duyduğu dakikadan itibaren, insanlara hem huzur da var, hem refah da var, hem felah da var. Bunu duymadıkça hiç birisi yok. Kestirme cevaplar. Buda semavi cazibeye tutulmakla düşünülebilir. Bu gün ki beşeriyet semavi cazibeden ayrıldığından dolayı, tenekecilikte de bir parça ilerledi. Yok aya çıkacağım, yok güneşi seyredeceğim, yok bilmem diğer seyyarelerle irtibat. Ne çıkar kardeşim, yapsan ne olacak? Ki yapacaksın. Büyük kitap haberini verdi onun. Yapacaksın. Ama ne olur? Bu odadan o odaya geçmişsin. Bu odada da karanlıktaydın, o odada da karanlıktasın. Burada da birikmiş ahların vebali ile manevi vücudun eğrilmiştir. Oraya çıksan da yine manevi ahların vücudu ile tesiriyle o vücudun kambur olmuştur. Onun içün ahlak der ki; hissiyattan ziyade, bugün beşer onunla mahkum olmuş, Akıl ve fikre itina et der. Hak ve hakikate muhabbet esası nerden geliyor? Evvela ilme kıymet ver der. İşte bu kadar ilim diyor, onlar değil. Evvela ilme kıymet ver. Her insan süluk[15] edeceği mesleğe, hayata göre ilme çalışacak. Bir adam mimar olacak. O mesleğe ait, ona salik[16] olacak. Ona ait olan bilgiye kıymet verecek. O ilme çalışacak. Onu birer birer topla şimdi. Tabibini böyle al, ötekini öyle al. Bizde öyle değil, surette kalıyor, surette kalıyor. O vakit ne oluyor? İnsan ya alim oluyor, ya mütaallim[17] oluyor, ya müstemi[18] oluyor. Ya o, kendi sülük edeceği mesleğin ilminin sahibi oluyor, alim oluyor. Yahut onu öğrenici oluyor, müteallim oluyor. Kabiliyeti yoksa bu ikisine de, insan ya, işiticisi oluyor. Anlatabildim mi? Herkes alim olamaz, herkes müteallim olamaz, fakat herkes duymak zevkini duyar. Bir şey anlatamıyor muyum yahu? Bunun birisinden, birisi. Şimdi bir millet, bunların birisinden birisine, taksim edilirse, ne olur? Herkesin vazifesi var. Vazifesi olunca birbirini yemeye vakit bulabilir mi? Demek ki; bizdeki haset, riya, buğz, adavet, hele kin, cahil olduğumuzdan ileri gelir.
.....son
söyleyeceğim nokta bu. Ahlaka göre ilmin gayesi marifetullahtır. O neyle
olabilir? Kelime halinde kalmasın. Hikmet i hilkate vukuf ile olur. Şu
mevcudatın yaratılışındaki hikmete ait bilgi ile olur. Nasıl bak birbirine
bağlı gidiyor? Hikmet-i hilkate vukuf ile oluyor, marifetullah. Kim bunun
aleyhinde bulunabilir? Nasıl geriliktir, diyebilir? Ben bütün mevcudatın
zerresindeki yaratılışın hikmetini aramaya başladığım dakikadan itibaren,
marifetullah zevki başlayacak. Canım sen Allah kelimesini söyledin, geri
kafalısın. Nasıl diyebilirsin sen bunu? Haddine mi düşmüş? O süs halinde
cemiyette gezen cümlelerdir o. İmanı nefsaniyet meselesi yapmışlar, ondan
dolayı. İlmi ciheti böyle, hikmeti ameliyesine gelince, ameli kısmına gelince;
insanların hikmet ve hilkatlerine göre harekettir. Bir kimse, bir insanın, ne
hikmete bağlı ve hilkatindeki gaye ne olduğunu idrak ederek, ona göre çalışacak
olursa; ne olur cemiyet? Artık hükümler size ait. Hükümler size ait ne olacağı.
Hakka
rücu[19] başlar. Hakka rücu. Hakka
rücu başlayınca ihtirasat kalkar. Haset kalkar. Hakka rücu başlar. Başka türlü,
efendim Hakka dön! Başka türlü Hakka dönmez ki. Bunların seyrini ikmal
etmedikçe, bu süluktan geçmedikçe, geçtikten sonra o seyre çıkmadıkça bir adam
Hakka rücu edebilir mi? Bunlar boş lakırdı. Birinci sınıfta, ikinci sınıfta,
üçüncü sınıfta, dördüncü sınıfta, beşinci sınıfta okuyup ilk mektepten mezun
olmadıkça, ondan sonradaki devredeki mektepleri bitirmedikçe, eline verirler mi
bir diploma? Yüksek tahsil diploması diye bir şey verirler mi? Bu adi şeyde
vermiyorlar, manada hiç verirler mi? İnsan diplomasını öyle adama bedava
verirler mi kardeşim? Mektepten bir diploma alabilir adam. Şöyle yapar, böyle
yapar alır. Çalışır malışır, kağıtları mağıtları okur, şunun bunun sözünü
nakleder, al derler bir kağıt verirler. Fakat insan oldun al, bu insanın
diplomasının imzasını Allah atar. Verirler mi adama?
Hakka
rücu başlar. O rücular kısım kısım olur. Mücrimin Hakka rücu’u, mücrim bir
kimsenin rücu’u, masiyetten[20]
taata rücu’udur. Tertemiz bir insanın Hakka rücu’u, Hak, Haktan Hakka rücu’udur.
Bilâ-fasıla, durmaksızın, rücu’u daimiyle. Öyle bir rücu ki; huzur orada kaim.
O vakit daima Hakkı anar. Daima Hakkı anar. Onu anmakta hiçbir vakit atalet
kendisine gelmez, fütur[21] gelmez, yorulmaz. O anmak
lisanıyla olduğu gibi, kalbiyle de meşgul olmaklık tecellisi başlar. Esasen
kalbiyle meşgul olmazsa, feth-i melekut olmaz. Onun içün insanlarda ilham
olmuyor. İlham yok. İlham olmuyor. Bilgiler şeytani oluyor. Bunun ölçüsünü Hz
Muhammed(sav) söylemiş.
Rahmani olan bilgilerde ba’s[22] vardır demiş. Sıkılmaz adam. Şeytani bilgilerde neticede sıkıntı gelir adama. Hakikat biz neyi biliyorsak neticede öf diyoruz, sıkılıyoruz. Anlatamıyor muyum ya hu? Ölçüsünü koymuş. Sonra bu yola kendisini verenlere de, izahatını vermiş. Kapılırsın diyor. Şeytan, sema ile arzın ortasında kürsüsünü kurar. “Ben Hakkım!” diye sana nida eder. Sende Hak zannedersin, kaptırırsın diyor. Meyletme bir şeye der. Uzun bahis bu. Çok konuşmak lazım üzerinde.
Rahmani olan bilgilerde ba’s[22] vardır demiş. Sıkılmaz adam. Şeytani bilgilerde neticede sıkıntı gelir adama. Hakikat biz neyi biliyorsak neticede öf diyoruz, sıkılıyoruz. Anlatamıyor muyum ya hu? Ölçüsünü koymuş. Sonra bu yola kendisini verenlere de, izahatını vermiş. Kapılırsın diyor. Şeytan, sema ile arzın ortasında kürsüsünü kurar. “Ben Hakkım!” diye sana nida eder. Sende Hak zannedersin, kaptırırsın diyor. Meyletme bir şeye der. Uzun bahis bu. Çok konuşmak lazım üzerinde.
O
mananın zevkini tattıktan sonra insan, kıymetini bilmek içün buraya getiriyorum
seni, hitap şeklinde seni beni diyerekten konuşulur, zannetmeyin şahsınıza hitap
ediyorum. İçinizde en aciz, en zavallı ben. Hani ama konuşmak tarzında nasıl
konuşulur? Ondan dolayı seni beni filan diyorum. Öyle bir şey gönlüne gelmesin.
Yani hitap kendime. Bu sahada makamı insaniyete kadem bastımı, bak ne kadar
büyük kıymetimiz var. Bu kıymetleri biz böyle zayi edip gidiyoruz. Gidiyor. Ne
büyük iflas var bizde? Maşuk u hakikinin gönülde, aşkı cereyan ederse... İnsan
sevdiğini çok anar di mi? Anmanın bir şeyidir o, İfadesi. Sevginin ifadesidir.
İnsan sevdiğini durmadan anar. Allah’ta onun içün, bizi çok seven, bizimde
kendisini sevmemizi zorlar. Nedense Hüda bize, ne diyeyim? O bizi çok sever,
sevmiş ki yapmış. Çok sever.
Maşuk
i hakikinin gönülde, aşkı muhabbeti cereyan ederse, lisan onu yâd etmekten
kendisini alamaz. Mesela zikirler, bunun remzidir. Alamaz, yâd eder. Bu mecazi,
lafzidir. Mecazi yani. Hakiki dildir yine. İsmi hakikiye vasıl olursa, müsemma[23] meydana gelir.
Müsemma
meydana gelince kendi orta yerden kalkar. Anlatabildim mi acaba? Müsemma
meydana gelir. Yani müsemma demek: ismin sahibi. Müsemma meydana gelir, kendi
..., ikilik olmaz o vakit. Demek ki; Hüda seni kendisinde fani kılıyor. Senin,
senin, ne diyeyim? Bu zevke taalluk eden bir şey olduğu içün, pek kelimesi
bulunmaz. Senin tecelliğinde o tecelli ediyor. O vakit maksud[24] hasıl oluyor. Müsemmaya
vusülde hasıl olan halde, amma kalkar. İkilik kalkıyor o vakit. Neden? İsim
müsemmanın aynı oluyor. Biraz zor yer burası. Ama, biraz zor yeri ama işte ne
yapalım? Girdik bir defa. O vakit Hak onun lisanından zakir oluyor. Kıymetini
bil şimdi. Allah senin lisanından zakir oluyor. Bunun ölçüsü var. Bunun
sahtekarı da çıkar. Dil yanarmış kardeşim. Öyle olunca sendeki bu dil tutuşur
yanar. Yani buraları söylemekten maksadım, insanın bu kadar büyük kıymeti var.
Bu büyük kıymet şu üç günlük hayatta nasıl çürür gider?
Hülasa,
Hak ve hakikate uymayan şeyi terk edenden, bir muahede[25]i
ilahiye vaki olmuştur. Bak Allah ile yaptığın muaheden elinde duruyor mu
durmuyor mu? Diyor. Netice bu. Hesap gör. Hak ve hakikate uymayan şeyleri terk
edende bir muahede-i ilahiye vaki olmuştur. Bunlar hep bu alem-i insaniyette
olacak. İnsanlık aleminde.
Adem
olmak istersen adem ara, adem-i bul, adem ile adem ol. Hepimizin birçok dostu var. Para dostu var, masa dostu
var, cah dostu var, şu var bu var, böyle, böyle dost var mı? Bu. Sonra o
insanın nazarından düşmemeye gayret et. Nazardan düşen küfürden beterdir. Küfür
iman ile tashih edilir. Zira küfrün iman ile tedariki mümkündür. Ama nazardan
düşenin tövbe ve rücu’u yoktur diyor Hz Muhammed (sav). O kadar ince bir bağ.
Küfrün tedavisi var. İmanla tedavi olur. Tedariki var. Nazardan düşenin tövbe
ve rücu’u sahih değildir dedi, Hz. Muhammed (sav). Gönül Hakk’ın nazargahıdır.
Onu ondan başkasına terhin[26] etme. Ne güzel söylemişler;
“Meyleyleme
ol yare ki ağyar eli değmiş.
Pejmürde[27] olan gülde letafet
bulunur mu?
Merhun
u dil ü hasret olan atır açılmaz,
Medyun
olan adem de şetaret bulunur mu?”[28]
Hülasa
Mevlaya müştak olana her şey müştak[29]
olur. Mevlaya müştak olana, cümleyi hafızanda daima tut; her şey müştak olur.
Şevk ateşiyle yananı cehennem ateşi yakmaz. Yokla kendini bak. Hüdanın aşkından
gayrı ne varsa hepsi can çekişiyor. Hepsi can çekişiyor. Evet muhabbet-i
Hüda’dan mahrum olmak can çekişmek değil de; ya nedir? Gündüzü, karanlık gecede
iste, karanlık gecede. Gündüzü, karanlık gecede iste. Yani hakikat gündüzünü bu
zulmet-i beşeriyede iken, zulmeti nefsaniyede, halas olmaklık manasını al.
Şimdi sen bu beşeriyetin şu zulmet kabıdır bu, bunun içindeyken gündüzü iste,
bundan çıktıktan sonra adama gündüz verilmez. Hiç imkanı yok onun, tekrar
gündüz bana verilir mi? Yoo verilmez. Verilmez. Onun içün gündüzü karanlık
gecede iste. Neden biz bunları isteyemiyoruz. Sebebi var. İnsanların iki gözü
toprak ve mevte kadar uzanıyor. Oradan öteye bir türlü uzanmıyor. Şimdi hepimiz
öleceğimizi biliyoruz. Ve şu toprağa gireceğimizi de biliyoruz. Buraya kadarına
kadar gözü götürüyoruz, oradan öbür tarafa katiyen uzatmıyoruz. Uzatmayınca
karanlık gecede gündüzü isteyemiyoruz. Uzattığımız dakikada karanlık gecede
gündüzü isteyeceğiz. O gündüze de kavuşmadan bir şey olmaz. Tabiatın ateşi,
yani ateş-i tabiatımız, su ile sakin olmaz kardeşim. O öyle bir ateştir ki,
sahibini cehenneme kadar sürükler. Bu ateşi söndüren şey yalnız manadır. Semavi
cazibedir. Başka türlü sönmez. Söndüremezsin.
Ahlak,
insanı öyle bir ilme sahip kılar ki; müşterisi Allah olur. Sonra, o kısmet-i
ezeliye de o, suri rızıklar, onları ne beşer eliyle değiştirebilir, ne şey
etmez, boşuna yorulursun. Gena[30]-i(?)
kalp muazzam bir iş. Büyük Mevlana, muazzam adam: Tası hammamest in dünyayı dun, her dem i derdest (der-best) na pak i
zebun.[31] Dünya denilen şey
bir hamam tasıdır. Bir cenabetin elinden bir cenabetin eline geçer. Mevlana
söylemiş, ben nakilim. Tası hammamest in
dünyayı dun, her dem i derdest(der-best) na pak i zebun. Dünya denilen şey;
ama dünya deyince bu mezahiri görme. Herhangi bir şey ki, seni hak ve hakikatten
alı koyan bir varlıktır, onun adına dünya, der. Yoksa bu oturduğun, şu
oturduğun bunlar, bunlar dünya değil. Herhangi bir şey ki, seni hak ve
hakikatten alıkoymuş, sana bir şey vermiş, o bir hamam tasıdır, diyor. Bir
cenabetin elinden, diğer bir cenabetin eline geçer.
Sonra
bu işler daima birbirine bağlı gider. Nizam-ı alem Hakk ile kaimdir. Onu
değiştiremez kimse. Nizam-ı alem Hakk ile kaimdir. İnsanlar hasis menfaatlerine
kapılırlarda, iptal-ı Hakk eylemeye başlarlarsa, kuvveyi hakimeden de aynı
muameleyi görürler. Başka bir muamele göremezler. Aynı muameleyi görür. Bu
cümleyi tekrar söyleyeyim. Nizam-ı alem Hakk ile kaimdir. Bu sarsılmayan bir
kaide, bozulmaz yani ya. İnsanlar, hasis menfaatlerine kapılırlar da, hakları iptal
etmeye başlarlarsa, kuvve-i hakimeden de aynı muameleyi görürler. Yoruldunuz
mu? (hayır,hayır)
Halil
olmaya çalış ki, her ay ve güneş seni aldatmasın. Öyle dimi ya? O büyük
kitaptaki bize nakledilen kıssalar böyle bir hikaye diyerekten mi okuruz biz
acaba? Öyle okuruz ya. Bir nazmı kerimin kaç şekilde kaç tevcih[32] ile manası vardır. Di mi?
Ay, güneş misal getiriyor Allah; En parlak bir şey di mi? Güneş, hayat veriyor.
Kudretin izniyle. Ama benim halilimi aldatamadı diyor. Aldanma diyor. Bu
sahnede adamı aldatırlar. Aldanma. İstikbal şöyle olacak, böyle olacak, avutma
kendini. İstikbal gönül uyanıklığına bağlıdır. Bir, mühim bir düstur. Efendim
istikbalimiz böyle olacak, şöyle olacak. Gönlün uyanmazsa birşey olmaz.
İstikbal gönül uyanıklığına bağlıdır. Gözümüz uyanmadı ki, gönlümüz uyansın. Nereden
belli olur gönül uyanıklığı? İstikamet başlar. İstikamet. Bugün birbirimize
itimadımız var mı? Yok. Neden? İstikametimiz yokta ondan. Bunlar birbirine
bağlı. Ben senden emin değilim, sende benden emin değilsin. Neden istikamet
yok. Kardeşim istikamet öyle bir sıfattır ki, buna nail olanlardan iblis tir
tir titrer. İstikamete sahip olan kalpten manaya düşman olan iblis, tir tir
titrer. Bugün iblis nerede bizden titreyecek? Başımızda tepinir.
Onun
içün Allah’tan bir şey isteme. Tek bir şey iste. Hakikat gözü. Onu iste. Yani
hakikat göreyim diye göz iste. Başka bir şey isteme. Yarabbi hakikat göreyim.
Göz iste. Bu gözün istenmesi içinde, önde talimi ümmet olmak üzere, Beşeriyetin
Fahri Ebedisinin(sav) sözünü dinle. Belki okudun kitaplarda geçti ama üzerinde
durmadın ki; Allahümme erinel eşyae kema
hiye[33] Beşeriyetin Fahri
Ebedisi (sav) onu istiyor. Sende Allah’tan onu iste. Hakikati görecek göz iste
Allah’tan, başka bir şey isteme. O vakit ne zalime taparsın, ne zalim sana
kendisini taptırtır. Ne zalim olursun. Ne haktan uzaklaşabilirsin. Hiç birisi
olmaz.
Adaletle
takyid[34]
edilmeyen hürriyet beşeriyeti yıkar. Bunlar hep birbirine bağlı şeyler.
Hürriyet. Ben sana tecavüz edeyim, ne söylüyorsun ya.. “Hürriyet var.”
diyorsun. Öyle şey olur mu? Hürriyet, adaletle takyid edilirse insanlar için
nafi[35] olur. Hakiki demokrasi
bununla payidar olur. Demokrasiyi muhafaza edebilmek içün, metin ahlaklı olmak
şarttır. Onun kelimesiyle oynamak değil, metin ahlaklı olup esaslara, o metin
ahlaklı esaslara istinad etmek lazım gelir.
Metin ahlaklı olabilmesi içün, insan kendisinin bir Kadir-i Mutlakın eseri
olduğunu idrak ederse olabilir. Bir Kadir-i Mutlağın eseri olmadan bir adam
metin ahlaklı olabilir mi? Kendi kendine adam metin ahlaklı olabilir mi? Nasıl
olur o?
Cümleyi
tekrar edeyim. Aldanma yaldızlı cümlelere, bir yere bağlayacaksın. Demokrasiyi
muhafaza edebilmek içün, metin ahlaklı esaslara istinad etmek lazımdır.
İnsanda
kendisinin bir Kadir-i Mutlağın eseri olduğunu idrak edemezse, katiyyen
hürriyetin kıymetini bilemez. Oradan gelir. Bilemez. Ve o kıymet bilinmeyince
de, demokrasi kolayca payedar[36] olamaz. Olmaz. Deden
bunlara sahipti. Tarihin de en eski efendisiydi. Deden var ya. Bak dedenin
vaziyetine bak. Tarihini aç, sonra bütün tarihlerle karşılaştır. Tarih, tedkik
edilirse, bir milletin kemalinde, zevalindeki ahvali araştırırsak, neler
görülür.
Cemiyeti
beşeriye hakkında cari olan bir Kanun-i İlahi vardır. Onu kimse bozamaz. Bir
beşerin yaptığı kanunu diğer beşer gelir bozar. Oo cayır cayır bozar. Öyle bir
bozar ki; bozar. Fakat Allah’ın yaptığını bozacak el yok. Cemiyet-i beşeriye
hakkında cari olan, bir Kanun-i İlahi vardır. Şu suretle cereyan eder. Her kavmin mevcudiyetinden nasibi, vahdetten,
birlikten, aldığı nasiple ölçülür diyor Allah. Onun içün, zaman tefrika[37]
zamanı değildir. Birleşme zamanıdır. Vahdet zamanıdır. Esef[38]
geçmişi geri getirmez kardeşim. Ne kadar esef edersen et. Geçmiş gelir mi?
Keder musibeti def eder mi? Cevap versene, keder musibeti def eder mi?
Selametin anahtarı, varsa yoksa ihlas ile iştir. Bu sahada bir milletin
yükselmesini Ahlak esas olarak konmuştur.
Hülasa
yükselmek içün, hüsn-ü niyetten başka bir merdiven yoktur, iki gözüm. Yok. Yeis
himmetsizliği getirir. Kırılır her şey. Yeis geldi mi bir adama, bitti. Himmetsizlik;
onun neticesi helaktır. Bunları en açık beyan eden Kur’an dır Kur’an. Ölmemiştir.
Ebedi bir hayata mazhardır. Müracaat et, hükmünü al, işini gör. Eisenhower bile
öyle dedi ya. Dünyadaki çirkinliği, beşeri ..hürriyet sahasına sürüklüyoruz
diyerekten kemiren varlığı, Kur’an ile İncil ile inşallah kardıracağız dedi.
Anlatabildim mi? Öyle dedi. Zamanında öyle dedi adam. Bunları icat eden Edison,
iki sefer daha söyledim galiba. Halet-i ihtizarın[39]da
bir hali var. Haleti ihtizarında. Haleti ihtizar ne demek? Belki kelime yabancı
gelir kulağına. Ahirete gitmek zamanının tekarübünde[40],
yaklaştığında. Şu kasayı açın diyor. Açıyorlar. İçinde gayet müzeyyen
giran-baha[41]bir çekmece var. O çekmeceyi
de açın diyor. Açıyorlar. İçinde itina ile tertemiz bir kitap var. Onu bana
getirin diyor. O da Kur’an. Onu açıyor. اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ [42] ayeti kerimesini göstererek,
bütün ihtirayı[43] buradan yapmışımdır
diyor, bağrına basıyor, gidiyor. Sen artık ne dersen de. Dinleyen varsa kendin
dilersin. Başkası dinlemez. Geliyor, gidiyor.
Ya..Ne
diyordu o kanununda. Hüda’nın, dedim bir kanunu var. O kanun-u ilahiyi şu
suretle bulursunuz. Her kavmin mevcudiyetinden nasibi vahdetinden, vahdetten
olan nasibiyle. Yani birleşmesinden ne kadar nasibi varsa, ne kadar
birleşebilmişse. Anlatamıyor muyum ya? Şevket ve azametinden olan nasibi de,
onun hisse-i hakimiyyetine olan meyliyle müsavidir. Deden bu esaslarla yaşamış.
Üç kıtada hakim olmuş, otur demiş, oturtmuş, zulmü gördüğü yere adli, cehli
gördüğü yere ilmi, inkarı gördüğü yere imanı va’z etmiş. Hemen hemen her
konuşmada tekrar ettiğim gibi, dünyanın daimi büyük varlıklarının, matma-ı[44]
nazarı olan bahr-i sefit[45]
havzasıdır. Deden bunu sana almış vermiş. Sende asırlarca yemişsin vermişsin
filan. Yine, göz bebeği olduğu yerde oturursun. Bunun teali-i terakkisi neye
bağlıydı; hiç açıp da bakmaz mısın?
Nedir bize taklit yakışır mı ya? Biz köksüz bir millet miyiz? Üredi türedi miyiz biz? Bizim kadar köklü,
ismimizde hikmet var bizim. Di mi? Nasıl
teali etmiş? Hafızamda değil bir yere yazdım, eğer unutturulmazsam bu hafta okuyacaktım
size. Bir dostum okudu ondan yazdım da. Fatih’in İstanbul’u almaya hazırlanıp
atına binerken bir şiiri var. Şimdi parçalamayayım da zevki kaçmasın. Sağ
kalırsam haftaya okurum. Yirmi iki yaşında bir cihangir; atmış yaşında elli
yaşında değil. Delikanlı tabiri yalnız bizde vardır. Hiçbir kavimde
delikanlılık kadar güzel bir tabir yok. Deden bulmuş koymuş onu. Delikanlı
deriz, di mi ya? Hiç karşılığı yoktur başka lisanda bulamazsın. Tam delikanlı.
Fatih, devre açıyor, çağ, çağ.
Yaratırım,
şöyle yaparım filan diye basmıyor. Ata biner, basarken üzengiye, atına
binerken, irticalen bir şiiri var. Elbette Allah yüzüne bakar canım. Bakmaz mı?
Şu ayeti kerimenin mealini almış;
وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ [46] Bu ayeti almış. Benim uğrumda cihad edeni ben elimden tutup götürmez miyim? Allah öyle diyor. Onu almış. Neyse okuyacağım sağ kalırsam Allah çıkarırsa tekrar. O vakit daha açarım bunu ben. Gayet güzel. O etrafında birçok insanlar var. Şevketlim diyen, ama adama öyle bir şey gelmiyor ki. Biz ufacık bir yere bir bir şey olsak, masa bir parça büyüse filan. Üüüü. El hareketleri değişir. Enseden konuşur, burasından. Buradan konuşmaz şuradan, şuradan, şuradan konuşur. Evet öyle konuşacak ya. Neden? Sen herkesi avladım diye ömrünü tükettin. Biz öyle herkesi avladık diye ömrümüzü bitiririz. Halbuki kendinizi, ne derler ona dama düşürmek. Yaa. Avlanmak şekline, aklıma öyle geliyor. Öyle zannederiz ki; biz işte kendimiz gayet kurnaz. Avladık. Kendimizi ava düşürdük. Neden acaba? Hakiki murattan mahrum olan kimse, avlanmamış mıdır? Hakiki murattan biz mahrumuz. Hakiki murattan. Sayılı nefes kayıtlanmış hapis içerisinde, eee ne oldu? İşte avlandın, geçtin gittin. Onun içün, kudret elden gitmeden, perdeyi gaflet açılmadan, daha henüz tövbe kapısı kapanmamıştır. Gafiller öyle semada bir kapı ararlar. Yok bu iki dudak işte. Tövbe kapısı bu.
Ama. Bütün varlık senin vücudunda. Daha kudret bak konuşuyor. Muntazam, muntazam konuşabiliyor. Bu kapanmadan Hakka dönelim. Taklidi terk edelim, taklidi. Hemen hemen her konuşmada tekrar ettiğim gibi, yine tekrar ediyorum, taklit tefekkürü kaldırır. Bizim yıkılmamızın amili odur. Bunu taklit ediyorsun, nasıl yapacağım diye düşünür müsün? Düşünür müsün? Düşünmezsin. Düşünmeyince geri kalırsın işte. Ondan geri kaldın. İlimlere mevzu verirken deden, sanatlara model verirken, sen şimdi acayip acayip çırpınıyorsun. Zekan mı yok? Allah hususi bir kabiliyet mi vermemiş? Dünyanın bütün insanlarından zekiyiz biz. Üüü öyle bir kafa vermiş, herkesten zeki. Fakat yerinde sarf olmaz, birbirimize düşmüşüz. Bu bizi bitirmiş. Birbirimize düşmüşüz. Sevmeyiz birbirimizi. Hadi inanmayan sevmeyebilir. Fakat inandım iddiası, yani ben iman etmişim diyen nasıl sevmez birbirini? Sevmiyoruz işte. Sevmediğimizden dolayı bizim imanımızı Allah kabul etmez. Çünkü Hz Muhammed (sav) haber verdi. Kaç defa söyledim. İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Buraya da cevap verelim.
وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ [46] Bu ayeti almış. Benim uğrumda cihad edeni ben elimden tutup götürmez miyim? Allah öyle diyor. Onu almış. Neyse okuyacağım sağ kalırsam Allah çıkarırsa tekrar. O vakit daha açarım bunu ben. Gayet güzel. O etrafında birçok insanlar var. Şevketlim diyen, ama adama öyle bir şey gelmiyor ki. Biz ufacık bir yere bir bir şey olsak, masa bir parça büyüse filan. Üüüü. El hareketleri değişir. Enseden konuşur, burasından. Buradan konuşmaz şuradan, şuradan, şuradan konuşur. Evet öyle konuşacak ya. Neden? Sen herkesi avladım diye ömrünü tükettin. Biz öyle herkesi avladık diye ömrümüzü bitiririz. Halbuki kendinizi, ne derler ona dama düşürmek. Yaa. Avlanmak şekline, aklıma öyle geliyor. Öyle zannederiz ki; biz işte kendimiz gayet kurnaz. Avladık. Kendimizi ava düşürdük. Neden acaba? Hakiki murattan mahrum olan kimse, avlanmamış mıdır? Hakiki murattan biz mahrumuz. Hakiki murattan. Sayılı nefes kayıtlanmış hapis içerisinde, eee ne oldu? İşte avlandın, geçtin gittin. Onun içün, kudret elden gitmeden, perdeyi gaflet açılmadan, daha henüz tövbe kapısı kapanmamıştır. Gafiller öyle semada bir kapı ararlar. Yok bu iki dudak işte. Tövbe kapısı bu.
Ama. Bütün varlık senin vücudunda. Daha kudret bak konuşuyor. Muntazam, muntazam konuşabiliyor. Bu kapanmadan Hakka dönelim. Taklidi terk edelim, taklidi. Hemen hemen her konuşmada tekrar ettiğim gibi, yine tekrar ediyorum, taklit tefekkürü kaldırır. Bizim yıkılmamızın amili odur. Bunu taklit ediyorsun, nasıl yapacağım diye düşünür müsün? Düşünür müsün? Düşünmezsin. Düşünmeyince geri kalırsın işte. Ondan geri kaldın. İlimlere mevzu verirken deden, sanatlara model verirken, sen şimdi acayip acayip çırpınıyorsun. Zekan mı yok? Allah hususi bir kabiliyet mi vermemiş? Dünyanın bütün insanlarından zekiyiz biz. Üüü öyle bir kafa vermiş, herkesten zeki. Fakat yerinde sarf olmaz, birbirimize düşmüşüz. Bu bizi bitirmiş. Birbirimize düşmüşüz. Sevmeyiz birbirimizi. Hadi inanmayan sevmeyebilir. Fakat inandım iddiası, yani ben iman etmişim diyen nasıl sevmez birbirini? Sevmiyoruz işte. Sevmediğimizden dolayı bizim imanımızı Allah kabul etmez. Çünkü Hz Muhammed (sav) haber verdi. Kaç defa söyledim. İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Buraya da cevap verelim.
Söylerken
daima cevap veriyorum ya. Bazı böyle tuhaf insanlar vardır canım işte,
Hislerine kapılmışlar, bir Cennet, bir Cehennem derler; bu manayı anlatan
insanlar. Başka bir şey var mı? Be yok. Başka bir şey var mı? Bu sahnede başka
bir şey var mı? Ne var? Biri iyiliğin karşılığı, biri de kötülüğün karşılığı.
Onu bir tek kelimeye sokmuş kudret. Başka da bir şey yok. Giremezsin. Birbirinizi
sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız diyor. Demek bir adam alnı secdede çürüse,
kudreti olup da bin defa hacca gitse, milyonla parası olup da tasadduk etse,
anlatamıyor muyum acaba? Her gün alnı böyle secdeden kalkmasa da boyuna sabahında
akşamı da beraber bitirse, hilkat.. en nas iyaullah; Allah’ın iyali insanlardır. Muhabbet etmese,
imanı yoktur diyor. Bitti. Sen istediğin kadar ben mü’minim de, şu de, bu de.
Mü’min demiyor. Şimdi biri kalkarda, bu iman mefhumuna, bu mana mefhumuna
tecavüz ederse, Yahu sen birbirini sevmeklik hususundaki varlığa cephe mi
alıyorsun? Ne cevap verebilir o. Demek sen insani varlığın aleyhine bir yaşayansın.
Söz bitmiştir denir ona. Söz bitti denir. Söz bitti denir başka bir şey denmez.
Sonra
bir kısmı da iddia eder: Efendim biz ma’kulat[47]
ile meşgulüz. Ma’kulat manadır der. Yook. Her şeyin ayrı tarifi vardır. Kaç
türlü bir acayip, bir acayip tecelli. Ma’kulatı mana diye iddia etme. Mana ona
derler ki; bak tarifi var. Hafızanda tut. Mana ona derler ki; Seni senden soyar,
benlik kaygından kurtarır, nakş ve suretten seni müstağni kılar. Mananın tarifi
bu. Hülasa nefsine esir olan kimse mana ile alakası yoktur. Bir şey yok. Soyar
seni senden.
Bir
misal vereyim. Mahmud-u Gaznevinin bir ibrikdarı var. Eline su döken, abdest
alırken su döken, elini yıkarken su döken, ibrikten. Saltanat icabı Mahmud-u
Gaznevi’nin. Ama bu kemale ermiş insana ait bir söz. Amma insan yapamasa da, özense
de bir feyiz alır. Her işitilen büyüklük yapılması imkan dahilindedir. İmkan
dahilinde olmasa Allah mükellef kılmaz. Ama bir kısmını, çünkü öyle diyor: , [48]لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا
Hani bazı kimseler derler ki; efendim zaman yardım
etmedi de, zemin yardım etmedi de, yok öyle şey, o şekilde sakın Kudrete insan
şey etmemeli. Mazeret serdetme der Peygamber(sav) der, tepelenirsin der. Yaa, demek
ki ben Allahlığımı yapamadım der. Ben bilmiyordum senin zamanını, zemimini,..
Öyle değil. E napalım işte zaman icabı filan. En kötü söz: zaman sana uymuyorsa
sen zamana uy. Ne demek o? Sana Allah irade sanatını vermiş ya. Bütün mevcudatı
emrine müsahhar[49] kılmış. Sen kimseye
uymayacaksın ya. İnsan bu insan. Enisi, munisi, yârı, nigarı Allah. Ne demek
uymak. Bütün mevcut sana uyacak. Hepsi. Hakk’ı gücendiren bir söz. Bilmeyerek
yapıyoruz. Kudret affetsin.
Nefse köleyiz de onun için. Mesele orada, nefse köleyiz. Nefse köle olmuşuz. Çıkamıyoruz içerisinden. Hakikat terazisinde insan kendisini tartmazsa, çok aldanır. Tartamıyoruz. Nefse köle olunca, Hakk’ın sözüne agah olmuyoruz. Bilir misiniz, Hakkı bulmaya delil nedir? Hakk’ın kendi sözüdür. Bu tabire aman dikkat et. Hiç olmazsa bunu bırakmış olayım da gideyim. Bitirmek üzereyim. Hakkı bulmaya delil, Hakk’ın kendi sözüdür. Nedir o [50]وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ Siz nerede olsanız ben sizinle beraberim. Bu söz Allah’ın sözü. Artık onu bulmaya başka delil arar mı adam? Bir şey anlatamıyor muyum? وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ[51] Ben size can damarınızdan daha yakınım. Bir yerde kaldım ama nerde kaldım? Hatırlatabilir misiniz? Efendim: (Mahmud Gaznevi) Tamam Mahmud’u Gaznevi de. Mahsus soruyorum. İbrikdar, evet. Adı Muhammed ibrikdarın, Ayazoğlu Muhammed. “Nerde Ayazoğlu?” demiş çağırmış. Bağırmış Ayazoğlu diyerekten. Oda nazlı bir ibrikdar haaa. Öyle acayip bir ibrikdar. İsterdim biraz ondan bahsedeyim amma vakit geldi, saatte geç. Diyor ki; “hatırınızı rencide eden bir şey oldu da mı beni ismimle çağırmadınız da, Ayazoğlu diye çağırdınız?” Sultan Mahmud-u Gaznevi’ye. “Hayır” diyor, “abdestsizdim de, o mübarek ismi ağzıma alamazdım.” Bir şey anlatabildim mi acaba? Herkesin irfanı, halletsin mevzuatı. Bu mihnet aleminde müteessir olma. Neden bilir misiniz? Fahri Alem Efendimiz (sav); Ya Rab, bana gözyaşı akıtıcı göz ver diye dua etmiştir. O imtihan sahnesi bu. Ya Rab bana gözyaşı akıtıcı göz ver. Artık sen onu irfanınla büyüt, büyüt ne kalın biliyor musun bu, kaç cilt kitap yapar bu? Bütün hadisatı şey eder. Onun içün büyükler derler ki; Gözyaşınla gıdanı yoğur, iç ateşinle pişir, o vakit ilhama nail olursun. Bu gün ki konuşma bu kadar yeter.
Nefse köleyiz de onun için. Mesele orada, nefse köleyiz. Nefse köle olmuşuz. Çıkamıyoruz içerisinden. Hakikat terazisinde insan kendisini tartmazsa, çok aldanır. Tartamıyoruz. Nefse köle olunca, Hakk’ın sözüne agah olmuyoruz. Bilir misiniz, Hakkı bulmaya delil nedir? Hakk’ın kendi sözüdür. Bu tabire aman dikkat et. Hiç olmazsa bunu bırakmış olayım da gideyim. Bitirmek üzereyim. Hakkı bulmaya delil, Hakk’ın kendi sözüdür. Nedir o [50]وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ Siz nerede olsanız ben sizinle beraberim. Bu söz Allah’ın sözü. Artık onu bulmaya başka delil arar mı adam? Bir şey anlatamıyor muyum? وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ[51] Ben size can damarınızdan daha yakınım. Bir yerde kaldım ama nerde kaldım? Hatırlatabilir misiniz? Efendim: (Mahmud Gaznevi) Tamam Mahmud’u Gaznevi de. Mahsus soruyorum. İbrikdar, evet. Adı Muhammed ibrikdarın, Ayazoğlu Muhammed. “Nerde Ayazoğlu?” demiş çağırmış. Bağırmış Ayazoğlu diyerekten. Oda nazlı bir ibrikdar haaa. Öyle acayip bir ibrikdar. İsterdim biraz ondan bahsedeyim amma vakit geldi, saatte geç. Diyor ki; “hatırınızı rencide eden bir şey oldu da mı beni ismimle çağırmadınız da, Ayazoğlu diye çağırdınız?” Sultan Mahmud-u Gaznevi’ye. “Hayır” diyor, “abdestsizdim de, o mübarek ismi ağzıma alamazdım.” Bir şey anlatabildim mi acaba? Herkesin irfanı, halletsin mevzuatı. Bu mihnet aleminde müteessir olma. Neden bilir misiniz? Fahri Alem Efendimiz (sav); Ya Rab, bana gözyaşı akıtıcı göz ver diye dua etmiştir. O imtihan sahnesi bu. Ya Rab bana gözyaşı akıtıcı göz ver. Artık sen onu irfanınla büyüt, büyüt ne kalın biliyor musun bu, kaç cilt kitap yapar bu? Bütün hadisatı şey eder. Onun içün büyükler derler ki; Gözyaşınla gıdanı yoğur, iç ateşinle pişir, o vakit ilhama nail olursun. Bu gün ki konuşma bu kadar yeter.
[1]
Esatiz : Ustabaşı. Bir işin tedbirinde , öğrenilmesinde önderlik eden.
[2]
Na-hak : (Frs) Haksız, beyhude, boş.
[3]
Tebeddül : Başkalaşmak. Yeni hey'ete, başka kıyâfete girmek.
[4]
Gayur (gayyur) : 1) Kıskanç 2) Hamiyetli. Çok çalışkan. Dayanıklı. Çok gayretli
[5]
Muhyi : Maddî mânevî hayat veren, dirilten, canlandıran, can ve ruh veren
[6]
Mümit : Ölümü yaratan, ölümü veren, imâte eden. Helâk eden
[7]
Hamakat : Ahmaklık. Budalalık. Bönlük. Anlayışsızlık.
[8] İhna : Acıma,
merhamet etme, şefkat etme.
[9] Mülk Suresi 2.
Ayet الَّذِي
خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ
الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
Meali: O ki ölümü ve dirimi kadir edip yarattı, sizi imtihana çekip şunu
bildirmek için ki hanginiz amelce daha güzel, hem o öyle azîz, öyle gafur. (Hamdi Yazır)
[10] İlka : Koymak,
bırakmak. Terk etmek. Öne atmak.
[11] Tecessüs : İç
yüzünü araştırmak. İç yüzüne bakmak
[12] Afitab : 1)
Güneş 2) Pek güzel
[13] Matlab : 1)
İstek, istenilen şey 2) Kaziye
[14] Lemean :
Parlama, parıldama.
[15] Süluk : Bir
yolu takib etme. Bir tarikata bağlanma. Mânevi terakki mertebelerinde devam
etme.
[16]
Salik : Bir yolda giden. Belli bir yol tutup giden.
[17]
Müteallim : Taallüm eden, ilim ve bilgi edinen, öğrenen. Talebe.
[19]
Rücu : Geri dönme, vazgeçme, cayma
[20]
Ma’siyet : İtaatsizlik, günah, isyan.
[21]
Fütur : 1) Yeis, ümidsizlik, 2) Gevşeklik 3) Zaaf
[22]
Ba’s : 1) Gönderme, gönderilme. 2) Uykudan uyandırılma.
[23]
Müsemma : İsimlendirilen, ad verilmiş olan, bir ismi olan
[24]
Maksud : Kastedilen. Arzu edilen. Gaye. İstek.
[25]
Muahede : Karşılıklı yeminleşme, anlaşma. Devletler arasında andlaşma.
[26]
Terhin: Rehin verme. Emanete bırakma.
[27]
Orjinal metinde Efsürde diye geçiyor.
Efsürde : Donmuş. Sıkılmış bayatlamış, posası çıkmış
Efsürde : Donmuş. Sıkılmış bayatlamış, posası çıkmış
[28]
Şeyhülislam Yahya Efendinin beyitleri.
[29]
Müştak : Arzu ve iştiyak gösteren, fazla istekli.
[30]
Gana (gena) : Kifayet, kâfi gelme. (Cümleyi tam anlayamadık)
[31]
İstanbul’da bir hamamın kitabesinde ki bir beyit;
Tıynetin nâ pâk ise,
hayr umma sen germâbeden.
Önce tathîr-i kalb et, sonra tathîr-i beden."
Önce tathîr-i kalb et, sonra tathîr-i beden."
[32]
Tevcih : 1) Tefsir etme. 2) Rütbe vermek 3) Döndürmek, yöneltmek
[33]
Hadisi şerif meali : Allah’ım eşyanın hakikatını bana göster.
[34]
Takyid : Kayıt ve şarta bağlanma. Şart koşma. Bağlama. Deftere yazmak
[35]
Nafi’ : Menfaatli. Faydalı. Yarar. Şifalı
[36]
Payedar : Rütbeli, pâyeli, itibarlı
[37]
Tefrika : Nifak. Ayrılık. Bozuşma.
[38]
Esef : Hüzün, gam, nedamet, pişmanlık. Daralmak. Elden çıkan bir şey için hâsıl
olan üzüntü
[39]
İhtizar : Can çekişmek. Hastanın ölüme hazır olması
[40]
Tekarüb : Birbirine yaklaşma. Birbirine
yakın gelme
[41]
Giran-baha : Kıymet ve pahası çok olan
[42]
Nur Suresi 35. Ayeti kerimesinin baş tarafı. Meali, “Allah, göklerin ve yerin
nuru’dur.”
[43]
İhtira : Evvelce keşfolunmamış, bilinmeyen bir şeyi keşfetmek. İcad etmek
[44]
Matma : Tamâ edilecek şey. Çok istenilecek şey
[45]
Sefit : Cömert
[46]
Ankebut Suresi 69. Ayet meali : Bizim uğurumuzda mücahede edenlere gelince
elbette biz onlara yollarımızı gösteririz ve şübhesiz ki Allah her halde
muhsinlerle beraberdir. (H.Yazır)
[47]
Ma’kulat : Aklın uygun bulduğu, ancak akıl ile bilinir ve nakle müstenid
olmayan meseleler ve ilimler.
[48]
Bakara Suresi 286. Ayetin ilk bölümü. Meali: Allah, kimseye gücünün ötesinde
bir teklifte bulunmaz.
[49]
Müsahhar : Fetih ve teshir olmuş, ele geçirilmiş. Zaptedilmiş. İtaat ve hizmete
alınmış.
[50]
Hadid Suresi 4. Ayet-i kerimesinin tamamı: هُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنزِلُ مِنَ السَّمَاء وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Meali : O odur ki Gökleri ve yeri altı günde yarattı,
sonra arş üzerine istiva buyurdu, Yere gireni ve ondan çıkanı, Gökten ineni ve
ona yükseleni hepsini bilir ve her nerede olsanız sizinle beraberdir, hem Allah
her ne yaparsanız görür.
[51]
Kaf Suresi 16. Ayeti Kerimesi tamamı: وَلَقَدْ خَلَقْنَا
الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ
مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Meali : Hem şanıma kasem ederim ki hakıkat insanı biz
yarattık ve biliriz; nefsi onu ne ile vesveselendirir ve biz ona «habl-i
verîd»den daha yakınızdır. (H. Yazır)
Erzurumlu Ali Rıza Efendi’nin bu şiirinin tamamı;
-BEKLERİZ-
Gerçi edna kullarız biz
gönlümüzce bekleriz
Cismi hak’iz lakin andan ruh ile müttefikleriz. Aşk ile canı cihanız, akliyle malikleriz Gelmişiz dünya değirmenin de nöbet bekleriz.
Dane’i ten un olunca
merğı canı anlarız.
Devri daim çun döner bu
esbabına felek
Arpa buğday misli
tenler labet un olsa gerek
Âlemi ervahı aaladan tenezzül ederek
Gelmişiz dünya
değirmeninde nöbet bekleriz,
Daneyi ten un olunca merği canı anlarız.
Gerçi bu devranı seyran
eyleriz leyli, Nehar
Şevkile ne çarhi döndüren enhar var “Tahtehel enhar” taharri etmişiz etmişiz andan Kur’an Gelmişiz dünya değirmeninde nöbet bekleriz
Daneyi ten olunca merği
canı anlarız.
Esbabı cismi bu nefis eylemiş toz ve duman
Aynı Beytullah iken
dil, etmişiz gayra güman
Maksadı aksayı koymuş kılmışız meyli cihan |
Gelmişiz dünya
değirmeninde nöbet bekleriz
Daneyi ten un olunca merği canı anlarız.
Hoş o demler kim sürdü
canımız canan ile
Ol vatandan düşmüşüz bu gurbete nisyan ile
Hayfa kim dostu unutmuş
kalmışız düşman ile
Gelmişiz dünya değirmeninde nöbet bekleriz
Daneyi ten un olunca
merği canı anlarız.
Âlem aşkı unutmuş
gafilâne söyleriz
Ol görünse imdi biz
kevni mekânı neyleriz
Vah ki, ol manayı koymuş surete meyil eyleriz
Gelmişiz dünya
değirmeninde nöbet bekleriz
Daneyi ten un olunca merği canı anlarız.
“Hakki” Hak dilden
isteyen bulmuş garip
Her işi bitmiş anınla mutmain olmuş acip Gafiliz haktan anın çun kalmışız miskin, garip
Gelmişiz dünya
değirmeninde nöbet bekleriz
Daneyi ten un olunca merği canı anlarız. |
0 yorum:
Yorum Gönder