K253 (20.12.1966) 90 dk (253)
(Bu kasedin yaklaşık 45 dakikalık bölümü kayıttaki bir sıkıntı nedeniyle anlaşılmaz vaziyyette. Anlayabildiğimiz kadarını not aldık.)
(Bu kasedin yaklaşık 45 dakikalık bölümü kayıttaki bir sıkıntı nedeniyle anlaşılmaz vaziyyette. Anlayabildiğimiz kadarını not aldık.)
Ahlak
mevzuu üzerinde devam etmektedir. Her konuşmada tekrar ettiğim gibi mevzuu, iki
esasa ayrılmıştır. Vazifeden doğan ahlak, aşktan doğan ahlak. Vazifeden doğan
ahlakın membaı akıl, aşktan doğan ahlakın da annesi kalp olduğunu daima
söylüyoruz. Tabi ahlakın bahsettiği aşk, romanda okunan aşk manasına değil.
Nefiste hâsıl olan hasafete[1]
(? 01:05) ....
Şehvet, ruhta hâsıl olan.... da aşk denir. Bunları ..... içün izahatini yaptık….. İnsan asude kaldığı zaman, bir an için kendisini hadisattan ayırarak, iç âlemiyle baş başa bulunduğu an, kendisine bazı sualler sorar. Sessiz sözsüz, bizsiz sizsiz konuşmaya başlar. Kendisinin kim olduğunu sorar. “Ben kimim?” Der. Mevridim[2] , maadım[3](? 2:25), mebdeim[4] nedir? Der. Zahirde elli atmış kiloluk, seksen yüz kiloluk et kan kemik torbasından ibaret gibi gözüküyorsam da, düşünüyorum der. Bana bu düşünme nerden geldi? “Beni kim çekti bu âleme.” Der? Dünya denilen ikbalinde[5] Huda, idbarında[6] fecia gizlenen bu sahne-i şuhuda, dirliği pek kısa olan, bu dar-ı iptilaya[7] beni kim çekti? Merak eder sorar. “Nereden geldim?” Der. “Nereye götürüleceğim?” Der. Gelişimde gidişimde ihtiyarım yok der. Öyle ya hiç birimize sordular mı? “Beyefendi bir âlem var, gider misiniz?” Diye. Sormazlar. Giderken de sormazlar. Hiç. Kâinatın Serir[8]-i Saltanatına sahip olsa, sormazlar. “Teşrif eder misiniz?” Yok. Gelişimde gidişimde ihtiyarım yok. Elimde benim diyecek hiçbir medarım[9] yok. Bir veçheden çok zayıf, bir veçheden çok kavi bulunan ben neyim acaba? Bu suallerin altından insanda Hak derdi başlar. Bu derde müptela olanlar, taalli, terakki ederlerse, kâm alırlar. Zira insan bu âleme yalnız ithalat ve ihracat içün gelmemiştir. Hayvanda yer içer tenasül eder, insanda yer içer tenasül eder………………………..
Şehvet, ruhta hâsıl olan.... da aşk denir. Bunları ..... içün izahatini yaptık….. İnsan asude kaldığı zaman, bir an için kendisini hadisattan ayırarak, iç âlemiyle baş başa bulunduğu an, kendisine bazı sualler sorar. Sessiz sözsüz, bizsiz sizsiz konuşmaya başlar. Kendisinin kim olduğunu sorar. “Ben kimim?” Der. Mevridim[2] , maadım[3](? 2:25), mebdeim[4] nedir? Der. Zahirde elli atmış kiloluk, seksen yüz kiloluk et kan kemik torbasından ibaret gibi gözüküyorsam da, düşünüyorum der. Bana bu düşünme nerden geldi? “Beni kim çekti bu âleme.” Der? Dünya denilen ikbalinde[5] Huda, idbarında[6] fecia gizlenen bu sahne-i şuhuda, dirliği pek kısa olan, bu dar-ı iptilaya[7] beni kim çekti? Merak eder sorar. “Nereden geldim?” Der. “Nereye götürüleceğim?” Der. Gelişimde gidişimde ihtiyarım yok der. Öyle ya hiç birimize sordular mı? “Beyefendi bir âlem var, gider misiniz?” Diye. Sormazlar. Giderken de sormazlar. Hiç. Kâinatın Serir[8]-i Saltanatına sahip olsa, sormazlar. “Teşrif eder misiniz?” Yok. Gelişimde gidişimde ihtiyarım yok. Elimde benim diyecek hiçbir medarım[9] yok. Bir veçheden çok zayıf, bir veçheden çok kavi bulunan ben neyim acaba? Bu suallerin altından insanda Hak derdi başlar. Bu derde müptela olanlar, taalli, terakki ederlerse, kâm alırlar. Zira insan bu âleme yalnız ithalat ve ihracat içün gelmemiştir. Hayvanda yer içer tenasül eder, insanda yer içer tenasül eder………………………..
Zahiri
görünüşü itibariyle nihayet iki metre uzunluğunda bir çukur alabilecek gibi
fakat vicdan-ı kibriya, ....-i iptila (?6:30) âlemleri inletir. Geliş ve gidiş
yani nerden geldiğini ve nereye gideceğini bildiren bir ilim yoktur müspet ilim
olarak. Müspet ilim denilen şey onun nerden geldiğini söylemeye kalkarsa, ona müspet
ilim denmez. Nereye gideceğini de karıştıracak olursa…..yapar. Çünkü müsbet
ilim, hadiseler arasındaki……. Bu saha o saha……
Bakar
ki bende iki veçhe var. Bu suallerin ....sinde. Benim bir yüzüm âlem-i hilkate
bağlanmış, bir yüzümde âlem-i kudrete bağlanmış. Âlem-i hilkate bağlanan yani
bu matah(? 8:25) ile, bu görünen varlığa
bağlanan veçheme, nur-u akil denilen, nefsin galatlarını tashih eden, meçhulden malumu çıkaran cevher
verilmiş. ……………………
Zira akla burak mahallinden ileriye yol
vermiyorlar. Onun içün aklın manası budur………………………aklım var diye öğünürsün………… o
çok geçmiştir konuşmalarda…………… Benim deminki aklım olsaydı bunu şöyle mi
yapardım? Yarın ne malum ona hasret çekmeyeceksin. …………………seydi ben bu işi
böyle yapar mıydım hiç? …………………bugün kü aklıma da………………………………………………..Medarı
tekliftir, o kadar. Akıl, âlemi kudrete raptedilmiş veçhesinde……… Âlem-i
kudrete rapt olunan yüzümüz
na-mütemahidir. Âlem-i hilkate raptedilen yüzümüz ise işte görüyoruz. Dün bu
gün için rüya oldu, bu günde yarın için rüyadır. Öyle değil mi? Dün bugün içün
rüya, bugün yarın için rüya, yarın da......... Orta yerde hiç bir şey yok.
Kalbinin
heyecanı bu toprak vücudun(? 11:40) hangi
noktasında hüküm bulabiliyor? Bana cevap verebilir misin? Büyük konuşmaları terk edelim. Kalbimizin
heyecanı bu toprak unsurun hangi noktasında
hüküm bulabilir? İnsan bunu düşünmedikçe makam-ı insaniyete kadem basmamıştır.
Ve onun içün bir birimizi yiyoruz. Medeniyet henüz bunun raporunu vermemiştir.
Hüner göklere çıkmak değil, semalara çıkmak değil, aya inmek değil onun daha
ilerisine de olacak. On dört asır evvel beşeriyetin huzuru saadetine vasıl olan
büyük zat haberini vermiştir. Bu olacak. Fakat bu değil. Hemen hemen her
konuşmada tekrar ettiğim gibi, bugün hamule-i[10]
irfaniye-i beşeriye insanın taşıyamayacağı kadar taşmış, … gözleri kamaştırıyor, fenni akla veleh[11]
veriyor, felsefesi fikirleri durduruyor. Fakat kalbin feryadına bir çare
bulabiliyor mu? ......... çare yok kardeşim....
Vahşet
devri(?) ile, asırlar evveline döndüğümüz zamandaki o vahşetlerin böyle imkanı
olsa da gözönüne getirsek acaba bugün ki beşeriyetin irtikab[12] ettiği vahşet o vahşetle ne münasebeti var. Yüzlerce sene süren harpler oldu, kaç kişi öldü.
Düğmeye basarsın milyonla adam ölür. Ufacıcık bir şey atarsın, hilkatin sünneti
olan tabiatın adetini değiştirirsin. Bu medeniyet midir, yoksa vahşeti musanna[13]
mıdır? Fakat “Beşer, hareket-i fikriyyesini kaybettikten sonra, ne kadar
çirkinlik varsa onu güzel olarak kabul eder.” Diyor Hz Muhammed (sav). O en
büyük ahlakçının Beşeriyetin Fahri Ebedisi (sav) ‘in……………daima bununla iftihar…. İza eradellahu fitnete mahşedün edallehumullahu teala
hatta ra’ewul kabihe cemilen
Bir camia Hakk’ın en büyük ikramı olan..
nedir en büyük ikramı? Bizi insan yapmış. Her hangi bir mahluk-i süfli [14]olsaydık,
ne yapabilirdik? Olmayacağım deseydik dinletebilir miydik? Mevcudatı musahhar[15]
kılmış, kendisine muhatap tutmuş…………………. Faniyi bakiyle değiş etmeklik,
değişmeklik esaslarını vaz etmiş. ……………………………………
Bu istidadı, bu varlığı beşer kendi eliyle
kabul etmemekliğe başlarsa diyor; o vakitte onun Kudret helakini murat eder.
Onun helakini murat etti mi, ne kadar çirkinlik varsa güzel gösterir. İşte onu,
o çirkinliği güzel olarak kabule başlar. Hayatını güzellikten kurtarır,
çirkinliğe intibak[16]
ettirir. Bir şey anlatamadım galiba ki, nazarlar öyle durgun durgun. Söz
neredeydi? Vahşet-i musanna’a medeniyet diye tapılıyordu, bütün beşeriyet bu
halde mevzii konuşmuyorum. Bütün dünya sekenesi[17]
üzerinden. Kudret en büyük sermaye olarak, mevcudat üzerinde en büyük sermaye
olarak bahşettiği ….. çünkü kendi muhabbetiyle vasıl olmuştur. Bunu da esas
olarak………………..
Bu gün insanlık âleminden muhabbet
kalkmıştır. Yerini menfaat almıştır. İhtirasat-ı nefsaniye, hiç bir vakit
tatmin olmaz. Tatmin olmadığından dolayı beşeriyeti yakıp yıkar.(? 19:07) ……………
Bir çok iri iri kafalar, büyük büyük simalar
toplanır, toplanır. Ne, felah mı bulacaksınız? Huzur mu? İmkânı var mı? …..katiyyen olmaz. Bu yolla
bulunmaz. Zira huzur …………………
O halde huzur kisbi[18]
değildir, vehbidir[19].
Dünyaya ne kafi gelir? En büyük masalara maruz olursun, sonra listelere çıkarsın.
Fakat Kudret huzur denilen o nimetine, git filan yerde otur demedikçe bulamaz.
Öyle adi vesilelerle seni bizar[20]
eder ki kendinde şaşarsın. İnsanlık âlemi bunu aramaya başlamışsa, çaresini
bulmaklık niyetine …………..bunlar zor şeyler değil. Anlatıldığı vakit, insana zor
gelir. Fakat bunu yapacak olan Kudret Allah’tır yani ya.. O aczi, o ihlası, o illeti/niyeti
(?21:43), Kabin mutasarrufu da bizatihi kendisi elinde olduğundan dolayı, bütün
kalpler de benim iki parmağımın arasında bulunuyor…………………………………Bir an
içerisinde o kalplerin başka şekillere çevrildiğini.. Bugünkü ilimden, bilim
bugünkü ilim, Kudrete davacıdır. Kurtar beni beşerin elinden diyor. Beni ne
kadar fena yerden kullanıyorlar. Beni kurtar. O acze…. Ben beşeriyetin ihyasına
lazım olan yerlerde kullanılmak üzere yaratılmışım, beni imhada kullanıyorlar.
Sebebi ne? Kudretin işte verdiği en büyük sermaye fikr-i muhabbettir. İnsanlık
âleminde bu kalkmıştır. Ve onun içün devlet katiyyen ne servetle e o huzura
kavuşabilir, ne şuyla ne bu ile olmaz.. ……..
O muhabbet ne muazzam bir şey biliyor musunuz?
İşte böyle ufakcık böyle……………….Bu sözler maddenin kesafetinde kalmış, Nisabı[21]paranın
üzerindeki yazı olarak kabul etmiş tiplere (? 23:50) ait değildir. Mesela cemiyette
şöyle insanlar vardır ki; …………………………………. Bu kainat bir tesadüfün neticesidir
der, insan da tekamül etmiş olan bir hayvandır der, ihtirasat-ı nefsaniyyen kabardığı vakitte fırsatını bulup;
buldun, kırdın yaktın, kendime ait bişi
yapabildim mi, işte en mesut adam sensin derler. Ebediyet filan böyle
şeyler kast etmezler. Benim kitabım da paranın üzerindeki yazıdır, üç mü yazar,
beş yüz mü yazar, bin mi yazar o başka bir şey. Onun konuşma tarzı ayrıdır. Bir
de vardır ki; ben…. Gücüm yettiği kadar kendimden başka......hesabına……………
benim gibi akıllı, vicdanlı iz’anlı şuurlu bir varlığı iz’ansız, vicdansız,
şuursuz bir kudret meydana getiremez. Aslıma kavuşuyorum diyerekten yaşar…..
Vicdanından ebet sedasını duyan, bir bir cümleyle. Vicdanından ebet sedasını
duyan kimseye aittir.
Buraya nerden girdik? Dedim ki, ihtirasat-ı
nefsaniye hiçbir vakit tatmin olmaz. Cibilli bizde, insanlık âleminde yani ya.
Bugün hiçbir şeysi olmayan bir kimseye… Onda sahte bir tevazuda bulunur……………………
Mesela bir adamın masası varken konuşmasıyla, masasından düştükten sonra
konuşması arasında fark vardır. Cebinde parası varken yürüyüşüyle yokken yürüyüşü
arasında fark vardır. Yokken yürürken sendeler. Takılır ayağı. Ama bazen
gösterilir; “Bunda hiç fark olmadı.” O hazreti insandır. Fark olmadı mı, onlar
istifa kanununa sahip olan kimselerdir ki; onlar, şu
okuyacağım şey belki onu daha iyi izah eder.
Vech-i yare düşmüş olan, âlemde seyran
istemez.
Vech-i yare düşmüş
olan, âlemde seyran istemez.
Canını canana teslim
eyleyen, can istemez.
Bu misafirhanenin,
faniliğin, fehm eyleyen
Hane-i kalbinde
Hak’tan gayri mihman istemez. [i]
Anlaşılıyor
dimi bunlar. O sınıf buraya kadar teali, terakki etti. Masası varken de kasası
yokken de bir. Vuslatta bir, hicranda bir.... Bir daha okuyayım. Bu sefer de
kendime…. Kendi kendine bir şey okursun bir şey bir şey çalarsın. Kime? Kendine.
Kudretin……… bak.(? 28:46) Bu ağızdan söyletir,
bu kulakla dinletir.... kaç vücudun var? Kaç vücuda maliksin? Bir an içerisinde
ne kavgalar, ne seyirler, ne dolaplar, aynı anda kapanmalar, açılmalar. Bunlar
aynı vücudun içinde oluyor amma sen bir tane misin? Vech-i
yare düşmüş olan, âlemde seyran istemez. Canını canana teslim eyleyen, can
istemez. Bu misafirhanenin, faniliğin, fehm eyleyen hane-i kalbinde Hak’tan
gayri mihman istemez. …………………………………….
Mesela
mana bahsinde bir tövbe vardır tövbe. Tövbe ne demektir? Tövbe. Tövbe ettin mi
derler, ne demek tövbe? Rücu etmek demek. Fenalıktan rücu etmeye, içi sızlayarak
rücu etmenin manasına, ismine tövbe denir. Hani güler birisi, tövbe deyince
irticai bir söz gibi gelir. Tuhaf yani.
Ulûhiyet[22]
fikri de öyle: Geçen konuşmada söylediğim gibi; Fikr-i ulûhiyet, eğer gericilik
ve irtica ise bütün dünya bundan kurtulamamıştır. Dünya üzerinde hiçbir millet
yoktur ki, fikr-i ulûhiyetten münezzeh olsun. O halde bütün kainat mürtecidir.
Anlatamıyor muyum acaba? Taşa tapar, fikr-i ulûhiyettir; puta tapar, fikr-i ulûhiyettir;
güneşe tapar, fikr-i ulûhiyettir; insana tapar, fikr-i uluhiyettir. Fikr-i
uluhiyetten yani mafevk[23]
bir kudret tanıyor münezzeh, mükerrem.................................
Ben
kendi yağımla kavrulup bir çare bulacağım. Olur (olmaz) olur (olmaz) olur…………………
Onun
içün ihtirasat-ı nefsaniyeyle meydana gelen medeniyetler, yine ihtirasat-ı
nefsaniye ile yıkılır. Haric-i alemde bu zulümden kurtulur(? 32:50) ……. esas
madde yok. Nedir esas madde. Muhabbet? ………………………………..
Ve
hayatta bunu hiç bir vakit kurtaramazsın. ….?
İçin
yanarak, böğründe sıcaklığını bularak bir dost bulabildin mi diyerekten, bütün
ömründe bir saat döğündün mü? Var mı böyle bir saatin? Ama şu işi yaptım tutmadı,
söyle oldu bu işi yatım şöyle oldu bu işi yaptım böyle oldu, bunu nerden
çıkaracağım? Faili nedir, esbabı nedir, saatlerce dakikalarca şeyimizi sarf
ettik. Fakat bir günde böyle bir şey düşündün mü? İnsanlar bunu ne vakit
düşünmeye başlar; felah o vakit başlar. Ondan evvel başlamaz, imkânı yok. Deden
bununla yaşamıştı, onun içün üç kıtada hâkimdi. Bugün medeniyetini taklit
ettiğin âlemi asırlarca yed-i hükmünde tuttu. Sebebi var.
Misal veriyor.
سَبْعَةٌ يُظِلُّهُمُ اللَّهُ فِى ظِلِّهِ
يَوْمَ لاَ ظِلَّ إِلاَّ ظِلُّهُ الإِمَامُ الْعَادِلُ وَشَابٌّ نَشَأَ
بِعِبَادَةِ اللَّهِ وَرَجُلٌ قَلْبُهُ مُعَلَّقٌ فِى الْمَسَاجِدِ وَرَجُلاَنِ
تَحَابَّا فِى اللَّهِ اجْتَمَعَا عَلَيْهِ وَتَفَرَّقَا عَلَيْهِ وَرَجُلٌ دَعَتْهُ
امْرَأَةٌ ذَاتُ مَنْصِبٍ وَجَمَالٍ فَقَالَ إِنِّى أَخَافُ اللَّهَ. وَرَجُلٌ
تَصَدَّقَ بِصَدَقَةٍ فَأَخْفَاهَا حَتَّى لاَ تَعْلَمَ يَمِينُهُ مَا تُنْفِقُ
شِمَالُهُ وَرَجُلٌ ذَكَرَ اللَّهَ خَالِيًا فَفَاضَتْ عَيْنَاهُ [24]
….yedi
sınıf halk vardır ki diyor ki Hazreti Muhammed Aleyhisselati vesselam; bunlar gölgesi
olmayan günde, Allah gölgesiyle gölgelenir. …………….Bunlardan biri………. Kendisinin
adaletinden direniyor.
….
Bu iki sınıftan diğer bir sınıf, gençliğinde
hak ve hakikati kabul edip ondan ayrılmayan…………………….
Diğer
bir sınıf kalpleri mesacide[25] bağlanmış
olan sınıf………………….
gafiller Hakk’ı gökte arifler gönüllerde
arar………….
Bütün hayatı suride[26],
cemiyetin kıymetli yerlerinde, en zor işlerde, hangi sahada bulunursa bulunsun
sıkılmak, üzülmek, yorulmak, “insanın her hali bir olmaz derler.” Hangi halinde
olursa olsun gözünde daima ....(39:12). Aman buraya bir şey olmasın diye…………………
Benim sayemde.…………
……………………………… ………………………………
Yoruldunuz mu keseyim mi? ………ama birbirine
böyle esnemek gibidir, sürtünmek. Tutabilen dikkat etsin. ……………. bu konuşma
daha on misli olur, kaybediyoruz. Söyleyeceğim, hafozamı yokluyorum ondan (?)
…………..
Soruyor, müflis kime derler?……dedi mi dikkat
olunacak nokta demektir. Müflis kime derler? Beşeriyetin Fahri Ebedisi (sav)
dostlarına…………………………. Biri diyor ki efendim; geniş bir servete malik, servetini
birden bire kaybeder, hiçbir şeysi elinde kalmazsa, iflas etti derler. Hayır!
İşte gayet kuvvetli sıhhate malikti de bu sıhhati gitti elinden, bedeni ihlas
başlar. Hayır! Maddi ne kadar şeyler varsa sayıyorlar. Müflis kime derler
biliyor musunuz? Bu âlemde bütün taatını yapmış, zahiren ibadatını yapmış, kendi
görüşüne göre... Orucunu tutmuş, namazını kılmış, sadakasını yazmış, zekatını
vermiş, hayrat yapmış, de kendi kendine “Pek elim boş değil.” Amelleri(? 43:18)
gönlünde yer etmiş, evim(?) diyor, ebediyete. Bunların hepsinin ecrini alacağı
yerde, bir iflas vardır. Derler ki; sen filan insana nazarı hakaretle baktın, o
kalp kırıldı. Bütün yapmış olduğun şeylerin hepsi, orada gitti. İşte iflas
budur, diyor. Anlatamadım mı acaba? İflas budur. Hakiki iflas buna derler.
Acaba biz, günde kaç defa iflas ediyoruz?
Muhabbet esasından konuşuyorduk. O yedi
sınıftan bir sınıfına da diyor ki; وَرَجُلاَنِ
تَحَابَّا فِى اللَّهِ اجْتَمَعَا عَلَيْهِ وَتَفَرَّقَا عَلَيْهِ وَرَجُلٌ
دَعَتْه İşte insan, bir birini o kadar seviyor ki; Hak namın,a o
nama(?) toplanıyor bu nama(?) toplanıyor. Ne masası var, ne kasası var, ne
rütbesi var, bir ivaz[27] garaz[28] mukabilinde
değil. Belki yarın bana lazım olursa, belki öbürsü gün bir işim düşerse, acaba
rütbesinden mi istifade edebilirim, masasından mı istifade edebilirim, filan
yere bir iltimas mı yaptırabilirim? Anlatamıyor muyum yahu? Ha. Bunlar yok. Muhabbet
etmenin böyle esası var. Beşeriyet bunu
kaybetmiştir. Bunu kaybetmiştir.
Nasıl çalındı bizden? Bizde bu fıtri olarak
vardı. Fıtri olarak var. Bu iş evvela ailelerden başlar. Evvela ondan...
Nikahın hakikatı nedir bilir misiniz? Muhabbettir...…………………
Belediye kaydı dedikodu olmasın
diyerektendir. …………………cemiyet içerinde ilan edip, bir birine varis kılaraktan,
çocuğun seçeresi tespit edilsin diyedir. Bu kayıt yapıldıktan sonra bazı
insanlar, benim halen vicdanımda da bir dine bağlılığım var…….. duasını
yaptırıyor, öteki din adamına yaptırıyor, öteki hahama yaptırıyor. Bunlarda
nikahın hakikati değil. Ya, o yuvanın mesut olması için Hakk’a yalvarmak. Asıl
buradaki nikahın esası, muhabbet. Birbirinde fani olmaklık. Anlatabiliyor muyum
acaba? Bir birinde fani olmaklık. Dışarıya çıkarın çocuğu. O tahakkuk etti mi,
Kudret akdi kendi yaptı. Biz bu esasları kaybettik.
İki ortak… Milyonlar değildir sermaye, onlar
zahiri. O şirketin en büyük sermayesi birbirine olan muhabbetidir. En büyük
sermaye odur. Muhabbeti var mı? Üçüncü ortak Allah’tır. Sarsılma imkânı yoktur.
İki ortak bir birinde fani, olsun tam muhabbet etsin, vallahi billahi ortağı
benim diyor Allah. Allah’ın ortak olduğu yerde de sarsıntı olur mu ya? Buna
imkân var mı?
Bir ailede; bir kadın, bir erkek, evlensin
hattı zatında birisine tam olarak ivazsız garazsız... kalp böyle birleşecek. O
kalp onda, o kalp onda. O ailenin reisi, Kudret; benim diyor. Allah’ın, aile
reisi olduğu ocakta, ne olmaz? Deden böyle yaşıyordu da, öyle oldu.
Anlatabildik mi acaba? Bu esasları çıkar şimdi. Bu esasları çıkardıktan sonra
pekala, konuştuğumun bıraktığım noktasına dönüyorum: Kalp, kalp o heyecanlı
kalp; bu toprak unsurunun hangi noktasında sükûn bulur? Bunun cevabını ver
bana. Neresinde sükûn bulur? Bu küre ile üzerindeki eşya sinesinde parlayan...
ne bileyim, Süreyyalarıyla sema hakkında ne hüküm veriyorsun. O mansıplar[29],
ikballer, ünvanlar, servetler, debdebeler, bunların bütün şeylerini nasıl
buluyorsun? Hepside nazarında netice
itibariyle mahv-ı inhidam[30]a meyal
mi değil mi? Öyle görünmüyor mu? Kim bunun aksini ispat edebilir? Mecbur. Evet
diyecek. Eee evet bu gün nasılsa yarında öyledir. Yarının değişeceğini
zannetme. O halde muhasebeyi yapmaya başla. Bugün nasılsa yarında aynıyla,
yarından sonra da yine aynıyla... böyle gelir böyle gider. Bunlar tecrübe
olmuştur. Tecrübenin fevkinde irfan olabilir mi?
“Yer adamı yer.” kardeşim. Neden birbirimizi
sevmiyoruz? Mevzuu bu. Yer adamı yer. Yabancı yok birbirimizi sevmiyoruz. Öyle
cicili biçili giyinmekle, yalandan gülüp dişlerini göstermekle, sahte eğilip
bükülmekle, iş olur zannedersek çok yanarız ya. Çook yanarız. Çok.
Ahlak, insanı Hakk’ın sıfatlarıyla
sıfatlandırır. Ahlakın öz tarifi bu. Şimdi o, ahlakı nazariye, ahlakı ameliye
bir çok şeyler söylemişler filan ama bunu hulasa edersek, bunun içerisinden bir
şey almak istersek, netice itibariyle insanlık âlemine hizmet daha doğrusu
kendi hakikatimizi görmek istersek…. Biz buraya kendimizi görmeye gelmişizdir.
İşte kendisini görmekliğin derinliğindeki olan heyecana aşk derler. Ahlakın
bahsettiği aşk bu. İnsanı, Hakk’ın sıfatlarıyla sıfatlandırır, Hakk’ın
sıfatlarıyla sıfatlanan beşer, insan ayine-i Hak olur. Bak kendi kendine böyle
bir şey var mı yok mu? Evsafı[31] beşeriye-i
izale etttirir. Ahlak. Beşeri çirkinlikleri giderir. Kendilerini nuraniyete tebdil[32] edecek
anlar verir. O vakit sayfayı çevir bak; rahmaniyet ve hakkaniyet sıfatlarını
kendinde görürsün. Bunlar bize bahşedilmiş şeyler. Bunları görmeden gitmek, insana
yazık günah değil mi?
Sonra ne telaş ediyorsun? Ne telaş ediyorsun?
İnsanın vücudu kardeşim bir misafirhanedir. İnsanın vücudu bir misafirhanedir.
Her gün misafirler gelir gider. Sürur, gam, bunların bekası yoktur. Büyük bir
zevk geldi, büyük bir sürur içerisinde, misafir gidecek. Muazzam bir gam geldi,
muhakkak gidecek, misafir. Anlatamıyor muyum acaba? İnsanın vücudu bir
misafirhane. Sürur... Her gün misafirler gelir gider. Sürur ve gamın bekası
yoktur. Fakat bunlar his gözüyle idrak olunmaz. His gözümle, bu gözümle böyle
göreyim de böyle… Cenabı Hak his gözü hakkında âma dedi âma. Allah yalnız bu
gözle görene görüyor demiyor, âma diyor. Emri getiremedim, hafızamda
toplayamadım. [33] وَمَن
كَانَ فِي هَذِهِ أَعْمَى فَهُوَ فِي الآخِرَةِ أَعْمَى Anlatabildim mi? Her kim ki burada görüleceği görmeden
gitti; ebediyette de görmeyecektir. “Görürüm sonra”, yok kardeşim. Mahalli ihtibar[34], mahalli imtihan, mahalli ibtilâ[35]
burasıdır. Burada göremedin mi,
ondan sonra yok. وَمَن
كَانَ فِي هَذِهِ أَعْمَى فَهُوَ فِي الآخِرَةِ أَعْمَى . Onun içün
boşuna mı buyrulmuş? “Birbirinizi sevin.” Diyor, Beşeriyetin Fahri Ebedisi
(sav). “Birbirinize düşmeyin” diyor. “Korkak kesilirsiniz” diyor. Ne vakit ki;
bir millet, bir camia birbirine düşer, Kudret onların muhabbetini içinden çeker
ve korkak olurlar diyor. En ufak bir zerreye karşı cihet-i tahammüliyesi kalmaz
diyor. Korkak kesilir diyor. Şevketiniz elinizden gider diyor. Olmuyor hiç.
Birbirimizi değil evladımızı sevmiyoruz.
Evlat da babasını sevmiyor. Bir tuhaf bir şey yani. Bir hastalıktır geldi.
Kudret şifasını versin. “Duâül vâlidî li veledihî ke duâ ün nebiyyi alâ
ümmetihî” Annenin babanın evladı üzerindeki duası, peygamberlerin ümmeti
üzerine duası gibidir. Nasıl Allah(cc), peygamber duasına hayır demezse, anne
ile babanın evladı üzerindeki duasına da hayır demez. Şimdi alay ediyor.
Yemeğini veriyor, cebinin harçlığını veriyor, yemiyor yediriyor, baba; içmiyor
içiriyor, her şeyi yapıyor; arkadaşı ile bir şey konuşurken babası bir şey
derse böyle yapıyor….. Bu naziki. Bunun daha orta sınıfı, daha orta sınıfı,
bilmediğin şeye karışma diyor, daha aşağı sınıfı, dışarıya çık diyor. Ben
bunların hepsini görmüşüm böyle... Kavli mücerret[36]
değil. En naziki aldırış etme diyor. Azcık ortası, fazla konuşma diyor. O kadar
muazzamdır ki, bu ana baba meselesi: Kocaman nazmı celil vardır, yani Allah’ın
fermanı vardır.
Memnun ederse diyor, vallahi diyor; günah-ı
kebahiri[37]
müstesna, öbür günahlarını sormam diyor. Bundan daha müjdeli bir şey olabilir
mi? Bundan daha müjdeli bir şey olabilir mi acaba? Kocaman nazmı celil böyle.
Sonra evvela kendi hakkımı sorarım der. İnsanlar yanlış anlarlar. Efendim kul
hakkı olmasında Allah hakkı öyle şey yok…. Öyle bir emri yok. Evvela kendi
hakkımı soracağım diyor Allah. “Gel buraya! Seni insan yaptım, bana niye ilan-ı
harp ettin. Bana sen ilan-ı harp ettin, husumet ettin. Evvela kendi hakkımı
sorarım”.
Her şeyi ters bellemişiz biz. Efendim o
kendisinden vaz geçermiş de kul olursa.. Eee o vazgeçerse, kuluda memnun eder,
ondan da geçirir. Anlatamıyor muyum acaba? Eğer öyle bir şey olduktan sonra
kendi geçirir… “Sen bundan ne istiyorsun kulum? Bunu mu? Al sana ben bunları
vereyim vaz geçer misin?” Uuuuuuuuuu Öyle değil, öyle değil. Öyle değil, evvela
kendi hakkımdan sorarım. Cayır, cayır soracağım. أَوَلَمْ
يَرَ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ[38]
İsmin yoktu, resmin yoktu, kendin, kendini bilmezdin,
hiçbir yerde anılmazdın, seni insan yaptık da kabahat mı ettik. İlk işin bana
büyük düşman oldun diyor. Halk ettik seni yarattık da, fena mı ettik? Bana
hasım oldun. فَإِذَا هُوَ
خَصِيمٌ مُّبِينٌ çok
böyle aşikar.. Anla... Ben yoruldum simdi de biraz da
rahatım yok. Tarifimden anla neticeyi.
Evvela kendi hakkımı sorarım der. Ondan sonra,
annesiyle babasının hakkını sorarım. Ondan sonra geçer sıraylan. Hani lateşbih[39]
anlatayım diye söylüyorum, iyi anlaşılsın
diyerekten. Bir yere almaklık içün, bir imtihan açarlar. Bir iki tane esas ders
kor; mesela şunlardan şunlardan geçerse öbür imtihanlara alınacak. Anlatamıyor
muyum acaba? Mesela, beş şeyden imtihan edecek ama iki tanesini esas kor.
Bunları bildikten sonra öbür imtihana… Bunları geçmeden, efendim öbürküleri çok
iyi.. Fayda yok. Mesela koymuş ki, beş dersten imtihan veren şu memuriyete
yahut şu amirliğe, şuna alınacak. İki tanesini önceye koymuş esas olaraktan. O
adam da öbürkülerini biliyor fevkalade ama, bu iki esası bilmiyor. Efendim, “Olmaz”
diyor. Bu iki esası önce verecek ondan sonra. Evvela Allah’ın hakkını verecek,
ondan sonra annesiyle babası, ondan sonra sıraylan gelir. Burada düştü mü?
Öbürkülerine bakmazlar. Anlatamıyor muyum? Bakmaz öbürkülerine. Onun içün
evlatlar böyle dikkatli olduğu gibi anneler, babalar da dikkatli olması lazım
gelir. Mesela boş bulunur. İnhisar[40]
eder. Birden bire etme. Yapışır.
Sen o anda yapmışındır sonra alamazsın geriye. Anlatabildim mi acaba? Sonra
aman kurtarayım. Yok. İnsan can havliyle yapar, o iksir gibi yapışır. Ondan
sonra ben bundan vaz geçtim filan yok. Dikkat lazım.
Hem bunlara ne lüzum var? Bunlara lüzum var
mı? Bunlar anlatılmaya değer mevzularda değil. Bunlar insan olduktan sonra
insanın hilkatinde. Hele biz, biz tarihin en eski efendisinin çocuklarıyız.
Cehli gördüğü yere ilmi, inkârı gördüğü yere imanı, zulmü gördüğü yere adli
koyan deden senin dimi ya? Deden. Zulmü gördü mü bir yerde, otur sen derdi. Oturur.
Otur. Şimdi bize otur diyorlar, oturuyoruz. Deden otur derdi, oturturdu, şimdi
bize otur deyince… Onlar geri kafalı, biz ileri kafalıyız. Ne biçim görüş onu da
anlamam. Deden otur derdi, oturturdu. Şimdi sana otur derler, oturursun. O geri
kafalı sen ileri kafalı.
Hulasa
zulüm iyi şey değildir. Ah almadan yaşamalı. Ahlakın en bahsettiği şey,
emrettiği şey başta o gelir. Hayatta ah alma der. Birikmiş ahların vebalinden
manevi vücudun bükülmesin. Ah alma. Ne yap yap alma. Ah alma. Yere şöyle bir
damla bir mazlumun gözyaşı dökülse, icabında bir girdap yapar Kudret, bütün
kâinatı yakar. Bütün kâinat yanar. Ayırmaz da, adeti de öyledir. Ayırmaz da.
Hz
Musa (as); Ya Rabbi sünnetullahına bir şey denmez amma, işte ben, şunları
ayırsan, şu fena ile şu kötüyü. Mübarek bacaklarına karınca üşüşüvermiş. Bu
niyazını yaparken bir tanesi... Karınca ısırması da çok fena olur, bilir misiniz
bilmem? Hele onların yabanisi vardır, acayip ısırır. Isırınca, birden bire
şöyle elinlen, şöyle bir silmiş, yüzlerce karınca birden... “Musa bir tanesi
ısırdı. Hepsini birden imha ettin.” demiş. Bir şey anlatamadın mı acaba? “Bir
tanesi ısırdı, hepsini birden böyle sildin, imha ettin.” Ahhh et! Kendin et. Ah
alma. Neye et ah? Kendin hakkında et. Çok ah edenler olursa, edenlerden olursan
Kudret sever. Hz İbrahim(as)’e öyle diyor; “O evvah[41]indendi.” diyor. Ahını nan’e[42]
yap. Ney. Ney yap ney. Kendin çok ah et. Çok işe yarar. Ama kendin içün yap.
Belki çok ağlamışızdır biz ama kendimize ağlamadık. Hiç kendime… Ben kendime...
Hayır. Ömründe bir defa insan kendisine ağlasa, Kudret muhakkak onun kapısını
açar. Ben geceleri, bütün yastığım su içinde geçiyor. Sen kendine ağlamıyorsun
ki, bedava yaş o. Şu işim olmadı diye ağlıyorsun, şu bana hakaret etti
diyerekten ağlıyorsun, şöyle canımı yaktı diyerek ağlıyorsun. Kendine değil
bunların hiç birisi. O kendine ağlamak nasıl? Hepsini yarım saatte nasıl
söyleyeyim sana? Evet, belki çok ağlamışındır. Kendine ağladın mı hiç, kendine?
Bak ne güzel söylemiş.
Eni ü nale
seher-hize ney nevası verir .
Bükadan Arif i
billaha mey safası gelir
Sühanverin eseri bir
hayat ı sânidir
Giderse dâr ı
fenâdan yine sedası gelir.
Benim vücudum olur
na-bedid o dem yoksa.
Cihan bu halde
kalmaz kadirşinası gelir.
Abes, tabib arama
derd i dil ara yahu
Ki Dert-mend olanın
gayrıdan devası gelir.
Kederden özge garib
i diyarı kim yoklar
Mariz ıyâdetine
gelse aşinası gelir.
Sitemkeranı Hüda
naşinas hakkından
Efendi tecrübe ettim
seher duası gelir.
Allah
tanımayan zalimin hakkından, tecrübe
ettim diyor; seher vaktindeki dua geliyor, diyor. Anlatamıyor muyum acaba?
Sitemkeranı Hüda
naşinas hakkından
Efendi tecrübe ettim
seher duası gelir
Azab ı kabri
şataretle atlatır feyzi
O dem ki başucuna
Âli Mustafa’sı gelir
Gelelim
mevzuun esas noktasına: Dedik ki; vazifeden doğan ahlak, aşktan doğan ahlak.
Birisinin annesi kalp birisinin ki akıl. Kalbi size uzun boylu anlattım, bir
iki konuşma evvel. Faniyi baki ile tebdil[43]
etmeklik imkânı olduğundan dolayı, kalp ismini almış. Dedemiz, vazifeden doğan
ahlaka mı sahipti, aşktan doğan ahlaka mı sahipti? Hani bizim bir dedemiz var
ya? Muazzam. Dedenin aleyhinde bulundular mı, şüphelen. Şöyle bir dur, seni ben
tetkik[44]
edeyim, de. Büyük adam. Sâfi rikkat. Merak et, vakıfhanamelere bak; filan
mahallenin köpeklerine elli sırık ciğer, filan yerin kedilerine bilmem şu kadar
şu. Vakfetmiş. Değil insan hakkı, kedi köpek... hakkı da değil ya! Rikkatine,
merhametine bak. Anlatamıyor muyum acaba? Vakfa git, vakıfnamelere bak.
Yazdırıyor. Alnının teriyle kazanıyor, oradan bir para ayırıyor. İnsanlığa
yaptığı hizmetten sonra, filan semtin köpeklerine, filan semtin kedilerine,
Ben
yetiştim, vardı eski mahallelerde: kapıların önünde köpek yalakları, yemeklerini
koyacak şeyler filan. Sonra her köşe başında bir mola taşı. Mola taşı. Evin nezaretini[45]
bozarsın dersin. Bakarsın kocaman bir konak. Tam en güzel bir yerine, köşesine
bir mola taşı yaptırtmış. Duyuyor o vücuttaki şeyi o. Şeref-i faziletini
muhafaza etmeklik içün, adam hamal olmuş. Ayıplanır mı? Efendim benim
vaziyetimle münasip bana bir iş. Sıhhatin mi zayıf? O vaziyetine münasip olan
odur. Eğer sıhhatin kaldırmazsa o, gücün yetmezse o.
Sıhhatin
varken, hamallık yapma kudretin varken, borç para almak haramdır. Efendim benim
şerefimle münasebeti var mı? Şerefsiz mi efendim? Bir şey anlatamıyorum galiba
dimi? Ha. Şu yükü taşıyabilmek kudretin yok, başka. Var mı? Var. Ama ben yüksek
tahsil gördüm, ben üç tane lisan bilirim, ben kendime ait... Yook azizim.
Gelirken de bir şeyin yoktur, giderken de bir şeyin yoktur. Ara yerdeki
arizidir. Kudretin malıdır. Kudretin var mı? Hamallık yapma kudretin varken,
yapmayıp da borç aldın mı, işte odur şerefsizlik. Ama hamallık yapmaya başladın
da o günde iş bulamadın, o vakit alabilirsin. Anlatamıyor muyum acaba?
Kudret’in
çizmiş olduğu daire içerisinde, her yapılan meşru kazanç, şereftir. Onun
haricinde kalıp da yapılan şeyler şerefsizliktir. Hem örnek olmalısın. Şeref. O
yükü alır sırtına…keseyim mi, yoruldunuz mu? Daha ben yeni demlendim. Henüz şöyle...
Ama yine keseceğim, merak etme. Yürüdükçe elli kilo iki yüz adımda yüz kilo sıkleti
verir adama. O gönlüne kor, işte filan yokuşu çıktıktan sonra filan mola taşı
var, orda ben bir şey edeceğim, dinleneceğim. Oraya geldiği vakit.. Onu zihnine
koydu mu yük kendi kendine hafifleşir. Anlatamıyor muyum acaba? O kendiliğinden
hafifleşir. Ağarlaşma, hafifleşme bunlar ayrı ruhi hadiseler. Yangın çıkar
yerinden kalkamayan adam, o telaşın içerisinde yüz kiloyu kaldırır. Halbuki,
mendilini kaldıramıyordu. O kudret ona nereden geldi. Şimdi o hayalinde, zihninde
yüz metre ilerdeki mola taşına yaklaşıyorum dedi mi, yüz kiloluk sıklet yirmi
kiloya iner. O bacaklar titrerken oraya gelir, teriyle yükünü şöyle kor. Ohh.
O
mola taşı, yüz tane camiden daha büyük Kudret yanında, sana bir yer verir. Çünkü
her mümine bir avuç toprak bir seccadedir. Fakat her yer bir mola taşı
değildir. Her yer yorulmuş olan kırık kalpli bir insanı dinlendirtemez. Ters
anlama, benim sözümü ters anlarsın da belki de aksi mana verirsin. Konuşurken de
insan şey ediyor. Ters anlarsın da yani, bir hürmetsizlik manası anlama.
İnceliğini anlatmak istiyorum. İnceliğini. Bir titreyen bacağa, “alnımın
teriyle evlad-ı iyalimin nafakasını çıkaracağım” diye yükün altına girmiş olan
bir adamın dinlenmesindeki ecir kolay bir şey mi zannedersiniz siz. Basit
görülür başka. Fakat işte o muhabbet sermayesi geçtiği vakitte, dünyada en
büyük ibadet, insan sırtından yük kaldırmaktır. Bu yük kalkar, aklı ermeyenin
işini görürsün, onun o yükü kalkar, bir şey bilirsin, bir şey öğretirsin, o yük
kalkar. Fakat şimdi herkes kendi nefsine düşmüştür, bir şey olmaz.
Buraya
nerden girdik? Dedem, dedeniz yani ya; aşktan doğan ahlakın mı efendisiydi, vazifeden
doğan mı? Biz bu asırda vazifeden doğan ahlakı da öper başımıza koruz yaaaa... O
muazzam bir şey. Fakat hangisi? Aşktan doğan ahlak. Misal vereyim sana. Mesela Mehmetçik,
harbe gider. O isimde ne kadar güzel konmuş. Bilerek mi konmuş? Deden onu
bilerek koydu. Muhammetçik demektir. Ama sen ister şimdi kabul et, ister kabul
etme. Mehmetçik’in manası, Muhammet kelimesini korkuyor söylemeye, hata ederim,
o ismin bir hürmetsizliği olur diyerekten, hata olmasın diye onu Mehmet
kelimesiyle ifade etmişler; Hz Muhammed’in(sav) istediği, ufacık ona mensup bir
insan demektir. Biliyor muydun şimdiye kadar? Belle bunu, Mehmetçiğin manası,
Muhammetçik. Harbe girer; ekmeği yetişmez, ayakkabısı yetişmez, nasırından
çarık yapar. Arkamdan vurulursam, imansız giderim der. Harbin saati yoktur. Sekiz
saatten başka yapmaz Frenk askeri... Sekiz saat yapar, bakar saatine,
yetiştireydin der. “Ben vazifemi yaptım.” Der. Mehmetçik öyle değil; sekiz
saat, kırk sekiz saat, elli sekiz saat. Aşk bu. Anlatamıyor muyum acaba? Saati
yok onun. Aşkta saat olur mu? Aşkta zaman mekân olur mu? Tarifi budur. Yok.
Ondan dolayı…
Daha
arifane bir misal vereyim size. Aziz Hüdai. Mahmut Aziz-i Hüdai. Kibar adam. O
zaman hastaneler Üsküdar’daymış. Aziz Hüdai’de Üsküdarlı. Hastaneler Üsküdar’da.
Daha nısf-ül leyl[46]
olmadan, gece yarısı olmadan, yatsı namazından bir iki saat sonra minareye
çıkar, salâ verir. Bir gün mü, bir sene mi, yaz mı, kış mı? Yook. Her gün. Kar,
fırtına, bora, yağmur, buz, soğuk. O vakit İstanbul çok soğuk oluyor, böyle
mayıs haziran ayı gibi geçmiyor. Çok. Benim çocukluğumda bile bir metre kar
olurdu. Saçak kenarından gitmeyin, diye tembih ederlerdi. Böyle uzun uzun
buzlar. Telef olan olurdu. Sabah vaktine kadar. Demişler ki efendi, yorulmaz
mısınız? Kendinize acımaz mısınız? Bu kadar da hizmet etmeyeyim mi? Bu ufacık
bir şeyi de çok mu görürsünüz? İnsanlık âlemine şu kadar ufak bir hizmetim
olmasın mı? Elimden bir şey gelmiyor ki. Halbuki, ne insanlar yetiştirmiş.
Böyle, Birinci Sultan Ahmet’in hocası mesela. Birinci Sultan Ahmet.
Bir
gün abdest alıyormuş, Sultan Ahmet de su döküyor. Abdest alırken, karısı sultan
da havlu tutuyormuş. Beşeriyet, Sultan Ahmet’in gönlünden geçmiş; “Hizmet
ediyoruz ama demiş, acaba bu zatta bir cevher var mı?” Abdest alırken durmuş; “Ahmet
terbiyesizlik etme, bende bir cevher olmasa sen benim elime su dökmezsin,
karında havlumu tutmaz. Dök bakayım.” demiş. Bir tuhaf adam. Nedir demişler?
Kendisi diyor ki; hastaya sabah olmak uzun sürer. Sabah olmak, bitmez uzun uzun
uzun sürer. Güneşte çekildiğinden dolayı hastalık artar. Geceleri hastalık
artar. Güneşin kendine ait bir feyzi var. Kudret ona o hassayı vermiş.
Çekilince hastalık artar. Şimdi ben selâ vermeye başladım mı, o kendi kendine
telkin yapar, oooh sabah oluyor der. Ben ona “ohh” dedirtmek içün kendimi böyle
feda ederim. Anlatamıyor muyum acaba? Bu işte, aşktan doğan ahlaka misal. Orda
benlik yok. Vazifeden doğan ahlakta, henüz daha vücut şaibesinden eser vardır.
Öbüründe yoktur. Deden böyleydi.
Konuşmayı hulasa edelim. Hayat, ilerde hesabı görülmek
üzere insanlara verilmiş olan bir sermayeden ibarettir. Binaenaleyh bu
muhasebesiz sarf edilmemelidir. İki üç konuşma tekrar ettim. Her ne yapsak
ziyandayız. Yaptığımız işlerin hepsini o hayat ile yapıyoruz. İki üç konuşma
evvel demiştim ki, mesela bir insan; bir şeye muvaffak olsa, yahu az bir
zamanda, işte bir hafta çalıştım amma bir milyon liraya da sahip oldum diye
sevinse… Sevinir a... Bir milyon liraya sahip oldum. Bir hafta çalışarak. Karda
mı, zararda mı? Zahirde karda, hakikatte… Ne sarf ettin de, bu bir milyon
liraya sahip oldun? Bir hafta. Acaba o bir haftadaki sana Kudret tarafından
verilmiş olan o hayat, yani o sayılı nefes, bir saniyesini o milyonu versen geriye
alabilir misin? Alamazsın. O halde ziyandasın. Bir şey anlatamadım mı? Şunu sen
kazanmaklık için ömründen bir şey verdin ya, bu ömründen vermiş olduğun o
ariyet[47],
nimet bunu bir milyon liraya bir haftada malik oldun, fakat o bir haftalık
ömrünün, bir haftalığını değil de; onun bir saniyede sarf ettiğini hepsini
versen geriye alabilir misin? Alamam. O halde ziyandasın. İşte ona binaendir ki,
Allah tenezzülat-ı subhanisiyle tenezzül ederde[48]
إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ وَالْعَصْرِ Der.
O insanların bel bağladıkları asra kasem ederim ki;
vallahi ziyandadır, diyor. Kendisi yemin ediyor. Bu ziyandan kurtulmak
isteyenler varsa; aşk ile ihlas ile... anlıyorsun di mi? Aşk ile ihlas ile
inansınlar, inansınlar. Ve istikbalde inananların olduğuna, inansınlar. Yani o
faniyi baki ile tebdil etmek çaresine baksınlar. Bensiz ne yapılırsa, ne kadar
muvaffak oldum derse, hayatını alıyorum ziyandadır. Benimle olursa; hayat
veriyorum, kendimi veriyorum, kârdadır. Anlatamıyor muyum acaba?
Binaenaleyh bütün yapacağımız işlerde, haksız bir
muamelede bulunmayalım. Ki ziyan ortadadır. Heyyy! Bu kainât, neleri yer yahu.
Yoksa nefs-i natıka-i insaniyye, o mana-i külliyye, bu ceset-i zulmaniyyeye
acaba neden taalluk etti? Bu taallukun sebebi anlaşılmadıkça, insan felaha kavuşamaz.
Niye taalluk etti buraya? Ve buradan taallukunu kesiyor, kestiği vakitte sen
buna tapıyorsun ama atıyorsun tutamıyorsun yahu. En sevdiğini tutamıyorsun.
Annen, bir günden fazla tutamıyorsun. Maşukan, durmuyorsun yanında. O halde
oraya taalluk eden bir nefs-i natıka-i[49]
insaniye var. Bu ceset-i zulmaniyeye niçin taalluk etmiştir? İktisab-ı[50]
maarifi[51]
ilahiye içündür kardeşim. Bunun haricinde bütün kazançlar hüsrandadır. İktisab-ı
maarif-i ilahiye, tahsil-i ahlak-ı rabbaniye, tekmil-i[52]
kemalat-ı[53]
insaniye içün nefsi natıka-ı insaniye bu ceset-i
zulmaniyeye taalluk etmiştir. Bunu keşfetmedikçe saadet-i ebediye ele geçmez.
Ne vakit ele geçecek o? Bu günkü konuşma bu kadar yeter.
[1] Hasafet : Hükümde kuvvet
ve olgunluk
[2] Mevrid : 1.Varılan yer. Vasıl olunan mekan.
[3] Maad 1.Dönüp gidilecek yer. 2.Ahiret. 3.Dönüş,
geri gidiş. 4.Dünya'dan sonraki hayat. 5.Gaye, amaç, ulaşılacak yer.
[4] Mebde: 1.Başlangıç. 2.Kaynak, kök. 3.Bilgilerin ilk
kısımları. 4.İlke. 5.Tasavvufta sâlikin ilk başlangıcı.
[5] İkbâl : 1.Yönelme. 2.Kıymet verme, iyi karşılama,
hürmet gösterme. 3.Baht açıklığı.
[6] İdbar: 1.Geriye gitmek. Geri dönmek. 2.İşlerin ters
gitmesi. 3.Talihsizlik. 4.Bir gezegenin diğer oniki burcun tertibine zıt olarak
hareketi. (Asıl tertibe göre gitmesine de ikbal denir.)
[7] İptilâ: Düşkünlük, tiryakilik.
[8] Serir : Taht
[9] medar medâr
Sebep, vesile, kaynak, yörünge
[10] Hamule: Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü
[11] Veleh: 1.Hayret,
şaşkınlık. 2.Fazla hüzünden akıl gidip tembel olmak
[12] İrtikab: 1.Bekleme, gözleme. 2.Ümit etme, umma.
[13] Musanna: 1.Sonradan yapılmış. Sanatla ve düzgün
yapılmış olan. Sanatkârane yapılmış olan. Usta elinden çıkmış olan.
[14] Süflî: 1.Aşağıda bulunan. 2.Alçak, pek aşağı olan
[15] Musahhar: 1.Teshir edilmiş. Ele geçirilmiş.
Fethedilmiş. 2.İstenilen hâle konulmuş. 3.Birine bağlanmış.
[16] İntibak: Bir kavmin şerre
yönelmesi.
[17] Sekene: Sâkin olanlar,
oturanlar. Bir yerde devamlı oturanlar.
[18] Kisbî: Kazanılmış, kesbedilmiş.
Kesb ile alâkalı
[19] Vehbî: Doğuştan. Allah
vergisi. Çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın (C.C.) lütfu ile olan
[20] Bîzâr: Bıkmış,
usanmış.•Bîzâr olmak: Bıkmak, usanmak
[21] Nisab :1)Asıl, esas.
Sermaye mal. Derece, had. 2)Hisse, nasib. 3) Zekât ölçüsü, ölçü miktarı.
[22] ulûhiyet İlâhlık, kısaca "ibadet edilmeye lâyık
olan yegâne mabud bütün varlıkları yaratan Allahtır" diye ifade edilebilen
hakikat.
[23] mafevk Üst, yukarı, üst derecede bulunan kimse,
âmir
[24]
Hadisi şerif meali: Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve
sellem) buyurmuştur ki: Yedi sınıf
insan vardır ki yüce Allah onları, Ahiret’te kendi gölgesinde gölgelendirip
himayesine alır. Bunlar şunlardır:
1. Adil yönetici. (Bunun içine aile reisi, işveren, öğretmen, başkan ve
idareciler de girer).
2. Allah’a ibadet halinde büyüyen genç.
3. Kalbi mescitlere bağlı kimse. (Beş vakit namazı camide kılanlar ve
camilerdeki ilim, irşat, imar ve temizlik gibi hizmetlerin peşinde koşanlar bu
gruba girer).
4. Birbirini Allah için seven iki kimse. (Bu sevgi, ölene kadar
korunmalıdır).
5. Kendisini günaha (zinaya) çağıran bir kadına, “Ben Allah’tan
korkarım” diyen kimse.
6. Sadakasını gizli veren, öyle ki yaptığı iyiliği nefsine bile unutturan
kimse.
7. Tek başına Allah’ı zikredip
ağlayan kimse.
[25] Mesacid: Mescidler. Namazgâhlar. Küçük namaz yerleri
[26] Surî: Surete ait, görünüşe ait ve müteallik.
Hakiki, ciddi ve samimi olmayan. Zâhirî.
[27] İvaz: Karşılık olarak verilen şey. Bedel.
[28] Garaz: 1.(Çoğulu: Ağraz) Maksat, niyet, gaye, kasıt.
Kötü niyet. Kin. 2.Ok atılan nişan. 3.Izdırab. Acı. 4.Zelillik.
[29] Mansıb :
Mevki, konum, rütbe
[30] İnhidam: Çökme, yıkılma.
Viran olma.
[31] Evsaf: Vasıflar,
özellikler.
[32] Tebdil : Değiştirmek.
Tağyir etmek. Bir şeyi başka bir hâle veya şeye değiştirmek
Meali: Her kim de bu
Dünyada körlük ettiyse o artık Âhirette daha kör ve gidişçe daha
şaşgındır
[34] İhtibar: Yoklama. Deneme.
Sınama. Tecrübe
[35] İbtila: 1) Belâya
uğramak. Musibete düşmek. İyi veya kötü şeye düşkünlük, tiryakilik. 2)nsanın
iyiliğini, kötülüğünü ve kemâl derecesini meydana çıkaran imtihan, tecrübe.
[36] Kavli mücerret: Delilsiz söz
[37] Günâh-ı kebâir: Büyük
günahlar
[38] Yasin
Suresi 77. Ayet-i Kerime : أَوَلَمْ يَرَ الْإِنسَانُ أَنَّا
خَلَقْنَاهُ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ
Meali: İnsan görmüyor mu ki, Biz onu bir nutfeden yarattık da şimdi o bize
karşı, çeneli bir mücadeleci kesildi.
[39] Lâteşbih: Benzetmek gibi olmasın!
[40] İnhisar: 1.Tekel 2.Bir şeye tek başına sahip olma.
[41] Evvah : Kusurunu bilerek,
ah, vâh ederek yalvarmak.
[42] Nan: Ekmek
[43] Tebdil: Değiştirmek.
Tağyir etmek. Bir şeyi başka bir hâle veya şeye değiştirmek.
[44] Tetkik: İnceleme,
araştırma.
[45] Nezaret: 1.(Nazar. dan) Bakmak, seyir, bakış.
2.Nâzırlık etmek. Göz etmek. 3.Tenezzüh. 4.Reislik. 5.Vekillik, nâzırlık,
bakanlık.
[46] Nısf-ül leyl: Gece yarısı
[47] Âriyet: Kullanıp geri vermek üzere, emanet.
[48] Asr 1,2 إِنَّ
الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ
وَالْعَصْرِ Meali: Kasem olsun ki Asr'a. İnsan mutlak bir husranda
[49] Nefs-i nâtıka: Konuşan öz, insan; doğru ile yanlışı
birbirinden ayıran insan mahiyetinde bulunan nur, aklî ve naklî meselelerin
alâkalarını hissetmeye ve anlamaya kabiliyeti olan insan ruhu, insan.
[50] İktisab: 1.Kazanma. 2.Tahsil etme. 3.Elde etme
[51] Maarif: 1.Tahsil ile elde edilen ilim, malûmat,
bilgi. 2.Meharet. Üstadlık. Hüner. 3.Marifetler. Mâruflar. Kültürler.
4.Çehrenin manzarada zâhir olan yerleri.
[52] Tekmil: 1.Bitirmek, tamamlamak. Kemâle erdirmek.
2.Tam, bütün, eksiksiz.
[53] Kemalât: (Tekili: Kemal) Faziletler, iyilikler,
mükemmellikler. Ahlâk ve huy güzellikleri. Terbiyelilik, edeblilik.
[i] Kuşadalı İbrahim Halveti Hz. Nutk-i Şerifi
NUTK-İ ŞERÎF
Vech-i yâre düş olan âlemde seyrân
istemez
Cânını cânâne teslîm eyleyen cân
istemez
Bu misâfirhânenin fânîliğin fehm
eyleyen
Hâne-i kalbinde Hakk'dan gayri mihmân
istemez
Cennet içre tamudan korkar mı Hakk'ın
âşıkı
Hak budur erbâb-ı aşka hûrî gılmân
istemez
Gerçi zâhir ilminin nef'i de vardır
tâlibe
Lîk esrâra erenler sûrî irfân
istemez
İrci'î âvâzı erdi mürg-i cânın
sırrına*
Bî-karâr oldu anınçün verd-i handân
istemez
Mâsivallahdan mücerred oldu İbrâhîm
bugün
Vârını dildâre verdi vasl u hicrân
istemez
* bazı nüshalarda "sem'ine" şeklindedir..
Yarin yüzünü bakan, seyredecek başka şey istemez
Canını sevgiliye veren, kendine can istemez
Canını sevgiliye veren, kendine can istemez
Bu dünya evinde kendi misafirliğini anlayan
Kalp evinde Allah'tan başkasını misafir
Hakk'ın aşığı Cennete, Cehennemden korkar mı?
Hakkı bulup aşık olan Huri gılman istemez
Gerçi zahir ilimlerinde faydası vardır talep edene
Ama bu işlerin sırrına erenler zahirin ilmini istemez
Feryadı, can kuşunun sırrına yönelip erişti
O yüzden kararsız kaldı gülen gülünü istemez
Allah'a gitmeyen işlerden soyundu İbrahim bugün
Her şeyini kalbin sahibine verdi, ayrılık derdini istemez.
Kuşadalı İbrahim Halveti Hz. Nutk-i Şerifi
Kalp evinde Allah'tan başkasını misafir
Hakk'ın aşığı Cennete, Cehennemden korkar mı?
Hakkı bulup aşık olan Huri gılman istemez
Gerçi zahir ilimlerinde faydası vardır talep edene
Ama bu işlerin sırrına erenler zahirin ilmini istemez
Feryadı, can kuşunun sırrına yönelip erişti
O yüzden kararsız kaldı gülen gülünü istemez
Allah'a gitmeyen işlerden soyundu İbrahim bugün
Her şeyini kalbin sahibine verdi, ayrılık derdini istemez.
Kuşadalı İbrahim Halveti Hz. Nutk-i Şerifi
0 yorum:
Yorum Gönder