117 (15.07.1962) 65 dk (160)
Mevzûun esasını insan mefhûmu teşkil
ediyor. İnsan nedir? Ve biraz da güç olan tarifi beşer-i takata sığmayan yerde
burası? Zira insan, suret itibariyle kan ve kemik torbasından ibaret bir sıklet.
Yetmiş, seksen, yüz, elli, altmış, her neyse.
Fakat mânâsı, kendi hakikati?
İçinde sessiz sözsüz, bizsiz sizsiz konuşan vücûdu, o vicdan-ı kibriyası, bütün
kâinatı ihâta eder. İnsanın mânâsında… Ki kâinat bir nokta kadar dahi kalmaz.
Nedir bu?
Bu insanın izzet ve lezzeti
nereye bağlıdır? Servete mi, masaya mı, kasaya mı, câha mı, kuvvete mi, pazuya
mı? Devlet-i saadeti nereye bağlıdır? Tantanasında mı? Zahiri sefasında mı?
Ahlak onların tarifini yapıyor, nispet dâhilinde.
Hangi adam mesut adamdır? İnsana,
insan denmesinin hikmeti nedir? İnsan ünsten müştaktır. Kimin enisidir ki
insan denmiştir. Enisi yârı munisi kimdir ki, o ismi almıştır? Kime enis
olmuştur ki, kendisine insan denmiştir.
İnsana, insan denmesi; kendini ibda eden, Kudret-i Mutlaka’yı
düşünmek iktidarı kendinde
olduğundan dolayıdır. Hak enisi olan kimseye, ahlak insan der. Hak
ve hakikate enis olmuş, yâr olmuş. En büyük dostu Hak olduğundan dolayı, o
kimse insan ismini alıyor. Ünsten müştak, O’nun enisi oluyor. Demek ki Hak ve hakikate
cephe almış, bu sıfatlardan mahrum olana, ahlak henüz insan ismini vermiyor.
Bir şey anlatabiliyor muyuz acaba?